Vedûd
ALLAH (c.c.), Vedûd’dur. Yani, kullarını ve mahlûkatını sever. Canlıları sevgisine mazhar eder. Kendisine her teveccüh edene muhabbet buyurur, her yönelişten hoşnut olur. Günahları terk eden, tövbe eden ve sâlih amel işleyen kullarından râzı olur.
Ebû Hüreyre’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği Vedûd ismi, Kur’ân’da da yer almaktadır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “O Ğafûr ve Vedûd’tur.” Kur’ân, Hazret-i Şuayb’ın (a.s.) kavmine şöyle seslendiğini beyan eder: “Rabbinize istiğfar edin. Ve Ona tövbe edin. Şüphesiz Rabbim Rahîm ve Vedûd’tur.”
Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, hadsiz rahmetli, muhabbetli ve nihâyetsiz derecede şefkatli olan, Kendi san’atını çok seven, Kendini sevdiren ve Kendini sevenleri ziyâdesiyle seven Zat-ı Kadîr-i Hakîm’in, en ziyâde Kendini seven, sevimli, sevilen ve Sâniine fıtraten tutkun olan “hayatı” ve hayatın zâtı ve cevheri olan “rûhu,” ebedî ölüm ile îdâm edip, o sevgili dostunu, habîbini ve sevgilisini Kendinden ebedî bir sûrette küstürmesi, darıltması, dehşetli bir şekilde rencîde ederek rahmet sırrını ve muhabbet nûrunu inkâr etmesi ve ettirmesi hiçbir cihetle mümkün değildir; akıl kabul etmez. Îmân tâcını giyen insan rûhu, Cenâb-ı Hakkın muhibbi, habîbi ve—tâbir câizse—sevgilisi makâmına yükselmektedir. Ebedî yokluğa mahkûmiyet ise, ALLAH Teâlânın sonsuz sevdiği kullarını ebedî bir sûrette ağlatması demek olur ki, bu, imkân ve ihtimal dışıdır. Bu kâinatı süslendiren ve umum mahlûkatı sevindiren Cenâb-ı ALLAH’ın mutlak güzelliği ve rahmeti gadirden, çirkinlikten, zulümden ve merhametsizlikten sonsuz derece münezzeh ve mukaddestir.
Bedîüzzaman’a göre, rahmetinin güzel meyveleriyle insanları sevdiğini gösteren Rabb-i Rahîm, kulları tarafından da sevilmek istemektedir. İnsan, ALLAH’ın sevgisine mazhar olmak için, muhabbetini ALLAH’a tahsis etmeli ve bunu ibâdetle göstermelidir. Âlemin Yaratıcısı nihâyetsiz cemâl ve kemâl sahibidir. Yine ona göre, ehl-i aşkta Vedûd ismi hâkimdir. Vedûd ismine mazhar olan kâmil insanlar, bütün kâinatın mâyesinin muhabbet olduğunu, bütün mevcûdâtın hareketlerinin muhabbetle vâki olduğunu, bütün mevcûdâttaki incizap, cezbe ve câzibe kanunlarının muhabbetten olduğunu söylemişlerdir. Cemîl-i Zülcelâl ve Mahbûb-u Zülkemâl olan ALLAH Teâlâ öyle aşk ve muhabbete lâyıktır ki, bütün kâinat Onun muhabbetiyle mest ve hayrandır. Vedûd ismine mazhar bir kısım evliyânın, “Cenneti istemiyoruz. ALLAH’ın bir muhabbet pırıltısı bize ebedî olarak kâfîdir” demeleri bundandır. “Cennette ALLAH’ın cemâlini bir dakîka görmek, bütün Cennet lezzetlerinden üstündür” hadisinin sırrı da budur.
İhtiyarlıkta Cenâb-ı Hakkın Vedûd isminin himâyesinin çok sevimli olduğunu beyan eden Bedîüzzaman, ehl-i hakikatın bir kısmının da ism-i Vedûda mazhar olduklarını, Vedûd isminin cilveleriyle ve mevcûdâtın pencereleriyle Vâcibü’l-Vücuda baktıklarını kaydeder.
Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, Züleyhâ’nın Yusuf’a (a.s.) karşı duyduğu muhabbet, ism-iVedûd’a ulaşmaya vesîle olan aşktan ibârettir. Vedûd ismi şefkatkârâne terbiye, maslahat üzerine tedbîr ve muhabbet gereğince ödüllendirmek istemektedir. Cenâb-ı Hakkın mevcûdâtı îcat etmekteki en mühim maksadı, şuur ehline Kendini tanıttırmak, sevdirmek, medh u senâsını ettirmek, sevgi ve minnetlerini almaktır. Şükrü, tutkunluğu, bağlılığı, minnettarlığı, muhabbeti, methi ve ubûdiyeti netice veren rızık, şifâ, hidâyet ve îmân gibi küçük-büyük fiiller ve nîmetler doğrudan doğruya kâinat Hâlıkının eserleridirler.
Bedîüzzaman’a göre, nimetlerin elden çıkmasından gam çekmemeli, keder duymamalı. Çünkü rahmet ve şefkati her şeyi kuşatan Cenâb-ı Hak Vedûd ve Bâkîdir. Onun vedûdiyeti ve bekâsı, nîmetlerin ebediyen kesilmesine râzı olmaz. Sonsuz şefkat sahibi ve Vedûd olan Cenâb-ı Hak, vedûdiyeti ve rahmâniyeti gereğince kendini mahlûkatına fiilen, kavlen ve sohbeten sonsuza kadar sevdirir. Cenâb-ı ALLAH’ın kullarını affetmesi de kullarına olan yüksek sevgisinin göstergesidir.