Küpenin Hikayesi
Küpe, bugün olduğu gibi antik çağlarda da kadının güzelliğini pekiştiren, beğenilme çabasını tamamlayan bir takıymış. Güzelliğini takıların ışıltısıyla arttırmak isteyenler tarafından, kimi zaman kolye, yüzük ve bilezikle kullanılıp kusursuz bir ahengin parçası olmuş, kimi zaman da sade bir görünüm yaratmak için tek başına tercih edilmiş.
Anadolu bir çok konuda olduğu gibi takı ve maden işçili konusunda da Dünya kültür önemli gelişmelere sahne kara parçası. Önceleri altı gümüş ve bakır gibi madenleri başına işleyerek takılar yapan Anadolu insanı, zaman içinde değişik malzemeler kullanarak yeni kombinasyonlar yaratmış, takı yapımına Anadolu kültürünü ve zarafetini katmış. Anadolu’da ilk küpe örneklerine M.Ö. 3. binde rastlanıyor. Tunç Çağı’nda Anadolu’nun en önemli yerleşim merkezleri olan Truva, Eskiyapar ve Alacahöyük’te 20. yüzyılda yapılan kazılarda bulunan altın küpeler aradan geçen binlerce yıla karşın hâlâ göz kamaştırıyor ve zamana meydan okuyor. Mezarlara ölü arma anı olarak konulan eşyalar arasında önemli bir yer tutan küpeler, o dönemde Anadolu’da yaşayan insanların gerek maden işlemeciliğindeki yetkinliğini, gerekse motiflerdeki zevkin inceliğini gözler önüne seriyor.
Anadolu’da hüküm süren Urartuların, Lidyalıların ve Friglerin maden eşya üretimi ve takı işçiliğinde ne denli ilerlemiş olduklarını bugün müzeleri süsleyen arkeolojik eserlerden anlayabiliyoruz. Bilinen ilk küpe örnekleri basit görünümlü halka ve spirallerden oluşuyor. Hellenistik Dönem’e dek altının tek metal olarak kullanılmasıyla elde edilen küpeler, bu dönemden sonra yeni fikirlerin ve farklı malzemelerin ortaya çıkmasıyla daha albenili ve renkli bir hal alıyor. Telkâri, granülasyon, mineleme ve kakma gibi tekniklerin yaygınlaşması ve zincir sistemlerinin gelişmesiyle formlar canlılık ve çeşitlilik kazanıyor. Bu gelişmelere ek olarak, insan ya da hayvan figürlerinin küpelere uygulanması da yine bu döneme ilişkin bir yenilik. Küpelerde en çok rastlanan hayvan figürleri, aslan ve boğa başları, bir de güvercin. Mitolojik bir yaratık olan sfenks motifi de antik çağ kuyum ustalarının küpe yapımında tercih ettikleri arasında. Küpeleri süsleyen tanrı ve tanrıça figürleri arasında en sık görülenler, aşk tanrısı Eros ve zafer tanrıçası Nike. Büyük İskender’in Doğu topraklarını ele geçirmesiyle Doğunun gelenekleri, sanatı ve teknolojisi Batı kültürüyle kaynaşmış ve Doğudan gelen yeni ve de erli taşlarla alışılagelmiş formları n dışında farklı ve gözalıcı takılar elde edilmiş.
Kuyum ustaları bu yeni kombinasyonlardan özellikle kolye ve küpe yapımında yararlanmış. Doğudan getirtilen de erli ve yarı de erli taşlar arasında; zümrüt, yakut, akuamarin, karneol, sard ve ametist sayılabilir. İnce işçilikli altın küpelere yerleştirilen bu taşların bazılarının geçirgenlik özelli inin olması, küpelerin ışık altında çok hoş görüntüler yaratmasına imkan tanımış. Birden fazla sarkacı olan küpelerin her sarkacına ayrı ayrı yerleştirilen bu renkli taşlar, gerek mitolojideki tanrıçaların ve efsanevi kraliçelerin, gerekse ölümlü kadınların kulaklarını süslemiş, boyunlarına ışık huzmesi olarak düşmüş. Sarkaç formu olarak kimi küpede disk, kimi küpede ise içi boş küreler kullanılmış. Roma Dönemi’nde, Hellenistik Dönem’de ulaşılan modelçeşitlili inin ve estetik anlayışının ötesine geçilerek; yeşim, inci ve özellikle camın takılarda kullanılmasıyla görsel anlamda da yenilik yaratılmış. Renkli cam boncuklarla süslenmiş altın küpeler ve kolyeler bu dönemde yaşayan kadınlar için cazip takılar haline gelmiş. İnci taneli küpeler dönemin kuyum sanatçıları tarafından özenle yapılmış ve Romalı kadınlar tarafından da sevilerek kullanılmış.
Bizans Dönemi’nde yapılan küpelerde çoğunlukla bitki motifleri ve hayvan figürleri görülüyor. Özellikle karşılıklı duran hayvanların arasına yerleştirilen bitki yada haç en sık rastlanan süslemeler. Bu küpelerin tasarımında en çok kullanılan hayvan figürü ise tavus kuşu. Antik çağlarda küpe kullanımı kültürlere ve coğrafyaya göre de işiyor. Takıların çoğunlukla kadınlar için üretilmiş oldu u yadsınmaz bir gerçek olsa da antik çağlarda erkeklerin de takı kavramına hiç uzak olmadıklarını arkeolojik eserlerden anlayabiliyoruz. Özellikle Doğu geleneklerinde erkekler
de kadınlar kadar süslenme imkanına sahipti. Yani erkekler de küpeli ve bilezikliydi.
Pers, Asur, Sümer gibi Doğu kültürlerinde tanrıların ve kralların oldu u kadar sıradan erkek vatandaşların da kulaklarında gösterişli ve zengin işçilikli küpelerin oldu unu zamanımıza ulaşabilen kabartmalarda ve heykellerde görebiliyoruz. Kadınların güzelliklerinin bir tamamlayıcısı olarak kullandı ı küpeler, erkeklerin kulaklarında süslenmenin ötesinde gücü simgeliyordu. Erkekler tarafından kullanıldığında çoğunlukla sosyal konum göstergesi ya da iktidar simgesi olarak kabul edilen yüzük ve küpeler; Mezopotamya, Mısır, Ege, Yunan, Roma ve Bizans kültürlerinde sıkça görülüyor. Hitit ve Frig gibi yerel Anadolu kültürlerinde de erkeklerin küpe taktıklarını, kabartmalardan ve mezarlardaki duvar resimlerinden biliyoruz. fiimdilerde müzeleri süsleyen küpeler, Antik çağlarda yaşamış olan kuyum ustalarının elemeği, göz nurunun bugüne ulaşmış örnekleri. Kimi, soylu kraliçelerin ya da mitoloji kahramanı tanrıçaların güzelliklerine güzellik katmış, kimi de yalın bir köy kadınının hayallerini süslemiş. Bir daha asla bir insan kulağına takılamayacak, bir insanı süsleyemeyecek olan bu antik takılar, şimdi bir vitrinin ardında, kendisinden yola çıkarak yepyeni takılar tasarlayacak tasarımcıları bekliyor. Belki yeniden doğacaklar o zaman...