KULLANILMALARINA GÖRE
Özel haklar, kullanılmalarına göre devredilebilen haklar ve devredilemeyen haklar olmak üzere ikiye ayrılırlar.
A- Devredilebilen Haklar
Özel haklardan bazıları bir hukuki işlemle örneğin satım, bağışlama veya alacağın temliki yoluyla başkalarına devredilebildikleri gibi, hak sahibinin ölümünden sonra miras yoluyla da mirasçılara geçebilirler. Bu ahiyette olar özel haklara devredilebilen haklar adı veririz. Ancak, malvarlığı haklarından bazıları, örneğin sınırlı ayni haklardan olan intifa hakkı ile oturma hakkı ve bir alacak hakkı olan nafaka hakkı bu kuralın dışında kalırlar, yani başkalarına devredilemeyecekleri gibi, miras yoluyla da geçmezler.
B- Devredilemeyen Haklar
Özel haklardan bazıları, örneğin kişilik hakları ile bir kısım malvarlığı hakları başkalarına devredilemedikleri gibi, miras yoluyla da mirasçılara geçmezler Devredilemeyen ve mirasçılara geçmeyen bu haklara kişiye bağlı haklar adı verilmektedir.
Başkalarına devredilemeyen ve miras yoluyla da geçmeyen haklardan bir kısmı ise sahibine çok sıkı surette bağlıdır ki, bunlara da kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar denilmektedir. Bunlara örnek olarak "ergin kılınmayı talep etme hakkı"nı "nişanı bozma hakkı"nı "boşanma davası açma hakkı”nı "soybağının reddi hakkı"nı gösterebiliriz.
AMAÇLARINA GÖRE
Özel haklar amaçlarına göre bir tasnife tabi tutularak yenilik doğuran haklar ve alelade haklar olmak üzere ikiye ayrılırlar.
A- Yenilik Doğuran Haklar
Yenilik doğuran haklar kural olarak sahibi tarafından tek taraflı bir irade açıklamasıyla kullanılır ve bu açıklamanın karşı tarafa ulaşmasıyla da sonuçlarını doğururlar. Bu haklar istisnai olarak dava yoluyla kullanılırlar. Yenilik doğuran haklar kendi aralarında üçe ayrılırlar.
Kurucu Yenilik Doğuran Haklar: Kurucu yenilik doğuran haklar, sahibi tarafından irade açıklamasıyla kullanılmaları halinde bir hukuki durumun kurulması sonucunu doğururlar. Örneğin bir sözleşme yapmak.
Değiştirici Yenilik Doğuran Haklar: Değiştirici yenilik doğuran haklar, mevcut bir hukuki durumun değiştirilmesi sonucunu sağlayan haklardır. Örneğin satış sözleşmesinde satılan mal ayıplı olduğu takdirde alıcının bu malın ayıpsızı ile değiştirilmesini veya satış bedelinden (semenden) indirim yapılmasını isteme hakkı.
Bozucu Yenilik Doğuran Haklar: Bozucu yenilik doğuran haklar ise,hak sahibi tarafından kullanılmalarıyla mevcut bir hukuki durumu ortadan kaldıran haklardır. Örneğin kira, hizmet ve adi şirket sözleşmelerindeki feshi bildir me (feshi ihbar) hakkı, vekaletten azil veya istifa hakkı.
B- Alelade Haklar
Kullanılmalarıyla yeni bir hukuki durum meydana getirmeyen haklardır. Örneğin velayet hakkı böyle bir haktır. Medeni kanunumuzun ergin (reşit) olmamış çocuklar (küçükler) bakımından sadece ana ve babalara tanımış olduğu velayet hakkının kapsamına çocuğa öğüt vermek, ihtarda bulunmak veya çocuğun mallarını yönetmek, onu temsil etmek hakkı da girer.
HAKKIN KAZANILMASI
Hakkın kazanılması deyimi, bir hakkın bir kişiye bağlanmasını, yani bir hak ile bir kişi arasında bir bağlantı kurulmasını ifade etmektedir. Hakları doğuran başlıca üç olgu vardır ki, bunlar da hukuki olay, hukuki fiil ve hukuki işlemdir.
A- Hukuki olay, hukuk düzeninin kendilerine hukuki sonuçlar bağladığı olaylardır.
Gerek insanın iradesiyle, gerek kendiliğinden meydana gelen olaylardan hukukun kendilerine sonuçlar bağladığı olaylara, hukuki olay adını veririz. Örneğin doğum ve ölüm birer hukuki olaydır; çünkü hukuk düzeni her ikisine de birer sonuç bağlamaktadır. Bir kimsenin ölümüyle kişiliği sona ermekte, fakat aynı zamanda mirasçıları lehine hak doğmaktadır. Keza doğum ile gerçek kişilik başlamakta ve aynı zamanda kişilik hakları da doğmakta ve kazanılmaktadır.
B- Hukuki fiil, insan iradesinin ürünü olan ve kendisine hukuki sonuçlar bağlanan olaylardır.
Bir kimsenin belli bir yerde sürekli kalmak niyetiyle oturması, başkasına ait tahtalardan bir masa yapması birer hukuki fiildir; çünkü hukuk düzeni sürekli kalmak niyetiyle oturmaya, yerleşim yeri kurma; başkasına ait tahtaları kullanarak masa yapmaya (işlemeye), bazı şartlarla bunun üzerinde mülkiyet hakkı kazanma sonuçlarını bağlamaktır. Hukuki fiillerden bazıları hukuka uygun fiiller olduğu halde, bazıları hukuka aykırı fiillerdir. Hukuka aykırı fiiller, hukuk düzeninin uygun bulmadığı fiiller olup, bunlar da haksız fiil ve borca aykırılık olmak üzere ikiye ayrılırlar.
C- Hukuki işlem, bir veya birden fazla kimsenin hukuki bir sonuca yöneltilmiş irade açıklaması demektir.
Hukuki işlemler, irade açıklamasında bulunan tarafın sayısına göre tek taraflı hukuki işlemler ve çok taraflı hukuki işlemler olmak üzere ikiye ayrılır.
Haklar biri aslen, diğeri devren olmak üzere iki yolla kazanılabilir:
1- Aslen Kazanma
Bir hakkın aslen kazanılması demek, bir kimsenin o zamana kadar hiç kimseye ait olmayan bir hakkı kendi fiiliyle elde etmesi demektir. Gerçekten, bir kimse ormanda avladığı tavşan veya denizde yakaladığı balık üzerinde mülkiyet hakkını aslen kazanmış olur. Sahipsiz taşınır mallar üzerinde bu yolla mülkiyet hakkının kazanılmasına sahiplenme denir. Sahipsiz bir taşınmaz üzerinde bu yolla mülkiyet hakkının kazanılması ise işgal olarak isimlendirilir.
2- Devren Kazanma
Bir hakkın devren kazanılması ise, bir kimsenin o hakkı o zamana kadar sahibi bulunan kişiden elde etmesi demektir. Diğer bir deyimle, devren kazanma yolunda bir hak eski sahibinden yeni bir hak sahibinin malvarlığına geçmektedir. Örneğin bir kimsenin dolmakalemini bir başkasına satması veya bağışlaması (hediye etmesi) halinde dolmakalem karşı tarafa teslim edildiği zaman dolmakalem üzerindeki mülkiyet hakkı alıcı, veya bağışlanan tarafından devren kazanılmış olmakta, buna karşılık satıcı veya bağışlayan da o zamana kadar sahibi bulunduğu mülkiyet hakkını kaybetmektedirler.
Devren kazanma yolunda hakkın hangi anda kazanılmış sayılacağı konusu da önemlidir. Taşınmaz dediğimiz, bir yerden başka bir yere taşınamayan eşyalar üzerindeki ayni hakların kazanılma anı, tapu siciline tescil anıdır. Taşınır eşyalar üzerindeki ayni hakların kazanılması, eşyanın teslimi, daha doğru deyimle zilyetliğinin karşı tarafa devredilmesi anında gerçekleşir. Mirasa ilişkin haklar miras bırakanın ölümü anında mirasçılara geçmiş ve onlar tarafından kazanılmış olur.
HAKKIN KAYBEDİLMESİ
Hakkın kaybedilmesi, bir hakkın hak sahibinden ayrılması, onun elinden çıkması dernektir.
Nasıl ki hakların kazanılmasında hukuki olaylar, hukuki fiiller ve hukuki işlemler söz konusu oluyorsa, hakların kaybedilmesinde de bunların rolü vardır. Örneğin bir hukuki olay olan ölüm dolayısıyla hak sahibinin kişiliğine bağlı haklar ortadan kalkar. Hakkın konusunu oluşturan eşyanın yok olması da eşya üzerindeki hakkı ortadan kaldırır. Bazen kanunda belirtilmiş olan belli bir sürenin hak kullanılmaksızın geçmiş olması da hakkı ortadan kaldırır. Bu süreye hukukta hak düşürücü süre (sukutu hak müddeti) denir; örneğin mirasçılar miras bırakanın ölümünü öğrendikleri tarihten itibaren üç ay içinde mirası reddetme hakkına sahiptirler. Eğer bir yasal mirasçı bu süre içinde ret hakkını kullanmazsa, mirası kayıtsız şartsız kazanmış olur. Bütün bu örnekler hakların bir hukuki olay dolayısıyla kaybedebileceğini göstermektedir.
Haklar bir hukuki fiil sonucunda da kaybedilebilirler; örneğin bir kimse eskimiş olan ayakkabılarını çöplüğe atarsa veya bakmaktan usandığı kedisini sokağa bırakırsa, onlar üzerindeki mülkiyet hakkını kay betmiş olur. Buna hukuk dilinde terk adı verilir. Bu eşyalar artık sahipsiz eşya haline gelmiş olurlar. Mirasçılardan biri miras bırakanı öldürdüğü takdirde, kanundan ötürü mirasçılık hakkim kaybeder. Buna mirastan yoksunluk denir. Medeni Kanunumuz eşlerden Dirinin zina yapması halinde diğer eşe boşanma davası açma hakkı vermektedir. Fakat dava hakkına sahip bulunan eş, diğerini affederse bu hakkını kaybetmiş olur.
Nihayet hukuki işlemler de hakların kaybedilmesi sonucunu doğururlar ki, uygulamada en çok rastlanılan yol da budur. Örneğin bir kimse maliki bulunduğu otomobilini başkasına satar ve teslim ederse, otomobil üzerindeki mülkiyet hakkını kaybeder, ancak bu hakkı alıcı kazanmış olur.
HAKKIN KORUNMASI
A- Hakkın Korunması Yolları
Modern hukuk sistemlerinde haklar kural olarak devlet eliyle korunmaktadır.
Oysa eski devirlerde hak, bizzat sahibi tarafından korunuyordu; yani hak, kuvvete dayanılarak hak sahibi tarafından bizzat elde ediliyordu. Ancak, bizzat hak alma (bizzat ihkakı hak) denilen bu yol, modern düşüncenin benimseyeceği ve kabul edebileceği bir yol değildir. Modern hukuk sistemleri hakların devlet eliyle korunması ilkesini kabul etmişlerdir. Özel ve kamu hukuku açısından genel kural böyle olmakla birlikte hukuk düzeni istisnai bazı hallerde hak sahibinin hakkını bizzat kendi eliyle korumasına da imkan vermektedir.
B- Hakkın Devlet Eliyle Korunması
Hakkın devlet eliyle korunmasından maksat, hak sahibinin devletin ilgili organlarına başvurarak hakkının tanınmasını istemesidir. Hak sahibi bunu, dava açmak suretiyle yapar.
Dava hakkı, bir kimsenin devletin bağımsız ve tarafsız yargı organlarına, yani mahkemelere başvurarak hakkının elde edilmesini isteme yetkisidir. Bir hak sahibinin, dava hakkı yanında, talep hakkı da vardır. Talep hakkı bir kişinin hakkını elde etmek veya hakkına saygı gösterilmesini sağlamak üzere karşısındaki kişiye yönelttiği isteme yetkisidir.
Talep hakkı sözle veya yazılı olarak kullanılır; örneğin satıcı sattığı malın bedelini ödemesi için alıcıya telefon edebileceği gibi, mektup veya noter aracılığıyla göndereceği bir ihtarname (protesto) ile de hakkını talep edebilir.
C- Hakkın Bizzat Sahibi Eliyle Korunması
Hakkın bizzat sahibi eliyle korunması yolu, daha evvelce de belirtmiş olduğumuz gibi, istisnai yoldur. Kural, hakkın devlet eliyle korunmasıdır. Bir kimsenin, hakkını bizzat kendisinin koruması örnek olarak meşru müdafaa, zaruret hali ve kuvvet kullanma (bizzat ihkakı hak) hallerini gösterebiliriz.
1- Meşru müdafaa (haklı savunma): Ceza Kanunumuza göre "gerek kendisinin gerek başkasının nefsine veya ırzına vukubulan taarruzu (saldırıyı) filhal defi (anında defetmek) zarureti ile yapılan müdafaa" meşru müdafaadır.
Meşru müdafaa, bir kimsenin, kendi kişiliğine veya malına ya da başka bir kimsenin kişiliğine veya malına karşı yapılan hukuka aykırı ve halen devam eden bir saldırıyı defetmek için yaptığı ölçülü ve uygun savunmadır.
Zaruret hali (ıztırar hali) kendisini veya başkasını bilerek sebebiyet vermediği zarardan yahut derhal vuku bulacak bir tehlikeden kurtarmak için başka sının mallarına zarar vermektir. Ancak bu kimse verdiği zararı ödemekle yükümlüdür.
Kuvvet kullanma, yani bir kimsenin hakkını bizzat kuvvete başvurarak
koruması, ancak Borçlar Kanunumuzun m.52/lll hükmünde öngörülen şartların mevcudiyeti halinde hukuka aykırı sayılmaz. Medeni Kanunumuzun 981. maddesinde zilyet bütün gasp ve saldırı fiillerini kuvvet kullanmakla defetmek hakkına sahiptir. Kanunun zilyetlere tanıdığı bu hakka savunma hakkı denir.
D- Hakkın Korunmsında İspat Yükü
Modern hukuk sistemlerinde hakların korunması ancak devlet eliyle sağlanır. Bu da bir dava yoluyla gerçekleşir. Davada tafralardan biri davacı, diğeri ise davalıdır. Dava, iddia ve savunma olmak üzere iki kısımdan oluşur. Davacının talebinin özünü iddia oluşturur. Savunma, davalının kendisine karşı ileri sürülmüş olan talebin tamamen veya kısmen doğru olmadığını ileri sürmesi demektir.
Medeni Kanunumuzun 6.maddesinde düzenlenen ilkeye göre "Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür. Örneğin davacı, açmış olduğu alacak davasında davalıdan kefalet borcu olarak yüz milyon lira alacağı olduğunu iddia ederse, aralarında kefalet sözleşmesi bulunduğunu ispat edecektir. Davalı ileri sürülen iddianın dayandığı olguyu kabul etmez, yani davacı ile aralarında bir kefalet sözleşmesi bulunmadığını söyler ki, buna inkar denir. Davalı, iddianın dayandığı olguyu inkar etmemekle beraber, bu olgudan iddia edilen hakkın doğmadığını veya halen ortadan kalkmış olduğunu ileri sürebilir ki, buna itiraz denir. Nihayet davalı, iddianın dayandığı olgudan iddia edilen bir hakkın doğmuş olduğunu kabul etmekle beraber, mevcut bir sebepten dolayı davacının bu hakkını dava yoluyla istemeyeceğini ileri sürebilir ki, buna da defi denir. Örneğin davalı, kefalet sözleşmesinden doğan alacağın zamanaşımına uğramış olduğunu söyler.
Medeni Kanunumuzun e.maddesinde konulan ispat yükü ilkesinin istisnaları da vardı ki, bunlardan en önemlisi karinedir.
Karine, bilinen bir durumdan bilinmeyen bir durumun varlığı sonucunu çıkarmaktır. İddiasını kanuni bir karineye dayandıran taraf ispat yükünden kurtulur. Medeni Kanunumuzun kabul etmiş olduğu karinelerden biri de, resmi sicil ve senetlerin doğruluğu hakkındaki karinedir.
Resmi siciller, devlet memurları veya noter gibi resmi makamlar tarafından tutulan sicillerdir. Örneğin kişisel durum sicili (nüfus kütüğü), tapu sicili, ticaret sicili, evlenme sicili ve gemi sicili gibi.
Resmi senet ise, noterler veya yetkili resmi makamlar tarafından düzenlenen yazılı belgelerdir. Örneğin noter tarafından düzenlenen vakıf senedi, tapu memuru tarafından düzenlenen taşınmaz satış senedi veya ipotek senedi gibi.
DAVA ZAMANAŞIMI
Davanın belli bir süre içinde açılması gerekir. Aksi takdirde kanıtlar kaybolabilir ve dolayısıyla, iddianın ispatı zorlaşabilir. Ayrıca üzerinden uzun zaman geçmiş ihtilafları yeniden canlandırmak hukuk politikası açısından doğru değildir.
BK m. 125, genel dava zamanaşımı süresini 10 yıl olarak belirlemiştir: "Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı taktirde her dava on senelik müruru zamana (zamanaşımına) tabidir".
Maddenin ifadesinden de anlaşılacağı gibi, bu genel süreden (10 yıllık süre) daha uzun veya daha kısa süreler de söz konusu olabilir. Örneğin ölüme bağlı tasarrufların iptali davası kötü niyetli zilyede karşı 20"yıl içinde açılabilir (MK m.559). Yine BK m. 60/11 \e "göre haksız fiil aynı zamanda ceza kanununa göre suç teşkil ediyorsa ve ceza zamanaşımı süresi daha uzunsa, o zaman ce/za zamanaşımı süresi uygulanır. Bu örneklerde dava zamanaşımı süresi daha uzundur. Buna karşılık genel süreden (10 yıllık süre) daha kısa zamanaşımı süreleri de söz konusu olabilir. Örneğin kira alacakları 5 yıllık zamanaşımına tabidir (BK m. 126/1). Haksız fiillerde de zamanaşımı süresi l yıldır
Ayrıca özel yasalarda da bazı zamanaşımı süreleri öngörülmüştür. Bu gibi durumlarda özel yasadaki süre öncelikle uygulanacaktır. Örneğin 4491 sayılı Kanun ile değişik 4389 sayılı Bankalar Kanunu'nun "Mevduata İlişkin Hükümler" başlığını taşıyan 10 maddesinin 4ncü bendinde, "bankalar nezdindeki her türlü mevduat, temanet ve alacaklardan en son talep, işlem veya mudiin herhangi r|ir şekilde yazılı talimatı tarihinden başlayarak on yıl içinde aranmayanlar zamanaşımına tabidir. Zamanaşımına uğrayan mevduat, manet ve alacaklar Fona gelir kaydedilir. Bununla ilgili esas ve usuller Kurulca belirlenir".
Ceza Hukukunda zamanaşımının iki şekli söz konusudur. Dava zamanaşımı ve ceza zamanaşımı. Dava zamanaşımının söz konusu olması durumunda. Devlet belirli bir süre geçince failin cezalandırılabilmesi için dava açmamaktadır. Ceza zamanaşımında ise, fiil sebebiyle mahkûmiyet hükmü verilmiş ve kesinleşmiş olsa dahi. bu mahkûmiyet hükmü belirli bir süre infaz edilmemiş ise. Devlet ile sanık veya hükümlü arasındaki infaz ilişkisi düşmektedir.
Ceza Kanunumuzda cürümler bakımından dava zamanaşımı süreleri dört kademede belirlenmiştir. Süreler, 20 yıl ile 5 yıl arasında değişmektedir. Örneğin ölüm ve müebbet (ömür boyu) ağır hapis cezasını gerektiren cürümlerde dava zamanaşımı süresi 20 yıldır (Hu konularda bkz. Ayhan Önder, Ceza Hukuku Dersleri, İstanbul 1992, s. 666 vd.).
Yasama dokunulmazlığını düzenleyen A.Y.m.83'e göre; "Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik şifalının sona ermesine bırakılır, üyelik süresince zamanaşımı islemez" (m.83 III)