Tekil Mesaj gösterimi
  #2  
Alt 7 December 2008, 17:37
ceyLin ceyLin isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Senior Member
 
Kayıt Tarihi: 21 September 2008
Mesajlar: 15,180
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Post Cvp: Şu Çılgın Türkler Özeti

KISACA YAZARI TANIYALIM:

Turgut Özakman, 1930'da Ankara'da doğdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni
bitirdi. Bir süre avukatlık yaptı. Köln Üniversitesi Tiyatro Bilimi Enstitüsü'ne
devam ettikten sonra Devlet Tiyatrosu'na dramaturg olarak girdi. TRT'de Merkez
Program Daire Başkanlığı, Genel Müdür Yardımcılığı, Devlet Tiyatrolarında Genel
Müdür Başyardımcılığı ve 1983-1987 yılları arasında Genel Müdürlük yaptı.
1988-1994 arasında Radyo-Televizyon Yüksek Kurulu'nda üyelik ve Başkan
Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Evli. Üç çocuğu, üç torunu var. 28 Eylül
1998'de, 'üstün hizmetleri dolayısıyla' Anadolu Üniversitesi'nce 'fahri doktor'
unvanı verilen Özakman, sayısız esere imza attı. 2002 Nisanında Eskişehir
Belediye Başkanlığı, açtığı ikinci tiyatroya 'Turgut Özakman Sahnesi' adını
verdi.
KİTABA DAİR ELEŞTİRİLER:
Kitaba olan ilgi alaka en üst düzeyde. Kitap şu an
yaklaşık 140 baskı yaptı ve 300.000'den fazla satmış durumda. Aslında kitap için
yapılan eleştiriler genelde oldukça müspet ve duygu yüklü! Bu yüzden o tür
eleştirilere hiç değinmeyeceğim! Kitap üzerinde yapılan bir takım polemikler var
ben esas onlar üzerinde durmak istiyorum!

1- Kitabın bazı güç
odaklarınca(derin devlet ya da Genelkurmay tarafından) ısmarlama olarak
yazdırıldığı polemiği. Bana göre ister ısmarlama ister kendiliğinden
yazılmış olsun bunun hiç önemi olmadığını düşünüyorum. Kim ne niyetle ısmarlamış
olursa olsun helal olsun diye düşünmekteyim. İyi ki ısmarlamışlar Turgut
Özakman'da iyi ki yazmış bu şaheseri. Bu konunda bence hiç önemi yok!


2- Atatürk'ün ilahlaştırma
çabalarında son mertebe olması polemiği. Aslına bakılırsa bu polemik
azıcık haklı gibi görünsede şahsi kanaatim 20.yy'ın dahisi bir devlet adamı,
lider, asker olarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu övgüyü hak ediyor. O ve silah
arkadaşlarının öngörülemez mantık ve taktikleri yokluk içerisinde o savaşlar
kazanılmıştır.


3- Mehmet Akif Ersoy ve İstiklâl
Marşımızdan hemen hemen hiç bahsedilmemesi polemiği. Benim tek katıldığım
eksiklikte bu. Kitapta İstiklâl Marşımızın kabulü hiç bahsedilmemiş, Mehmet Akif
Ersoy'dan ise tek pasajla bahsedilip geçilmiştir. Bunun neden olduğunu da hiç
anlayamadım. Unutulmuş mu, atlanmış mı bilemem ama kitabın tek eksiği bu!
İnşaallah gözden geçirilecek yeni baskılarda bu eksiklik giderilir ya da bu
konuyla ilgili yeni bir destan yazılır.


4- Kitabın tarih kitabı olarak lanse
edilmesine rağmen roman oluşunun gözardı edilmesi polemiği. Doğru
bu kitap bir tarih kitabı değil. Yazarı roman olarak tanımlamış. Aslında
romandan çok bir anılar almanağı. Yine doğru bir tespitte roman ya da benzeri
edebi metinlerden tarih öğrenilemeyeceği! Ancak bana göre bunun iki istisnası
var! a- Kilit-Anahtar-Kapı-Konak-Çatı-Üçler Yediler Kırklar-Bu Atlı Geçide
Gider-Geçitteki Ülke-Darağacı-Gecevakti Gündönümü-Sabır-Ebemkuşağı'ndan oluşan
Mustafa Necati Sepetçioğlu'nun 12 ciltlik dev eseri ve Turgut Özakman'ın Şu
Çılgın Türkler isimli şaheseri. Bu kitaplardan bal gibi tarihte öğreniyoruz.



KİTAPTAN BAZI PASAJLAR:
"Sabah İstanbullular, Kızılay'ın çağrısına
uyarak para yardımı yapmak üzere gazetelerde sıraya girdi. İleri gazetesinin dar
idarehanesine sığmayanların büyük kısmı, dışarıda kalmıştı.

Kaldırımın sonunda bir işgal devriyesi
göründü. Düzenli adımlarla yaklaşmaya başladı. İşgal askerlerine, her zaman
kenara çekilerek yol veren İstanbullular, bu sefer kıllarını bile
kıpırdatmadılar. Devriye kolu, kalabalığın arasından geçmeyi göze alamadı, yola
inerek geçip gitti.

İçerde, daha afyonu patlamamış olan huysuz
idare memuru, bir deftere, söylene söylene, bağış yapanın adını ve bağış
miktarını yazıyordu.
'Kahveci Ali, 100 kuruş.'

'Eskici Yusuf, 50 kuruş.'
'Hallaç Asım, 75 kuruş.'
'Bakkal Ahmet, 100 kuruş.'
'Terlikçi Adem, 200 kuruş.'
Sırada, küçük, cılız bir oğlan vardı. Bir
önceki bağışçının çocuğu sanan memur, öfkeyle, yürüyüp yol vermesi için işaret
etti. Ama çocuk yürümedi, büyük bir ciddiyetle, bütün servetini çıplak masanın
üzerine bıraktı:

'Hasan, 5 kuruş.'
Suratsız idare memurunun birdenbire gözleri
doldu. Ağladığını göstermemek için yüzünü, kocaman mendilinin arkasına
saklayarak gürültü ile burnunu sildi."


"Yetmiş beş kağnılık bir kağnı kolu
İnebolu-İkiçay'dan yola çıkmak üzere idi. Zafer Kemal 'Uğurlar olsun anam!'diye
seslendi.

Kolbaşı, 'Sağ ol oğul' dedi,
elindeki sopayla öküzünü dürttü.Kağnılar tekerleri inleyerek kımıldayıp
yürüdüler. Kağnıcıların hepsi kadındı. Yalnız üçüncü kağnıyı on iki yaşında bir
erkek çocuk yediyordu. Kadınlardan biri hamile idi. Yedinci kağnının yanında
yürüyen sırım gibi genç kadının ayakları çıplaktı. Bazı kadınlar bebeklerini
torbalayıp sırtlarına bağlamıştı.

Genç subaylardan biri içi ürpererek,
'Ne mübarek kadınlar bunlar' dedi. Öyleydiler. Yavrularına yiyecek taşıyan anaç
kuşlar gibi orduyu besliyorlardı.

Kağnı kolu gacırdaya gacırdaya
uzaklaşıp gitti."


"Ela gözlü bir genç kadın usulca Kara
Fatma' nın yanına sokuldu,alçak bir sesle,"Aradığım iti sonunda buldum abla"dedi.Kara
Fatma da fısıltıyla sordu:

'Hangisi?'
'Ateşin yanında duran.'
Ateşin yanında esmer,kıvırcık saçlı,dolgun
dudaklı bir çeteci duruyordu.Kara Fatma'nın bakışından huylanıp başın öne eğerek
suratını saklamaya çalıştı.

'Komutan diri isterim dediydi.'
'Öldürmeyeceğim.'
'Peki öyleyse.'
Ela gözlü kadın ilerlerdi, tüfeğinin
namlusuyla Rum çetecinin çenesinin altına dokundu:

'Kaldır başını!'
Erkek başını doğrulttu.
'Bana bak!'
Erkek baktı.
'Tanıdın mı beni?'
Erkek gözlerini kapadı, zor duyulur bir
sesle 'Affet' dedi.

Kadın bir adım geri çekildi. Olacağı sezen
kadınlar ve çeteciler nefeslerini tuttular. Erkeğin apış arasına ardarda iki el
ateş etti. Erkek yakıcı bir çığlık atarak parçalanan kasıklarını tuttu, sarsıla
sarsıla dizlerinin üstüne çöktü, başı önünde, ulur gibi bağırmaya başladı. Ela
gözlü kadın Kara Fatma'ya minnetle baktı:

'Sağol abla. Belki artık rahat
uyuyabilirim.'
'Tamam kızım.' "


"Bunları konuşurlarken birden odanın
kapısı ardına kadar açıldı. Kapının çerçevesi içinde Emirdağ'ın delisi Battal
belirdi.

Bağırdı:
'Selamünaleyküm!'
Kaymakam öfkelendi:
'Ulan deli, baksana çalışıyoruz. Çık
dışarı!'

'Kızma beyim, biliyorum, onun için
geldim. Duydum ki Kemal'in askeri çıplakmış. Allah şahidimdir üzerimdekinden
başka çamaşırım yok. Çoraplarımı getirdim. Şimdi yıkadım, temizdir.'

Yaklaşıp masanın üzerine bir çift
ıslak yün çorap koydu. Çarıklarını sıyırıp odanın ortasında bıraktı.:

'Aha bunlarda çarıklarım. Haydi
kolay gelsin!'

Çıplak ayak, huzur içinde yürüyüp
çıktı. Kapıyı gümleterek kapadı.

Üyelerin dilleri tutulmuştu sanki.
Kaymakam, 'Halktan kuşkulandığımız için tövbe edelim beyler..' dedi,'..Deli
Battal gibi bir garibin bile yüreği köpürdüyse, tekmil halk ayaklanacak
demektir.Hızlanalım.' "


" 'Ağlaşmayı kesin, sıhhiye geldiiii!'
Tedavi yöntemleri çok basitti. Tabanı
kabaranlara biri süvari çizmesi giydiriyor, öteki sırtına binip bağırıyordu:

'Zıpla!'

Asker zıplayıpta yere basınca, taban derisi
patlayıp anında ete kaynıyıveriyordu."
Alıntı ile Cevapla