Tekil Mesaj gösterimi
  #12  
Alt 26 January 2009, 15:40
HaZzAn HaZzAn isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Banned
 
Kayıt Tarihi: 26 September 2008
Mesajlar: 0
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Cvp: Medeniyetler Tarihi

Germenler




Denizci bir kavim olan Germenler, İskandinavya'nın güneyinden gelerek Keltleri yerlerinden sürdüler ve M.Ö. III. yy .dan itibaren bugünkü Almanya'ya yerleştiler. Sonra, Miladın ilk yüzyılları boyunca, Germanya dedikleri topraklarını, Urallar'a ve Karadeniz'e kadar genişlettiler.

Germenler her şeyden önce savaşçıydı: silâh olarak mızrak (kargı), çift yüzlü balta ve uzun kılıç kullanırlardı. Val-Hall veya Walhalla adlı bir cennete ve bu cennette ölülerin tanrılarla birlikte yaşadığına inanırlardı; bu tanrıların en güçlüsü, Wotan da denen Odin'di. Germenler, Roma İmparatorluğu'yla ilişki kurunca, Hıristiyanlığı benimsediler: M.S. IV. yy.da Kutsal Kitap, Gotların piskoposu Ulfilas tarafından dillerine tercüme edildi.

IV. yy .a kadar Ren ve Tuna boylarını ellerinde tutan Germenler 376 yılında Hun istilâlarına karşı koyamadı ve bu, Avrupa'da büyük kavimler göçünün başlangıcı oldu.

Avrupa'yı İstilâ Edenler

Vizigotlar («Bilge Gotlar») Tuna'yı aştılar, Roma'yı yağma ederek 410'da Galya'nın güneyine yerleştiler: Akitanya'da bir krallık kurdular. Sonra İspanya'yı istilâ ederek (476) Arap fethine kadar (711) burada kaldılar. Vandallar da aynı yolu izleyerek Kuzey Afrika'ya ulaştılar.

Burgondlar Ron vadisinde durdular (Burgonya adı buradan gelir); Alamanlar ve Vizigotlar gibi bunlar da bir gün Franklar tarafından ezilecekti. Ostrogotlar İtalya'da, ışıklı sanatı ve ince uygarlığı bakımından ilgi çeken Ravenna Krallığı'nı kurdular. Nihayet Angllar ve Saksonlar da İngiltere'yi istilâ ettiler. Böylece, Roma imparatorluğu tamamen fethedildi ve yıkıldı.

Kelt sanatından ve Gotlar aracılığıyla doğu sanatlarından etkilenen Germen sanatının örnekleri arasında, mine işlemeli mücevherler, bunlarda yer alan hayvan figürleri, güneşi temsil eden gamalı haçlar sayılabilir.

Büyük Germen Kavimleri

Alamanlar, Burgondlar, Franklar, Ostrogotlar, Vandallar, Vizigotlar.




Gazneliler




Müslüman Türk devleti (963-1187).

Gazne Devleti'ni, Samanoğullarının hizmetinde bulunan Türk komutanlarından Alp Tigin kurdu. Samanoğulları Devleti'nin yanıbaşında, Afganistan'da bulunan Gazne'yi kendine başkent yaptı. Ölümünde yerine oğlu geçtiyse de ordu komutanlarından Bilge Tigin ile Sebük Tigin yönetime elkoydular.

Bilge Tigin'in ömrü kısa sürdü, ama Sebük Tigin, Gazne Devleti'ni güçlendirerek sınırlarını genişletti. Gaznelilerin en parlak dönemi Sebük Tigin'in oğlu Mahmut zamanıdır. Mahmut döneminde Gaznelilerin sınırı doğuda Ganj Nehri'ne, batıda Mezopotamya ve Kafkasya'ya kadar dayanıyordu. Mahmut, Hindistan'ı yağma ederek getirdiği hazinelerle Gazne kentini zenginleştirdi. Camiler, medreseler yaptırarak, ünlü bilginleri, şairleri yanına çağırarak Gazne'ye ün kazandırdı.

Ömrünün son yıllarını, gittikçe Horasan dolaylarında güçlenen Selçuklularla uğraşarak geçirdi. Son Hindistan Seferi'nden dönüşünde öldü. Mahmut'un ölümünden sonra yerine geçen oğlu Mesut babasının yerini tutamadı. Selçukluların karşısında tutunamadı; Dandanakan'da üç gün süren çetin savaşta büyük bir yenilgiye uğradı (1040). Horasan ve Irak'ı onlara bırakmak zorunda kaldı. Mesut'tan sonra gelen Gazne hükümdarları devleti bir süre daha sürdürdülerse de başarılı olamadılar. Gazne Devleti, Afganistan'ın yerlileri olan Gurlular tarafından 1187 yılında ortadan kaldırıldı.

Gaznelilerde Sanat

Gaznelilerden günümüze kalan en önemli sanat eseri, Afganistan'ın Büst kentindeki Leşgeri Bazar Sarayı'dır. Son yıllarda, gene aynı çevrede cami kalıntıları da bulunmuştur. Mimarlık yanında süsleme sanatları da Gaznelilerde önem kazanmıştı. Buna yazı sanatına duyulan ilgiyi de eklemek gerekir: kûfi yazı en olgun biçimini Gazneli Sultan İbrahim (1059-1099) döneminde almıştır. Gazneli sanatı Selçuklu ve Hint sanatlarını etkilemiştir.

Gazneli Mahmut

Doğu dünyasının büyük hükümdarlarından biri olan Gazneli Mahmut (967-1030), babasının ölümü üzerine kardeşini öldürerek tahta geçti. Hindistan'a 17 kez sefer yaptı. Devletin sınırlarını çok genişletti, İranlı ünlü şair Firdevsi, Şehname'sini ona sunmuştur.



Gronikos Çatışması /


İÖ 334 yazı başları), Pers İmparatorluğu'nun istilası sırasında Büyük İskender'in kazandığı bir zafer. Sayıları büyük olasılıkla 40 bini bulan Persler, Granikos ırmağı (Kocabaş Çayı) kıyılarında mevzilenmişti. İskender'in hücum tabur, karşı kıyıdan yağan kargılara karşın ırmağın sığ yerinden öbür tarafa geçti. Onları izleyen İskender, Pers hattının sol merkezini vuracak biçimde yerleştirdiği komutanlarını harekete geçirdi.

İskender, Pers Kralı III. Dareios'un iki akrabasını öldürdü; kendisi ise süvari birliği komutanı Kleitos (Kara) sayesinde ölümden kurtuldu.. Persler bundan sonra dağıldı. İskender'in biyografisini yazan Arrhionos'a göre (İS 2. yy) bu savaşta Makedonyalılar yalnızca 115 kayıp verdiler.

BÜYÜK İSKENDER'İN GRANİKOS SAVAŞI

(Valerio Massimo Manfredi'nin Büyük İskender adlı romanından. Can Yayınları) Peritas yüzünü yalayarak sahibini uyandırdı; İskender ayağa fırladığında, zırhını giydirmek için yardımına gelmiş iki askerini gördü. Leptine, gümüş bir tepside ona 'Nestor Lokması' getirmlşti; kahvaltısı peynir, un, bal ve şarapla çırpılmış çiğ yumurtaydı.
Hükümdar zırhı ve dizlikleri bağlanır, kemeri beline geçirilir, kılıcı takılırken, ayaküstü kahvaltı etti. "Bukefalos'u istemiyorum," dedi çıkarken. "Irmağın kıyıları fazlasıyla kaygan ve o çamura gömülebilir. Bana doru Sarmaçya atımı getirin."

Yardımcıları onun seçtiği atı almaya gittiler. İskender tolgasını sol kolunun altına sıkıştırıp kamp alanının ortasına doğru yürüdü. Adamları sıra sıra dizilmişlerdi; her an yeni askerler gelip arkadaşlarının yanındaki yerlerini alıyorlardı. İskender getirilen atına bindi, önce Makedon ve Thessalialı süvari birliklerini, sonra Yunan piyadelerini denetledi.

Uç birliklerinin süvarileri kampın ötesinde, doğu kapısına yakın bir noktada, mükemmel düzende beş sıra olmuş bekliyorlardı. Kralları geçerken, sessizce mızraklarını havaya kaldırdılar. İskender hareket buyruğunu verdiği anda, Kara onun yanındaki yerini aldı. Yürümeye başlayan binlerce atın ve savaşçıların mızraklarının sesi karanlıkta yankılanmaya başladı.

Granikos'un birkaç stadyon ötesinden gelen nal seslerinin ardından dört haberci karanlıktan sıyrılıp İskender'in önünde durdular. "Kralım," dedi en öndeki, "barbarlar henüz yerlerinder kımıldamadılar; ırmaktan üç stadyon ötede alçak bir tepenin üzerine yerleştiler. Kıyıda Med ve İskit gözcüler var onlar bizim kıyıyı da gözlem altında tutuyorlar. Onları bütünüyle habersiz yakalayamayacağız."

"Elbette hayır," dedi İskender, "ama onların orduları doğu kıyısıyla aralarındaki üç stadyonu kapatana dek bizler ırmağın sığ yerinden karşıya geçmiş olacağız. O nokta da olan olacak zaten." Sonra özel korumalarına yaklaşmaları için işaret etti. "Elverişli bir yer bulur bulmaz karşıya geçeceğimizi tüm birlik komutanlarına bildirin. Borazanla çalar çalmaz kendimizi ırmağa atacağız ve olanca hızımızla karşıya geçeceğiz. Önden süvariler gidecek."

Korumalar uzaklaştılar; az sonra piyadeler durarak yanlarındaki süvarilere, Granikos'a doğru ilerlemeleri için yol verdiler. Gökyüzü, doğudan hafifçe aydınlanmaya başlamıştı. "Güneşin gözümüzü yakacağını sanıyorlardı, ama ay bile göremedik," derken, İskender Phrygia tepelerin ardından, güneyden batan hilali gösteriyordu. Elini kaldırarak yanında Kara ile birlikte atını ırmağa sürükledi; tüm Uç Birliği onunlaydı. Aynı anda karşı kıyı da bir nara işitildi, sonra bağırışlar giderek çoğalıp kalabalıklaştı; sonunda bir kornonun sesini uzaktan gelen sesler yanıtlamaya başladılar. Med ve İskit gözcüler alarm veriyorlardı.

Irmağın ortasında olan İskender, "Borazanlar!" diye haykırdı. Ve borazanlar boğuk, iç paralayıcı tek bir nota ile çalmaya başladılar. Sanki karşı kıyıya yanıt verir gibiydiler; çevredeki tepelerde hem kornoların, hem borazanlarıN sesleri yankılanıyordu.

Hükümdar ve askerleri olabildiğince çabuk karşı kıyıya geçmeye çalışırlarken Granikos (Kocabaş çayı) köpürüyordu. Bir bağırış işitildi ve bir Makedon asker yaralanarak suya devrildi Med ve İskit keşif kolları kıyıya yığılmış, hedef bile almadan ok yağdırmaya başlamışlardı. Başka askerler de boyunlarından, karınlarından, göğüslerinden yaralandılar. İskender kalkanını kaldırdı, doru atını mahmuzlayıp asker kalabalığından sıyrıldı. Şimdi dışarıdaydı!

"İleri!" diye haykırdı. "İleri! Borazanlar!"

Borazan seslerinin daha tiz ve etkileyici olarak yükselmesiyle, atlarını kamçılayarak suyun girdabından kurtarmaya çalışan binicilerin bağırışlarına, karmaşadan dolayı heyecana kapılan atların kişnemesi de katıldı. Şimdi üçüncü ve dördüncü sıra sudan çıkmıştı; dördüncü, beşinci ve altıncı sıra süvariler ırmağa giriyorlardı. İskender bu arada kendi birliği ile kaygan kıyıyı tırmanmaya başlamıştı.

Arkasından savaş düzeninde yürümekte olan piyadelerin haykırışları ona eşlik ediyordu. Düşman öncüler, okları tükenince atlarına atlayarak, son hızla kamplarına doğru kaçmaya başladılar; kamptan da gürültüler, silah sesleri geliyordu. Savaşçı gölgeleri ellerinde meşalelerle, karanlığın her yanında koşuyor, havayı değişik dillerde naralar dolduruyordu. İskender, Uç Birliği'ni savaş düzenine sokup başına geçti.

Bu arada iki hetairoi birliğiyle iki Thessalialı süvari birliği onu arkadan ve yanlardan komutanlarının buyruklarına göre korumaya aldılar. Makedonlara Krateros ile Perdikkas, Thessalialılara Prens Amyntas ve subayları Enomaos ile Ekekratides komuta ediyordu. Borazancılar, hareketi başlatmak için Hükümdar'ın buyruğunu bekliyorlardı.

"Kara!" diye seslendi İskender. "Bizim piyadeler neredeler?"

Klitos, safları sonuna dek gözden geçirdikten sonra ırmağa doğru baktı ve, "Tırmanmaktalar, Kralım," dedi. "Tamam o zaman, haydi borazanlar! Dörtnala ileri!" Borazanların yeniden çalmasıyla on iki bin süvari aynı anda ileri atıldılar; atlar kişniyor, İskender'in gösterişli ve ağır Sarmaçyalı dorusunun adımlarına uyarak ilerliyorlardı.

Öte yanda, Pers süvarileri telaşla toplanırlarken belli bir karmaşa yaşamıyor değillerdi: Düzene girmiş olanlar Komutan Spithridates'in buyruğunu bekliyorlardı. İki öncü heyecan içinde onların yanına varıp, "Saldırıyorlar efendim!" diye bağırdı.

"Haydi, beni izleyin!" diye buyurdu Spithridates, daha fazla oyalanacak zamanı olmadığını anlamıştı. "Şu yauna'ları kovalım, onları yeniden sulara döküp balıklara yem edelim! Haydi! İleri!"

Kornolar çaldığında toprak, ateşli atların yeri çekiç gibi döven nalları altında titriyordu. İlk sırada Medler ve çift kıvrımlı büyük yaylarıyla Horazmiler vardı, arkadan kıvrık palalarıyla Oksian ve Kaduslar, en arkadan da Sakalar ve ellerinde devasa kılıçlarıyla Drancanlar gelmekteydiler. Süvariler yola çıkınca, çoktan düzene girmiş olan Yunan paralı askerleri de onları sıkı saflar halinde izlemeye başladılar.

"Anadolu'nun askerleri!" diye bağıran Memnones, onları yüreklendirmek için mızrağını havaya kaldırdı. "Satılık kılıçlar! Sizin geri dönecek bir eviniz ve vatanınız yok! Siz yalnızca kazanabilir ya da ölebilirsiniz. Bunu unutmayın, bizlere kimse acımaz, çünkü Yunan da olsak, Büyük Kral'ın yanında savaşmaktayız. Erkekler, bizim ülkemiz onurumuzdur, mızrağımız ekmeğimizdir. Canınız için sava-şın: Elinizde kalan bir tek budur!

Alalalái! Sonra öne atıldı; önce hızlı adımlarla, sonra koşarak ilerlemeye başlayınca adamları da ona yanıt verdiler: Alalalái!

Cephe düzenini bozmadan komutanlarının arkasından giden askerlerin ayakları toprağa değdikçe, müthiş bir demir ve bronz gürültüsü duyuluyordu. İskender bir stadyon uzaklıktan beyaz toz bulutunu gördü ve borazancılara bağırdı: "Savaş adımları!" Borazan öyle bir çaldı ki, Uç Birliği iyice coştu. Süvariler mızraklarını indirip öne atıldılar. Sol elleriyle atlarının dizginlerini ve yelelerini tutuyor, böylece çarpışma ânında, insanlarla hayvanlar birbirlerine dehşet verici seslerle bağırır, dişbudak ve kızılcıktan yapılmış mızraklar birbirine çarpar, Pers ciritleri havada uçarken hayvanlarına destek oluyorlardı.

İskender, kılıcı al kana boyanmış Spithridates'in öfkeyle sağ yanında savaştığını gördü, dev Rheonıithres onun solunu korumaya almıştı; bunun üzerine atını o yana sürdü. "Dövüş barbar! Cesaretin varsa Makedon Kralı'yla dövüş!"

Bunun üzerine Spithridates de atını Kral'a doğru sürüp kılıcını sallamaya başladı. Kılıcın ucu İskender'in zırhının omuzluğunu sıyırıp boynu ile kaval kemiği arasına battı, ama kılıcını kınından çeken Hükümdar ötekine öyle şiddetle saldırdı ki, atının üzerindeki dengesini bozdu. Vali, yere düşmemek için atına tutunmak zorunda kalınca yanı açıkta kaldı: O anda İskender kılıcını onun kolunun altına sapladı, ama artık tüm Persler ona doğru gelmeye başlamışlardı. Bir ok doru atını yaralayınca, hayvan dizleri üstüne çöktü; o da Rheomithres'in baltasından kurtulamadı.

Kalkanı, darbeyi bir noktaya kadar engelleyebildi; balta metali yardı, keçesini kesip kafa derisine çarptı; bunun üzerine artık atıyla yere düşmüş olan Kral'ın başından fişkıran kanlar yüzüne akmaya başladı. Rheomithres baltasını yeniden havaya kaldırdı, ama Kara o anda deli gibi bağırarak onun üzerine atıldı ve ağır İllyria kılıcıyla kolunu kökünden kesiverdi. Barbar, çığlıklar atarak atından yuvarlandı; kesik koldan fışkıran kan onu henüz öldürmemişti; o anda yeniden ayağa dikilen İskender, kılıcını göğsüne sokarak ona öldürücü darbeyi vurdu.

Sonra Kral, alanda başıboş koşan bir ata atlayıp tekrar kalabalığın içine daldı. Komutanlarının ölümüyle korkuya kapılan Pers askerleri gerilemeye başladılar; bu arada Uç Birliği'ne desteğe gelen hetairoi'ler ve Amyntas'ın komutasındaki Thessalialı süvariler de çarpışmaya katıldılar.

Perslerin süvarileri cesurca savaştılarsa da, giderek içeri dalan Uç Birliği yüzünden dağılmaya başladılar; Makedonların hafif süvarileri de yanlara doğru dalga dalga yayılmaya başlamışlardı. Bunlar hayvan gibi yabanıl Trakyalı ve Triballi savaşçılardı; ok ve mızrak yağmuruna aldırmadan ilerliyorlardı; düşmanla yüz yüze gelip onu kan revan içinde bırakmak için atılıyorlardı. İskender'in arkadaşları Krateros, Philotas, Ephestione, Leonnatos, Perdikkas, Ptolemaios, Seleukos, Lysimakhos krallarını örnek alarak ön safta savaşıyor, büyük kayıpla veren düşman komutanlarla yüz yüze gelmeye çalışıyorlardı. Bunların aralasında Büyük Kral'ın yakın akrabaları dı vardı.

Sonra Pers süvarileri kaçmaya başlayınca hetairoi'ler Thessalialılar, Trakyalılarla Triballilerin hafif süvariler onların peşine düştüler. Şimdi önde pezhetairoi zırhlı piyadeleri, bir de Memnones'in saflarını bozmadan, omuz omuza, gövdelerini büyük dışbükey kalkanlarla yüzlerini Korinthos tarzı maskeyle koruyan paralı askerleri vardı. Her iki ordu avaz avaz:

Alalalái! diye bağırıp mızraklarını uzatarak öne atıldılar. Memnones'in bir buyruğuyla Yunan paralı askerleri mızRaklarını hep birlikte kaldırıp düşmanın üzerine fırlattıktan sonra, ellerini bellerindeki kılıçlara attılar. Piyadelerin toparlanmasına fırsat vermeden aralarına daldılar. Düşman cephesini yarmak için Makedonların kendilerine özgü o uzun mızraklarını kırmaya uğraşıyorlardı. Parmenion, tehlikeyi sezerek vahşi Agrianları işin içine soktu; Agrianlar saldırınca, Memnones'in paralı askerleri savunmaya geçtiler.

Böyle olunca Makedon piyadeler de toparlanıp ön cepheden mızraklar fırlatmaya başladılar. Yunan paralı askerleri ise Persleri kovalamış geri gelen süvariler tarafından da kuşatıldılar ama son soluklarına dek savaştılar.

Güneş ovayı ışınlarıyla aydınlattığı zaman cesetler yerde üst üste yığılmıştı. Veterinerler yaralı dorusuyla ilgilenmeye başlayınca, İskender Bukefalos'unu istedi ve atıyla muzaffer ordusunun önünde bir geçit yaptı. Başındaki yaradan ötürü yüzü kan kırmızısıydı; zırhı Spithridates'in kılıcıyla yırtılmıştı; bedeni de ter ve toz içindeydi ama o anda askerlerinin gözünde o bir ilahtı. Hepsi birden, Philippos'un onun doğuşunu müjdelediği gün yaptıkları gibi mızraklarını kalkanlarına vuruyor,

İskender! İskender! İskender! diye coşkuyla bağırıyorlardı. Kral gözlerini pezhetairoi saflarının en arkasına çevirip yetmiş yaşındaki General Parmenion'un, bedeninde eski savaşların izleri, elinde kılıcıyla yirmilik bir asker gibi duruşunu seyretti. Onun yanına gidip atından indi, generalini kucaklarken askerlerinin haykırışları gökyüzüne ulaşıyordu.




Germiyanoğulları


İlk zamanlarda, XIII. asırda Selçuklular'ın uç beyleri arasında Karamanoğulları'ndan sonra en kudretlisi ve en büyüğü, Germiyanoğulları idi. Beylik, 1260 yıllarından 1390'a kadar takriben 130, sonra 28 Temmuz 1402 Ankara muharebesinden 1429 Şubatına, kadar tekrar 27 yıl olmak üzere takriben 156,5 sene devam etmiştir.

Germiyan aşireti XIII. yüzyılda ilk defa Malatya taraflarında görülür. Daha sonra Germiyanoğulları, muhtemelen Moğolların baskısı üzerine Kütahya bölgesine göç etmişlerdir. Germiyanoğulları bu bölgede Türkiye Selçuklu sultanı II. Gıyaseddin Mes'ud ve Moğollara karşı bağımsızlıkları için mücadele ettiler.

Bu beyliğin asıl kurucusu Kerimüddin Alişir'in oğlu I. Yakub'dur. Yakub Bey ikinci kez sultan olan Gıyaseddin Mesud 1302-1310'a tabi olmayarak İlhanlıların hakimiyetini tanıdı. Kurduğu beyliğin merkezi Kütahya idi. Yakub Bey'in idaresindeki Germiyanoğulları, Anadolu beyliklerinin en kuvvetlilerinden birisi olup, Bizans bu beyliğe her yıl muayyen bir vergi ve hediyeler göndermekte idi. Devletin başkenti Kütahya şehriydi. 1381'de Kütahya, Simav ve Tavşanlı, Osmanlılar'a verilmiş, Germiyanoğulları, Kula'ya çekilmişlerdir.

Germiyanoğulları, Batı Anadolu'da mühim yerleri kesin şekilde Bizanslılar'dan fethedip Türkleştiren Türkmen hanedanlarının başında gelir. Onun için prestijleri çoktu. En geniş şekliyle beylik, bugünkü Kütahya, Uşak, Denizli, Afyon vilayetleri ile Manisa vilayetinin doğusunu kaplıyordu. Bu topraklar 44.000 km2 eder. Aydınoğulları'nın da Germiyanlılar'a tabi olduğu düşünülürse, beylik, Ege'ye dayanıyor demektir. 1360'a doğru beylik, 37.000 km2 kadardı.

Germiyanoğulları, Afyon ve çevresini Sahib Ataoğulları'ndan almışlardır. Denizli'de 92 yıl saltanat süren İnançoğulları, Germiyanoğulları hanedanındandırlar. Yakub Bey ise 1314'de Alaşehir'i zaptetmiş ve haraca bağlamıştır. Aynı yıl içinde Anadolu'ya gelen İlhanlı beylerbeyi Emir Çoban'a itaat etti.

Süleymanşah 1361-1387'ın saltanatının ilk yılları sakin geçti. Fakat onun Karamanlılar ile Hamidoğulları arasındaki mücadelede, Hamidoğullarından İlyas Bey'in tarafını tutması, Karamanlılar ile arasının açılmasına sebep oldu. Süleyman Şah bu baskı sebebiyle Osmanlılar ile anlaşmak istedi. Bu maksadla da kızını Sultan I. Murad'ın oğlu Bayezid'e vermeyi ve çehiz olarak da bazı şehir ve kasabaları Osmanlılara bırakmayı teklif etti.

Yakub Bey 1399'da tutuklu bulunduğu İpsala'dan kaçarak Timur'un yanına kadar gitmeyi başarmıştır. Ankara savaşı 1402'ndan sonra Timur ona ülkesini iade etti. II. Yakub Bey böylece Timur'un hakimiyetini tanımış oluyordu. Osmanlı şehzadeleri arasındaki taht mücadelesinde ise, yeğeni Çelebi Mehmed'in tarafını tutmuştu. Karamanlılardan Mehmed Bey'in iki yıl üst üste yaptığı sefer neticesi ülkesini terke mecbur kalan Yakub Bey, Çelebi Mehmed'in Karamanlıları yenmesi üzerine tekrar beyliğinin başına geçmişti (1414).

Kısa bir sükunet devresinden sonra, Yakub Bey ile Karamanlılar, Sultan II. Murad'a karşı Çelebi Mehmed'in öteki oğlu Mustafa Çelebi'nin tarafını tuttular. Mustafa Çelebi'nin İznik'te öldürülmesinden (1423) sonra, Yakub Bey Osmanlılar ile iyi geçinmeyi tercih etti. Yakup Bey erkek evladı bulunmadığı için ülkesini ölümünden sonra Osmanlılara bıraktı.

Ölümünden sonra Germiyanoğulları Beyliği tamamıyla Osmanlı Devleti'nin idaresi altına girmiş oldu (1429) Germiyanoğulları, zamanımıza kadar gelmişler ve Osmanlı hizmetinde sadrazamlığa, damatlığa kadar yükselen birçok şahsiyetler yetiştirmişlerdir. Germiyanoğulları 1. Kerimeddin Ali Şir Bey (12607-1264) 2. I. Yakub Bey (1264-1325) 3. Mehmed Bey (13257-1360) 4. Süleyman Şah Bey (Adil) (13607-1387) 5. II. Yakub Bey (1387-1390) Germiyanoğulları sarayı bilim adamlarının ve şairlerin yüksek himayeye nail oldukları bir yerdi.

Bilhassa Süleyman Şah ve II. Yakub Bey zamanlarında iktisadi ve sosyal hayat çok gelişmiş, Kütahya Anadolu beylikleri içinde kültür bakımından en üst seviyeye ulaşmıştı. Mimari eserlerin büyük kısmı Kütahya'dadır ve bunlardan en önemlisi II. Yakub Bey'in yaptırdığı kendi türbesini de içine alan, medrese ve imaretten ibaret külliyedir.
Alıntı ile Cevapla