Türk'ün Üstün Ahlakı
Türk'ün Üstün Ahlakı
Mustafa Kemal Atatürk Bir milletin devlet kurma ve yönetmedeki yeteneği, hiç şüphesiz, o milletin kendine özgü değerleri ile yakından ilgilidir. Bu açıdan değerlendirildiğinde Türklerin tarih boyunca kurmuş oldukları büyük devletlerin çokluğu, Türk Milleti'nin teşkilatçılığının bir göstergesidir.
Türk Milleti sadece kendisi için değil, aynı zamanda hakimiyeti altındaki tüm milletler için Türk'e yakışır bir şekilde hareket etmiştir. Osmanlı Devleti'nin üç kıtaya yayılmış sınırları üzerinde, onlarca milleti yüzyıllar boyu barış içinde birarada tutmasının özünde Türk'ün yüksek seciyesi yatar.
Herşeyden önce, Türklerde kan bağına dayanan asillik, aralarında uçurumlar bulunan kast veya sınıflar yoktur. Türklerde millet devletin, devlet de milletin hizmetindedir.
Osmanlılarda millet kavramı yalnızca Türkleri değil, devlet içindeki tüm insanları kapsayan bir anlayışın ifadesidir. Atatürk'ün "Ne mutlu Türk'üm diyene" sözü ve "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuranlara ve burada yaşayanlara Türk denir" tanımlaması da, bütünleştirici bir anlayışın ifadesidir.
TÜRKLERDE ASKERLİK
Türklerin ön plana çıkmış meziyetlerinden biri doğuştan asker olmalarıdır. Türk askeri cesur, fedakar ve itaatkardır. Tarih boyunca kurulan Türk devletlerinin temeli düzenli bir askeri teşkilata dayanmıştır. Askerlik, Türklerde milli bir görev olmuştur. Türklerin mükemmel askeri kuruluşları ve değerli komutanları tüm dünyanın hayranlığını kazanmıştır. Arap düşünür Cahiz, "Türk'e karşı hiçbir şey duramaz. Hiçbir kimse onu, yutulacak bir lokma olarak kabul edemez" [Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] diyerek Türk ordularının üstünlüğüne işaret etmiştir.
Türklerde şehitlik ve gazilik mertebeleri kutsaldır; Yakın tarihimizdeki Kurtuluş Savaşı "ölürsem şehit, kalırsam gazi" inancıyla kazanılmıştır. Bu ölüm-kalım savaşındaki zaferimiz, Türk askerlik ruhunun ölmediğini ve ölmeyeceğini bir kere daha tüm dünyaya göstermiştir.
Allah, Kuran ayetlerinde Müslümanların güçlü karakterlerini ve hiçbir zorluk karşısında yılmayan üstün ahlaklarını örnek vermektedir. İşte Türk devletlerinin üstün askeri gücü ve kahraman karakteri de salih Müslümanların ayetlerde bildirilen üstün karakterleriyle çok büyük benzerlikler göstermektedir. Bunun nedeni Türklerin sahip oldukları İslam ahlakıdır. Allah, iman edenlerin güçlü ve cesur karakterlerini ayetlerde şu şekilde tarif eder:
Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever. Onların söyledikleri: "Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı (bastıkları yerde) sağlamlaştır ve bize kafirler topluluğuna karşı yardım et" demelerinden başka bir şey değildi. (Al-i İmran Suresi, 146-147)
ADALET VE HOŞGÖRÜ
Türk Milleti, idaresi altındaki çeşitli ırk ve dinden insanlara her zaman adil ve hoşgörülü davranmıştır. Osmanlı İmparatorluğu bunun güzel bir örneğidir; topraklarındaki çeşitli dinlere, dillere ve kültürlere sahip insanların inançlarına, geleneklerine müdahale edilmemiştir. Türkler, Allah'ın Kuran'da "Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor..." (Nisa Suresi, 58) şeklinde bildirdiği emri yüzyıllardır uygulamışlardır. Türkler, yaşamaktan şeref duydukları İslam ahlakının bir gereği olarak, kendi aleyhlerine olsa bile adaleti uygulamaktan vazgeçmemişlerdir:
Ey iman edenler kendiniz, anne babanız ve yakınlarınız aleyhinde dahi olsa Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva(tutku)larınıza uymayın... (Nisa Suresi, 135)
... Sizi Mescid-i Haram'dan alıkoyduklarından dolayı bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah'tan korkup-sakının. Gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır. (Maide Suresi, 2)
Boğdan Beyi Büyük Stefan'ın oğullarına vasiyetinde söz konusu gerçek şöyle dile getirilmiştir:
"Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız. Asla Rus'a yanaşmayın, haindir sizi yok eder. Fakat kendinizi Osmanlılara emanet edin, adil ve merhametlidirler."[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
Mohaç Savaşı'nda Türklere esir düşen Bartholomeus Georgievic'in 1544 tarihli Türklerin Gelenek ve Görenekleri isimli eserinde, Türklerin sefer zamanında dahi adaleti gözettiklerine şöyle dikkat çekilmiştir:
"Savaş zamanında öyle sıkı bir disiplin vardır ki, hiçbir asker adaletsiz bir şey yapmaya cesaret edemez. Adaletsizlik yapan hiç acımaksızın cezalandırılır. Gözcüler ve düzen sağlayıcılar vardır... Geçip gidilen yolların kıyısındaki bağ ve bahçelerde sahiplerinin izni olmaksızın, bir elma bile koparılamaz."[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
TÜRKLER GÜVENİLİR İNSANLARDIR
Türkler fethettikleri tüm topraklarda güvenilir karakterleriyle tanınmışlardır. Bu özellik, onların Kuran ahlakını örnek alıp yaşamalarının bir sonucudur. Allah Kuran'da iman edenler için "(Bir de) Onlar, kendilerine verilen emanete ve verdikleri ahde (harfiyyen) riayet edenlerdir" (Mearic Suresi, 32) şeklinde bildirmektedir.
Türkler hakkında olumsuz kanaatler taşıyan yabancılar dahi söz konusu gerçeği teyit etmişlerdir. 18. yüzyılda İngiltere'nin İstanbul sefiri olarak görev yapmış James Porter'ın itiraf mahiyetindeki açıklamaları şöyledir:
"Türkiye'de yol kesme vakalarıyla ev soygunculukları ve hatta dolandırıcılık ve yankesicilik vakaları adeta meçhul gibidir. Harp halinde olsun, sulh halinde olsun, yollar da evler kadar emindir; bilhassa ana yolları takip ederek tekmil (bütün) imparatorluk arazisini en mutlak bir emniyet içinde baştan başa katetmek her zaman mümkündür; daimi bir seyrüseferle yolcu adedinin çokluğuna rağmen vukuatın fevkalade azlığına hayret etmemek elde değildir; birçok yıllar içinde ancak bir tek vakaya tesadüf edilebilir." [Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
Jean Antoine Guer'in 1747 yılında Paris'te yayınlanan Moeurs et Usages des Turcs (Türklerin Gelenek ve Alışkanlıkları) isimli eserinde, Osmanlı topraklarındaki insanların emniyetinin teminat altında olduğuna dikkat çekilmiştir:
"Gerek İstanbul'da, gerek Osmanlı İmparatorluğu'nun bütün şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş, hiçbir tereddüde imkan bırakmayacak surette ispat etmektedir ki, Türkler hiçbir zaman görülmemiş bir derecede medenidirler..." [Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
DOĞRULUK VE DÜRÜSTLÜK
Türkiye'de bulunan yabancıların ortak bir görüşü vardır. Müslüman bir Türk ile iş yaptıklarında mukaveleye gerek olmadığını, sözün yeterli olduğunu ifade ederler. Elbette bu durum Türk-İslam ahlakının doğal bir sonucudur. Kuran ahlakına sahip olan Müslümanlar Bakara Suresi'nde "... ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler..." şeklinde tarif edilir. Ayetin devamında ise "İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır." (Bakara Suresi, 177) şeklinde buyrulur.
Fransız generallerinden Comte de Bonneval, Türklerin dürüstlüğüne hayran kaldığını şöyle belirtmiştir:
"Haksızlık, tekelcilik, hırsızlık gibi suçlar Türkler arasında adeta yok gibidir. Kısacası ister vicdani bir akideden, ister ceza korkusundan mütevellit olsun, o kadar dürüstlük gösterirler ki, insan çok defa Türklerin doğruluğuna hayran kalır." [Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
Türkleri diğer milletlerden ayıran özelliklerden birisi Türklerin hile ve yalan bilmemeleridir. İslam dini, Türklerin güzel ahlaki nitelikleri benimsemelerini, kötüleri ise reddetmelerini sağlamıştır. Bu gerçek 19. yüzyıla ait bir kaynakta şöyle anlatılır:
"Milli seciyeyi halkın orta tabakasında, yani sanatlarıyla yaşayan ve zenginlerle fakirler arasındaki zümreyi teşkil eden insanlar arasında aramalıyız. İşte bu tabakaya mensup olan Türkler arasında içtimai ve ailevi faziletler, kendi ihtiyaçlarına ve bilhassa ilk resuller devrine layık nazikane muaşeret kaidelerine uygun bir tahsil seviyesiyle birleşir. Namuskarlık Türk tüccarının vasfıdır... Rumlarla karışık olmayan Türk köylerinde hayatın masumiyetiyle örf ve adetlerin sadeliği pek şayanı dikkattir ve hilekarlıkla dolandırıcılık oralarda tamamıyla meçhuldür." [Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL](İngiliz yazar T. Thornton)
Fransız seyyah Du Loir'ın 17. yüzyıldaki şu tespiti konuyu özetler mahiyettedir:
"Hiç şüphesiz ki ahlak bakımından Türk siyasetiyle medeni hayatı bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir." [Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
TEVAZU A. Brayer, 19. yüzyılda Paris'te yayınlanan Neuf annees a Constantinople (Konstantinopolis'te Dokuz Yıl) isimli eserinde, Türk tevazusunun üzerinde durmuş; bunun kaynağının Kuran olduğunu şöyle belirtmiştir:
"Müslüman Türkler arasında kibir ve gurur adeta bilinmez. Kuran'ın en şiddetle yasakladığı temayüllerin biri de budur... Bir taraftan da sürekli olarak alçak gönüllülük telkin edilir... İşte bundan dolayı Müslüman Türk'ün yürüyüşünde vakar ve ihtişam olmakla beraber, katiyen kibir ve azamet yoktur. Daima yavaş sesle konuşur; el ve kol hareketlerinde hiçbir zaman zorla hükmeden bir eda sezilmez; hizmetinde tatlılık ve kolaylık vardır." [Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
Bir ayette iman edenlerin tevazulu karakterleri şu şekilde tarif edilir:
O Rahman (olan Allah)ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman "Selam" derler. (Furkan Suresi, 63)
İYİLİKSEVERLİK İyilikseverlik, hayırseverlik gibi faziletler Türk ahlakının ayrılmaz parçalarıdır. Türk'ün insaniyeti, misafirperverliği, hayrat ve hasenatı asırlar boyunca dillere destan olmuştur.
Konuyla ilgili olarak yabancı eserlerde şu övgü dolu ifadelere rastlarız:
"Hiçbir istisnası olmamak şartıyla bütün Türkler hayır severler; ne din farkına, ne de ihtiyaç sahiplerinin geçmiş fiil ve hareketlerine bakmaksızın bütün muhtaçlara yardım ederler. Çünkü onların nazarında herhangi bir şaki (eşkıya) hayat değiştirip mükemmel bir veli olabilir. İşte bundan dolayı Türk hayrat ve hasenatından hiçbir kimse mahrum edilmez." [Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] (Comte de Bonneval, Fransız general)
"Bütün gezilerimde Türklerin hatırşinaslıklarıyla lütufkarlıklarını gösteren birçok vaziyetlerle karşılaştım. Şahit olduğum deliller beni bu milletin iyi kalpli ve insanı minnettar edecek hareketlere pek meyyal olduğuna... ikna etmiş oldu. İstanbul civarındaki gezintilerimde ben hep bu milletin lütufkarlığıyla misafirperverlik aşkına şahit oldum. Rastgeldiğim hangi Türk'e yol sorsam, hemen bana rehberlik etme teklifinde bulunuyor, yiyecek ve içecek şeyler hususunda elinden gelen ikramda kusur etmemek suretiyle de hep aynı kibarlığı gösteriyordu."[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] (L.H. Delamarre)
"Türklerin nazarında hayrat ve hasenat imandandır... Türkler kadar kelimenin tam manasıyla insaniyetperver hiçbir millet bilmiyorum." [Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] (A. Ubicini)
"Hayrat ve hasenat yalnız Kuran ile Türk imamları tarafından iyice telkin ve teşvik edilmiş olmakla kalmayıp halk tarafından da o kadar sadakatle ve öyle bir el birliği ile tatbik edilir ki, bütün Türkiye ile Kırım'da dilenciliğin veyahut dilenciliği meslek ittihaz etmiş fukaranın ne olduğu bile malum değildir." [Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] (Aubry de la Motraye)
"Dünyada esirlere, kölelere, cariyelere ve hatta kürek mahkumlarına Müslüman Türklerden daha iyi bakan ve daha iyi muamele eden hiçbir millet yoktur." [Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]Mouradgea d'Ohsson)
Türklerin bu güzel ahlak özellikleri, onların Kuran ahlakına olan bağlılıklarının bir sonucudur. Ayetlerde İslam ahlakının insana kazandırdığı güzel özelliklerden birkaçı şu şekilde bildirilir:
... Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır. (Al-i İmran Suresi, 114)
Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. (Al-i İmran Suresi, 134)
Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)
|