Tekil Mesaj gösterimi
  #13  
Alt 29 December 2008, 20:36
eLanuR eLanuR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Junior Member
 
Kayıt Tarihi: 1 September 2008
Mesajlar: 0
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Köleler ve sahipleri

Köleler ve sahipleri


Köleler ve sahipleri

Pınar Kür'ün özenli çevirisiyle Türkçede hayat bulan 'Mal', 1928 Amerika'sındaki köle sahiplerinin aslında kendilerinin bir tür köle olduğunu ironik bir şekilde anlatıyor

Valerıe Martın'in Mal'ı, keskin ayrımlar üzerine kurulmuş. Köle ve sahibi, siyahlar ve beyazlar gibi karşıtlıkların egemen olduğu bir dönem (1928, Amerika) gerçeği üzerinde temellen Mal, köle sahiplerinin aslında bir tür köle olduklarına dair gizli bir anlam da içeriyor. Baştan sona, takip ettiğimiz köle Sarah ve onun sahibi Manon arasındaki ilişkinin ön planda olduğu kitapta, yazar, iki ayrı dünyanın; siyahlar ve beyazların, daha genel anlamda güçlüler ve zayıfların dünyasına yönelik ayrıntılar sunarken, biri köle, diğeri de sahibi olmasına rağmen, söz konusu karakterleri, kadın olmaktan kaynaklı ortak bir zeminde birleştirmiş. Zira, kitapta tanıştığımız zengin çiftlik sahibinin karısı olan Manon, beyaz ve efendi olmasına rağmen, erkek egemenliği karşısında kadın olmaktan kaynaklı sorunsalı temsil etmiş.
Manon'a teyzesi tarafından düğün hediyesi olarak verilen 'çeyrek siyah' (beyaza yakın) Sarah, Manon'ın özel hizmetçisi olarak çiftliğe yerleştiğinde, köle ve hizmetçi olmasının dışında çiftlik sahibi adamın karısıdır da. Çiftliğindeki siyah kölelere yönelik kabalığı ve işkenceci tutumuyla tanıdığımız Manon'ın kocası, bu yönünün dışında, Sarah'yla ilişkisinden dolayı da Manon'ın yaşamında mutsuzluk nedenidir. Sarah, Manon'ın kocasından iki çocuk doğurmuştur. Kocasından nefret eden Manon'ı hayali kurtuluş tasarıları yaparken gözlemleriz; "Kocamın odasından çıkan Sarah'nın görüntüsünü hatırladım. Kızın saçları darmadağınık, gözleri parıl parıldı... Kafama biri çekiçle vuruyordu sanki. Odam o kadar sıcaktı ki, soluk alamıyor, boğulacak gibi oluyordum. Uzaktan bir takım bağırtılar ve çan sesleri geliyordu. Masanın kenarına yapıştım, kafamı öne eğdim, baştan aşağı titriyordum. Kahkahalarla gülmekte olduğumu fark ettiğimde içimi derin bir korku kapladı. Dul kalayım diye bütün gece dua ettim. Ama sabahleyin Sarah kapıma gelip de kocamın ağabeysinin evine gittiğini, öğlen yemeğinden önce dönmeyeceğini bildirdiğinde, dualarımıza kulak veren bir Üst Varlığın olmadığı kanıtlanmış oldu. Gene para istemeye gittiğini anladım. Dolayısıyla döndüğünde çekilmez bir aksilik içinde olacaktı."


Kurban olma durumunun ironisi
Manon'ın dünyasında gezerken, gerilere, onun çocukluğuna doğru gideriz. Manon'ın babası da siyah kölelere sahip olmuş bir çiflik sahibidir. Hümanist biri olarak tanıdığımız babanın, sahip olduklarını yitirmeme konusunda sistemleştirmeye çalıştığı projelerine tanık oluruz. Manon'ın babası, zorbalık yerine, kölelere daha insani davranmayı, onların varlığını kendileri açısından sağlaştırmanın bir yolu olarak görmektedir. Bu da, siyahları yönetmek ve ellerinde tutmak için köle sahiplerinin farklı görüşlere sahip olduklarıyla ilgili fikir verir bize. Daha sonra Manon'ın babasının ölümüne, daha doğrusu -dile getirilmese de- intiharına tanık oluruz. Babasının ölüm şekli, Manon'ın, ilk hayal kırıklığına ve derin mutsuzluğuna neden olmuştur. Yaşamındaki olumsuzlukların bir başlangıcı gibidir çocukluğunda yaşadıkları. Bu arada, köleler ve sahipleri atmosferinin gücünü de yanına alarak daha bir açığa çıkan başka bir durum kitapta kendini hissettirir. Biri beyaz, diğeri siyah olan kahramanlarımızın ikisinin de kadın oluşu, iki kadının toplumsal konumlarından ayrı olarak başka bir kölelik biçimini oluşturur. Daha sonra, kendi yaşamına dair çelişkileriyle belirginleşen Manon'un yaşamı, çok ani bir değişime uğrar. Felaketten çok kurtuluş diyebileceğimiz küçük bir zenci ayaklanması işi kökünden halleder.
Artık özgürleşmiş (yalnız) bir kadın vardır karşımızda. Siyahlar tarafından kocası öldürülmüş olan Manon, kente geri döner ve 'dul' bir kadın olarak yaşamaya başlar. Aile dostlarından yakınlık duyduğu Joel'a yönelik beklentilerini yitirmiştir. Kentteki aylak erkeklerle ilgili de bilgi sahibi oluruz bu arada. Joel, dönemin kadın-erkek ilişkileri ve sosyal hayatıyla ilgili izlenim edinmemizi sağlar. Diğer bir yandan, özgürleşen siyah kadınların köleliğinin de zengin beyaz erkeklerin metresi olarak devam ettiğini gözlemleriz. "Joel akşamlarını açık renkli zenci fahişelerle dolu o iğrenç balolarda mı geçiriyordu? Kadınlar dans ederken, gölgeler arasında oturmuş yelpaze sallayan anneler teklifleri değerlendirirlerdi. Joel o korkunç çeyrek zencilerden birine ayrı ev açıp o kadının doğuracağı çocuklara bakmak için karısının servetini harcayacak biri miydi, teyzemin düşündüğü gibi?"
Arkasına aldığı köleler ve sahipleri gerçeğiyle, kurban olma durumunun ironisinin yapıldığı kitapta, ırk ve cinsiyet halleri açısından dünle bugün arasında bir köprü oluşmuş. Ama yine de Mal, siyahların sınıfsal ve ırksal trajedisinin keskinliğinden olsa gerek, Manon'un trajedisini gölgede bırakmış.

Hiçbir zaman bitmez. Onu dürbünden seyrediyordum, bu seferki oyun hangisi olacak diye. Beş kişiydiler. Hepsini nehrin kıyısında toplar ve hepsi korkarlar. Daha önce oyunu oynamamış olanlar da birilerinden duymuşlardır. Önce İncil'i açıp bir şeyler okur onlara. Hangi pasaj olduğunu bilmek için onu işitmem gerekmez. Derken çocuklar soyunmak zorundalar, bu da uzun sürmez çünkü üstlerinde bol keten pantolondan başka bir şey yok. Sırayla, teker teker ipe asılmak, kolan vurarak suya doğru uçmak ve atlamak zorundalar. Hava dayanılmaz sıcak; serin su hoşlarına gidiyor, bunun tadını çıkarıyorlar ellerinden geldiğince. Suyun içindelerken birbirleriyle itişip kakışmaya teşvik eder onları. Sonra çıkıp aynı şeyi yeniden yapmaları gerekiyor, ama bu kez ipe ikişer ikişer asılmak zorundalar, bu da birinin ötekine sıkı sıkı tutunması demek oluyor. Baktığımda oyunun bu aşamasına gelmişlerdi.
İpte iki oğlan vardı, biri ipe tutunurken öteki de onun omuzlarına sıkıca yapışmıştı. Gülüşüyorlardı çünkü ıslak ve kaygandılar. Uzun bir koşuyu yeni bitirmiş bir atın derisi gibi parıldıyor, buharlanıyordu gövdeleri güneşin altında. Yere basan çocuk koştu, kolan kopardı, suyun ortasına uçtular, en yüksek noktaya ulaştığında koyverdi ipi ve vurulmuş bir çift kara kaz gibi düştüler yukardan suyun kıpırtısız yüzeyini yararak. O, onlara doğru dürüst bakmıyordu bile. Bundan sonraki ikiliyi seçmekle, çocuklardan birine geri dönen ipi yakalaması için talimat verirken elleriyle ötekinin omuzlarını sıvazlamakla meşguldü. Çocuk korkudan titreyerek yere bakıyordu. Daha fazla seyretmeye dayanamadım.
Onun dediklerini yapmayı sürdürmek zorundalar, kıvrak körpe bedenlerini onun önünde çeşitli konumlarda sergileyerek. Onları ipe üçer dörder dizdiğinde çok dikkatle izler, hiçbir şeyi gözden kaçırmamak için. Oğlanlar birbirlerine sürtünüyorlar haliyle. Kolları bacakları birbirine dolanıyor, kopmamaya uğraşıyorlar ve çok geçmeden, birinden biri pipisi kalkmış olarak çıkıyor sudan. Oyunun amacı bu. Söz konusu çocuk sudan çıkmamak için elinden geldiğince oyalansa da, çıkarken önündeki kabarıklığı söndürmek için aklından kimbilir neler geçirse de, faydasız. Bu durum bunların hayvan olduklarını, muhakeme kabiliyetine sahip olmadıklarını gösteriyormuş dediğine göre. Beyaz bir adam, dayak yiyeceğini biliyorsa eğer, orasını kaldıramazmış.
Sopası hemen oracıkta, ağacın yanında durur; zaten hiçbir zaman fazla uzakta değildir. Onu eline aldığında oğlanların sesi kesilir. Kimi kez kabahatli çocuk ağlamaya başlar ya da kaçmaya çalışır, ama eli sopalı bu koca adamın karşısında çaresizdir. Hizmetkârın sertliğinin yok olmasıyla efendininkinin ayaklanması bir olur ve ikincisininki barakalara varana kadar sertliğini kaybetmez. Eğer oğlanın annesini bulabilirse, kadın da güzelse, böylesine doğaya aykırı bir çocuk yetiştirmenin bedelini ağır ödetir ona.
Bu, oyunlarından yalnızca bir tanesi. Eve döndüğünde, artık gün boyu keyfine diyecek yoktur.
Çoğu kez, dürbünden bakarken, inanmak istemediğim bir nakarat yinelenir durur kafamda: Bu adam benin kocam, bu benim kocam.
Kitaptan


MAL
Valerie Martin, Çeviren: Pınar Kür, Everest Yayınları, 2007, 200 sayfa, 10 YTL
Alıntı ile Cevapla