Tekil Mesaj gösterimi
  #1  
Alt 27 November 2008, 19:55
ceyLin ceyLin isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Senior Member
 
Kayıt Tarihi: 21 September 2008
Mesajlar: 15,180
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Post Keynez Yaklaşım Ve maliye politikası

1960’lı yıllarda ortaya çıkan işsizlik ve enflasyon, mevcut Keynezyen Makro ekonomik teorinin öne sürdüğü çözümlemeler yetersiz kalınca bir çok eleştirilere de uğramıştır. Bu eleştirilerden bir kısmı Keynezyen iktisat teorisini benimseyenlerden gelmiş ve alternatif makro ekonomik modeller geliştirilmeye çalışılmıştır. Bazı eleştiriler ise Keynezyen iktisadın taraftarlarından gelmiş ve Keynezyen’ten sonra özellikle Keynes’in görüşleri ile klasik iktisadın temel ilkelerini bir araya getirerek bir senteze ulaşmaya çalışan “neo-klasik sentez”e karşı geliştirilmiştir. J. Hicks ve P. A. Samuelson tarafından geliştirilen “Post Keynezyen Teori” literatürde daha çok “IS – LM Analizi” ve “Gelir ve Harcama Teorisi” olarak anılmıştır. Hicks ve Samuelson’un görüşleri ile neo-klasik iktisat teorisinin genel dengenin fiyat değişmeleri ile sağlanacağını ileri süren görüşüyle, Keynezyen iktisadın genel dengeyi yatırım ve diğer harcamalardan doğacak gelir etkisini (çoğaltan mekanizması) bağlayan görüşü birleştirilmekte ve bir senteze ulaşılmaya çalışılmaktadır.
J. S. Duesenbery, J. Tobin, M. Friedman, Smithies, F. Modigliani, A. Ando, R. Brumberg bu konuda önemli analizler yapmışlardır. “Likidite tercihi” ve “likitide tuzağı” kavramlarının geçerliliğine ilişkin analizlerde ortaya çıkmıştır.
1970’li yıllarda ortaya çıkan ekonomik kriz karşısında Keynezyen iktisat politikası önerilerinin yetersiz kalması ve neo-klasik iktisadi düşüncenin birkaç koldan iktisadi düşünceye yeniden hakim olma gayretleri keynezyen fikirleri benimseyenleri harekete geçirmiştir. Post-keynezyenler olarak bilinen bu grup en çok Keynesin Teorisinin eksik yorumlanmasına ve aşırı birleştirilmesine karşı çıkmışlardır. Bu amaçla ortaya çıkan durumu düzeltmek ve Keynezyen düşünce ile karşıt görüşler arasında değerlendirmeler yapmışlardır.
Keynes’in Genel Teorisi’nin temel unsurlarından uzaklaşıldığını iddia eden Post – Keynesyen iktisatçılar, ekonomide niçin piyasanın iyi işlemediği konusunda çeşitli görüşler ortaya atmışlar ve “ekonomik büyüme” ile “gelir dağılımı” konularıyla ilgilenmişlerdir. Örneğin; ücret ve karlar arasındaki gelir dağılımı onlar için çok önemlidir. Post Keynesyen iktisatçıların görüşlerinin temel özelliklerini topluca belirtirsek, bu özellikler şöyle sıralanabilir:
Ekonomik büyüme ve gelir dağılımı ile ilgilenerek, bunları belirleyen unsurun “yatırım oranı” olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yer alan nisbi fiyatların yerine Post – Keynesyenler “yatırımları” koymuşlardır. Toplam talepteki değişmeler “gelirdeki değişmelere” bağlı olduğu için “ikame etkisi” yerine “gelir etkisine” önem verilmelidir.
Ekonomiyi devamlı hareket halinde olan bir süreç olarak ele alınır ve geçmiş dönemlerin ekonomik deneyimlerinden yararlanılır. Geçmiş bilindiği halde gelecekten emin olamayız. Zaman boyutu çok önemlidir.
Geçmiş bilindiği halde geleceğin bilinmezliği belirsizliğe post – keynezyenlerin ayrı bir önem vermelerine yol açmıştır. Fertlerin geleceğe ait, beklentileri, alacakları kararlarında farklı olmasına yol açacağı gibi, geleceğin bu farklı tercihlerle yaratılacağını ileri sürmüşlerdir. Ekonomik ve politik kurumların ekonomik olayları belirlemek açısından sahip olduğu önem vurgulanmıştır. Çünkü bu kurumlar ekonomik ve politik olayların gidişatına da yön verirler.
Parasal kurumlar ekonominin hareketliliği için çok önemlidir. Bu yüzden reel üretim düzeyi açısından paranın etkinliği yüksektir.
Sendikalar ve çok uluslu şirketler fiyatların oluşmasında etkili olduklarını bu yüzden ücret ve fiyatların piyasada oluşan değil “yönlendirilen fiyatlar” olduklarını ileri sürmüşledir.
Ekonomik yapıyı şekillendiren iki tür piyasa vardır:
Tam rekabet piyasası
Oligopol piyasalar
İktisadi istikrarın sağlanması için ücretlerde bir kontrol mekanizmasının kurulması gerekmektedir. Bu şekilde enflasyonun talep çekişi ile meydana geldiğini düşünenler, enflasyonla mücadelede çareyi toplam talebi kısmakta aramışlar, böylece fiyatları düşürmek yerine üretim ve istikrarın azalmasına neden olmuşlardır. Eşitlik ilkesini korumak ve politik yönden bu kontrolü kabul edilebilir kılmak için, firmaların yatırımların finansmanına tahsis edeceği kar miktarını sınırlamak gerekmektedir. Bunun için de işletmelerde kar geliri ve şirket maaşlarının ücret geliri ile uyumlu olmasını sağlayacak bir vergileme politikasına ihtiyaç vardır.
Post-keynezyenler para politikasını istikrarı sağlayıcı bir unsur olarak görmüşlerdir. Onlara göre ekonomide iyi bir kredi mekanizması oluşturulmalı ve zaman zaman uluslar arası katılımlarla uygun bir kredi sistemi oluşturularak ekonomik büyümeye yardımcı olunmalıdır.
Post – keynezyen görüş, 140’larda Harrod ve Domar’ın geliştirdiği büyüme teorileri ile makro dinamik bir teori haline gelmiştir. Bu teorinin temel özelliği yatırıma verilen önemdir. Yatırım “gelir yaratıcı” ve “kapasite arttırıcı” etkileri nedeniyle ekonomik büyümenin temelini oluşturur. Keynezyen iktisatta yer almayan yatırımların “kapasite arttırıcı özelliği” her net yatırımdan sonra söz konusu yatırım üretiminde yeniden kullanıp kullanılmayacağı söz konusu gündeme getirmesi açısından önemlidir.
NEO-KLASİK İKTİSAT POLİTİKASI VE MALİYE POLİTİKASI
MONETARİST İKTİSADİ YAKLAŞIM VE MALİYE POLİTİKASI

1930’lu yıllardan sonra bir çok ekonomi politikasının uygulamasını etkileyen Keynezyen İktisat Teorisi 1960’lı yıllardan gerek akademi gerekse hükümet politikalarını yönlendirenlerce eleştirilere maruz kalmıştır. Hükümetlerin ekonomiye müdahalesini kolaylaştırıcı maliye politikası uygulamaları da yapılan hatalar ve ucuz para politikalarının yol açtığı enflasyon olgusu iktisat teorisinde yeni arayışlara neden olmuştur. Ancak 1960’lı yıllardan başlayarak 1970'li yılların başında ivme kazanan enflasyon ve işsizlik problemleri birçok ekonomide tehdit oluşturmuş ve olumsuz sonuçlara yol aç*mıştır. Keynezyen teoriye yapılan eleştirilerden biri "paracılık" olarak dilimize çevrilebilecek olan "monetarizm"dir. Klasik Miktar Teorisinin Modernizasyona dayanan bu görüşün monetarizm olarak adlandırılması ilk olarak 1968 yılında monetarizmin temsilcilerinden biri olan Karl Brunner tarafından yapılmıştır.
Son yirmi yıl boyunca monetarist yaklaşım gelişerek branşlaşmıştır. Monetarzmin bir dalı artık geleneksellik kazanan ve burada söz edilecek olan bir diğer monetarist yaklaşım ise "rasyonel beklentiler yaklaşımı" şeklinde gelişim göstermiştir. Bu yüzden iktisat teorisi içinde herkesçe kabul edilmiş, tek bir moneterist görüşten söz edilememektedir. Çünkü moneterist görüş çerçevesinde pek çok bilim adamı, iktisadi davranışlarla ilgili konularda birbirinden ayrı düşünmektedir. Ancak bununla birlikte monetarist iktisadi yaklaşımı benimseyenlerin çoğu, M.Friedman ve arkadaşlarının görüşlerini paylaşmaktadır.
M Friedman ve taraftarları, Neo – klasik iktisat teorisi içinde yer alan “Miktar Teorisi”ni yeniden ele almışlar ve iktisadi faaliyetler üzerinde para politikasının etkilerini incelemişlerdir. 1970’lerin en önemli iktisadi sorunları olan işsizlik ve enflasyon üzerinde uygulanan para politikalarının rolünü geliştirdikleri yeni miktar teorisiyle açıklamışlardır. Onlara göre, ekonomideki istikrarsızlıklar yalnızca para arzındaki düzensiz dalgalanmalar sonucunda ortaya çıkmaktadır. Örneğin; enflasyon ve para arzındaki artışların doğrudan doğruya nominal gelirleri arttırmasıyla ortaya çıkmaktadır. İşsizlik ise enflasyonun sebep olduğu bir olaydır.
Sözü edilen bu görüş paranın miktar teorisinin bir tezidir. Klasik mik*tar teori.sine göre, para miktarındaki değişmeler, ekonomik işleyişin gerek*tirdiği durumlardan ziyade, hükümet ve merkez bankalarının kararlarına bağlıdır. Gerçekte monateristler iddialarını bu teoriye dayandırmaktadırlar.
Monetarist iktisadi yaklaşım tüm iktisadi düşünceler okullarında olduğu gibi farklı özelliklere sahiptir. Bunlar;
Para arzı, nominal milli gelir büyüklüğünün temel belirleyicisidir,
Fiyatlar ve ücretler esnektir,
Özel sektör istikrarlıdır,
Ekonomide doğal bir işsizlik oranı mevcuttur.
Monetarizm Keynezyen iktisat teorisinde olduğu gibi toplam talebin belirlenmesinde temel alan bir teoridir. Ancak onlardan farklı olarak, toplam talebin para arzındaki değişmelerden etkileneceğini ileri sürmektedir. Üretim, istihdam ve fiyatlar genel düzeyi de para arzında ortaya çıkan değişmelerden etkilenecektir. Meydana getireceği etki ise, çoğunlukla mikro nitelikli olacaktır. Para veya maliye politikası yoluyla yapılacak müdahaleler ekonomide, istikrarsızlığın da kaynağıdır. Çünkü ekonomi kendi haline bırakıldığında istikrarsızlık problemi ortaya çıkmayacaktır.
M.Friedman'a göre ekonomide para arzında meydana gelen değişme*lerde konjonktürü etkilemektedir. Örneğin, fiyatlar genel düzeyi yüksel*meye başladığında uygulanacak daraltıcı (sıkı) para politikası etkide bulunun*caya değin fiyatlar genel düzeyi yükselmeye devam edecektir. Fiyatlardaki bu artış uygulanan para politikalarının etkisiyle azalmaya başladıktan sonra bu sefer de daraltıcı para politikalarının etkisi de ekonomide işsizlik baş gösterecektir. Para arzının arttırılması uzun dönemde ekonomide enflasyonun artmasına neden olabilecektir. Sonuçta devletin sıklıkla istikrarsızlığı gidermek için maliye ve para politikalarını kullanması özellikle uzun dönemde konjonktürel dalgalanmaları şiddetlendirecektir. Ekonomide ortaya çıkan kısa dönemli istikrarsızlıkları gidermek için para politikalarına başvurmak doğru değildir. Kısa dönemde etkilerin belirlenmesi çok güç olduğundan, istikrarsızlığa dahi yol açabilirler. Bu durumda monetarist iktisatçıların önerisi, para arzının nüfus artış hızı ve üretim oranında istikrarlı bir şekilde arttırılmasıdır.
Friedman’a göre, işsizlik ve enflasyon arasında uzun dönemde tersine bir ilişki yoktur. Uzun dönemde enflasyon artsa bile işsizlik doğal oranının altına inmez. Ekonomik sistem çeşitli nedenlerle dengeden uzaklaşsa dahi, otomatik işleyiş dengeyi yeniden sağlayacaktır. Bu denge tam istihdam dengesidir.
Özetle belirtilirse, Monetarist iktisadi yaklaşım paranın istikrar için önemli olduğunu ileri sürerek, istikrarla mücadelede para politikasının en iyi yol olduğunu kabul etmiştir. Bununla birlikte para politikalarının aktif olarak uygulanmasına karşı çıkarak, kontrollü para politikalarının uygulanmasını tavsiye edebilmektir.
Alıntı ile Cevapla