Muhyî
Allah (c.c.), Muhyî'dir. Yani, hayatı veren Cenâb-ı Haktır. Meleklerden balıklara, sineklerden fillere, cinlerden insanlara kadar her can sahibinde hayatı îcat eden Hayy-ı Kayyûmdur. Allah'tan başka hiçbir kudret can veremez, hayat îcat edemez, hayat için lâzım olacak şeyleri temin edemez. Ancak Muhyî olan Cenâb-ı Hak hayatı verir, hayat için lâzım olacak maddeleri yaratır ve hayatın devamlılığını sağlar. Hayatın yüksek gayeleri Cenâb-ı Hakka aittir, mühim neticeleri Allah'a bakar, yüzde doksan dokuz meyvesi Cenâb-ı Allah'ındır.
Ebû Hüreyre'nin (r.a.) Peygamber Efendimiz'den (a.s.m.) rivâyet ettiği Muhyî ismi Kur'ân'da da vârittir.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: "Allah'ın rahmet eserlerine bir bak. Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor. İşte şüphesiz O ölüler için Muhyî'dir. O her şeye kadirdir. (Rum Sûresi: 50)
Bu âyet-i kerîmeden hareketle, kâinatı kuşatan ihyâ kanununu keşfederek "âhirete îmana" kapılar açan Bedîüzzaman, Cenâb-ı Hakkın sineğe hayat verdiği aynı kanunla, bahçemizdeki çınar ağacına da hayat verdiğini, yeryüzüne her baharda yine aynı kanunla hayat verdiğini ve aynı kanunla haşirde mahlûkata da hayat vereceğini beyan eder.
Saîd Nursî, Haşir Risâlesinde Muhyî ismine husûsî bir bab ayırarak hayatı veren Cenâb-ı Hakkın âhirette de hayatı ebedî olarak vereceğini vaat ettiğini, bu vaadinin ihyâ sıfatının da bir gereği olduğunu ispat eder. "Mâdem, dünyada hayat var;" der Bedîüzzaman, "elbette insanlardan hayatın sırrını anlayanlar ve hayatını sû-i istimâl etmeyenler, dâr-ı bekâda ve Cennet-i Bâkiyede hayat-ı bâkiyeye mazhar olacaklardır. Âmennâ!"
Bedîüzaman'a göre, Muhyî isminin "hayat verme" faaliyeti ile Mümît isminin "ölüme uğratma" işi birbiri ile çelişmez. Zaten, hayat sahipleri vazifelerini bitirince bu dünyaya karşı bir nefret hissetmektedirler. Diğer yandan, ölüm idam değildir. Hayat âhirette yeniden verilecek ve artık ölüm olmayacaktır. Âhiret hayatı yalnız insanlarla ilgili değil; bütün kâinatla ilgilidir. Bütün kâinatın neticesidir. Muhyî isminin büyük mertebesine yetişemeyenler, Haşr-i Azamı ve Kıyameti taklidî olarak da olsa, kabul etmekle mükelleftirler.
"Allah'ı nasıl inkâr edersiniz ki; siz ölü idiniz, O sizi ihyâ etti. Sonra sizi öldürecektir. Sonra yine ihyâ edecektir. Sonunda Ona rücu edeceksiniz" (Bakara Sûresi: 28) âyetinin tefsîrinde, bu âyetin dört inkılaptan haber verdiğini bildiren Bedîüzzaman, "Siz ölü idiniz" cümlesinin birinci inkılaba, yani zerreler âlemindeki tavra işâret ettiğini, "Sizi ihyâ etti" cümlesinin ikinci inkılaba, yani dünya hayatına, "Sonra sizi öldürecektir" cümlesinin üçüncü inkılaba, yani kabir ve berzah hayatına, "Sonra yine size hayat verecektir" cümlesinin dördüncü inkılaba, yani haşre işâret ettiğini nihâyet, "Sonunda Ona rücu edeceksiniz" cümlesiyle de insanın ebedî saadete mazhar olacağına işâret edildiğini kaydeder. Vücut, hayattan hayata, tavırdan tavıra yenilenmektedir.
Bedîüzzaman, ism-i Hayy ve ism-i Muhyînin bir büyük cilvesi olan hayat için, "Hayat nedir? Mâhiyeti ve vazifesi nasıldır?" diye sorar ve yine kendisi yirmi dokuz önemli maddede hayatı tanımlar. Buna göre, hayatın iki yüzü de, yani mülk ve melekût ciheti de parlaktır, şeffaftır, kirsizdir, noksansızdır ve ulvîdir. Hayatın doğrudan Allah'ın kudretinden çıktığını göstermek için arada sebep ve vasıtalar kudretin tasarruflarına perde edilmemiştir. Muhyî isminin arkasında Hayy isminin azameti görünmektedir.
Denizde ve karada sayısız canlıların hayat sahnesinde bir miktar görünüp sonra "Yâ Hayy!" diyerek gayp perdesine gizlenmeleri ve arkalarından yeni gelenlere yer açmaları, hayatın bir nehir gibi sürekli akan bir hakikat olduğunu göstermekte; bu sürekli tecellî, Hayy-ı Bakî olan Allah'ın hayatının devamlılığına şehâdet etmektedir. Hayat bir şeye girdiği vakit, o cesedi bir âlem hükmüne getirmekte, küçücük varlığına âleme denk bir kapsam kazandırmaktadır.
Bediüzzaman'a göre, hayat, Allah'a îmân, meleklere îmân, kitaplara îmân, peygamberlere îmân, âhiret gününe îmân, kader ve kazâya îmândan ibâret olan îmânın altı erkânına da işâret etmektedir.