 
Sistemli olarak çalışılan en eski savunma sanatı olan Kung-fu sporunun şimdiye  kadar yüzlerce tarihçesi yazıldı.Ancak çoğu tutarsız ve gerçek dışı  idi.Ülkemizde bugüne dek yazılan en geniş ve en doğru Kung-fu tarihi'ni Ayhan  Kısrure sizler için yazdı. 
.............KUNG-FU TARİHİ.............  
TARİHÇE'LER & İDDALAR 
Sistemli çalışılan en eski  savunma sanatı olduğu bütün spor tarihçileri tarafından kabul edilen Kung-fu  sisteminin buna rağmen tarihini tam anlamıyla yazabilmek fevkalade  zordur.Kulların icat ettikleri tüm sistemler,ideolojiler,siyasi ve içtimai  fikirler ve dolayısıyla spor sistemleri zamanla mutlaka deforme olmuştur.Kung-fu  sistemine gerek çalışma disiplini gerek sistem olarak ve tarihsel boyutuyla  birlikte yüksek oranda erozyona uğramıştır. 
Kung -fu adına rekor  denilebilecek sayılarda birbirinden değişik tarih'çeler yazılmış,bunların üzeri  nede öylesine hurafeler,hayal mahsulü efsaneler ve ütopyalar eklenmiştir ki  adeta Kung-fu tarihi allak bullak edilmiştir. 
Kung-fu sisteminin  hareketli,estetik ve zarafet dolu çalışma sistemi bu spor dalını tarihin her  safhasında ön plana çıkarmış ve kendisine olan ilgiyi hep sürekli  kılmıştır.Tarih sürecinde her zaman büyük kitleler tarafından çalışılan bu  sistem tabilerine bir taraftan kendini savunma sanatını öğretirken diğer  taraftanda bedensel ve zihinsel sağlık egzersizlerini sunmuştur.Bunların  yanında'da pek çok kişi bu sistemin güzelliği ve aynı zamanda esrarengizliği ile  maddi kazanç sağlamış ve bu sporu ticaret haline getirmiştir. 
Bu ilginç  branşın diğer bir özelliği ise hiç bir zaman belirli kalıplara sığmayısıp  standartları reddetmesidir.Bu yüzden ortaya çıkan bir stil'den onlarca yeni  kollar türemiş ve Kung-fu çok açılımlı geniş bir yelpazeye yayılmıştır.onun  içindir ki yüzlerce tarihçede yüzlerce usta Kung-fu'ya sahiplenmeye çalışmışlar  ve kendilerini haklı çıkaracak tarihsel olayların, belkide doğru olmadığı halde  doğruluğunu iddia etmişlerdir. 
Bu tarihsel unsurları ve stillerini  kaynak haline getirirken ustalar,iddialarında kendi ülkelerinin tarihsel  gelişiminden,kültüründen, geleneklerinden ve kendilerine has özel teknik  çeşitlerinden mutlaka bahsetmiş ve yüklemeler yapmışlardır.Yakın zamana kadar  uluslar arası bir birliği olmayısan Kung-fu sporu bu nedenlerden yüzlerce stil ve  sisteme ayrılmış ve bu ayrışma teknik yapılanmaları etkilediği gibi tarihsel  gerçekleride bölmüş ve değiştirmiştir.Böylelikle yüzlerce değişik Kung-fu stili  ortaya çıktığı gibi bir o kadarda birbiri ile uyuşmayısan Kung-fu tarihleri  türemiştir. 
Zaman içerisinde bu tarihçelere bir çok efsaneler ve  hurafeler katılmış ve böylelikle birbirini tutmayısan,büyük tarih yanılgılarıyla  dolu karmakarışık tarihçeler meydana çıkmıştır.Ancak konunun önemli bir boyutu  ise bu tarihçeleri yazan ustaların veya tarihçilerin iddialarını kesin  delillere,somut bilgilere,kaynak eser'lere dayandırdıklarını iddia  etmeleridir.Gerçektende zaman zaman tarihsel gerçeklerle çok ilintili ve aksi  iddia edilemeyecek delilleri ortaya koymuşlardır. 
Çin'de kurulan Uluslar  arası Wu shu birliği IWF de tek ve en doğru olduğunu iddia ettiği Kung-fu yada  Wu shu tarihini yazılı hale getirmiştir.Wu shu birliğinin kurumlarınca  yazdırılan bu eserlerde yayınlanan tarihçelere karşı çok ilginçtir ki,bir çok  usta,kaynak eserlerinde karşı çıkmışlar,bu tarihçelerin tam anlamıyla gerçekleri  yansıtmadığını iddia etmişlerdir.Dünyadaki tüm Kung-fu stillerini bir çatı  altına toplayarak,tek sistem müsabaka ve tao yarışmalarıyla birlik oluşturmayısa  çalışan ve Çin devletinin kültür bakanlığınca her siyasi dönemde özellikle  desteklenen Wu shu birliğine,gerek Çin'de gerekse dünyadaki'bir çok Kung-fu  ustası karşı çıkmışlar ve katılmamışlardır. 
Bu karşı çıkışın sebepleri  ise Wu shu birliğinin Kung-fu sisteminin evrenselliğini bozduğunu, sistemi bir  Japon karate’si kalıplaştırmayısa çalıştığı,geleneklerin ayaklar altına alındığı  ve bir çok geleneksel orijin’in yok edildiği ve en önemlisi bu yazılan tarihin  Çin halk cumhuriyeti'nin hükümetleri tarafından,devlet siyasaseti ve ideolojisi  ile yazdırıldığıdır. 
Tüm bu karşıt görüşleri değişik bir acıdan paylaşan  önemli bir gurupta Budizm'i tam anlamıyla yaşamayısa çalışan ve bu spor'la olan  irtibatları koparmayısıp Budist geleneklere göre çalışan rahiplerdir. 
Bu  rahiplerin iddialarına göre,manastırlarda sistemleşen ve kimliğini bulan  Kung-fu'nun tamamı ile dinsel bir çalışma metodu olduğu,sistemin içerisinde asla  değiştirilemeyecek dinsel temaların var olduğu ve bunların glabolleşme uğruna  yok edildiğidir.Tüm bu görüşler etrafında birleşip Wu shu birliğine alternatif  olarak gerek Çin'de gerekse Dünya'nın bir çok ülkesinde alternatif Wu shu veya  Kung-fu organizasyonları kurulmuştur.Ancak tüm bu karşı hareketlere rağmen,Çin  devletinin desteğiyle Wu shu organizasyonu kendini tüm dünyaya kabul ettirmiş  hatta Avrupa federasyonu EWF’ yi dahi kurdurmuştur. 
Sonuç itibariyle Wu  shu federasyonu’na karşı görüş belirten ustaların haklı olabilecekleri konuların  olabileceği kesindir.Bizde kitabımızda iddia ettiğimiz Kung-fu'da Türk'lerin  etkisi adlı gerçekler,Wu shu birliği tarafından asla gündeme getirilmemiştir.  
Demek ki Çin devletinin siyasi ideolojisi doğrultusunda şekilleşen Wu  shu birliği,önemli tarihsel gerçeklerin bir kısmına çifte standart uygulayarak  göz ardı etmiştir. 
TARAFSIZ BİR TARİHÇE
Yukarıdaki  satırlardanda anlaşıldığı gibi malasef Kung-fu tarihi sürekli,taraflı ve çoğu  kez gerçekleri göz ardı ederek kaleme alınmış.Biz ise bu eserimizde hiç bir  yazılı tarihçenin etkisinde kalmayısıp,bu tarihçelerin birbirini tutan tarih ve  konu bölümlerini temel alarak ve bunların yanına gerçekte var olan tarihsel  gelişimleri ve yaşanan hadiseleri koyup,tüm bu derlemeleri mantık terazisinde  tartıp,şimdiye kadar gündeme gelmemiş iddialarla dolu bir Kung-fu tarihçesi  yazmayısa çalıştık. 
Ancak ön sözdede belirttiğimiz gibi bu tarihçe'yi  hazırlarken,karşımıza çıkan birbirini hiç tutmayısan tarihçeler,konular ve iddalar  bizi oldukça zor durumlara düşürdü. 
Özellikle Türk'lerin Kung-fu'daki  etkisi iddiamızın ciddi olabilmesi için araştırmalarımızı çok derin ve kesin  delillere dayan anacak bir şekilde yapmamız gerekiyordu.Bu araştırmalarımızı da  uzun yıllara yayarak elimizdeki kısıtlı imkanlarla yapmayısa çalıştık.  
Türk kung-fu'suna ve Türk tarihine karşı olan sorumluluğumuzu yerine  getirmek amacıyla yazmayısa çalıştığımız bu tarihçen in’de kesin doğru bir Kung-fu  tarihini içerdiği iddiasını yapmak istemiyoruz.Ancak yüzlerce tarihçeden  derlenen konulardan tarafsız ve belkide kasten saklanan bazı gerçekleri ortaya  koyan bir eser hazırladığımızı ve bu eserle birlikte Türk Do spor'cularının bu  sporlara bakış açısının değişeceğini söyleyebiliriz. 
İŞTE KUNG-FU  TARİHİ
Yüzlerce değişik boyutlarda yazılan Kung-fu tarihçelerini  inceleyip derlerken,öncelikli olarak bu tarihçelerin birbirini tutan ortak  noktalarını tespit ederek bu ortak yazılımlardan konumuzun temelini oluşturduk.  
Tüm tarihçilerin Kung-fu tarihinde birleştiği belirli isim ve ustalar  var.Bunlardan en önemli isim ise Hint!li bir rahip BODHİDHARMA.M.S.400 ila 479  yılları arasında yaşayan bu rahip Hindistan'da yüzyıllardan bu yana süregelen ve  uygulanan Hint Kenpo'sunun çok iyi bir ustası ve aynı zamanda Budizm dini ve  felsefesinin o dönem itibari ile önemli bir isim olduğudur. 
Tarihçilerin  ortak görüşüne göre bu rahip,Budizm'i yayma amacıyla çıktığı misyonerlik  seyahatlerinde,Çin'in en büyük Budist manastırlarından olan SHAOLIN'e geldiği ve  burada Çin'li rahiplerin kendilerini haydutlardan korumak için geliştirdikleri  Hint kenpo'suna nazaran ilkel sayılabilecek Çin kung-fu'su ile kendi sistemini  birleştirerek iki stili sistemli hale getiren kişidir. 
Bu birleşim  Çin'de ve Shaolın manastırında gerçekleştiğinden dolayı bu sanata tarih boyunca  da Shaolın Kung-fu'su adı verilmiştir. 
Yine tüm bu hadiseler M.S.400 ila  450 yılları arasında ceyran etmektedir.Bundan sonraki konularımızı bu temel  yapılanma ile şekillendirerek mevzuumuza devam edeceğiz.Ancak unutulmamalıdır ki  bu yapılanmada mutlak surette Budizm ve Türk'lerin etkileri oldukça fazladır.Bu  iki konuyu kitabımızın ve sitemizin diğer iki bölümünde ayrıntıları ile  işlediğimizden fazla detaylarına girmeyeceğiz. 
KISACA ÇİN TARİHİ  
Kung-fu'nun Çin topraklarında şekilleştiğine göre konumuza kısaca  Çin tarihinden alıntılarla başlayalım.Arkeolojik çalışmalarda edinilen bilgilere  göre Çin kültürü M.Ö.2000 yıllarda başlar.Çok dağa önceki tarihlere ait kültür  kalıntıları henüz Çin'liliğin bulunmadığı devirlere aittir.M.Ö.1300 yılları  dolayında Çin'de yazının kullanılmayısa başlamasıyla Çin tarihi ile ilgili yazılı  belgelerde ortaya çıkmıştır. 
Bununla birlikte dağa sonraki rivayetler  Çin tarihinin M.Ö.4000 yıllara başladığını ve ilk Kung-fu çalışmalarının  M.Ö.2000 hatta 3000 yıllara kadar uzandığı doğrultusundadır. 
Ancak bu  iddiaların doğruluğu tam olarak kanıtlanamamıştır.Bu tarihsel belirlemelerden  sonra,Çin'in bizi ilgilendiren asıl tarih kesiti Budizm ve Kung-fu ile alakalı  olan M.Ö.3 yüzyıllar ve sonrasıdır. 
MANASTIRLAR 
M.Ö 3  Yüzyılda Budizm etkisini hızla Uzakdoğu ülkelerinde arttırmayısa devam  etmektedir.Sülale hakimiyeti altında yaşayan Çin'de bu dini halkın üst  tabakalarının kabullenmesiyle birlikte, Budizm'i hızla tanımış ve kabul etmeye  başlamışlardır. 
Ülkenin her yanına hızla dinsel eğitimlerin yapılacağı  ibadethaneler yapılmayısa başlanmıştır.Dağa sonra bu ibadethaneler  geliştirilecek,büyütülecek ve manastır ismiyle anılacaktır.Bu manastırlar veya  ufak ibadethaneler, Budizm'in adeta kalesi gibidir.Keşiş ve rahiplere dinsel  öğretiler verildiği gibi zamanın modern ilimleri olan matematik,fizik , fen  vb.limi konul arda’da eğitim verilmekteydi. 
Tüm bu zor eğitimleri alan  ve sürekli kapalı mekanlarda eğitim gören rahip adayı öğrencilerin bedensel  olarak ta sağlıklı gelişmeleri için çeşitli egzersizler,kısa mesafeli  koşular,vücudu zinde tutmak için basit kültür fizik hareketleri sürekli  yaptırılıyordu. 
Tüm bu eğitimler yaptırılırken öğrenciler manastır  dışındaki halk'la görüştürülmüyor halkın dinden uzak yaşantılarının öğrencileri  etkileyeceği düşünülüyordu. 
Manastır duvarlarının dışındaki halk ise  sportif faaliyetlerine çok eski bir gelenek olarak bildikleri ve sonraki  zamanlarda LEİ TAİ olarak adlandırılan ve halkın gerek eğlence gerek para için  gerekse bedensel gelişme olarak herkese açık bir dövüş şekli olan güreş,tekme ve  yumruktan oluşan bu gelenekle sürdürüyorlardı. 
Rahipler tarafından  tamamen ilkel ve dini kurallara aykırı Bu dövüş türünü,kesinlikle kabul etmiyor  ve manastırdaki eğitimleri'nin içine asla kabul  etmiyorlardı
.Manastırlarda yetişen rahiplerin evrensel amacı bu dini tüm  insanlığa yayarak insanlığın saadet ve mutluluğunu sağlamaktı.  
Manastırlarda yeterli eğitimi alıp icazet alan rahipler sık sık  seyahatlere çıkıyor,uzun ve meşakkatli yolculuklar etmek zorunda kalıyorlardı.  Bu ıssız yollarda çoğu kez eşkıya ve haydutlarla karşılaşıyorlardı. 
Bu  karşılaşmalar sonucu rahipler ya öldürülüyor yada feci şekilde  yaralanıyorlardı.Bu tip olayların artması manastırlarda rahiplerin kendilerini  savunabilecekleri bir sistemin ortaya çıkması gerektiğini gündeme  getirmişti.İşte böylelikle ilk defa Çin toprakları üzerinde M.Ö.3 yüzyılda  Budist manastırlarında rahiplerin sağlıklı kalmak adına yaptıkları  egzersizlere,el ve ayak blokları ve doğal silahlarla kendini savunma teknikleri  ekleniyordu. 
Bu çalışma metoduna kesinlikle saldırı,hücum ve karşıdaki  İnsana zarar verecek vuruşlar eklenmiyordu.Bu düşüncenin ana temeli ise  Budizm’de insanın kutsallığı ve Budist rahiplerin hiçbir şekilde insanoğluna  zarar vermeme inancı idi. 
LEİ TAİ
Ancak şunu önemle  belirtmeliyiz ki manastırlarda bu çalışmalar başladığında,Çin’in eski  geleneklerinden gelen bir çeşit Çin Kung-fu’sun un(o dönemde Kung-fu isim olarak  kullanılmamakta bu dövüş şekillerine değişik adlar takılmaktadır.Biz konumuzda  kolay anlaşırlık olması açısından genel olarak kung-fu terimini kullanacağız.)  halk arasında yapıldığını,zaman zaman panayırlarda ve şenliklerde gösteri ve  yarışmalar olarak yapıldığı bilinmektedir. 
Çin kültüründe önemli bir yer  tutan geleneksel Çin tiyatrosun unda temel yapılanmasını sağlayan  oyunlardaki,figürler ve kartografi’lerdeki estetik ve akrobasi teknikler işte bu  geleneksel Çin kung-fu sundan gelmekteydi.Bu geleneğin zaman içerisinde parasal  veya sokak dövüşlerine dönüştüğü ve LEİ TAİ adını aldığı bilinmektedir.Bu günkü  modern adı ile SANS HOU veya SANDA olarak adlandırılan müsabaka sisteminin  temelini de bu geleneksel dövüş biçimi oluşturmaktadır. 
Geleneksel halk  dövüşlerinin en sert biçimi olan LEİ TAİ’nin zaman içerisinde gelişerek paralı  dövüşlere dönüşmesi ve kurallarında müsabaka sonucu iki rakipten birinin ölme  şartı olması o dönemdeki idari yönetimlerin bu dövüşü yasaklamasına neden  olmuştur. Ele sarılan bandaj üzerine sürülen yapışkan ve yapışkanın üzerine  bastırılan kırık çam parçaları LEİ TAİ’yi vahşi bir dövüş şekli yapmış tüm  yasaklamalara karşın halk arasında gizli olarak yapılmayısa devam ede gelmiştir.  
M.Ö.3 yüzyılda gelişen bu hadiseler gösteriyor ki,manastırlarda  rahiplerin kung-fu çalışmayısa başladığı dönemde,halk arasında henüz ismi ve  temeli oluşmamış çeşitli dövüş stil,teknik ve sanatları zaten  çalışılıyordu.Ancak manastırlardaki kung-fu çalışmaları,manastırların disiplini  ile kısa sürede temel şeklini alıyor ve geleceğin kung-fu sisteminin ana  temelleri atılıyordu. 
HAYVAN STİLLERİNİN DOĞUŞU
O devrilerde  manastırların baş rahibi olarak bilinen KWOK YEE’nin önderliğinde yapılan bu  çalışmalar sonucu,kombine tekniklerden oluşan ilk sistemli çalışmalar başlamış  olur.Bu çalışmalara CHİ-CNİ-SAN ve WU-Nİ-CHİ-Nİ ismi verilmişti.böylelikle  Çin’de disipline edilmiş ilk çalışmaları KWOK YEE başlatmış olur.Ancak bu  çalışmalar zaman içerisinde teknik açıdan pek ilerleme kaydedemez.Manastırlarda  popüler olan bu yeni spor dalına oldukça fazla ilgi gösteren ve zamanlarının  büyük bölümünü kung-fu’ya ayıran keşişler ve Budist öğrenciler muhafazakar  Budist yöneticileri harekete geçirmiş ve Budizm öğretilerinin ikinci plana  atıldığını ileri sürerek bu çalışmaların ilerlemesine ve genişlemesine izin  verilmemiş hatta bazı manastırlarda çalışmalara yasak konmuştur. 
Tüm  gelişmelerin odak noktası Çin’in en büyük manastırlarından biri olan HONAN  şehrindeki birinci SHAOLIN MANASTIRI’DIR.Manastır yöneticileri Budizm  öğretilerini arasına bir yenilik olarak giren ve Budizm felsefesindeki hümanist  düşünce,yaşama,davranma normlarına aykırı buldukları Kung-fu çalışmalarına,ilk  temelleri atılırken maalesef set koymuşlardır.buda Kung-fu’nun tarihsel bir  şansızlığı olmuş,ileriki Yıllarda bir çığ gibi büyüyecek isminin yayılmasını  biraz olsun geciktirmiştir. 
Manastırlarda kung-fu’nun yukarıda  bahsettiğimiz nedenlerden dolayı pasif ize edilmesi ve ikinci plana atılması  yaklaşık altı yüzyıl devam etmiştir.Nihayet kung-fu çalışmaları M.S.3 cü  yüzyılda shaolın manastırlarının tıp dalında uzmanlaşmış ünlü ismi HEKİM HUA-TO  tarafından tekrar ele alınmış ve bu çalışmalar tekrar günlük sağlık  egzersizlerine yansıtılmıştır. 
Hekim HUA-TO kung-fu tarihi için çok  önemli bir isim ve dönüm noktasıdır.Manastırlarda kung-fu çalışmaları için bir  kurul kurmuş ve geçmişte olduğu gibi bu çalışmaları tekrar disipline etmeyi  başarmıştır. 
Hua-to mesleği gereği ormanlarda ve doğal ortamlarda çok uzun  süren gözlemler ve araştırmalar yapmış,hekimlikte kullanılan bitki ve otları  araştırırken,hayvanlar aleminde,hayvanların kendi nesillerini savunmak için  gerek hemcinsleri gerekse diğer düşmanları ile yaptıkları mücadeleleri  incelemiştir.Bu ölüm kalım savaşında çeşitli hayvan cinslerinin kendilerini  savunmak veya düşmanlarını öldürmek için kullandıkları doğal tekniklerden  oldukça etkilenmiş ve bu teknikleri insanlarında yapabileceğini düşünerek  manastırlarda çalışılan egzersizlere dahil etmeyi planlamıştır. 
Hekim  hua-to bu fikrini kısa sürede hayata geçirmiş ve beş hayvan adı ile anılan kendi  özel tekniği ile günümüzde dahi popüler olan yepyeni bir kung-fu metodunu ortaya  çıkarmıştır.Bu hayvan stilleri sırasıyla,kaplan,ayı,yılan,leo par ve turna  kuşudur. 
Bu yepyeni tekniklerle bezenen çalışmalara o dönemde genel  olarak CHUAN-FA olarak isim verilmiştir. Arık rahipler kendilerine düşmanlık  yapanlara karşı kendilerini sadece savunmak için teknikler geliştirmiyor,hücum  ve saldırı kombine teknikler ide çalışıyorlardı. 
Bu gelişmeler manastır  yöneticilerini ikiye bölmüştü.Muhafazakar rahipler Budizm felsefesine aykırı  gördükleri bu çalışmaları,öğrencilerin fazla zamanını alıyor ve dinsel  öğretilerden uzaklaştırıyor diye karşı çıkarken,yenilikçi rahipler hekim hua-to  önderliğinde rahiplerin ulaştığı ve üstün mücadele ve savunma sanatını daha  ileri boyutlara götürmek için çalışmalar yapıyor ve bu çalışmaları günlük  zorunlu dersler haline getirmeye uğraş veriyorlardı. 
TARİH SAHNESİNDEKİ  EN ÖNEMLİ BULUŞMA BODHİDHARMA 
M.S.300 yıllar Kung-fu için çok önem  arz etmektedir.Çünkü tarih sahnesindeki müthiş buluşma bu zaman diliminde  gerçekleşmiştir.Budizm’in çıkış noktası Hindistan olmasına rağmen ,bu yeni din  tüm Uzakdoğu topraklarına hızla yayılıyordu.Bu yayılımın kolaylaşması için  Hintli Budist rahipler,değişik ülke ve topluluklara,gönüllü olarak gidiyor ve  buralarda dini eğitim veriyorlardı.İşte bu rahiplerden bir tanesine 28 Hint  hanedan kuşağından soylu bir Budist rahip olan ve çok iyi eğitim almış Brahma  kralı’nın üçüncü oğlu Bodhidharma’dır. 
Bodhidharma’nın aynı zamanda Zen  mezhebini kuran rahiplerin arasında olduğu da rivayet edilir.Ancak şu kunuyuda  belirtmek gerekir ki ülkemizde kung-fu tarihi yazmayısa çalışan bir çok kişi  Bodhidharmanın Zen felsefesini kurduğunu iddia etmektedir.M.S.384 de SENG-CHAO  ve Bodhidharma ile aynı çağda 360’da yaşayan TAO-SHENG isimli rahipler Zen’nin  ilk kurucuları olduklarına dair bir çok tarihçi birleşmişlerdir.Çin de gelişen  Zen doktrinini en ustaca geliştirip felsefe haline getirmiştir.O tarihlerde  Hintli tarihçilere göre Hindistanda’da bir dövüş ve savunma sanatının geliştiği  ve bunun adının da Hint Kenposu olduğu iddia edilir. Bodhidharma’nında bu Hint  Kenpo’sunda çok iyi bir usta olduğu ve Budizm öğretilerinin yanında Hint  Kenpo’su ile sürekli uğraştığı ve bu sisteme kendi çapında yenilikler kattığı  bilinir.Yine bazı tarihçilere göre Hint Kenposu’nu Hindistan da ilk  sistemleştiren ve disipline eden kişinin Bodhidharma olduğu bildirilmektedir.  
Gerek aile soyu gerek Budizm ile ilgili ileri derecede bir rahip olması  gerekse Hint Kenposu adı ile bir savunma sistemi çalışması Bodhidharma’yı çok  karizma tik ve önemli bir kişilik yapmaktadır.Bu kişilik ileride Kung-fu  tarihinde yön verecektir. 
BODHİDHARMA ve ÇİN  KUNG-FUSU
Bahsi gecen bu zaman diliminde Çin topraklarını koyu bir  Budist ve LİNG kralı,impataror KRAL WUTİ (veya WU ) yönetmektedir.Bodhidharma  kral WUTİ ile yaptığı temaslar sonucu HONAN şehrinde(veya bölgesinde) WUTAİ  dağında bulunan ve Çin Budizm’in en büyük ve önemli manastırı olan SHAOLIN  manastırına yerleşir. 
Artık Bodhidharma için gerek Budizm,gerekse spor  çalışmalarını yapabileceği mükemmel bir ortam ve fırsatlar  oluşmuştur.Bodhidharma burada çok eskiden bu yana geleneksel olarak çalışılan ve  hekim HUE-TO tarafından disipline edilen çalışmalar olduğunu bilmektedir.Bu  manastıra yerleşmek isteme sininde en önemli sebebi budur.böylelikle Hint  kültüründen oluşan ve kendi adına bir çok ekleme yaptığı Kenpo ile manastırlarda  çalışılan Kung-fu sistemini karşılaştırma beklide birleştirme fırsatı  bulacaktır. 
Bu düşüncesine gerçekleştirmek için Budizm ve Zen  öğterilerindeki engin bilgisi ve tecrübeleri ile Manastırda kendine çok bağlı  özel ve seçmece müritler oluşturduğu hatta bu konuda manastır yöneticilerinden  sık sık tepki aldığı önemli bir gerçektir. 
Uzun yıllar süren çalışmaların  neticesinde iki sistemin bir çok ortak noktalarını birleştiren Bodhidharma  manastırda kendi oluşturduğu sistem temelinde Kung-fu çalışmaları başlamıştır.  Bu çalışmalarla birlikte Budizm ve Zen çalışmalarına da aralıksız devam eden  Bodhidharma, rivayetlere göre her gün belli saatlerde büyük bir taşın karşısında  bir çeşit ibadet ve meditasyon olan zen oturuşunu tam dokuz yıl arlıksız devam  etmiş ve bu süre sonunda Taşın renk değiştirip sonun dada parçalandığı  söylenmiştir. 
Bu çalışmalarla yetinmeyen Bodhidharma Zen ile ilgili  değişik eserler ve kitaplar yazmış,bu yazılarında ideal  insan,Budizm,nirvana,sosyal işler ve devlet yönetimi gibi bir çok konu hakkında  fikirler üretmiştir.Bodhidharma’nın tüm bu çalışmaları gün geç tikçe onu  manastırda özel bir konuma getirmiş kral wuti’nin talimatları ile manastırın bir  bölümü ona ve özel seçtiği öğrencilerine ayrılmıştır.Yeni oluşturduğu kung-fu  sistemini ise her geçen gün disipline eden ve belli kalıplara döken rahibin bu  olağan üstü çalışmaları tüm Çin ‘de ve diğer manastırlar dada duyulmuş ve onun  izni ve nezaretinde bu çalışmalar diğer manastırlar dada başlamıştır.  
Tüm bu gelişmelere geçmişte olduğu gibi karşı çıkan bir gurup Budist  rahip,Bodhidharma’nın Hint kökenli olduğu ve Budizm’i Zen felsefesi ile asi mile  etmeye çalıştığını iddia ederek aleyhinde bir çok faaliyette bulunmuşlar,ancak  Bodhidharma’nın özverili çalışmaları manastırlarda Budizm’e ve Kung-fu’ya yeni  bir ivme kazandırdığından başarılı olamamıştır. 
KUNG-FU YAYILIYOR.  
Shaolın manastırında başlayan bu çalışmalar kısa sürede diğer  manastırlara da geçmiştir.Başlangıçta bu yeni çalışmalara karşı çıkan rahipler  bile bu olağan üstü ilgi karşısında geri adım atmışlardır.Bodhidharma  oluşturduğu bu yeni dövüş sanatını manastırların dışında rahipler haricinde hiç  kimseye öğretmemesi konusunda kesin yasaklar koymuştur.Bu nedenle manastırlara  üye olmak isteyen gençlerin sayısı her gecen gün artmakta ve halk özellikle  çocuklarını manastırlara üye yapmak için adeta yarışır olmuşlardı. 
zaman  zaman rahiplerin kötü insanlara karşı bu dövüş sanatını başarılı bir şekilde  uygulamaları,kendilerinden sayıca üstün guruplara ve çetelere karşı kolayca baş  edip galip gelmeleri tüm Çin de kulaktan kulağa yayılmış rahiplerin artık köyler  ve kasabaların güvenliğinden sorumlu hale gelmelerine neden olmuştur.  
Rahipler bu olağan üstü dövüş tekniklerinin arasına inanılmaz doğa üstü  güçlerde ekliyor ve bu olaylar manastırlarda çalışılan kung-fu’yu yaşayan efsane  haline getiriyordu.Bodhidharma Budizm ve Zen’deki bir çok dinsel temayısı ve  olağan üstü halleri dövüş tekniklerinin arasına serpiştirmiş ve metrelerce  havalara zıplayabilen veya bakışları ile nesneleri parçalayan yada bir anda  ortadan yok olabilen dövüş ustası rahipler yetiştirmiştir. 
Ancak bu doğa  üstü güçler hakkın dada kısa bir açıklama yapmak zorundayız.Bu konu ile ilgili  geniş malumat isteyenler sitemizin orta sayfalarında bulunun Zen ve Budizm adli  bölümü okuyabilirler. 
DOĞA ÜSTÜ GÜÇLER 
Bu konu Uzakdoğu  spor'ları var olduğundan bu yana sürekli gündemdedir.Budizm ile ruhsal ve  bedensel eğitimlerini alan Budist Kung-fu'cu rahiplerin,bir çok defa insanlar  üzerinde çözümlenmesi imkansız,ürkütücü ve inanılmaz güçleri olduklarını  göstermişlerdir.Doğa üstü veya insan üstü diye tanımlanan bu güçler,gerçekte  rahiplerin,Kuranı kerimde'de belirtilen Cin'lerle irtibatta bulunmaları sonucu  onlardan faydalanmalarıdır
Müslüman ve kafir diye genelde iki guruba  ayrılan,apayrı bir alemde yaşayan ve insanlardan üstün olarak olağan dışı  güçlere sahip olan,zaman ve mekan mefhumu olmayısan cin'lerin kabileler halinde  yaşadıkları bilinmektedir.Gizli ilim diye adlandırılan çeşitli yöntemlerle  insanlar bu varlıklarla irtibat kurdukları gibi,cin'lerde kendi hakimiyetleri  altına alabilecekleri vasıftaki insanlarla değişik ve ürkütücü yöntemlerle  irtibatı kurabilmektedirler.
Cin alemi insanlarla kurdukları irtibatı  büyük oranda kendi nefsi isteklerini tatmin amacı ve dağa bir çok bilmediğimiz  nedenlerden dolayı yapmaktadırlar.İnsanların bazı isteklerini karşılarken  bunlar,geçmişten haber verme,gele çekle ilgili tahminlerde bulunma,uzak yerlerde  gelişen hadiseleri anında aktarma,çeşitli ağır işleri yapma,insanlara olanaksız  gözüken davranışları gerçekleştirme vb. gibi bir çok hadiseyi insanın  hakimiyetine sunarken bunların karşılığın dada bilemediğimiz bir çok ürkütücü  isteklerini gerçekleştirmektedirler.
Cin'ler Müslümanlarla irtibat  kurdukları gibi tüm Din mensuplarıyla irtibata geçme yetenekleri vardır.Budist  rahiplerin bir çoğu bize göre bu gizemli alemin varlıklarına ulaşmanın yolunu  bulmuş ve onların bu meziyetlerinden yararlanarak,özellikle Kung-fu'da olağan  üstü diye nitelendirdiğimiz bir çok hadiseyi gerçekleştirmişlerdir. 
Çok  yüksek mesafelere zıplama,uzaktaki bir nesneyi bakışlarınla parçalama,belli bir  müddet havada asılı kalabilme,öldürücü vuruşlar yapabilme vb. gibi çoğunu  filmlerde görebileceğimiz hadiselerle görsel anlamdaki kung-fu tekniklerini  birleştiren rahipler insanlar üzerinde oldukça etki yapmışlardır. 
Tüm  gelişmeler Çin idari yönetimini manastırlardaki çalışmalara destek olmasını  neden oluyor ve manastırlara çok özel yekiler ve ayrıcalıklar veriyordu.  
Bodhidharma artık Çin’de çok özel bir yeri ve kariyeri olan bir  isimdir.Hint Kenposu ve Çin Kung-fu’sunun tüm normlarını birleştirdikten sonra  bir çok yenilikler ide bu sistemle harmanlayıp shaolın Kung-fu sunun temellerini  iyice disipline eden Bodhidharma,tüm bu çalışmalarında özenle uyguladığı diğer  bir konu ise Zen ve Budizm’in tüm felsefi normlarını bu yeni sistemin içerisine  monte etmesidir.Budizm’in tüm dinsel anane ve motiflerinin(selamlama,kata ve  TAO’lardaki normlar,çeşitli duruş ve gardlardaki özel işaretler vb.) eklenmesi  ile bu yeni sistem manastırdaki öğrencilerin dinsel bir öğretisi haline  gelmiştir. Manastırlara kabul edilen keşiş adayları çok zorlu sınavlardan  geçirildikleri gibi,dinsel öğretileri çabuk anlayabilecek zekaya sahip olanlar  tekrar ayrılıyor,bu gençler tekrar teste tabi tutuluyor,zeki ve kabiliyetli  olanlar ancak Bodhidharmanın öğrenciliğine kabul ediliyordu. 
ZEN  & BUDİZM'İN KUNG-FU ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Yine önemli bir noktada Zen  ve Budizm'in kung-fu sistemindeki doğal bir biçimde oluşan etkileridir.Zen  mezhebinin kurucularından olduğu iddia edilen ve Budizm'inde ileri derecede bir  rahibi olan Bodhidharma uzmanlaştığı bu iki felsefeyi sistemleştirdiği Kung-fu  sitilinin içerisine olabildiğince yaymış ve sistemin temellerini bu iki felsefe  üzerine inşaa etmiştir. 
Bodhidharma'nın ölümünden sonra yerini en yakın  talebesi LAU-TSEU almaktadır.Zen felsefesinin yüksek makamlarında bulunan  Lau-tseu hocası gibi Budizm'i ve Zen'i birlikte yaşamasını becerebilen bir  ustadır.Kung-fu tarihlerinde bu iki kişi Bodhidharma ve Lau tseu,sistemli ilk  Kung-fu çalışmalarını başlatan ve devam ettiren isimler olarak  geçmişlerdir.Yukarı dada bahsi geçtiği gibi Kung-fu sisteminin ilk temelleri  atıldığı andan itibaren Budizm ve Zen prensipleri bu sistemin içerisine  yerleşmiş ve bu etkisini günümüzde dahi halen göstermektedir.Günümüz Do  spor'ları antrenmanlarında seronomiden selamlamayısa,giyim kuşamdan çalışma  sistemine,kata veya TAO diye adlandırılan çalışmalara kadar görülen Budist ve  Zen motif ve sembolleri bu etkilenmeye birer örnektir. 
Sitemizin Budizm  ve zen adlı bölümünde Buda'yı tanıtırken onun felsefesinde son noktayı  aydınlanmanın oluşturduğunu belirtmiştik.Budist rahiplerin aydınlanmayısa  ulaşmaları için dini öğretilerinin yanında günlük uğraşlarla da  ilgilenirlerdi.Bunlar Bahçe işleri,ev işleri,flüt çalma,resim yapma ve cha-no-yu  denilen çay törenlerinin yanında,Buda'nın kutsal incir ağacı diye inanılan  Bodhi'nin etrafında bir hafta süreyle yürüdüğü var sayılarak,Budist müritlere  yürüme ve spor yapmaları tavsiye edilirdi. 
Yine rahiplerin kılıçla  savaşım (KENDO) okçuluk ve özellikle Kung-fu'nun çalışma disiplininde bulunan  kültür fizik hareketleri yapmaları istenir bunlarla aydınlanmayısa dağa kolay  ulaşılacağı inanılırdı.Tüm bunların neticesi Kung-fu çalışan tüm usta ve  spor'cular bu çalışmaları felsefelerinin bir emri olarak uygularlardı.  
Böylece Budizm inanırları, Budist olmayısan insanlarında bu spor'u  çalıştıklarında bilerek veya bilmeyerek Budizm'in ve Zen'in tüm prensiplerini  yerine getireceklerini ummuşlardır.Bu kanı ise günümüzde bir hayli  gerçekleşmiştir. Budist'lerin kendi ideolojilerini bu türlü yollarla diğer din  mensubu insanlara ve milletlere uygulatmayısa çalışmaları,hadiselere tarafsız ve  objektif bir gözle baktığımızda gayet doğaldır. 
Her millet veya din yeni  bir kültür geliştirirken,kendine özgü yöresel veya dinsel temalarını o kültür  üzerine yoğunlaştırıp kültür'ün tamamen kendilerine ait olduğunu ispat yönüne  gitmişlerdir.Bu tip kendini göstermeler kültürlerin içerisinde her dalda olmuş  bazen mimaride bezen müzikte yada geleneksel kıyafetlerde kendini gösterdiği  gibi spor’da da yoğun bir şekilde yer almıştır. 
Bodhidharma tüm  gelişmeler yaşanırken değişik fikir ve görüşlerde değer veriyor,kendi sistemine  halkın uyguladığı ilkel d-sayılabilecek dövüş tekniklerinden eklemeler yaptığı  gibi savaş sanatlarını çok iyi bilen Çin ordusunun komutanları ve ünlü isimleri  ile askerlerle de özel çalışmalar yapıyor ve sistemini geniş bir yelpaze üzerine  monte ediyordu. 
MS.450 yıllarda bu gelişmeler yaşanırken aynı yıllarda  Türk’ler Çin üzerinde hakimiyet kurmayısa başlamışlardır.Türk’lerin müthiş savaş  kabiliyetleri ve kazandıkları zaferler tüm Çin’e yayılmış ve sınırlarını bir bir  Türk’lere terk etmeye başlamışlardır.Bodhidharmanın sınır tanımaz öğrenme  tutkusu,Türklerin ünlü savaş sanatı tekniklerine kadar uzandığı ve bu teknikleri  çalışıp kendi sistemine eklediği tahmin edilmektedir. 
Bu konu ile ilgili  geniş açıklama alt sayfalarda Türk’lerin Kung-fu tarihinde etkisi adlı bölümde  bulunmaktadır. 
BODHİDHARMA ve SONRASI
Bodhidharma artık  Çin’de gerek Budizm,Zen gerekse Kung-fu hakkında otorite sahibi olmuş hatta Zen  ve Kung-fu’nun kurucusu olarak bir çok tarihçi tarafından tarih kitaplarına  gececiktir. Onu destekleyip sevenler olduğu kadar fikirlerine ve felsefesine  karşı olanlarda çoktur,bu nedenle yaşamının son dönemleri hakkında bilgiler  oldukça çelişkilidir. 
Bazı kaynaklar onun düşmanları tarafından  zehirlendiğini öne sürerken bazıları Hindistan’a geri döndüğünü hatta ömrünün  son yıllarını Japonya’da geçirdiğini belirtmişlerdir. 
Tarihçilerin  çoğunluğunun birleştiği en ilginç nokta ise öldüğünde tam 150 yaşında  olmasıdır.Bazı tarihçiler Bodhidharmanın ölüm tarihini m.s.479 olduğunu iddia  etmişlerdir. 
Bodhidharma’nın ölümünden sonra yerini sırayla ve kıdem  farkı ile yetiştirdiği talebeleri almıştır.Özellikle Zen felsefesinde isim  yapmış olan HUİ-KO ilk varisi olmuş ve sırasıyla SEN-TS’AN,TAO-HSİN ve  HUNG-JAN-DO zen öğretilerini aynı ciddiyetle devam ettirmişlerdir.Ancak bu  isimlerin Kung-fu sisteminde ne kadar etkili oldukları hakkında kesin bilgiler  mevcut değildir. 
Bu tarihten sonra artık Zen ve Kung-fu Bodhidharma İle  birlikte anılacak ve onun ismi bu sistemleri çalışanlar tarafından kutsal olarak  bilinecektir.Bu kutsaliyet o kadar ileri boyutlara ulaşmıştır ki onu Buda olarak  tanıyanlar veya Buda’nın yerine koyanlar dahi olmuştur. 
Bodhidharma ismi  Kung-fu’da bir mihenk taşıdır.Ancak özellikle ülkemizde hiçbir ciddi araştırma  yapmadan derleme yazılarla Kung-fu tarihi yazmayısa çalışanlar Bodhidharma’yı Buda  ile karıştırıp Budizm’in onunla başladığını iddia edecek kadar maalesef bu  konuda cehaletlerini ortaya koymuşlardır.Yine bir çok arkadaşımız M.Ö.551 de  yaşayan ünlü düşünür ve filozof KONFÜÇYÜZ ile M.S.450 de yaşayan Bodhidharma’yı  onun talebesi olarak yazmaları Kung-fu adına maalesef kara bir mizahtır.Bu ve  bunun gibi bir çok hayal mahsulü bilgilerin çeşitli spor dergilerinde Kung-fu  tarihi olarak ele alınması bizim ileride kitaba dönüşecek bu bilgileri  toplamamıza en önemli etken olmuştur. 
Hint asıllı olan Bodhidharma’nın  ilk temelli Kung-fu sistemini ortaya çıkardığı kabul edildiğine göre şu salt  gerçekte ortaya çıkmaktadır.Çinlilerin iddia ettiği gibi kung-fu salt bir Çin  sporu değildir,çünkü bu sistemi disipline eden bir Hintlidir ve gelişim  sürecinde bir çok etkenden yararlandığı gibi o tarihlerde Çin topraklarının  büyük bir çoğunluğunda etkisi olan Türk’lerden ve Türk savaşçıların  tekniklerinden de yararlanmıştır.Bu sonuca göre Çin Kung-fu’sun un tarihi  gelişimine Hint ve Türk’lerin ortak olması kaçınılmaz bir gerçek olmaktadır.Bu  konu tüm tarihçiler tarafından reddedilmeyecek bir gerçek olarak kabul  görmelidir. 
MANASTIRLARIN BASILMASI ve DAĞILMASI  
Bodhidharma’nın ölümünden sonra onun disipline ettiği çalışmalar çok  uzun süre aynı şekilde devam etmiştir.Sınırları çizilen bu sisteme yeni  eklemeler yapılıp yapılamayısacağı da bu sistemin önderleri arasında devamlı bir  tartışma konusu oldu. 
Ancak Bodhidharma’nın öğretilerinden en önemlisi  yeniliklere açık olma felsefesi olduğundan bu tartışmalar kısa sürdü ve bir çok  yeni ve rahiplere özel teknikler shaolın kung-fusuna eklendi.Bu davranış biçimi  zamanla bir gelenek halini aldı ve her usta rahip kendi adını veya tekniklerini  taşıyan isimleri sistemin içerisine katmayısa başladı.Bugün Kung-fu da oluşan  yüzlerce stil ve sitemin çokluğu bu geleneğe aittir.Hatta shaolın Kung-fu sunun  sistemli tam 366 tane değişik stili olduğu söylenir. 
Tarihler M.S.500  yılları gösterirken Çin topraklarını idare eden krallıklar ve imparatorluklar  özerk kabileler ve halk üzerinde etkilerini iyice kaybettiler.Bunun en önemli  sebebi ise Türk’lerdi,Türk’lerin sürekli sınır baskınları ve saldırıları ile  savaşmak zorunda kalan Çin imparatorluğu bu savaşlardan yorgun ve ekonomik  açıdan zayıflamış olarak çıkıyordu.ülkede fakirlik hızla yayılırken ağır  vergiler insanları bunaltıyor,hırsızlık ve soygun çeteleri gün geç tikçe  artıyordu. 
İmparatorluğa muhalif sülaleler sürekli iç savaş tehdidinde  bulunuyor ve kendilerine tavizler ve haklar istiyorlardı. 
İnsanın insana  güveni ve saygısı kalmadığı bu dönemde tek ayakta kalan kurum Budizm öğretisi  veren manastırlardı.Kendi halindeki namuslu Çinli halk ve çiftçiler paralarını  ve kıymetli eşyalarını güvence altına almak için bu manastırlara emanet ediyor  bunun karşılığın dada hükümetten desteği kesilen manastırlara giyecek ,yiyecek  vb. eşyalarla bağışta bulunuyorlardı. 
Artık manastırlar günümüzdeki gibi  birer banka görevini üstlenmişti.Kung-fu çalışmalarının başlangıç noktasını  oluşturan ve en üst seviyede çalışılan honan şehrindeki birinci shaolın  manastırı diğer tüm manastırların en büyüğü ve en ünlüsü idi.Bu yüzden Honan  bölgesi ve oradaki tüm köy ve kasabalar kıymetli eşyalarını bu manastıra emanet  ederek güvence altına almayısa çalışıyorlardı.zamanla para ve kıymetli eşyalarla  dolup taşan manastır bu yönü ile de ünlenmişti.artık manastırlar kutsallığının  yanında eşkıya ve soygun çetelerin inde gözdesi ve hedefi haline gelmişti.  
Ülkedeki tüm iç karışıklıklar dan uzak duran manastırlar günlerini  ibadet ve Bodhidharma’nın temelini kurduğu sistemi Çalışmak ve geliştirmekle  geçiriyorlardı. O dönemde manastırların başında HUİ-KO adlı rahip  vardı.kendilerine emanet edilen değerli eşyaların tehlikeye düşmememsi için  manastırları adeta birer kale haline çeviren ve kung-fu çalışmalarına silahlı  bölümler ekleyerek geliştiren hui-ko manastırların bu kıymetli emanetler  yüzünden her an tehlikede olduğunu gayet iyi biliyordu. 
Artık ülke  topraklarında krallık iddia eden sülaleler ordular meydana getiriyor ve  kendilerinin olduğunu iddia ettikleri toprakları istila edip bağımsızlıklarını  ilan ediyorlardı.Bu başıbozuk ve kargaşalı dönem üçyüzyıl kadar gibi çok uzun  müddet devam etti.zaman zaman manastırlar saldırıya uğruyor ancak halkın yardımı  ile bu saldırılar bertaraf ediliyordu. 
tarih sayfaları M.S.845 şi  gösterirken Taocu imparator WU-TSUNG zamanında manastırlar ve Budistler üzerinde  baskı kurmayısa başlar.bu baskılar zamanla saldırıya dönüşür bir çok manastır  basılarak rahipler buradan çıkarılır veya cezalandırılır.Bu kargaşalıktan  istifade den ve krallık iddiasında bulunan MACHU sülalesi iç savaş çıkartarak  Çin topraklarının bir kısmını istila eder.Artık sahaolın manastırı içinde  beklenen gün gelmiş ve önce birinci shaolın daha sonra ikinci sahaolın korkunç  ve acımasız saldırıya uğrarlar.Gözlerini para ve mücevher hırsı bürümüş askerler  her türlü talan,yağma ve caniliği yapmayısa hazırlardır.Manastırları ve değerli  eşyaları korumayısa çalışan rahip ve ölümü göze alarak manastırları korumayısa çalış  salarda kendilerince sayıca çok üstün ve savaş donanımlı olan askerlerin  karşısında fazla tutunamazlar.Rahiplerin hemen hepsi ölür veya sakat  kalır.efsaneye göre bu saldırıdan sadece beş rahip canını kurtarır ve bu beş  rahipte manastırın en ünlü kung-fu ustalarıdır. 
Tüm bu hadiselerden  sonra Budizm ve öğretileri yasaklanmış ve çok ağır cezalar getirilmiştir.Ülkede  Budizm’e karşı müthiş baskılar başlamıştı.Bu Ta ocu hareket karşısında olanlar  ise acımasız şekilde cezalandırılıyordu.Yine çeşitli kaynaklara göre Shaolın  baskından kurtulan beş rahip gizlice ülkenin çeşitli bölgelerine dağılarak gerek  Budizm’i gerekse shaolın kung-fu’sunu gizlice halka öğretmeye başlarlar.  
SHAOLIN KUNG-FUSUNUN HALKLA TANIŞMASI
Budizm’e karşı büyük  düşmanlığı olan Tao’cu imparator wu-tsung ölümsüzlüğe ulaşmak için içtiği bir  iksir sonucu ölünce,Budizm’in üzerindeki baskılarda bir nebze azaldı.Bu sayede  kung-fu’da serbestçe öğretilmeye başlandı.Manastırların dışında eski  geleneklerden gelen halkın kendine özgün çeşitli dövüş tekniklerini  çalıştıklarını daha önce belirtmiştik.Manastırların dağılması sonucu artık  manastırların o gizemli sanatı da halkın arasına inivermiş,bir zamanlar  rahiplerden başka hiç kimseye öğretilmesi yasak olan Kung-fu  sistemi,manastırların özerk gücünden mahrum olan rahipler tarafından halka  öğretilmeye başlanmıştı. 
Kimi rahipler bu sanatın devamı ve yok olmaması  için öğretirken kimileri Budizm’in devamı olarak gördükleri Kung-fu’yu halk  arasına yaymak,kimileride para karşılığı maddi çıkar uğruna öğretiyorlardı.  
Yüzyıllar boyu halktan sır gibi saklanan bu sanatın ortaya çıkmasına  yerli halk olağan üstü ilgi göstermişti.Budizm’in üzerindeki Baskılarında  azalması kısa zamanda bir çok kung-fu okulu açılmasına sebep olmuş,bu okullar  sayesinde hem Budizm hem de kung-fu isteyenlere rahatça öğretilir  olmuştu.Ülkenin bir çok yerinde süratle yeni okullar açılırken,her usta kendine  ait stiller geliştiriyor ve bu okullara kendi stil ve isimlerini veriyordu.Bu  gelişmeler okullar arasında rekabete ve üstünlük kurma şekline dönüşüyordu.Ancak  her ustanın ve okulun ortak paylaştığı bir nokta vardı,oda bu sistemin Çinli  olmayısanlara asla öğretilmemesi idi. 
KUNG-FUNUN STİL VE SİSTEMELERE  AYRILMASI
Shaolın Kung-fusunu artık özgürce tanıyan ve öğrenen yerli  halk her ne kadar bu sisteme ilgi gösterse de,yıllarca bu stili kendilerinden  saklayıp uzak tutan rahiplere karşı sıcak bakmayısan ve geleneksel dövüş  sanatlarından vazgeçmeyenlerde az değildi.Böylece bir anda Shaolın’den doğan  Kung-fu sistemlerine karşı geleneksel halk kung-fu’su rekabeti ortaya çıktı.  
Halk Kung-fu’su diye adlandırılan sanatında kendi içerisinde ustaların  farklı görüşleri ve değişik sebepler nedeni ile çeşitli bölümlere ayrıldı.Güney  ve kuzey stilleri adı altında iki ana temel sisteme ayrılan halk kung-fu’sunda  Güney stilleri 580 yılında ÇA-OLUR-VEİ-HİYA ve LEANG devletlerini kuran o dönem  Türklerin etkisi altında geliştiği bilinmektedir. 
Böylelikle Çin’de  hızla yayılan Kung-fu’yu birçok usta ve rahip kendi ismi ile adeta tekeline alıp  sahiplenmeye başlamıştır.Bu stil ve sistemlerin bir çoğu zamanla varlığını ve  etkinliğini kaybetse de bazıları yaşamını devam ettirmiş bazıları çok popüler  olmuş hatta günümüze kadar dahi gelen pek çok stil ve sistem ortaya çıkmıştır.  
Bunlara en çarpıcı örnek WİNG-TSUN sistemidir.Efsaneye göre NG.MVİ adlı  rahip Çin sınırındaki SZAHWAN kasabası yakınlarındaki bir dağı kendine mekan  seçerek,shaolın’i basan hainlerden öç almak için yeni bir dövüş metodu  geliştirir.Shaolın Kung-fu’sunun en üstün ve en zayıf noktalarını çok detaylı  bir şekilde analiz ederek yeni sisteminin içinde uygular.Geliştirdiği bu yeni  stilin tüm ayrıntılarını WİNG-TSUN adında bir kıza öğretir.zaman içerisndede bu  stilin adı WİNG-TSUN olarak kalır. Dağa sonraları bu stil Shaolın Kung-fusuna  bir başkaldırış olarak ta değerlendirilir. 
Çok kısa zaman içerisinde  hızla yüzlerce değişik isim,stil,sistem ve kola ayrılan Çin Kung-fu’su pek çok  değişik isim ve mana ile de anılmayısa başlanacak ve artık Çin topraklarından tüm  Dünya’ya yayılmanın önü açılmış olacaktır. 
KUNG-FUNUN ÇİNDEN ÇIKIŞI VE  YENİ SİSTEMLERE ÖNÇÜLÜK ETMESİ
Ticaret ile uğraşan Çinli Kung-fu  tüccarlar gerek karayolu ile gerekse gemiler ile başka ülkelere yaptıkları  seyahatlerde,Çin’lilerden başka bir millete öğretilmesi yasak olan Kung-fu’yu  çeşitli sebeplerden dolayı merak edenlere öğretmeye başlarlar.Japon karate  tarihinin yazılı dokümanlarında ilk defa 1377 yılında Çin Kung-fu’sunun adı  geçmekte ve OKİNAWA’ya gelen Çinli tüccarlar ve gemicilerin sayesinde bu  sistemin adada çalışılmayısa başlandığını yazmaktadırlar.Ancak okinawa’lılarında  çok eskilere dayanan geleneksel bir karate sistemininde olduğu  belirtilmiştir.Sitemli ve gizemli buldukları bu yeni sisteme ilgi gösteren yerli  halk ve aristokrat’lar 15 yüzyılda kral SHO SHİN’in adada her türlü silahları  yasaklaması ile gerek geleneksel karate gerekse Çin Kung-fusuna ilgilerini  oldukça arttırmışlardır.Bu iki sistemin birbiri ile karışımı sonucu bugünkü  modern karate’nin temelleri atılmıştır. 
Kore’nin tarih derinliklerinden  gelen ve askeri çalışma ve savaşma sistemi olan HWARANG-DO ilede Kung-fu  yukarıdaki sebeplerin benzerleri nedeni ile birleşerek günümüz modern  TAEKWON-DO’sunun temelleri atılmıştır. 
Bunlar gibi Tayland ve bir çok  Uzakdoğu topraklarında Çin Kung-fu’su yeni stil ve sistemlerin doğuşuna öncülük  etmiş o stillerin kendi gelenek ve görenekleriyle bütünleşerek yeni sistemlerin  doğmasına öncülük etmiştir.Çinli tarihçiler Dünya üzerindeki tüm dövüş  sanatlarının Kung-fu’dan doğduğunu iddia etseler de bu bu iddia gerçek  dışıdır.Ancak Uzakdoğu ülkelerinde gelişen tüm sistemlere Kung-fu’nun etki  yaptığı da bir realitedir. 
Hindistan da WAŞRA-MUŞTİ,Endenozya’da  PEJAK-SILAT ,Tayland’da TAHAİ BOKS ve MUHAİ-TAİ,Japonya’da AİKİDO ve diğer  vuruşlu karate sistemleri ve günümüzde Amerika ve Avrupa’nın modern dövüş  sistemleri FULL CONTACK,KICK BOKS temelde Çin Kung-fu’sunun izlerini  taşımaktadır. 
KUNG-FUNUN YENİDEN MODERNİZE EDİLMESİ. 
Çin’de  hızla çoğalmayısa devam eden değişik stil ve sitemler orijinal Shaolın  Kung-fu’sunun özelliğini ve geleneğini kaybetme tehlike sinide beraber gündeme  getirmişti. Bu kadar çok ve farklı sistemin ortaya çıkışı ve zaman zaman kavgaya  dönüşen stil ve ustalık tartışmaları,dönemin usta Budist ve Kung-fu rahiplerini  bir araya getirmiş ve shaolın kung-fu’sunun tekrar eski işlevine kazandırılması  için ortak çalışma kararı aldırmıştı. 
Yeni yapılan manastırlarda tekrar  ders olarak Kung-fu çalışmalarına yer verilmiş ve eski sistemin aynı şekli ile  yaşatılması,ve yeni gelişen tekniklerinde ilave edilerek manastırlara özgü bir  çalışma metodu olabilmesi için disiplinli çalışmalara başlanılmıştı. O dönemin  en ünlü manastırları olan KWANG-TUNG-HONAN,FU-KEİN,NGO-MEİ ve WUTANG okulları bu  işlev için merkez olarak kabul edilmiştir. 
Yeni gelişen tüm stiller ne  kadar shaolın’den bağımsız birer sistem olduklarını iddia etseler de shaolın  tekniklerinin tüm izleri bu sistemlerde varlığını ve egemenliğini hissetti  yordu.Güney Çin stili olan CHOY-LUT-FUT o dönemde en popüler olan shaolın  kökenli sistemdi.Zaman içerisinde LO-HAN diye isimlendirilen el teknikleri ile  ünlü en büyük 18 teknik oluşturulmuş bu teknikler daha sonraları Tibet  manastırlarında yoga teknikleri ile öğretilmeye devam edilmiştir. 
Bu  tarih diliminden sonra Kung-fu sistemi tüm Dünya’ya günümüze kadar gelecek süreç  içerisinde yayılımını ve popülerliğini devam ettirecektir. 
ÜNLÜ  SİTİLLER
Shaolın’den türeyen ve günümüzce de kabul edilen tam 280  stil olduğu bilinir. Bunların yanı sıra yüzlerce değişik ve özgür sistemde tarih  sayfalarında yerini almıştır. Aradan geçen zaman dilimleri bu sistemlerin çok  büyük bölümünü yok etmiş veya kendisinden üstün olan başka stillere dahil  etmiştir. Yinede yüzyıllara meydan okuyarak günümüze kadar gelebilen pek çok  stil mevcuttur. 
Kuzey Çin stili olarak bilinen PRAYİNG-MANTİS adı ile  ünlenen bu popüler sistemin ustaları WONG-LONG ve WONG-FE sistemin kurucuları  olarak tarih sahnesinde yerini almış ve bu stil günümüzde özellikle Amerika’da  çalışılmaktadır. 
Koyu bir Taoist olan CHENG-SALM-FUNG yumuşak bir stil  olarak bilinen TAİ-CHİ-CHUAN’ı geliştirmiş bu sistem 14 yüzyılda CHENG-YUAN ismi  ile anılsa da günümüzde Çin’de ve tüm Dünya’da büyük kitleler tarafından  çalışılmaktadır. Bu sistemin egzersizleri özellikle solunum yolları ve kaslar  üzerinde etkili olduğu için Çin’de yediden yetmişe sokaklarda sabah jimnastiği  olarak çalışılır. 
TAİ-CHİ-CHUAN sisteminin en büyük ustaları olarak  bilinen PAİNG-FENG ve Lİ-CHENG isimleridir.170 toplam stilden oluşan bu sistem  shaolın stilleri arsında en fazla popüler olanıdır. 
Manastırlarda  shaolın sistemini koruma altına alınan ve temel yapılandırılmalarında taviz  verilmeden çalışılmasını sağlayan iki büyük usta HUNG-HISU-CHUAN ve YANG-TSE tam  onbeş yıl süre içerisinde shaolın tekniklerini beş ana stil içerisini  toplamışlardır. Sonraki yıllarda bu beş stil birbirinden koparak  HUN-GAR,LIU-GAR,NOY-GAR,LI-GAR ve MO-GAR isimleri ile çalışılmayısa devam ede  gelmiştir. Yine popüler olan birkaç stili de şu şekilde sıralayabiliriz.  
- Shaolin Kung-fu 
- Wing Chun kung-fu
- Tai Chi Chuan (çin yogası  olarak da bilinir) 
- Praying Mantis Kung-fu
- Haing I Kung-fu
- Pa Kua  Chuan Kung-fu
- Wu Tank Pai
- Hun Gar Kung-fu
- Choy-Li Fut
- Pak  Mei Kung-fu
-Sil Lüm Kung-fu
-White Crane Kung-fu
ÇİN  HÜKEMETLERİNİN KUNG-FUYU WU SHU ADI ALTINDA TOPLAMA ÇALIŞMALARI.  
Yukarıda bahsettiğimiz bir çok tarihsel gelişim,etki ve sebebe  dayanan gelişmeler yakın zamana geldiğimizde Çin hükümetleri tarafından alınan  bir dizi kararlar neticesinde Kung-fu sporunu bir çatı altına toplama  çalışmaları başlatılmıştır. Bu sebeple 1900 yıllarda BOXER örgütü Kung-fu’yu bir  savunma sanatı olarak ele almış ve Çinililerin ulusal savaş sanatları olarak  kabul etmiştir. Sonraki yıllarda Çin halk cumhuriyeti devletleri bu konu  üzerinde ciddiyetle durmuş 1928 yılında devlet desteğinde ilk wu shu enstitüsünü  Çin’in BAİJİNG bölgesinde kurulmuş bu enstitü’yü çeşitli yerel ve bölgesel  şubeler takip etmiştir.İlk kurulan enstitü günümüzde Wu shu uluslar arası  değişim akademisi olarak çalışmalarına devam etmektedir. 1949 yılında aletli  jimnastik,akrobasi ve geleneksel Çin tiyatrosu normlarını birleştirerek WU SHU  adı altında tüm stil ve sistemleri toplama çalışmalarına başlamıştır.  
1956 yılında Pekin’de kurulan Çin Wu shu birliği tüm bu çalışmaları  uluslar arası bir metod olarak kabul etmiş ve bu yönde faaliyetler göstermiştir.  Zamanla bir çok Dünya devletlerine yayılan bu çalışmalar bir çok ülkede akademik  düzeyde ele alınmış pek çok üniversitede kürsüleri kurulmuş ve ders olarak  okutulmayısa başlanmıştır. Bunu ilk gerçekleştiren isimse San Fransisco’lu GEORGE  LONG isimli bir profesördür. Yine Calıfornıya’nın BERKELEY üniversitesinde 5  ünitelik felsefe kursu niteliğinde olan WHİTE-CRANE yani turna kuşu stili,ders  olarak kabul görmüştür. 
Dünya’nın pek çok ülkesinde çalışılan bu sistemi  kontrol altına alabilmek için Çin hükümeti 1975 yılında Dünya Wu shu federasyonu  IWF’ yi kurmuştur. 
Dağa sonraları 1977 yılında Fransa’da toplanan ıwf  antrenörlük ve doçentlik sınavları yapmış ve alınan kararla Avrupa wu shu  federasyonu EWF’nin kurulma çalışmaları başlamıştır. 
EN GENİŞ KAPSAMLI  TARİHÇE
Bu yazı dizisinde Kung-fu’nun yakın tarihinden çok ilk  sistemleştiği zaman dilimini ele aldık. Bunun nedeni ise yazımızın başında  belirttiğimiz gibi bu tarih diliminde gelişen olayların çok farklı şekil ve  görüşler ışığında yorumlanmasıdır. 
Son yüzyılda ise Kung-fu adına  gelişen pek çok hadise ve olay vardır,bunları da Wu shu adı altında toparlamak  daha doğrudur. Bu yakın tarihteki gelişmeler ayrı bir eser olacak niteliktedir.  Çin hükümetlerinin desteği ile kurulan Wu shu birliğine karşı olan ve alternatif  iddialar ve yorumları gündeme getiren yüzlerce usta ve eser vardır. Sanırım bu  tartışmalar sonsuza kadarda sürüp gidecektir. 
Geleneksel halk Kung-fu’su  ,manastır Kung-fu’su ve devletin resmileştirdiği Wu shu,bunların yanın dada  yüzlerce özel stil ve sistemler bize göre Kung-fu sisteminin ne kadar zengin bir  temel ve yelpazeye yayıldığını kanıtlar. Bu zenginlik ve yenilikler sürekli  devam edecek,belki yüzlerce yeni stil ve sistem Kung-fu adı altında kendine yer  ve isim edinmeye çalışacaktır.Bu konuya en çarpıcı örnek 1970 lerde Çin  kung-fu’suna ve beyazperdeye yeni bir heyecan getiren efsane isim BRUCE  Lee’dir.Kung-fu’daki ustalığının yanında olağan üstü rol yeteneği ile sinema ve  dövüş sporlarına çok farklı bir bakış acısı getirmiştir Bruce. Kalıpsal ve  geleneksel tüm sistemlere karşı çıkarak yeni ve özgür bir sistem olarak  tanımladığı JEET KUNE DO’yu geliştirmiş ve tüm Dünya’ya sevdirmiştir. Geleneksel  Çin Kung-fu’sunu savunan yüzlerce usta ve birliğin karşı gelmesine rağmen o  gerek stilini gerekse ismini adeta ölümsüzleştirmiştir. 
Bu yazı  dizisinin Kung-fu tarihini tam anlamı ile anlatabildiğini iddia edemediğim gibi  gerçek Kung-fu tarihine en yakın olgu ve bilgilerle kaleme alındığını  belirtebilirim.Ülkemizde beklide Kung-fu adına yazılmış en geniş kapsamlı bir  tarihçe olduğun sandığım bu eserimi tüm Kung-fu çalışanlarına armağan ediyorum.  
Konumuzun bu noktasına geldiğimizde benimle birlikte belki bir çok Türk  Do spor’ları tarihi ile ilgilenen arkadaşlarımın üzerinde durduğu çok önemli bir  noktaya temas etmek istiyorum. Türk’lerin Uzakdoğu sporlarındaki etkisi.Bu konu  ile ilgili yıllardan bu yana her çalışmamda kamuoyu oluşturmayısa ve Türk Do sporu  yapanları bilgilendirmeye çalıştım.Şahsen Türk’lerin Do spor tarihinde özellikle  Çin Kung-fu’su üzerinde önemli derecede etkileri olduğuna tarihsel gerçeklerle  inanan bir kişiyim.Türk’lerin Çin Kung-fu’sundaki etkilerini geniş bir açıklama  ile sizlere aktarmak istiyorum.Bu konu dada lütfen sizlerin aşağıdaki bilgiler  dahilinde kamuoyu oluşturmanızı ve her ortamda bu konuyu ve iddiaları gündeme  getirmenizi önemle Türk sporu adına rica ediyorum. 
TÜRK'LERİN  KUNG-FU ve TÜM DO STİLLERİ TARİHİNDEKİ ETKİSİ 
Tüm Kung-fu ve Çin  tarihçileri eserlerinde Kung-fu spor'u sayesinde,Çinlilerin efsanevi yenilmez  savaşçılara ve ordulara sahip olup,bu orduları da Budizm'in olağan üstü  güçleriyle donatarak,yenilmez kahramanlar ve ordularının savaş ve mücadelelerini  anlatırlar.Yakın zamanda ülkemizde hayli popüler olan Çin dövüş filmlerinde'de  hep bu konular işlenmiş senaryolar Çinli efsanevi dövüşçüler ve askerler üzerine  yazılmış,bu dövüş ustalarının kalabalık rakiplerle, bire on gibi,tek başlarına  mücadele ederek Çinli savaşçıların yenilmez gücü sergilenmiştir.Çinlilere göre  bu üstün savaş gücü onların yakın dövüşü çok iyi bilmelerinden ve doğal  silahları çok iyi kullanmalarından kaynaklanmaktadır.O dönemdeki savaşların  ilkel silahlarla ve göğüs göğse yapılması,insan gücünü ön plana çıkardığından,bu  gücün kendilerinde fazlasıyla var olduğuna inanan Çinliler,bu iddialarını tüm  Kung-fu ile ilgili eserlere, romanlara, hikayelere ve günümüz teknolojisi ile  çevrilmiş filmlere olabildiğince işlemişlerdir.
Bu iddaların çok az  gerçeklik payı olsada aslında tek taraflı ve milliyetçi duygular içerisinde  iddia edilen ve gerçek tarih ile bir çok çelişkisi bulunan bir kültür  dayatmasından başka bir şey değildir.Aslında dikkatlerden kaçan en önemli husus  şudur.Bu tip gerçekte propaganda amaçlı hikaye,film ve romanlarda hiç bir zaman  Türk'ler ve onlarla olan mücadeleler ve özellikle savaşlar işlenmemiş tarihsel  bir gerçek olduğu halde asla gündeme getirilmemiştir.Halbuki tarihte uzun yıllar  sınır komşusu olan iki ülke sürekli çatışmalar,üstünlük sağlamayısa yönelik  saldırılar ve savaş'larla karşı karşıya gelmişlerdir.Bu savaş ve çatışmaların  çoğunda, Çin,Avrupalı ve Türk tarihçilerin belirttiği üzere Türk'ler galip  çıkmıştır.O dönemdeki savaşların insan gücüne dayalı olduğunu  belirtmiştik,kılıç,kama,mızrak ,kalkan,gürz, balyoz,zincir vb. silahlarla  mücadele eden savaşçılar bu savaş aletlerini kullanmayısı çok iyi bilmeleri  gerekirken çoğu zaman silahsız mücadele etme zorunluluğu olduğundan silahsız  yakın döğüşüde iyi bilmek durumundaydılar.
Bu iddialar ve gerçeklerden  sonra şu soruyu düşünmemiz gerekir.Silahlı ve özelliklede silahsız yakın dövüş  mücadelelerinin kendi topraklarında doğduğunu ve geliştiğini böylelikle yenilmez  ordular ve savaşçıları olduğunu iddia eden Çinliler Türk'lerle yaptıkları sınır  çatışmaları ve savaşlardan neden çoğunlukla mağlup çıkmışlardır.Türk Çin  savaşlarının en yoğun olduğu dönem ise savaş sanatlarının Çin topraklarında  zirveye çıktığı zaman dilimidir.Buna rağmen yenilmez ordular ve savaşçılar Türk  ordularının hatta kabilelerinin karşısında neden mağlup olmuşlardır.İşte bu  sorulara hiç bir Çinli Kung-fu tarihçisi cevap vermek istemez ve hiç bir Kung-fu  kaynağında Türk'lerle olan mücadeleler geçmez.Halbuki çok güçlü ve yenilmez  savaşçıların bu mücadelede yer alması gerekmeziydi veya yer aldılar da sürekli  gelen yenilgiler ve başarısızlıklar tarihten gizlen dimi. Bu bölümün başlığını  oluşturan Kung-fu'da Türk'lerin etkisi'ni dağa iyi anlayabilmemiz için Türk ve  Çin milletlerinin tarihsel yapılanmaları,iki ülke arsındaki ilişkiler,kültür  alış verişleri ve savaşları geçmişe kısa bir yolculuk yaparak incelememiz  gerekmektedir.Bu yüzden konumuzun bundan sonrasını Çin ve Türk milletlerinin  tarihsel gelişimlerini özetleyerek devam etmekte fayda görüyoruz.
ÇİN  TARİHİNDE TÜRKLERİN YERİ 
Çin tarihi en eski çağlar,eski Çin  devletleri ve cumhuriyet devri olmak üzere üç bölüme ayrılır.En eski  çağlar,M.Ö.1050 ve M.S.220 yıllarına dayanır.Bir çok tarihçi bu tarih  kesitlerinde Çin'in gelişme devrelerindeki Türk'lerin etkisinden  bahsetmişlerdir.Çin'in bu devrelerde şekilleşen kültürü ve çeşitli sanatlarınki  bunlardan sadece bir kaçı olan vazoculuk,çömlekçilik,çizgili seramik türleri vb.  sanatlarda mutlak surette başka medeniyetlerin etkisi olabileceği gibi özellikle  Türk’lerinde derin etkileri vardır.Günümüzde eski medeniyetlerin aynası olan bu  sanatların Orta Asya'nın taş devrine ait ilk insanlık sanatları olmasına rağmen,  bu kültürel gelişmeyi Çin kendi nüfus yoğunluğuyla kendine mal etmeye  çalışmıştır.
Çin arkeoloji tarihinde'de bir leke teşkil eden bu durumu  zamanın büyük alimleri MÖSYÖ VİGNİER,RENE GROUSSET ve ünlü alim UMERAHA  eserlerinde bahsederek tüm Dünya'yı bilgilendirmişlerdir.Bu durum kitabımızın  ilk bölümünde bahsettiğimiz gibi,Çinlilerin gelişen her kültürel faaliyeti  sahiplenmeye çalışmalarına iyi bir örnektir.Biz bu ve bunun gibi bir çok  tarihsel örnekler olan realitelere fazla girmeden Kung-fu spor'unun en popüler  olduğu dönemlerdeki Çin'in idari yapısını inceleyerek konumuza devam etmek  istiyoruz.
Çin'in ikinci tarihi olarak bilinen M.S.200 ler, Çin'de  krallık,derebeylik,mutlak diktatörlük ve imparatorluk devirleridir.M.Ö.249 kadar  ayakta kalmayısı başaran DOĞU, ÇOU devleti Çin'in manevi kültürünün en çok  geliştiği ve inceldiği bir devir olmuştur.KONFÜÇYÜZ veya diğer adı ile KUNG-DZI  ve LAOT-SE yada LAV-DZI ismiyle bilinen ünlü filozof ve düşünürler bu devirde  yetişmiştir. Sülaleleri’nde hakim olduğu bu devirlerde yedi feodal beylikten en  kuvvetlisi olan T-SİN beyliği diğer beylikleri yenerek,ilk defa Çin birliğini  kurmayısı başarmıştır.Çin ismi de efsaneye göre bu T-SİN kelimesinden meydana  gelmiştir,ayrıca T-sin zaman içerisinde dinsel bir görüş olmuştur.M.Ö.206 dan  M.S.220 yılları arasındaki dört yüz yıllık han sülalesi egemenliği zamanı  sürekli Türk akınlarına ve savaşlarına rağmen Çin tarihinin altın devri  yaşamıştır,Çünkü devlet GENTRY yani aydın memurların idare ettiği bir yönetim  altındadır.M.S.220 de HAN sülalesinin yıkılmasından sonra 618 de T-ANG  sülalesinin kurulmasına kadar geçen zaman birimi,denilebilir ki Çin'de Türk  kavimlerinin egemenliği devridir.Bu tarihler ise Kung-fu ve savaş sanatlarının  en popüler olduğu ve gelişimini en üst düzeye çıkardığı dönemdir.  
KUNG-FU KUZEY STİLİ & TÜRK'LER 
ÇA-OLUR,VEİ-HİYA ve LEANG  devletler ide kuzey Çin'de Türk asıllı kimseler tarafından kurulmuş olan Çin  devletleri olduğu da tarihi bir gerçektir.Üç sülale devri denilen bu devirde,  sülaleler birbirleri ile daima boğuşurken,Hun'lularda yeniden kuvvetlenmiş ve  Çin'in kuzey bölgelerini ele geçirmişlerdir.Çin böylece biri kuzey'de yabancı  öteki güneyde yerli olmak üzere iki kültür bölgesine ayrılmıştır.Bu ayrılış  Kung-fu stillerin in’de kuzey ve güney adıyla ikiye ayrılmasına sebep teşkil  etmiştir.580 yılına kadar süren bu ayrılış sonucunda birbirinden farklı iki  kültür meydana gelmiştir.Güneyde eski Çin gelenekleri ve Budizm'in hakimiyeti  olduğu halde kuzeyde bir Türk kültürü olan Toba gelenekleri ve gök dini  gelişmiştir Çin'in en büyük gelir kaynağı olan ipeğe garp bölgelerinde pazar  bulmak için,Türk'lerle devamlı mücadele eden Çinliler,çatışma hatta zaman zaman  savaşa dönüşen bu mücadelelerin çoğundan mağlup ayrılmışlardır.Türk'lerin üstün  savaş kabiliyetleri karşısında sürekli ezilen Çinliler dağa sonra taktik  değiştirerek çeşitli entrikalara baş vurmuşlar Türk kabilelerinin aralarına  ajanlar sokarak kabile ve boy'ları birbirine düşürmek suretiyle Türk'lerin savaş  güçlerini düşürmeye çalışmışlardır.Yine ordularını Türk usulüne göre  yetiştirerek özellikle Hun silahları ile teçhiz ettikten sonradır ki ancak  Türk'lerle başa çıkabilmişlerdir.
TÜRK TARİHİ & TÜRK'LERİN ÇİN  TOPRAKLARINDAKİ ÜSTÜNLÜĞÜ 
Türk'ler Dünya'nın en eski ve devamlı  kavimlerinden biri olup,aşağı yukarı dört bin yıllık bir tarihe sahiptirler.Orta  Asya'daki anayurttan başlayan sürekli göç hareketleri Türk'lerin aynı zamanda  nüfusça kalabalık olduğunu da gösterir.Türk'ler bu nüfus çoğunluğu ve faal  durumları dolayısıyla da Dünya tarihinde mühim rol oynamışlardır.M.Ö.1100 lerden  itibaren kalabalık kütleler halinde Çin'in ŞİMAL-İ garbisindeki KON-SU ORDOS  bozkırlarına doğru kaymayısa devam etmişlerdir.Burada yaşayan halk Çin menşeli  olup Moğollar ve Tibetlilerin tüm kültür taarruzuna rağmen ziraata dayanan  LUNG-SHAN adlı eski bir kültürle yaşamlarına devam etmişler ancak Türk'lerin her  yönden müdahaleleri ile Türk etkisinde oluşan farklı bir kültürü kabul  etmişlerdir.
YANG-SHAO diye anılan ve bugünkü gerçek Çin kültürü nünde  esasını teşkil eden bu yeni kültürün siyasi sahada belirtisi olan CHOU devleti  M.Ö.1050 ve 247 tarihleri arasında var olmuş ve diğer gelişen Çin devletleri ve  kültürlerine de yol göstermiş ve etkilemiştir.Türk'lerin diğer milletlerden  ayrıcalıklı bir şekilde kendi kültürlerinin misyonerliğini başarılı bir şekilde  yaptıkları reddedilmeyecek tarihsel bir gerçektir.Yine Çin kaynaklarında  Hİ-UNG-NU adı ile gösterilen topluluğun çekirdeğini'de şüphesiz Hun Türk'leri  oluşturmuştur.Diğer taraftan Hindistan'ın İNDUN-PENCAP havalesine doğru ilk Türk  hareketinin M.Ö.1000 başlarına rastladığı tahmin edilmektedir.
Konumuzun  bu noktasında Türk'lerin Çin toprakları üzerindeki hakimiyetini bize adeta  tescil edici nitelikte olan Çin toprakları üzerinde kurulan bazı Türk  devletlerini belirtmek istiyoruz. Bunlar,TABGAÇ,GÖKTÜRK HAKANLIĞI,UYGURLAR,KAN  ÇOU UYGUR DEVLETİ, KIRGIZLAR, TÜRGİŞLER ve KARLUKLAR’ DIR.Türk kolları dağa  genelde Çin topraklarında batı Çin ve doğu Türkistan'da yoğundur.Ayrıca Türk  tarihinde rastlanan,Karahanlı hükümdarlarının kullandığı TOMGAÇ ve TAVGOÇ HAN  unvanları Türk'lerin Çin'e hakimiyetini ifade eder,çünkü Çinlilerin TOPA diye  telaffuz ettikleri Türk'lerin TABGAÇ boyu kısa zamanda gelişip Çin'in bir  bölümünü ele geçirerek,Çin üzerinde uzun yıllar hakimiyet kurmuştur.Ancak  zamanla Tabgaç devleti Budizm'den etkilenmiş , bu dinin etkisi ve diğer kültürel  sebeplerle Türk'lerin savaşçı niteliği kaybolmuş ve zamanla bu devlet  erimiştir.
479 yılında Tabgaç devletinin sınırları içerisinde yüzden  fazla Budist tapınağı iki binden fazlada Budist rahip bulunmaktadır.Çin  tarihindeki Türk'lerin etkisini ünlü Türk tarihçisi RIZA ÇAVDARLI ,İLK TÜRKLER  adlı eserinde çok değişik ve ileri boyutlardaki ilginç iddialarıyla ele  almıştır.1938 yılında yazılan bu eserde Rıza çavdarlı,Çin'e giren ilk ilkel  dinlerin Türk'lerden geçtiğini ve ünlü düşünür Konfüçyüs'ün Türk topraklarında  doğduğu ve Türk neslinden geldiğini iddia etmiş ve Budizm'inde Türk tesiri  altında geliştiğini kendine göre delilleriyle açıklayarak,tarihsel boyutları  incelenmesi gereken iddiaları ortaya atmıştır.Tarihsel realitedir ki Türk'ler  Göktürk'lerden bu yana gerçek anlamda Çin'e hükmediyorlardı.Bu önemli dönem ise  M.S.500 yıllara kadar uzanır.İşte bu tarih kesiti dövüş sanatlarının Çin'de en  üst düzeyde çalışıldığı dönemlerdir.
Başta ülkemiz olmak üzere tüm Dünya  kung-fu spor'unu Çin sinemasının çevirdiği teknolojik acıdan yetersiz fakat Çin  tiyatrosunun estetik ve hareketli kültürünün beyazperdeye verdiği ilginçlikle  tanımıştır. Bu filmlerin senaryoları genellikle yukarıda bahsettiğimiz Türk  üstünlüğü ile geçen dönemlerde yaşanan efsaneleri ve hikayeleri konu almakta,var  olduğuna inanılan yenilmez savaşçılar ve ustaların mücadeleleri  anlatılmaktadır.Shaolın mabedi ve o mabedin dövüş ustası rahiplerinin kötülerle  olan mücadelelerinde insan üstü güçlerini kullanarak galip gelmeleri genelde en  fazla kullanılan konulardan biridir.Bunun gibi Çinli savaşçıların ve dövüş  ustalarının olağan üstü güçleri bu filmler sayesinde tüm Dünya'ya Kung-fu ve Çin  propagandası olarak izlettirilmiştir.
Günümüzde devletler tarafından  özellikle spor'un kültürel bir misyonerlik aracı ve siyasi etkiyi arttırıcı araç  olarak kullanıldığını düşünürsek Çin'in bu davranışını anlamamız dağa da  kolaylaşır.Spor kültürel aktarımları sağlayan önemli bir unsurdur.O kültüre ait  branşlar halka ait olan her şeyi içine alır adeta halkın içini gösterir,yaşayış  düzenini alışkanlıkları kısaca tüm kültürü yansıtır.İşte bu filmlerin meydana  gelmesindeki en önemli etken bu kültür satışıdır. Fakat ne gariptir ki Çin  tarihi boyunca Türk'lerle sü
       window.google_render_ad();