Güneşli bir sonbahar günü
evimin balkonundan etrafı izliyorum. Gözüme takılan her nokta bana
eski günleri ve bu günlere ait kişileri çağrıştırıyor. Çeşitli nedenlerle bizi koyup gidenleri...Gerek uzaklara göç edenleri
gerek dönüşü olmayısan yere gidenleri...Kendilerinden hiç haber alamadıklarımızı
ölesiye özlediklerimizi … "Ahhh! " diyorum yorgun ve solgun nefesimle; " Her gün kayıptayız ! .....Eşten
dosttan
arkadaştan yana kayıptayız. "... Örneğin
evimin karşısındaki şu eski ev. Uzun zamandır kapısı hiç açılmayısan
penceresinden kimse bakmayısan sessiz mekân... Sıvaları dökülmüş
dış cephe boyasının rengi solmuş. Daha üç yıl öncesine kadar bir karı koca vardı o evde. Erkek
sabahın köründe kalkar; atlayıp arabasına
işe giderdi. Çalışkan
dinç bir erkek. Çınar gibi heybetli......Kadın ise
o mavi- kocaman gözleriyle; pencere önünde
elinde bir kitapla görünürdü her sabah. Kimbilir ne okurdu ! Bazen de; başı öne eğik bir vaziyette dantel örerdi. Örerken ne hayaller kurardı kimbilir. Belki de
acıları işlerdi elişine.
Erkeğin hasta olduğunu duyduğumuzda
şaşırdık. Çünkü sağlıklı görünüyordu. Derken aylar geçti; hastalığın izleri
arsız arsız sırıttı erkeğin yüzünde. Ama yine de o
kendisini her gördüğümüzde; daha solgun
daha yorgun yüz ifadesiyle
zor da olsa gülümsedi bize. Direndi hastalığına aylarca ama
başaramadı . Bir gün
sessiz bir kalabalık alıp götürdü evin erkeğini. O mavi gözlü
nur yüzlü kadın; yas tuttu arkasından aylarca. Güzel yüzü gölgelendi
bakışları donuklaştı. Konuşması azaldı
gülümsemeleri durdu. Akşam olup da diğer evlerin ışıkları yandığında
pencerede görürdüm onu . Vücudunu gizleyip
sadece başını gösterirdi. Komşu evlerin erkekleri evlerine dönerken; kırılgan bir yüz ifadesiyle bakardı pencereden. Kimbilir neler geçiyordu içinden. Yaşlı çınarını özlüyordu muhakkak
gelmeyeceğini bile bile onu bekliyordu boşuna.
Kısa bir süre sonra
o mavi gözlü kadın da rahatsızlandı. Oğlanları
gelinleri; el üstünde tuttular kendisini. Tertemiz yataklarda yatırdılar
gerektiğinde doktora götürdüler. Ziyaretine gittiğim bir gün
yatağında solgun yüzüyle yatıyor buldum kendisini. Yün gibi ağarmış saçlarının bir kısmı dökülmüştü yüzüne. Çok zayıflamıştı. Mavi gözleri yine güzeldi. Ama sanki ışıltısı azalmıştı." Bizim vaktimiz çoktan geçti
Allah sizleri korusun kızım! " dedi bana. Sanki benim vaktim geçmemiş gibi.
Soğuk ama güneşli bir günde
onu da alıp götürdüler. Bakakaldık arkasından. Mahallemizin en sevecen
en hoşgörülü kadını yoktu artık. Böylece; her gün selâmlaştığım
ayaküstü sohbet ettiğim bir komşum daha çıkıp gitti hayatımdan. Evi karardı
sessizliğe büründü. Soğuk kış günlerinde
evinin bacasından duman tütmüyor artık. Evde hiçbir yaşam belirtisi yok. Çatısında kuşlar konaklıyor bazen. Şimdi karşımda gördüğüm bu ev
hüznün sokaklarında dolaştırıyor beni. Hiç açılmayısan perdeleri ile ruhumu daraltıyor.
Evimizin hemen sağ tarafında ise
yıkılmayısa yüz tutumuş; her ne hikmetse bir türlü yıkılmayısan ve ayakta kalmayısı nasıl başarabildiğine şaşırdığım başka bir boş ev daha var. Yıllar önce nur yüzlü bir dedenin
onun yarı sakat karısının ve çocuklarının yaşadığı ev. Şimdi ise; camları kırık
giriş merdivenlerinin bir kısmı çökük. Yarısı çökmüş bir çatı
açılmayısan koca bir kapı. Hiç kimsenin başını dayamadığı
bakışlarını koymadığı küskün pencereler. Sahiplerinin kimi öldü gitti
kimi gitti uzak yerlere. Anılarını bize bırakarak
komşularını yalnızlığa terk ederek.
Evimizin arka tarafında ise; sahipsiz
konak görünümünde yine boş bir ev.......Yıllarca
yaşlı bir teyzenin yaz aylarında gelerek ışıklarını yaktığını
bahçesini çiçeklendirmeye çalıştığı ev. Ah Ayşe Teyzeciğim ! Sana verdiğim sardunyalara nasıl güzel bakardın ! Çiçekli balkonumda birlikte otururken
bana ne güzel dualar ederdin. Petunyalar
sardunyalar arasında ne sohbetler ettik biz...Bir gün Ayşe Teyze de aniden gidiverdi. Kışı geçirmek üzere İstanbul`a değil
temelli gitti. Sessizce hem de
kimseye yük olmadan. Yorgun ve yaşlı kalbi
aniden bırakıverdi Ayşe Teyze`yi; o da bizi.