Tekil Mesaj gösterimi
  #4  
Alt 16 November 2008, 18:30
ceyLin ceyLin isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Senior Member
 
Kayıt Tarihi: 21 September 2008
Mesajlar: 15,180
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Post Cevap: Mitoz Bölünme

Hücrelerin hangi evreyi ne kadar sürede tamamlayacakları bir biçimde programlanmış durumda. Belli bir organizmanın tüm hücreleri bu evreleri aynı sürede tamamlıyorlar. Yine de ani çevresel koşul değişiklikleri hücreleri G1 evresinde kıstırabiliyor; sözgelimi besleyici maddelerin miktarı birdenbire minimum düzeye düştüğünde. G1 evresinin belli bir aşamasında öncesinde bu duraklamayısısısa izin verilen sabit bir kritik noktası var. Bu kritik nokta aşılırsa çevresel koşullar ne yönde olursa olsun DNA replikasyonunun önü alınamıyor. İleride göreceğimiz gibi bu noktanın denetim altında tutulabilmesi Wilmut ve ekibinin başarılı bir klonlama gerçekleştirebilmelerinin altın anahtarı olmuştur.
Bu noktada bir parantez açarak G1 S G2 ve M evrelerinin denetim altına alınmasının hücrenin yaşam döngüsünü olduğu kadar hücrenin özelleşmesini sözgelimi beyinden veya kas hücrelerinden hangisine dönüşeceğini de kontrol altına alabilmeyi bir başka deyişle hücrenin genetik saatini sıfırlamayısısısı sağladığını ekleyelim. Wilmut ve ekibi Dolly’i klonlayıncaya kadar bu sürecin tersinmez olduğu söz gelimi bir defa kas hücresi olmayısısısa karar vermiş bir hücrenin yeniden programlanamayısısısacağı zannediliyordu. Peki Wilmut bunu nasıl başardı?
Soruyu tersinden cevaplayacak olursak diğerlerinin bunu başaramamalarının nedeninin kullandıkları somatik hücrelerin çekirdeklerini S veya G2 evrelerindeki konakçı hücrelere yerleştirmeleri olduğunu söyleyebiliriz. Eski kuramsal bilgilere göre bu yöntemin işe yaraması gerekiyordu çünkü çekirdeğin mitoza yaklaşmış olması avantaj olarak görülüyordu. Ancak bu denemelerde işler bir türlü yolunda gitmedi. Kaynaştırmadan sonra hücre fazladan bir parça daha mitoz geçiriyor ve yararsız kopuk kromozom parçaları meydana geliyordu. Bu "korsan" genler gelişimin normal seyrini sürdürmesi için ciddi bir engel oluşturuyordu. Dersini çok iyi çalışmış olan Wilmut bu olumsuz deneyleri değerlendirerek hücreyi G1 evresinin kritik noktadan önceki duraksama döneminde "G0 evresinde" kıstırmayısısısa karar verdi.
Verici koyundan alınan meme dokusu hücrelerini kültür ortamında gelişmeye bırakan Wilmut hücrelerin geçirdiği evreleri sıkı gözetim altında tutarak bir hücreyi G0 evresinde kıstırıp bu haliyle durağanlığa bırakmayısısısı başarmıştı. Bunun için hücrenin besin ortamını neredeyse öldürme sınırına kadar geriletmiş tüm süreci dondurarak bir anlamda genetik saati de sıfırlayabilmişti. Üstelik bu evre kaynaştırılacağı yumurta hücresinin mayısısısoz gelişim sırasında girdiği bu işlem için en uygun olan metafaz-II evresiyle de mükemmel bir uyum içindeydi. İşlemin diğer kısımları yemek tariflerinde olduğu kadar sıradan ve kolay uygulanabilir nitelikte. G0 evresindeki çekirdek metafaz-II evresindeki yumurtayla kaynaştırılıp normal besin koşulları ve hafif bir elektrik şoku etkisiyle olağan çoğalma sürecine yeniden sokulduğunda her şey tüp bebek olarak bilinen in vitro fertilizasyon sürecindeki işleyişe uygun hale geliyor. Zigot anne koyunun rahmine yerleştiriliyor ve gerekli hormonlarla normal hamilelik süreci başlatılıyor.
Wilmut ve ekibinin gerçekleştirdikleri hakkında bilinenler yukarıda kaba hatlarıyla anlatılanlarla sınırlı. Sürecin duyurulmayısısısan kritik bir evresi varsa bu ticari bir sır olarak kalacağa benziyor. Ancak herkesin olup bitenler hakkında aynı bilgilere sahip olması deneyin başarısı konusunda kimsenin şüphe duymamasını gerektirmiyor. 277 denemeden sadece birinin başarılı olması başta olmak üzere çoğu uzmanın takıldığı pek çok soru işareti var. Herşeyin ötesinde herhangi bir olgunun bilimsel gelişme olarak kabul edilmesi için sürecin yinelenebilirliğinin gösterilmesi gerekiyor.
Bir embriyolog Jonathan Slack çok daha temel şüpheleri öne sürüyor: "Araştırmacılar yumurta hücresindeki DNA’ları tümüyle temizleyememiş olabilirler. Dolayısıyla Dolly sıradan bir koyun olabilir." Slack alınan meme hücresinin henüz tamamen özelleşmemiş olabileceğini böyle vakalara meme hücrelerinde bedenin diğer kısımlarına göre daha sık rastlanılabildiğini de ekliyor. Zaten Wilmut da bedenin diğer kısımlarından alınan hücrelerin aynı sonucu verebileceğinden bizzat şüpheli. Örneğin büyük olasılıkla kas veya beyin hücrelerinin asla bu amaçla kullanılamayısısısacaklarını belirtiyor. Üstüne üstlük koyun bu deneylerde kullanılabilecek canlılar arasında biraz "ayrıcalıklı" bir örnek. Koyun embriyolarında hücresel özelleşme süreci zigot ancak 8-16 hücreye bölündükten sonra başlıyor. Geleneksel laboratuvar canlısı farelerde ise aynı süreç ilk bölünmeden itibaren gözlenebiliyor. İnsanlarda ise ikinci bölünmeden itibaren... Bu durum aynı deneyin fare ve insanlarda asla başarılı olamaması olasılığını beraberinde getiriyor.
Dile getirilen açık noktalardan biri de hücrelerde DNA barındıran tek organelin çekirdek olmayısısısışı. Kendi DNA’sına sahip organellerden mitokondrinin özellikle önem taşıdığı savlanıyor. Memeli hayvanlarda mitokondriyal DNA embriyo gelişimi sırasında sadece anneden alınıyor. Her yumurta hücresi farklı tipte DNA’lara sahip yüzlerce mitokondriyle donatılmış. Bu mitokondriler zigotun bölünmesinin ileri evrelerinde embriyo hücrelerine dengeli bir biçimde dağılıyor; ancak canlının daha ileri gelişim evrelerinde bu denge belli tipteki DNA’lara doğru kayabiliyor. Parkinson Alzheimer gibi hastalıkların temelinde bu mitokondriyal DNA kayması sürecinin etkileri var. Bu yüzden kimileri sağlıklı bir kuzu olarak doğan Dolly’nin zigot gelişimine müdahele edilmiş olması yüzünden sağlıksız bir koyun olarak yaşlanabileceğini öne sürüyorlar. Şimdilik Dolly’nin tek sağlıksız yönü basına teşhir edilirken sabit tutulması amacıyla fazla beslenmesi yüzünden ortaya çıkan tombulluğu.
Klonlamalı mı?
Klonlamanın özellikle de insan klonlama konusunun etik boyutu kamuoyunca günlük yaşamda kültürün temel bilimsel birikimin tarih siyaset ve toplumbilimin en yaygın ve temel kavramlarıyla tartışılabilir nitelik kazanmıştır. Nükleer enerji kullanımı hormon destekli tarım ozon tabakasına zarar veren gazların üretimi gibi farklı toplum kesimlerince kolayca anlaşılabilir ve tartışılabilir kabul edilen klonlama şimdiden kamuoyunun gündeminde yerini aldı. Kamuoyunun bilimsel ve teknolojik gelişmelerin uygulanıp uygulanmaması konusunda birtakım ahlaki gerekçelerle ne şekilde ve ne ölçüde yaptırım uygulayabileceği tartışmalı olsa da şu anda kamuoyunun isteksizliği klonlama çalışmalarının daha ileri aşamalara taşınmasına en güçlü engel olarak gösteriliyor. Oysa "tüp bebek" diye bilinen in vitro fertilizasyonun başlangıçtaki şiddetli tepkilerden sonra kolayca kabullenilmesi işin içine "çocuk sahibi olma isteği ve hakkı" karıştığı durumlarda (aynı argüman klonlama konusunda da sıkça kullanılıyor) toplumun ne kadar kolay ikna olabileceğinin bir göstergesi.
Bilimkurgu romanları ve filmlerinde kaba hatlarıyla çokça tartışılmış olan klonlama konusunda halihazırda belli belirsiz bir kamuoyu "oluşturulmuş" durumda. Şu anda sürmekte olan tartışmaların bilinen yanlışlara yeniden düşmemesi için birkaç temel olguya açıklık getirmek gerekiyor. Olası yanılgıların en sık rastlananı klonlanmış bir canlının (tartışmalara sıkça insan da dahil ediliyor) genin alındığı canlının fizyolojik özellikleri bir yana kişilik özellikleri bakımından özdeşi olacağı kanısı.
Kazanılmış özelliklerin kalıtsal yolla taşınabileceği yanılgısı Philosophie Zooloique (Zoolojinin Felsefesi) adlı ünlü yapıtı 1809 yılında yayınlanmış olan Fransız zoolog Jean Baptiste Lamarck’a dayanıyor. Lamarck’ın görüşlerinin takipçileri insanların gözlemlenebilir kişilik özelliklerinin önemli ölçüde kalıtsal nitelik taşıdığını savlayarak çevresel koşulların gelişim üzerindeki etkilerini neredeyse tamamen yadsıyorlardı. Oysa genetik evrim psikoloji gibi alanların ortaya koyduğu çağdaş ölçütler kazanılmış karakterlerin kalıtsal nitelik gösteremeyeceğini ortaya koyarak kişilik oluşumunda çevresel etmenlerin güçlü bir paya sahip olduğunu kanıtlamıştır.
Bu bağlamda basında da yankı bulan "koyunlar zaten birbirlerine benzerler" esprisinin aslında ciddi bilimsel doğrulara işaret ettiğinin altını çizmek gerekiyor. Klonlanmış bir koyunun genetik annesinin genetik ikizi olduğu ölçülerek gösterilebilir bir gerçektir. Oysa gözlemlenebilir kişilik özellikleri oldukça kısıtlı olan koyunların birbirlerine benzemeleri kaçınılmazdır. Çok daha karmaşık bir organizma olan insanoğlu sayısız gözlemlenebilir kişilik özelliği sayesinde genetik ikizinden kolayca ayırt edilebilir.
Tüm bunların ötesinde klonlanmış bir insanın sadece kişilik bakımından değil fizyolojik ve bedensel özellikleri bakımından da genetik ikizinden farklı olacağını peşinen kabullenmek gerekiyor. Bir bebeğin biçimsel özelliklerinin ana rahminde geçirdiği gelişim süreci içerisinde tümüyle DNA’sı tarafından belirlendiği görüşü yaygın bir yanılgı. DNA molekülü insan geometrisine dair tüm bilgileri en sadeleşmiş biçimiyle bile bütünüyle kapsayamayısısısacak kadar küçük. Çoğu biçimsel özellik akışkan dinamiği organik kimya gibi alanlardaki temel evrensel yasaların kontrolünde meydana geliyor. Bu süreçte de her zaman için rastlantı ve farklılaşmalara yeterince yer var. Bir genetik ikiz kuramsal açıdan eşine en fazla eş yumurta ikizlerinin birbirlerine benzedikleri kadar benzeyebilir. Uygulamada ise benzerlik derecesi çok daha düşük olacaktır; aynı rahimde aynı anda gelişmediği aynı fiziksel ve kültürel ortamda doğup büyüyemediği için... İşin bu boyutunu da göz önünde bulunduran Aldoux Huxley romanında Bokanovski Süreci’yle çoğaltılmış bebekleri yetiştirme çiftliklerinde psikolojik koşullandırmayısısısa tutma gereği duymuştu. Benzer biçimde 1976’da yazdığı The Boys from Brazil romanında Adolf Hitler’den klonlanan genç Hitler’lerin öyküsünü kurgulayan Ira Levin klonları Adolf Hitler’in kişiliğinin geliştiği tüm olaylar zincirinin benzerine tabi tutma gereğini hissetmişti. Tüm bu "hal çarelerine" rağmen kopya insanın genetik annesinden çoğu yönden farklı olması kaçınılmaz görünüyor. Diğer tüm koşullar denk olsa bile kopya birey aynı zamanda ikizi olan bir anneye sahip olmasından psikolojik bakımdan etkilenecektir. Sağduyumuz bize Hitler’i genlerinin değil Weimar Cumhuriyeti sonrası sosyo-ekonomik koşulların ve genç Adolf’un kıstırıldığı maddi ve manevi bunalımların yarattığını öğretiyor.
Tüm bunların ışığında klonlama konusundaki popüler tartışmaları tıkanıp kaldıkları "beklenmedik bir ikize sahip olma" fobisinden kurtarılıp daha gerçekçi zeminlere çekilmesi gerekiyor. Gen havuzunun (belli bir topluluktaki genetik çeşitlilik) daralması hayvancılığın geleneksel yapısından koparılıp biyoteknoloji şirketlerinin güdümüne girmesi yol açılabilecek genetik bozuklukların kontrolden çıkması bu alanda çalışan bazı şirketlerin (söz gelimi PPL’in) tüm tekel karşıtı yasal önlemleri delerek ciddi ekonomik dengesizliklere yol açması gibi akla gelebilecek sayısız somut etik sorununun tartışılması gerekiyor. Yoksa akademik organlardan dini cemaatlere kadar sayısız grup gelişmeleri "kitaba uydurma" çabasıyla kısır tartışmalara girebilir. Örneğin Budist bir araştırmacı Dolly’nin eski yaşamında ne gibi bir kabahat işleyip de bu yaşama klonlanmış olarak gelmeyi hak ettiği üzerine kafa yoruyormuş.
Aslında biyoteknolojik tekelcilik tehdidine Cesur Yeni Dünya’da Aldous Huxley de işaret etmişti: "İç ve Dış Salgı Tröstü alanından hormon ve sütleriyle Fernham Royal’daki büyük fabrikaya hammadde sağlayan şu binlerce davarın böğürtüsü duyuluyordu..."
İnsanoğlunun temel kaygıları şimdilik bazı temel koşullarda klonlamayısısısla çelişiyor gibi görülüyor: Bir çiftçi düşünün ki kendisi için tüm evreni ifade eden kasabasında herkese hayranlıktan parmaklarını ısırtan bir danaya sahip olsun. Bu danayı klonlayıp tüm sürüsünü özdeş yapmayısısısı ister miydi? Büyük olasılıkla biraz düşündükten sonra bundan vazgeçerdi. Danasının biricik oluşu ve genetik çeşitliliği sayesinde bu danaya yaşam veren sürüsünün daha da güzel bir dana doğurması olasılığı çok daha değerli. Ömrü boyunca aynı dananın ikizlerine sahip olmayısısısı kabullenmiş bir çiftçinin komşusu her an elinde daha güzel bir danayı ipinden tutarak getirebilir.
Alıntı ile Cevapla