Tekil Mesaj gösterimi
  #1  
Alt 14 November 2008, 10:39
ceyLin ceyLin isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Senior Member
 
Kayıt Tarihi: 21 September 2008
Mesajlar: 15,180
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Arrow Türkiye Cumhuriyeti Tarihinde Cumhuriyetin İlanı ve Tarihi Önemi

Uzman Mukaddes Arslan

Cumhuriyet etimolojik olarak, Arapça "cumhur" kelimesinden gelen halk, ahali, topluluk manalarına gelmektedir.1 Cumhuriyet iktidarın millet topluluğuna ait olduğunu öngören devlet şekli demektir. Bir başka ifadeyle milletin egemenliğini kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri vasıtasıyla kullandığı devlet biçimidir.2 İngilizce karşılığı "the Republic", Fransızca karşılığı "la Republique" olan cumhuriyet, Lâtince kökeni "res Publica" olan kelimeden türemiş ve kamuya ait şey, kamu malı, devletin kamuya ait olması manasında kullanılmıştır.

Cumhuriyetin etimolojik anlamı olduğu gibi siyasî ve hukukî anlamları da bulunmaktadır. Dar anlamda cumhuriyet, devlet başkanının doğrudan doğruya veya dolaylı olarak halk tarafından belirli bir süre için seçilmesi esası, geniş anlamda ise egemenliğin bir topluluğa ait olması demektir. Dar anlamda ki cumhuriyet, bir devlet veya hükümet şekli olarak ele alınmaktadır.

Cumhuriyet bir devlet veyahut hükümet şekli olarak ta ortaya konmaktadır. Cumhuriyet Tarihimizde 1921 Anayasamızın 29 Ekim 1923'te yapılan değişikliğinde "Cumhuriyet" bir hükümet şekli olarak ifade edilmiş, ancak 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarında bir devlet şekli olarak belirlenmiştir.

Siyasî olarak Cumhuriyet, hükümdarlık rejiminde olmayan devlet şeklidir. Cumhuriyet her türlü irs ve intikal yolunu ortadan kaldırmakta ve hükümet işlerinin seçim yolu ile yapılmasını sağlamaktadır. Cumhuriyette işbaşına gelen idareciler, sınırlı bir süre için vazife alırlar.

Cumhuriyet bizzat halkın hükümeti olup böyle bir hükümette idare edenler halkın menfaatini göz önünde bulundurmak durumundadırlar. Cumhuriyette seçim esastır. Ancak seçimlerde sınırlı bir süre gözetilmiştir.

Veraset usulü ve kaydı hayat şartının kesinlikle kabul edilmediği bir sistem olan cumhuriyet, bunların yerine seçim ve tayin usulünü getirir. Devlet başkanının seçimle gelmiş olsa bile bütün ömrü boyunca görevde kalması kabul edilemez.

Demokrasi ile cumhuriyet birbirine yakın iki kavramdır. Demokrasi devletin en yüksekten en aşağıya kadar bütün basamaklarında halk idaresi egemenliğini kabul eder. Cumhuriyet ise demokrasinin en gelişmiş şeklidir.
Cumhuriyette kamu yararı düşüncesi, halkın kendi hür iradesini kullanması ve kendisini idare edecek insanları serbestçe bağımsız olarak seçmesi esastır. Dolayısıyla cumhuriyet, tek bir kişi veya zümrenin çıkarlarına değil, doğrudan doğruya kamu yararına dayanan ve bu esaslara göre yönetilen devlet şeklidir.3

Devlet yönetimi olarak kabul edilen cumhuriyette yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirini denetlemesi, dengeli ve güçlü bir devlet yönetiminin kurulmasını sağlar. Cumhuriyet ve demokrasi bu şekilde güvence altına alınmış olur. Cumhuriyet ve demokrasiden herhangi birisinin varlığı, diğerinin de mutlak varlığını gerektirmeyebilir. Ancak ideal olan husus, bu iki kavramın bir arada bulunması ve kabul edilmesidir.4

Cumhuriyet, Osmanlıca "âmme idaresi", Türkçe "kamu yönetimi" karşılığıdır. Bu nedenle kamuculuk karşıtı olan bütün idareler monarşi, otokrasi ve oligarşi Cumhuriyetçiliğin de karşıtıdır.5

Cumhuriyet halkın idaresidir. Cumhuriyet siyasî rejim olarak, halka dayanan bir devlet şeklidir. Egemenliğin, iktidarın millete ait olduğu bir siyasî sistemdir.

Cumhuriyet hem devlet hem de hükümet şeklidir. Cumhuriyet devlet şekli olarak egemenliğin bir kişi veyahut zümreye değil, bütün topluma, milletin tümüne ait olmasıdır. Hükümet şekli olarak ise seçim ilkesinin benimsendiği, başta devlet başkanı olmak üzere devletin başlıca temel organlarında görevli kişilerin seçim ilkesine göre belirlendiği, kaydı hayat ve veraset sisteminin reddedildiği bir hükümet şeklidir.6

Cumhuriyette idareciler, idare etme hak ve yetkisini idare edilen kitlelerden almaktadır. Cumhuriyet halk yönetimidir. Burada halk kendi yöneticilerini seçmekte ve denetlemektedir. Dolayısıyla halkın seçtiği idareciler, halkın temsilcileri olarak görev almaktadır. Cumhuriyet, halk egemenliği ile içi içe bir kavramdır. Cumhuriyet yönetimi halkın yönetimidir. Burada halkı oluşturan bireylerin tek tek istekleri söz konusudur.7 Cumhuriyet başlıca iki şekilde uygulanmaktadır. Birincisi sınırlı bir süre için seçilen cumhurbaşkanının olması, ikinci şart ise cumhurbaşkanının atayacağı bir hükümetin olmasıdır.

Devlet yönetimi olan cumhuriyet ile, siyasî sistemi ifade eden demokrasi bir araya geldiklerinde, halk idaresi yönünde her ikisinin de aynı amacı taşımalarından dolayı bu iki kavram birbirlerini tamamlamakta ve ortaya çağdaş demokratik cumhuriyet çıkmaktadır.8

Cumhuriyet yönetiminde halkın üzerinde hiçbir otorite veyahut yetkili makam yoktur. Devlet gücü halkı oluşturan bireylerin elindedir. Yönetim ile ilgili her türlü yetki ve işlemin kaynağı halka dayanmaktadır. Cumhuriyet sadece halk topluluğunun egemen olduğu yerlerde varlığını hissettiren bir devlet biçimidir. Cumhuriyet idaresi ile insanca ve özgür bir hayatı seçen bireyler kendi iradeleri ile davranmaktadırlar.9

Cumhuriyet kavramı geniş manada ele alındığında demokrasi ortaya çıkmaktadır. Aslında her ikisi de halk idaresi manasındadır. Birbirini tamamlayan bu kavramlar aynı zamanda bir bütün oluşturmaktadırlar. Günümüzde en ideal yönetim biçimi olarak, cumhuriyet ve demokrasi beraberliğinin olması savunulmaktadır.

Cumhuriyet devlet şekli olarak hak, ödev ve esaslarıyla bir ilkeler bütünü olarak ifade edilmektedir. Ayrıca her cumhuriyet getirmiş olduğu hukukî düzen ile kendisini savunmakta kendi varlığını ve geleceğini güvence altına almaktadır. Hukukî yönden de cumhuriyet bir devlet düzenini veya şeklini ortaya koyar. Egemenlik halktadır ve devlet başkanının belirli bir soya bağlı olarak kalıtımla işbaşına gelmesi kabul edilemez.

Cumhuriyet en başta devlet başkanı olmak üzere siyasî iktidarın seçimle göreve geldiği bir hükümet şeklidir. Cumhuriyeti hem hukuk devleti hem de demokratik siyasal düzen olarak genel anlamda demokratik hukuk devleti şeklinde ifade edebiliriz.

Cumhuriyette insan haklarına, hukukun genel ilkelerine ve kanunlara saygılı bir düzen vardır. Demokratik hukuk devleti ilkesi ve sosyal devlet ilkesi yönleriyle cumhuriyet, demokratik, sosyal hukuk devleti düzenidir. Hukuk devleti ilkesi, cumhuriyetin demokratik ve sosyal devlet olmasının güvencesi olarak kabul edilmektedir.10

Cumhuriyet kavramının bu şekilde genel açıklama ve tanımlamasını yaptıktan sonra, cumhuriyetin ilân edilmesinde ve yeni Türk devletinin kuruluş aşamalarında en etkin isim olan Atatürk'ü, cumhuriyet anlayışına yönlendiren ve kendisinde bu düşüncenin oluşmasını sağlayan nedenler ve olaylar üzerinde durmamız gerekiyor.

Atatürk gençliğinden itibaren cumhuriyet düşüncesine her zaman yakın olmuştur. Özellikle Fransız İnkılâbı ile ilgili eserlere ve fikirlere olan merakı ve bu yönde araştırmaları, kendisinde cumhuriyet fikrinin yerleşmesine sebebiyet vermiştir.

Harp Akademisi yıllarında hocası Osman Nizami Paşa ile olan konuşmalarında batı ölçülerinde yenilik ve yönetimden bahsetmektedir. "Paşa Hazretleri, garplı manadaki idareler de zamanla gelişmişlerdir. Bugün uyur gibi görünen milletimizin çok kabiliyeti ve cevheri vardır. Fakat bir inkılâp vukuunda bugün işbaşında olanlar yerlerini muhafaza etmeye kalkarlarsa o vakit buyurduğunuzu kabul etmek lâzım gelir. Yeni nesiller içerisinde her hususta itimada lâyık insanlar çıkacaktır." sözlerinde Mustafa Kemal'in batılı manada idarelere yakınlığı dikkat çekmektedir. "

1905'de topçu stajı için Şam'a gitmeden önce Beyrut'ta yaptığı bir konuşmada şunları söylemektedir: "Dava yıkılmak üzere olan imparatorluktan, önce bir Türk Devleti çıkarmaktır."12

Şam'da 1906'da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni kuran Mustafa Kemal, daha sonra bu cemiyetin bir şubesini Selanik şehrinde açmış, burada yaptığı bir konuşmada "İstibdada karşı bir ihtilâlle cevap vermek, köhnemiş çürük idareyi yıkmak ve milleti hâkim kılmak" ifadelerini kullanmıştır.

Milleti hâkim kılmanın en önemli dayanağı ise Atatürk'ün ifadesinde ismi açıkça belirtilmese de cumhuriyet düşüncesidir.

II. Meşrutiyet yıllarında ise "İnkılâbı ikmâl etmek lazımdır. Biz bunu yapabiliriz. Ben bunu yapacağım...Evet inkılâp yapacağız. Bugüne kadar yapılan inkılâp kâfi sayılmaz. Fazlasını yapacağız" demiştir.13 Böylece meşrutiyetin de ötesinde ve daha ilerisinde bir inkılâp hareketinden bahisle görüşlerini açıkça ortaya koymuştur. Burada ifade edilen inkılâbın cumhuriyet düşüncesi olduğu bellidir.

Osmanlı Devletinde yapılan ıslahatlar, Mustafa Kemal'in inkılâp ve cumhuriyet yönündeki düşüncelerini tatminden uzak kalmıştır. 6 Temmuz 1918'de hatıra defterine yazdığı şu sözler anlamlıdır: "Benim elime büyük bir salâhiyet ve kudret geçerse ben sosyal hayatımızda arzu edilen inkılâbı bir anda bir darbe (coup) ile uygulayabileceğimi zannederim."14

Görüleceği üzere tahsil yılları ve gençliğinden itibaren Mustafa Kemal'de belirgin bir cumhuriyet düşüncesi mevcuttur. Ancak bu tabir başlangıçta adı telâffuz edilmeden bazı hassas cümlelerle ortaya konmuş, Millî Mücadele'nin her safhasında adım adım cumhuriyete doğru yol alınmıştır.

Atatürk'ün cumhuriyetin ilânındaki başarısında, kendisinde var olan ve içinde yıllarca yaşatmış olduğu cumhuriyet yönündeki duygu ve düşüncelerinin bu şekilde birinci derecede rolü olmuştur.

Diğer taraftan Anadolu'daki bazı millî hareketler ve gelişmeler, cumhuriyeti akla getirmesi açısından yabancı basının dikkatini çekmekteydi. Paris'te yayınlanan Fransız gazetelerinden Le Temps 24 Ağustos 1919 tarihli nüshasında "Mustafa Kemal geçen gün İstanbul'a çektiği bir telgrafta ulusal kuvvetlere karşı asker gönderilecek olursa Anadolu'da bağımsız cumhuriyet ilân edilecektir" haberine yer vermişti. İstanbul'da bulunan İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Sir John de Robeck ise Dış işleri Bakanı Lord Curzon'a 17 Eylül 1919 tarihinde çektiği telgrafta “Türkiye'de ciddi bir kriz bulunduğunu yurdun işgali üzerine Erzurum'da başlayan Mustafa Kemal hareketinin gittikçe yayılma gösterdiğini ve bunun bağımsız bir Anadolu Cumhuriyetine doğru gelişme kaydettiği...” haberini vermekteydi.15

1919 yılına ait İngiliz belgelerinde Anadolu hareketinin bağımsız bir cumhuriyete doğru yol aldığı belirtilmekte, 22 Eylül 1919 tarihli The Times gazetesi ise Sivas Kongresi’nden "Sivas'ta ki Anadolu Cumhuriyeti" diye söz etmektedir. Aynı tarihlerde İstanbul'daki Osmanlı devlet yöneticilerinin bu yöndeki kaygıları da bilinmekteydi.16

Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktığında Türk milletine olan büyük güvenine ve gençliğinden itibaren içinde yaşattığı fikir ve ideallerine sımsıkı bağlıydı ve bu şekilde hareket etmekteydi. Samsun'a çıktıktan üç gün sonra Saraya bir telgraf çekmiş ve "Millet tek vücut olup egemenlik esasını ve Türklük duygusunu hedef tutmuştur" ifadelerini kullanmıştır. Mustafa Kemal daima milletin desteğini ve beraberliğini dile getirmiştir.

Amasya Genelgesi'nde "Milleti yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır" denilerek bu cümlelerde dahi adı söylenmeyen "Cumhuriyet" ortaya konacaktır. Halk adına iş görmek, halk tarafından seçilmeyi gerektirdiğinden bunun adı millî irade olarak belirlenmiştir. Erzurum Kongresi öncesinde bu durum daha da belirgin bir hal alacak ve Mustafa Kemal yaptığı bir konuşmada "Arkadaşlar, tek önlem millî egemenliğe dayalı kayıtsız şartsız bağımsız bir Türk devleti teşkil etmek ve hedefe mutlaka ulaşmaktır" diyecektir.17

Erzurum Kongresi sırasında Atatürk'ün Yaveri Mazhar Müfit Kansu ile arasında geçen bir konuşma mahiyeti itibariyle önem arz etmektedir. Bu konuşmada Mazhar Müfit Kansu'nun "Muvaffakiyet ve zafere ulaştığımız takdirde hükümet şekli ne olacak. Bu hususta sarih bir şey söylemediniz?" şeklinde ki sualine Atatürk şu cevabı vermiştir: "Azizim Mazhar Müfit Bey, bu mesele hakkında şimdiden bir şey söylemek istemem. Hatta mevzubahis etmemek doğru olur. Bu bahsi münakaşa etmenin zamanı gelmemiştir. Gelince görüşürüz. Karar verilen her şeyin tatbiki için vakit ve zamanı beklemek ve o zamanın geldiğini bilmek lâzımdır. Şimdi sadece düşman tazyiki altında bulunan padişahı ve muhasım kuvvetlerin işgal ve istilâsına uğramış olan vatanımızı kurtarmak için çalıştığımızı ifade etmekte fayda vardır. Bugünün ve içinde bulunduğumuz şartların icabı budur."18

Erzurum Kongresi'nin hazırlık çalışmaları yapıldığı sıralarda Mazhar Müfit Kansu'nun bir kez daha Atatürk'e yönelttiği "Başarı sağlandığında hükümet şekli ne olacak?" şeklindeki sualine Atatürk "Zaferden sonra şekl-i hükümet Cumhuriyet olacaktır." demiştir.

Mazhar Müfit ve Süreyya Beylerle yaptığı bir görüşmede Atatürk'ün gizli kalması kaydıyla not ettirdiği şu sözler son derece anlamlıdır: "Zaferden sonra hükümet şekli Cumhuriyet olacaktır. Bunu size daha önce de söylemiştim. Bu bir. İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır. Üç: Tesettür kalkacaktır. Dört: Fes kalkacak, medenî milletler gibi şapka giyilecektir. Beş: Lâtin harfleri kabul edilecektir." w

Mustafa Kemal'in Millî Mücadele sırasındaki bu yaklaşımlarında, düşüncelerini uygulamaya koyması ve sonuçta başarıya ulaşmasında büyük bir dayanağının olması gerekmekteydi. Mustafa Kemal bunu bilmektedir. Bu dayanak ve en büyük güç elbette ki Türk Milleti idi.

Türk Milleti ise vatanının işgalini ve esareti kabul etmemekte, direnmekte, kendi Millî Mücadele gücünü ve hür iradesini ortaya koymaktadır.

Tabiî ki bütün bunlar basit bir halk hareketi ve her halkın duyabileceği sıradan düşünceler değildi.

"İşgalcilerin baskı ve uygulamalarını gören Türk insanı hak etmediği bu hareketlerin karşısına çıkmanın tarihsel bir görev olduğunun bilincine varmıştı. Millî Mücadele'nin bu ve benzeri nedenlerle bir halk hareketi olmadığını savunmak önemli bir gerçeği göz ardı etmekten başka bir davranış sayılamaz. Bu hareketin sıfatları bile onun niteliği ve amaçlarını anlatmak bakımından yeterlidir. Örneğin: Millî Mücadele, Millî İstiklâl Savaşı, İrade-i Milliye, Hâkimiyet-i Milliye, Misak-ı Millî, Heyet-i Milliye, Millî Meclis, Mücahede-i Millî vb. Böyle bir bağımsızlık savaşı sonrasında kurulan yönetimin adının da Cumhuriyet olmasını yadsımamak gerekir." 20

19 Mayıs 1919'dan önceki devre, cumhuriyet açısından Mustafa Kemal Paşa ile yakından ilgilidir. Ancak cumhuriyet fikri açıkça dile getirilememektedir. "Atatürk kendi iç düşüncelerini birkaç yakın dostundan başkasına açıklamamıştı. Dışarıya, padişahlığın kaldırılmasını, Anadolu İnkılâbı çoktan bir olup bitti olduktan sonra bile hiç düşünmediği sanısını veriyordu."21

Atatürk'ün Samsun'a çıkmasından sonra cumhuriyet hakkındaki fikir ve icraatları daha belirgin bir daireye girmiştir. Ancak bu fikirlerin "Millî Egemenlik" olarak dile getirildiğini görmekteyiz.

Millî egemenlik ilkesi ve düşüncesi ise Amasya Genelgesi'nde, Erzurum ve Sivas Kongreleri'ndeki kararlarda dikkatimizi çekmektedir. Millî egemenliğin sadece Türk Milletine ait olduğunu belirten Atatürk, Anadolu'da başlayan Millî Mücadele hareketinde bu düşüncenin gerçekleşmesi yolunda büyük çaba sarf etmiştir.

22 Haziran 1919 tarihli Amasya Genelgesi'nde geçen "Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır" ifadesi açıkça millî egemenlik ve daha da ilerisinde cumhuriyete doğru giden yolda atılan adımlardan birisini teşkil edecektir.

Prof. Dr. Yavuz Abadan'a göre Amasya Genelgesi, "İnkılâp idaresinin ilk hukukî ifadesi olarak millî hareketin ve millî hareketlerle başlayan hukukî tanzim faaliyetlerinin başlangıcıdır."22 "Milletin hakikî vaziyetini ortaya koymak, haklı sesini dünyaya duyurmak ve bu önemli görevi gerçekleştirmek için de her türlü baskı ve tesirden uzak millî bir heyetin kurulması, Sivas'ta millî bir kongrenin bir an önce toplanması" gerekli görülmüştü. Bu kararlarda millet egemenliğine dayanacak bir yönetime doğru gidildiğinin işaretleri bulunmaktaydı. 23

“Anadolu İhtilâli Bildirisi” olarak ta tanımlanan bu genelgede24, millet egemenliğine ve millî bağımsızlığa yer verilmekte, millî egemenlik esasına dayanan hükümet düşüncesi ilk defa ortaya atılmaktaydı.

Prof. Dr. Ali Fuat Başgil'e göre, millî irade esasına dayanan hükümet düşüncesinin ilk dayanağı Amasya Genelgesi'dir. Yine Prof. Başgil'e göre, “İstiklâl Harbinin devamı müddetince memleketin manevî kuvvet ve mukavemetinin yegâne kaynağı ve yeni Türk devletinin temeli Türk Milletinin hayatîliğine ve ebedîliğine olan imanıdır.”25

Amasya Genelgesi'nde yer alan "Millî Egemenlik" ilkesi, daha sonraki tarihlerde yapılacak olan Erzurum ve Sivas Kongresi kararlarına da etki edecektir. Türk Milletinin kendi egemenliğini eline alması yönünde yapılan bir davet niteliğinde olan bu genelge, Türk milletinin kendi kaderini çizmesi doğrultusunda artık yeni bir yönetimin, Cumhuriyetin ilk işaretlerini vermekteydi denilebilir.

23 Temmuz- 7 Ağustos 1919 tarihli Erzurum Kongresi'nde "Kuvây-ı Millîyeyi âmil ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır" şeklinde geçen ifadeler ve Atatürk'ün Yaveri Mazhar Müfit Kansu'nun hatıralarındaki notlar, Erzurum Kongresi'nde Cumhuriyete doğru adım adım yaklaşıldığını göstermekteydi.

Mustafa Kemal Paşanın Yaveri Mazhar Müfit Kansu'ya kongre öncesinde söylediği "Zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır" sözleri, bir anlamda cumhuriyetin ilânına doğru giden yolda mesafeler alınmak istendiğini ortaya koyan işaretlerdi.

Kongrede geçen "Kuvay-ı milliyeyi âmil, irade-i milliyeyi hâkim kılmak esastır" ifadesi millî egemenlik ve daha sonra dile getirilecek olan cumhuriyet kavramında açıkça her şeyi ortaya koymaktaydı. Erzurum Kongresi'nde aslında Amasya Genelgesi kararlarının daha bir açık ve gerçek zemine oturtulması sağlanmıştı.

Kongreden sonra dokuz kişiden oluşan bir Temsil Heyeti kurularak başkanlığına Mustafa Kemal Paşa getirilmiştir. Kongrenin en önemli amacı vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının sağlanması yönündeydi. Kongre kararları aynı zamanda Millî Mücadele'nin esaslarını da ortaya koymakta ve bu arada Misak-ı Millî'nin temellerini atmaktaydı.26

Erzurum Kongresi, genel amaçları, toplanışı ve özellikleri açısından mahallî bir kongre hüviyetinde olmasına rağmen, kongrede alman kararlar bütün vatan ile ilgiliydi ve milletin bütününü ilgilendiren bir program niteliğindeydi.

Burada tam bağımsızlık gündeme getirilerek bir devletin hâkimiyetine girmek demek olan manda ve himayenin reddi açıklanmaktaydı. Bu yönüyle kongre, Anadolu'da kurulacak yeni bir devletin habercisi olmaktaydı.

Erzurum Kongresi'nde millî irade ve millî egemenlik yönünde, milletin iradesiyle oluşan ve Kuvay-ı Milliye adını taşıyan kuruluşların vatanın ve milletin kaderinde söz sahibi olduğunun altı çizilmekteydi.27

Erzurum Kongresi Mondros Mütarekesi ile Anadolu topraklarından atılmak istenen Türk Milletinin millî bağımsızlığını ve haysiyetini koruma esaslarının belirlendiği, sivil ve bölgesel bir halk hareketinin millî bir direnişe dönüştüğü, imparatorluktan millî devlete geçiş yolunda önemli karadarın alındığı, Misak-ı Millî sınırlarının çizildiği yerdir. İtilâf Devletlerinden özellikle İngilizleri "Erzurum'da Cumhuriyet ilân ediliyor" mahiyetinde endişeye sevk eden kararlarla dikkatimizi çeken Erzurum Kongresi'nde, yeni Türk devletinin ve Cumhuriyetin temelleri atılmıştır.28

Erzurum Kongresi ileride kurulacak olan devletin şekli ve mahiyeti açısından büyük önem taşımaktaydı. Kongre kararlarının, cumhuriyete doğru gidilen yolda özellikle ulus-devlet sürecine önemli etkileri ve katkıları olmuştur.

Devletlerin nitelik ve yönetim şekilleri farklı dahi olsa bütün devletlerde geçerli olan üç temel unsur şu şekilde sıralanmaktadır: 1 .Ülke, yurt, vatan adı verilen sınırları belirli toprak parçası, 2. Millet, ulus, halk, ahali denilen insan topluluğu, 3. Egemenlik olarak ta tanımlanan devlet otoritesi ve gücü. Ulus-devlet denildiğinde bütün bu öğelerin amaçları ve faaliyetlerinin millî özellikler taşıması düşünülmelidir. "Ulus-devlet fiziksel öğesi olan ülke, insanî öğe olan halk, siyasal ve hukuksal öğe olan egemenlik açısından ulusal olan devlettir. Bir ulus-devlette her türlü etkinlik ulusal çıkarlar doğrultusundadır ve ulusal bağımsızlık ile ulusal egemenlik esastır.”29

Bütün bu unsurlar dikkate alındığında yeni Türk devleti açısından bir dönüm noktası olarak değerlendirilen Erzurum Kongresi'nde, ulus-devlet olabilme kuralları çerçevesinde düşünülen vatan- bu vatan üzerinde bağımsız olarak yaşayan millet- bu milletten güç alan bir egemenlik anlayışı ve devlet otoritesi açıkça görülebilmektedir. "Kuvây-ı Millîyeyi âmil ve irade-i milliyeyi hâkim kılmak" şeklinde geçen hükümde de devletin millî egemenlik unsuru ön plâna geçmiştir.30

Erzurum Kongresi'nde millet egemenliğinin değeri ortaya konmuştur. Millî birlik ve beraberlik sağlanmaya çalışılırken bir yandan da millî sınırlar içinde vatan bütünlüğü dile getirilmiş, Misak-ı Millînin ilk tohumları burada atılmıştır.

Atatürk 24 Nisan 1920'de TBMM'nde yaptığı konuşmada Erzurum Kongresi kararlarından bahsederken bu kongrenin millî sınırlar dahilinde idarenin millî egemenliğe dayandığını şu şekilde ifade etmekteydi: "Erzurum Kongresi'nin milliyet esasından birisi işbu hududu millî dahilindeki idarenin hâkimiyeti milliye esasatına müstenit olmasıdır."31

4-11 Eylül 1919 tarihli Sivas Kongresi'nde, Erzurum Kongresi kararları genişletilerek vatan müdafaası ve Misak-ı Millînin esasları kabul edilmişti. Manda fikri tamamen ret olunmuş, cemiyetler tek bir isim altında toplanmış ve burada alınan kararlar sadece doğu yörelerimiz için değil, bütün vatanı kapsar hale getirilmiştir.32 Millî güçlerin etkinliği ve millî egemenliğin üstün kılınması hükmüne sadık kalınmıştır. Yabancı basında da Sivas Kongresi sonrası Anadolu'da başlayan millî hareketin ciddiye alınması gereği özellikle belirtilmekte ve bu mücadelede millî bir program uygulandığından söz edilmekteydi.33

Fransa'nın en tanınmış gazetelerinden Le Temps'in, 24 Ağustos 1919 tarihli nüshasında Anadolu'da bağımsız bir cumhuriyet ilân edileceğine dair verdiği haber dikkat çekmekteydi. Sivas Kongresi sonrasında İngiliz Amirali Sir John de Robeck'in 17 Eylül 1919 tarihinde Dış İşleri Bakanı Lord Curzon'a gönderdiği raporda Anadolu'da ortaya çıkan millî hareketten bahisle bunun aslında bağımsız bir cumhuriyetin kurulmasına doğru gelişme kaydettiği haberi verilmekteydi. Chicago Daily News gazetesinin 25 Ekim 1919 tarihli nüshasındaysa Sivas Kongresi haberlerine yer veriliyor ve Mustafa Kemal Paşa liderliğindeki Anadolu Savaşı bir devrim olarak nitelendiriliyordu.34

Millî egemenliğin hâkim kılınmasında Sivas Kongresi'nin ayrı bir yeri ve önemi vardır. Erzurum Kongresi'nde alınan kararlar burada da aynen kabul edilmiştir. Burada Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin tesisi ve ayrıca Heyet-i Temsiliye'nin oluşturulması ile ilk defa bütün ülke hakkında yetki sahibi bir millî teşkilat ve gerektiğinde hükümet görevini de üstlenebilecek bir yürütme organı teşkil edilmiştir.

Öte yandan yeni bir devlet ile beraber Cumhuriyet Halk Fırkası'nın burada filizlendiği düşünülmekte, Sivas Kongresi bu fırkanın 1. Kurultayı olarak kabul edilmekteydi.

Sivas'ta Türk milletini Kongrede seçilen Heyetin temsil edeceği hususunda genel kanaat ortaya konmuş, Heyet-i Temsiliye ise gelişen hadiselerde etkin bir baskı grubu olduğunu göstermiştir. Sivas'taki gelişmeler, halkın söz sahibi olduğu bir dönemi başlatması açısında önemlidir.

Mustafa Kemal 3 Ekim 1919'da Sadrazam Ali Rıza Paşaya gönderdiği telgrafta "Millet meşru olan haklarını tanıtmak ve mukadderatını ehliyetli ve güvenilir ellerde görmek hususunda kesin kararlar verdi ve gereğini yaptı. Düzenli bir teşkilâtı bulunan Kuvây-ı Milliye milletin iradesini tam olarak gösterme ve ispat etme kudretini elde etti..." ifadelerini kullanmaktadır.

Bu şekilde millî hâkimiyetin tesisi yönünde gösterilen kararlılık kısa sürede önemli sonuçlar ortaya koymuştur. Demokratik kurallara uygun ve meşru zeminde verilen mücadelede seçimler, millî meclis, millî hâkimiyet gibi kavramlar, yeni devletin kurulması aşamalarında büyük önem kazanmıştır.35 Bundan sonra artık Millî Mücadele hareketi hız kazanacak ve yaşanılan her hadisede cumhuriyetin belirtileri görülmeye başlanacaktır.

Bu arada Erzurum ve Sivas Kongreleri'nden Türk tarihinin ilk teşkilâtlanmış halk hareketleri olarak bahsedilmekte36, burada alınan kararlar ile millî irade ve millî egemenliğe dayanan bir idare düşüncesinin doğduğu, ancak bu düşüncenin gerçekleştirilmesi yönünde henüz bir teşkilât ve organın bulunmadığı belirtilmektedir.37

Diğer taraftan Sivas Kongresi sonrasında Damat Ferit Paşa Hükümeti istifa etmiş ve yeni kurulan Ali Rıza Paşa Hükümeti ise 20- 22 Ekim 1919 tarihlerinde imzalanan Amasya Protokolü ile Anadolu'daki millî teşkilâtı tanımış, bütün ülkede seçimlerin yapılmasına razı olmuştur.
Alıntı ile Cevapla