Aliyy
Allah (c.c.), Aliyy'dir, A'lâ'dır, Âlî'dir, Müteâlî'dir. Yani Cenâb-ı Allah yükseklik, ululuk, yücelik ve büyüklük sahibidir. Sonsuz ululuk, kayıtsız büyüklük, hadsiz şân ve nihâyetsiz şeref Yüce Allah'ındır. Allah en yücedir, en yüksektir, en ulvîdir, her kemâl sıfatta en üstündür. Cenâb-ı Allah'ın rubûbiyeti sonsuz izzet içindedir, şânı ve şerefi sınırsızdır. Allah'ın varlığı yüce ve sıfatları yüksektir. Cenâb-ı Hak varlıkların noksan sıfatlarından uzak, kâmil sıfatlar sahibidir. O bütün yüksek makamlara ve ulu sıfatlara lâyıktır, sahiptir, yüceler yücesidir, âlîdir, teâlâ'dır, ulvîdir, uluvv-ü himmet sahibidir. Allah Teâlâ müşriklerin koştukları şirklerden ve insanların tevehhüm ettikleri yanlış sıfatlardan münezzehtir.
Aliyy, A'lâ, Müteâlî ve Âlî isimlerinden her birisi bu yüce mânâları ifâde etmektedir. Bu yüce isimlerden ilk üçü Kur'ân'da yer alır. Müteâlî ismi ayrıca Ebû Hüreyre'den (r.a.) gelen rivâyette de zikredilmiştir. Âlî ismi ise, Cevşenü'l-Kebîr'de geçmektedir.
"Muhakkak Allah Aliyy'dir, Kebîr'dir" buyuran Cenâb-ı Hak, "Bu gün hüküm Aliyy ve Kebîr olan Allah'ındır" âyetiyle kendi yüce zâtının büyüklüğü ve azameti önünde kulların sonsuz hiçlik içinde bulunduklarını vurgular.
Kur'ân, Allah'ın insanla nasıl konuştuğunu Aliyy ve Hakîm isimlerini hatırlatarak bildirir: "Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından, yahut bir elçi gönderip dilediğini vahyetmek sûretiyle konuşur. Muhakkak O, Aliyy ve Hakîm�dir."
A'lâ ismi Kur'ân'da Rabbin en yüce olduğunu vurgulayan bir üslûp içinde Rab ismine sıfat olarak gelmiştir. "A'lâ olan Rabbinin ismini tesbih et," buyuran Kur'ân, bir diğer âyette iyiliğin ancak "A'lâ olan Rabbin vechi gözetilerek" yapılması gerektiğini vurgular."
İbn-i Mesud'un (r.a.) ve Huzeyfe'nin (r.a.) rivâyetlerine göre, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) namazda secde esnasında Rabb-i A'lâ'yı, "Sübhâne Rabbiye'l-A'lâ" diyerek zikretmiş ve böyle zikredilmesini emir buyurmuştur.
"Cinleri O yaratmışken, kâfirler Allah'a şirk koştular. Körü körüne Ona oğullar ve kızlar uydurdular. Hâşâ, O onların vasıflandırmalarından teâlâdır (yücedir)" âyetinde şirk ehlinin uydurmalarından Allah'ın münezzeh olduğunu "teâlâ" sıfatıyla bildiren Kur'ân, bir diğer âyette Allah'ın yüceler yücesi olduğunu Müteâl ismiyle şöyle beyan buyurur: "Gayb ve şehâdet âlemini bilen, Kebîr ve Müteâl olan için aranızdan sözü gizleyen ile açığa vuran ve geceye bürünerek gizlenip gündüzün ortaya çıkan arasında fark yoktur."
Bedîüzzaman Saîd Nursî eserlerinde bu isimlere ve bu isimlerin tekâbül ettiği mânâlara sıkça baş vurur. San'atında akılları hayrette bırakan Cenâb-ı Hakkın zât ve sıfatları itibariyle her türlü noksanlık ve kusurdan uzak bulunduğunu beyan eden Bedîüzzaman, Allah'ın zâtının maddî olmadığını, kaydın sınırlandırmasından ve maddenin karanlıklarından yüce bulunduğunu kaydeder.
Namazın Allah'ın yüceliğini ve ulviliğini ifâde ettiğine işâret eden Bedîüzzaman, kulun namazda, bilhassa secdede, asla yok olmayan ve kusursuz bulunan Rabb-i A'lâ'sını tenzihinin, ne kadar latîf ve nezih bir vazife, ne kadar yüce ve zevkli bir hizmet, ne kadar hoş ve güzel bir ibâdet, ne kadar ciddî bir hakîkat ve bu fânî misâfirhanede bâkiye özgü bir sohbet ve bitmeyen bir saadet olduğunu önemle kaydeder.
Baş döndürücü bir hızla gözden kaybolan ve yokluğa yuvarlanan varlıkların arkalarından, yeniden daha güzel ve daha hoş varlıkların gün yüzüne çıktıklarını izleyen Bedîüzzaman, her gece ve gündüzün değişmesiyle batan, her kışın ve yazın dönüşümüyle yenilenen, her asrın ve devrin geçmesiyle tazelenen sevimli varlıkların Âlî, Sermedî, eşsiz, yüce ve her şeyi her an evirip çeviren bir cemâl sahibinin varlığını, devamlılığını, ölümsüzlüğünü ve birliğini gösterdiklerini kaydeder. Bediüzzaman'a göre, her yok oluş ve her ölüme yürüyüş hâdisesi, çok net bir biçimde kemâl, cemâl ve celâl sahibi Zât-ı Zülcelâlin kusursuz, noksansız ve Âlî olan Kemâl-i Zâtîsine şehâdet eder.
Bediüzzaman bir duâsında Aliyy isminin yüksek himmetine sığınır: "Şehâdet ederiz ki; Allah'tan başka İlâh yok. Odur Aliyyü'l-Kavî