Cevap: Sasani İmparatorluğu
Doğulu Devletlerle ilişkiler
Çin'le ilişkiler
Sasani etkisi sadece sınırlarının içinde kalmadı. Çin'de Tarim Basin bölgesindeki Kızıl'daki bu tasvirde, "Tokarian vericileri"'nin üzerlerinde Sasani stilinde kıyafetler var.
Kendilerinden önce gelen Parthianlar gibi, Sasani İmparatorluğu da Çin'le aktif dış ilişki yürüttüler. İran elçileri sık sık Çin'e seyahat etti. Çin belgeleri, Çin'e giden on üç adet Sasani sefareti olduğunu naklederler. Ekonomik olarak, Çin'le yapılan kara ve deniz ticareti hem Sasaniler hem de Çinliler açısından önemliydi. Güney Çin'de bulunan çok sayıda Sasani madeni parası denizden yapılan ticareti doğrular.
Sasani kralları, İran'ın en yetenekli müzisyenlerini ve dansçılarını farklı zamanlarda Çin kraliyetine gönderdi. İpek Yolu üzerinden yapılan ticaretten iki imparatorluk da faydalandı ve bunu koruyup devam ettirme noktasında benzer bir çaba içerisinde oldular. Orta Asya'dan geçen ticaret yollarının korunması için ortak hareket edip, sınır bölgelerinde karavanların göçebe kabilelerinden ve eşkiyalardan korunması için karakol mevkileri oluşturdular.
Politik olarak, ortak düşman olan Akhunlar'a karşı, Sasani ve Çinlilerin bir kaç defa ittifak kurma teşebbüsünü görürüz. Orta Asya'da göçebe Türk devletlerinin verdikleri zarar üzerine, Türklerin ilerlemelerini durdurabilmek için Çin ve Sasaniler arasında işbirliği olarak adlandırılabilecek girişimleri de görürüz. Mogh dağından edinilen belgeler bir Çin generalinin Arap saldırıları esnasında Sogdiana kralının emrinde olduğunu da naklederler.
İran'ın Müslüman Araplar tarafından ele geçirilmesinin ardından, III. Yezdigirt'in oğlu Firuz bir kaç Fars asilzadesiyle beraber kaçtı ve Çin kraliyeti maiyetine sığındı. Hem Firuz'a hem de oğlu Nerseh'e (Çince nen-şie) Çin maiyetinde yüksek derecede ünvanlar verildi. En azından iki defasında, sonuncusu muhtemelen 670 yılında, yanında giden Çin birlikleri Firuz'un Sasani tahtına yeniden yerleşebilmesi için yardımda bulundu. Çeşitli sonuçları olan bu olaya ait elimizde kalan bir kaç nümizmatik kanıta göre bu girişimlerin bir tanesinin neticesinde Firuz kısa süreliğine de olsa Sistan (Sakestan)'ın hükümdarı oldu. Daha sonraları Nerseh, Çin kraliyet muhafız alayının komutanlığına getirildi ve soyundan gelenler Çin'de saygı gören prensler olarak yaşamaya devam ettiler.
Hindistan'a yayılması
I. Ardeşir tarafından Sasanilerin İran'ı ve komşu bölgeleri güvence altına almalarının ardından, ikinci imparator I. Şapur (240-270) egemenliğini bugünkü Pakistan tarafında doğuya doğru ve kuzeybatı Hindistan'a genişletti. Önceden otonom olan Kuşanlar I. Şapur'un hükümdarlığını kabul etmek zorunda kaldılar. Kuşanların 3. yüzyılın sonunda gerileyip 4. yüzyılda kuzey Hindistan'daki Gupta İmparatorluğu'na yerini bırakmasına rağmen, Sasani nüfuzunun Hindistan'ın kuzeybatısında bu süreç zarfında etkin olduğu açıktır.
Bu zaman periyodunda, İran ve kuzeybatı Hindistan politik olduğu kadar kültürel de olan bir etkileşim yaşadılar. Sasani uygulamaları Kuşan sınırları içinde yayıldı. Kuşanlar, özellikle Sasani gümüş eşyaları ve tekstil ürünlerinin üzerinde gördükleri av esnasında ya da adalet dağıtırken resmedilen Sasani kraliyetinden etkilendiler.
Fakat, bu kültürel etkileşim Sasani dini uygulamalarını ve tutumlarını Kuşanlara yaymadı. Sasaniler resmi bir dini preselizitasyon siyasetine bağlı kalıp zaman zaman azınlık dinlerine zorla din değiştirme zulmünü uygularkan, Kuşanlar dini hoşgörü siyasetini benimsediler.
Bu zaman zarfında Hindistan ve İran arasında düşük seviyede kültürel alışverişler de yaşandı. Örnek olarak, İranlılar Hindistan'dan satranç oyununu aldılar ve oyunun ismini çaturanga 'dan çatrang 'a değiştirdiler. Buna karşılık olarak, İranlılar Hindlilere tavla oyununu tanıttı.
I. Hüsrev'in hükümdarlığı esnasında, Hindistan'dan getirtilen çok sayıda kitap Sasani İmparatorluğu'nun dili olan Pehlevi'ye çevrildi. Bunların bir kısmı daha sonraları İslam dünyasının edebiyatına karıştı. Bunun belirgin örneklerinden biri, Hüsrev'in bakanlarından biri olan Burzoe tarafından çevrilen Pançatantra 'dır. Kelile ve Dimne olarak bilinen bu çeviri daha sonra Arabistan'a ve Avrupa'ya kadar ulaştı.[32] Burzoe'in Hindistan'a yaptığı efsanevi seyahatini ve Pançatantra'yı cesaret gerektiren bir şekilde kazanmasını Firdevsi, Şehnamesi'nde ayrıntılarıyla anlatır.
Sasaniler zamanında İran toplumu
Sasani toplumu ve medeniyetini zamanının en gelişmişlerinden biri olarak bu bölgede sadece Bizans medeniyetiyle rekabet içindeydi. İki imparatorluk arasında yaşanan bilimsel ve entellektüel etkileşimin seviyesi bu medeniyet beşiklerinin rekabetinin ve işbirliğinin tanığıdır. [
Parthian ve Sasani toplumlarının en dikkat çekici farkı şöhretli ve etkileyici merkezileştirilmiş hükümetti. Sasani teorisine göre, ideal bir toplum, kararlılığı ve adaleti sağlayandır. Bunun için gerekli enstrüman da güçlü bir kraliyetti İmparatorluk içinde çok sayıda farklı grubu yöneten birbirinden ayrı sosyal organizasyon sisteminden oluşan Sasani toplumu son derece kompleksti. Tarihçiler toplumun dört sınıfa ayrıldığına inanır. Bunlar, Rahipler (Atorbanan, Farsça'da آتروبانان), Savaşçılar (Arteştaran, Farsça'da ارتشتاران), Sekreterler (Dabiran, Farsça'da دبيران), ve Halk tabakası (Vasteryoşan-Hootkheşan, Farsça'da: هوتخشان-واستريوشان). Sasani kast sisteminin merkezinde, bütün asilleri yöneten Şehinşah vardır. Soylu prensler, küçük hükümdarlar, büyük mal sahipleri, ve rahipler birlikte ayrıcalıklı bir sınıf oluşturdular. Bunlara Bozorgan (بزرگان,) ya da asiller denirdi. Sosyal sistemin oldukça katı olduğu gözükmektedir.
İstisnai durumlarda meziyet temelinde başka bir sınıfa geçmek mümkün olsa da, bir sınıfa üye olma doğumla gelirdi. Kralın işlevi, bütün sınıfların kendi sınırları içinde kalmalarını gözetmekti. Böylece ne kuvvetli olan zayıfı ne de zayıf olan kuvvetliyi ezemeyecekti. Bu sosyal dengeyi korumak ve sürdürmek kraliyet adaletinin özüydü. Bunun da etkili bir şekilde yürütülmesi ancak kralın bütün sınıfların üstünde yüceltilmesine bağlıydı.
Daha düşük bir seviyede, Sasani toplumu ikiye bölünmüştü. Aryan fatihlerinin soyundan gelmelerinin vermiş olduğu konumu kıskançlıkla koruyan Azatan (Azadan) asilleri (آزادان) yani hürler, ve orijin olarak Aryan olmayan köylü sınıfı. Azatan, küçük konaklarda yaşayan düşük seviyeli yöneticilerden oluşan geniş bir aristokrasi kurdular. Azatan, Sasani ordusunun süvari omurgasını oluştururdu.
Sanat, bilim ve edebiyat [
Sasani kralları edebiyatçıları ve filozofları himaye eden aydınlanmış insanlardı. I. Hüsrev Plato'nun ve Aristo'nun eserlerini Pehlevi diline çevirttip Gundişapur'da öğretilmesini sağladı. Kendisi de bu kitapları okurdu. Hükümdarlığı esnasında bir çok tarih yıllıkları oluşturuldu. Bunlardan elimize kalan yeganesi Karnamak-ı Artaksşir-i Papakan'dır (Ardeşir'in faaliyetleri). Efsane ve tarih karışımı bu eser daha sonra İran'ın ulusan destanı olacak Şehname'nin temelini oluşturdu. I. Justinyan Atina okullarını kapattığı zaman, yedi öğretmen İran'a kaçtı ve Hüsrev'in sarayında himaye buldular. Vatan hasreti çekince ve Justinyan'la 533 yılında yapılan anlaşmayla, Sasani kralı Yunan bilgelerin serbestçe memleketlerine dönebilmelerini ve her türlü eziyetten uzak tutulmalarını şart koştu.
4. yüzyılda kurulan Gundişapur Üniversitesi, I. Hüsrev zamanında dünyanın her tarafından öğrencileri ve öğretmenleri kendine çekerek zamanının en büyük entelektüel merkezi haline geldi. Buraya gelen Nestoryan Hıristiyanları, tıp ve felsefe alanlarında Yunanca'dan Syriac diline çevrilmiş çalışmaları da yanlarında getirdiler. Daha sonraları gelen Sufizmin tohumlarını ekecek olan Neoplatonistler de Gundişapur'a geldiler. Hindistan'ın, İran'ın, Suriye'nin ve Yunanistan'ın bilgi, kültür ve inançları birbirine karışarak gelişen bir terapi okulunu ürettiler.[
Sanatsal açıdan Sasani dönemi İran kültürünün ve medeniyetinin en önemli başarılarına tanıklık etti. Daha sonraları Müslüman kültürü olarak adlandırılacak olan bir çok şey, mimari ve yazı dahil olmak üzere, orijinal olarak Fars kültüründen alındı. Zirve noktasında Sasani İmparatorluğu Suriye'den kuzeybatı Hindistan'a kadar yayılmıştı. Ama etkisi bu politik sınırların çok ötesinde de hissedildi. Sasani motifleri Orta Asya, Çin, Bizans İmparatorluğu ve hatta Merovingiyan Fransası sanatına kadar ulaştı. Fakat, Sasani sanatının konseptlerini asimile edecek ve taze bir hayat aşılayıp, onu yeni bir dinçlikle yenileyecek olan İslam sanatı Sasani sanatının birincil varisiydi,
Will Durant'a göre:
“ "Sasani sanatı, formlarını ve motiflerini doğuda Hindistan, Türkistan ve Çin'e, batıda Suriye, Küçük Asya, Konstantinopolis, Balkanlar, Mısır ve İspanya'ya ihraç etti. Belki de, bu etki, Yunan sanatında vurgulamanın klasik representasyondan Bizans tarzı süslemeye, ve Latin Hıristiyanlık sanatında ahşap tavanlardan tuğla ve taş kemerlere, kubbelere ve desteklemeli duvarlara kaymasına yardımcı oldu. ”
Tak-ı Bostan'daki ve Nakş-ı Rüstem'deki Sasani oymaları renklidir. Saray yüzleri de böyledir. Fakat bu boyamaların sadece izleri günümüze kalmıştır. Yine de yazılı kaynaklar, Sasani zamanında boyama sanatının geliştiğini açıkça göstermektedir. Peygamber Mani'nin bir ressamlık okulu kurduğu nakledilir. Firdevsi, Sasani zenginlerinin ve nüfuzlularının konaklarını ve malikanelerini İran kahramanlarının resimleriyle donattıklarını anlatır. Şair El-Buhturi Ktesifon'daki sarayın duvar resimlerini tasvir eder. Bir Sasani kralı öldüğünde, kraliyet hazinesinde tutulmak üzere, zamanın en iyi ressamına ölen kralın bir portresi yaptırılırdı.
Ressamlık, heykeltraşlık, çömlekçilik ve dekorasyon sanatının diğer formları, dizaynlarını Sasani tekstil sanatıyla paylaştılar. İpekler, nakışlar, simli kumaşlar, şam kumaşları, duvar kilimleri, koltuk örtüleri, tenteler, çadırlar ve halılar, kölelere özgü bir sabırla dokunur ve açık sarı, mavi ve yeşil renkte ılık boyalarla kurutulurdu. Köylüler ve rahipler dışındaki bütün İranlılar kendilerinden üst sınıftakiler gibi giyinmeye heves ederlerdi. Hediyeler çoğunlukla görkemli elbiselerden seçilirdi. Asurlular zamanından beri doğuda, büyük renkli halılar zenginliğin ve servetin doğal bir parçasıydı. Tarihin dişlerinden kurtulabilen iki düzine kadar Sasani tekstil ürünü, var olan en değerli dokumalar olarak kabul görür. Kendi zamanlarında bile Sasani tekstil ürünleri hayranlık uyandırır ve Mısır'dan Uzak Doğu'ya kadar taklit edilirdi. Haçlı Seferleri zamanında Hıristiyan azizlerinin kalıntılarını giydirmek ve örtmek için bu pagan ürünleri seçilmişti. Heraklius II. Hüsrev'in (Hüsrev Pervez) Dastagirt'teki sarayını ele geçirdiğinde, zarif nakışlar ve devasa bir kilim en değerli ganimetleri arasındaydı. Hüsrev'in Baharı diye de bilinen I. Hüsrev'in (Hüsrev Anuşirvan) Kış Halısı (Bahar Mevsimi Halısı قالى بهارستان) meşhurdu. Bu halı, üzerindeki bahar ve yaz sahneleriyle kendisine kışı unutturması için dizayn edilmişti. Yakutlar ve elmaslardan dokunmuş çiçekler ve meyveler, ayrıca gümüşten yapılmış yürüme yolları, inciden yapılmış dereler altın zemin üzerine bu halıya nakşedilmişti. Harun El-Reşid, mücevheratla sık bir şekilde süslenmiş büyük bir Sasani halısıyla övünürdü. İranlılar halıları ve kilimleri hakkında aşk şiirleri yazardo.
Sasani kalıntıları üzerinde yapılan çalışmalar, Sasani kralları tarafından 100'den fazla sayıda farklı tacın giyildiğini gösterir. Bu farklı Sasani taçları, her döneme ait kültürel, ekonomik, sosyal ve tarihi durumu gösterir. Hükümdar taçları her kralın kendine has özelliklerini de yansıtır. Taçlar üzerindeki ay, yıldızlar, kartal ve avuç içi gibi farklı semboller ve işaretler tacı taşıyanın dinini ve inançlarını gösterir.
Sasani Hanedanı Akaemenid gibi Persis (Fars) vilayetinde ortaya çıktı. Sasaniler kendilerini Hellenistik ve Parthian aradan sonra Akaemenidlerin devamı olarak gördüler. İran'ın büyüklüğünü yeniden ortaya çıkarmanın kaderleri olduğuna inandılar.
Sasaniler, Akaemenid Hanedanı geçmişlerinin görkemini yeniden canlandırırken sadece taklit ediyor değillerdi. Bu dönemin sanatı, belli açılardan İslam sanatının anahtar özelliklerinin öncülüğünü de yapacak şekilde şaşırtıcı bir güçtedir. Sasani sanatı geleneksel İran sanatının örneklerini Hellenistik ögeler ve etkilerle birleştirdi. Pers İmparatorluğu'nun Büyük İskender tarafından fethedilmesi, Hellenistik sanatın Batı Asya'ya doğru yayılmasını başlattı. Doğu bu sanatın dış formunu kabul etsede ruhunu gerçekte asla asimile etmedi. Hellenistik sanat, Yakın Asya'nın insanları tarafından Partian döneminde zaten özgürce yorumlanıyordu. Sasani dönemi boyunca buna karşı bir reaksiyon vardı. Sasani sanatı İran'a özgü yerel gelenekleri ve formları yeniden canlandırdı. İslam döneminde bunlar Akdeniz sahillerine kadar ulaştı.
Fergusson'a göre:
“ İran, Sasanilerin gelmesiyle uzun süredir yabancısı olduğu güce ve istikrara yeniden kavuştu… Ülke içindeki güzel sanatlardaki gelişme, refahın ve Akaemenidlerin yıkılmasından sonra unutulan güvenliğin geri geldiğini gösterir.[ ”
Ayakta kalan saraylar, Sasani krallarının nasıl bir görkem içinde yaşadığını gösterir. Firuzabad, Fars'taki Bişapur ve Irak'ta bulunan Khvarvaran'daki başkent Ktesifon sarayları bunun örnekleridir. Yerel geleneklerin yanında, Parthian mimarisi de Sasani mimari karakterini etkiledi. Hepsinin ayırıcı özelliği Partian döneminde ortaya çıkarılan kemer ivanlardır. Sasani döneminde, özellikle Ktesifon'da olmak üzere bunlar devasa boyutlara ulaştı. I. Şapur'un hükümdarlığı (241-272) dönemine atfedilen bu sarayın kubbeli salonunun kemeri 24 metreden daha geniştir ve yüksekliği de 36 metreyi bulur. Bu mükemmel yapı takip eden yüzyıllardaki mimarları büyülemiş ve İran mimarisinin en önemli örneklerinden biri olarak kabul edilmiştir. Firuzabad'da olduğu gibi sarayların büyük bir kısmı, üzerinde kubbe bulunan bir iç kabul salonu barındırır. İranlılar, kare bir binanın üzerine çember şeklinde bir kubbe inşa etme problemini, payanda kemerleri (köşe kemerleri) kullanarak veya kareyi her bir köşesinden karşılıklı kemerler inşa ederek böylece üzerine bir kubbe koymaya müsait hale gelecek şekilde sekizgene çevirerek çözdüler. Firuzabad'daki sarayın kubbeli odası, payanda kemeri kullanımının ayakta kalan örneklerinden en eski olanıdır. Bu da, bu mimari tekniğinin İran'da icat edilmiş olabileceğini gösterir.
Sasani mimarisini diğerlerinden ayıran özelliği boşluğu kullanım şekliydi. Sasani mimarı binasını kütleler ve yüzeyler olarak tasarlardı. Böylece devasa tuğla duvarların kullanılması kalıp ya da oyma alçılarla dekore edilirdi. Bişapur'da alçı duvar dekorasyonları görülür. Ama, Rayy yakınlarındaki Çal Tarkhan'da (tarih olarak geç Sasani ya da erken İslam dönemi), Ktesifon'da ve Mezopotamya'daki Kiş'te daha iyi örnekleri korunmuştur. Paneller üzerinde ufak kabartma dairelerde görülen hayvan figürleri, ayrıca insan büstleri ve geometrik ve çiçekli motifler bulunur.
Bişapur'da, yerlerin bir kısmı, resmi ziyafetler gibi şölenleri gösteren mozaiklerle dekore edilmiştir. Bura da Roma etkisi açıktır. Mozaikler Romalı esirler tarafından yerleştirilmiş olabilir. Binalar da duvar resimleri ile dekore edilmişti. Güzel örnekleri özellikle Kuh-i Khwaca'da (Sistan'da) bulunmuştur.
Endüstri ve ticaret
Sasaniler döneminde İran endüstrisi evcil formlardan kentsel formlara doğru gelişti. Sayısız lonca vardı. Hatta bazı şehirlerde devrimci proletarya da vardı. İpek dokumacılığı Çin'den geldi. Sasani ipekleri her yerde aranır oldu. Bu ipekler, Bizans'ta, Çin'de ve Japonya'da tekstil sanatına örnek oldular. Çinli tüccarlar, Serif gibi gelişen İran limanlarına geldiler, ham ipek satıp kilim, mücevherat ve allıklar satın aldılar. Ermeniler, Suriyeliler ve Yahudiler İran'ı, Bizans'ı ve Roma'yı yavaş bir değiş tokuşla birbirine bağladılar. İyi şekilde korunan yollar ve köprüler devlete ait devriyelerin ve ticaret kervanlarının Ktesifon'u diğer vilayetlere bağlamasına yardımcı oldu. İran Körfezi'nde Hindistan'la yapılan ticareti kolaylaştırmak için limanlar inşa edildi. Sasani tüccarları geniş alanlara ve uzak diyarlara yayılarak Romalıları karlı Hindistan okyanus ticareti yollarından uzaklaştırdılar.[ Yakın zamanda yapılan arkeolojik bulgular ilginç olayları gün yüzüne çıkarmıştır. Buna göre, Sasaniler, markalarını tanıtmak ve farklı kalite gruplarını belirtmek için mallarının üzerinde özel ticari etiketler kullandılar
I. Hüsrev zaten geniş olan ticaret ağını daha da büyüttü. Sasaniler böylece ticaret üzerinde monopolistik bir kontrole yöneldiler. Bunun nedenleri, lüks malların ticarette hiç bir zaman olmadığı kadar önemli bir rol oynamaya başlaması ve Sasanilerin liman, kervansaray, köprü inşaatı gibi aktivitelerini hızlandırmaları ve bunların ticaretle ve kentleşmeyle ilişkilendirilmesidir. İranlılar, ara sıra Bizanslılarla girişilen rekabet kızışsa da, Hüsrev zamanında hem Hind Okyanusu'nda hem de Orta Asya'da ve Güney Rusya'da uluslararası ticarete egemen oldular. Oman ve Yemen'deki Sasani yerleşkeleri Hindistan'la yapılan ticaretin önemine tanıklık eder. Fakat Çin'le yapılan ipek ticareti Sasani tebaasının ve İran'ın halkı olan Sogdianların ellerindeydi.
Sasanilerin en önemli ihraç malları, ipek, yünlü ve altın tekstil ürünleri, halılar ve kilimler, deri ve İran Körfezi'nden gelen incilerdi. Bunların yanında, Çin'den gelen kağıt ve ipek, Hindistan'dan gelen baharatlar, Sasani gümrüklerinde vergiye tabi olduktan sonra imparatorluk üzerinden Avrupa'ya yeniden ihraç edilirdi.
Bu devir aynı zamanda metalürjik üretimde bir artışa da tanıklık etti. Böylece İran "Asya'nın silah deposu" namını da kazandı. Sasani maden merkezlerinin çoğu imparatorluğu saçakları olan Ermenistan, Kafkaslar ve hepsinden önce Transoksanya'dadaydı. Sasani İmparatorluğu'nun doğu sınırında yer alan Pamir Dağları'nın olağanüstü derecedeki mineral zenginliği, bir İranlı kavim olan Tacikler arasında bir efsanenin doğmasına sebep olmuştur. Buna göre, denilir ki, Tanrı dünyayı yaratırken, Pamirler üzerinde tökezledi ve mineral kavanozlarını düşürerek bölgeye yaymış oldu.
Din
Sasani Devleti'nin dini Zerdüştçülük'tü (Zoroastrianizm). Fakat bunun, Zerdüştçülük'ün kutsal kitapları olan Avesta'da ortaya koyulan uygulamalarla arasında gözle görülür oranda farkları vardı. Sasani Zerdüşti ruhban sınıfı, dini kendilerine uygun gelecek şekilde değiştirmiş bu da önemli derecede dini huzursuzluğa sebep olmuştu. Sasani dini politikaları çok sayıda dini reform hareketlerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Bunların en önemlileri Mani ve Mazdak dinleridir.
Aşırı ve keskin bir dualizm Zerdüştçülük'ün en göze çarpan özelliğini oluşturdu. Ahura Mazda'nın ve Ehrimen'in, iyiliğin ve kötülüğün ana kaynaklarının, ikiz oldukları ve "başlangıçta yaşamı ve ölümü yaratmak ve dünyanın nasıl olacağını karara vermek için bir aray geldikleri" açık şekilde deklare edilirdi. Birinin varlığının diğerine karşı bir önceliği ve kararlaştırılmış üstünlüğü yoktu. İkisi yaşıt olarak zamanın başlangıcından beri birbiriyle mücadele ederlerdi. Bunun da sonsuza kadar süreceği kesindi. Herhangi biri de diğerini mağlup edemeyecekti.
Bu iki ana kaynak, şahıslar olarak gösterilirdi. Ormazd, "hayatın yaratıcısı, dünyevi ve manevi, semavi gökcisimlerini, yeryüzünü, suyu ve ağaçları yapan"dı. Aynı zamanda "iyi", "kutsal", "saf", "gerçek", "Kutsal İlah", "Mukaddes", "Hakikatin Özü", "bütün gerçeğin babası", "herşeyin en iyisi", "saflığın efendisi"ydi. "Sağlık, zenginlik, erdem, bilgelik, ölümsüzlük" gibi bütün nimetlere sahip olduğu için alabildiğine "mutlu"ydu. İnsan tarafından sahip olunan bütün iyilikler ondan gelirdi. Erdem sahiplerine ve dindarlara sadece dünyevi kazanç değil, kıymetli ruhani hediyeler, hakikat, adanmışlık, "salim bir kafa", sonsuza kadar sürecek mutluluk da bağışlardı. İyiyi ödüllendirdiği gibi kötüyü de cezalandırırdı. Fakat cezalandırıcı oluşu nadiren gösterilen bir özelliğiydi.
Zerdüştçülük ibadeti, ateş tapınakları ve sunaklarıyla yakından ilintiliydi. İmparatorluğun her tarafında bütün önemli şehirlerde bir ateş tapınağı mutlaka bulunurdu. Bunların içinde, semadan yakıldığına ve asla södürülemez olduğuna inanılan bir ateş, rahipler tarafından aralıksız sürdürülürdü. Ateş sunakları da büyük ihtimalle tapınaklardan bağımsız olarak var oldular. Müstakil duran bir ateş sunağına, Sasani tarihi boyuncu tedavüldeki paraların diğer yüzünde olacak kadar önem verildi. İçinden bir ateş yükselirken, bazense alevin içinde bir kafa şeklinde resmedildi. Gövdesi, kurdele çelenkiyle süslü olurdu. Diğer yüzünde, koruyucu ya da kulluk edenler olarak, bazen alevi seyreden, bazense ondan dönük vaziyette görünüşe göre dış düşmanlara karşı onu koruyor şekilde iki kişi gösterilirdi.[
Zerdüştçülüğün yanında diğer dinler özellikle Yahudilik, Hıristiyanlık ve Budizm Sasani toplumunda yer edindiler. Büyük oranda, özgürce uygulanmalarına ve inançlarını vaaz etmelerine izin verildi. İsfahan, Babil ve Horasan gibi şehirlerde yükselen merkezleriyle, ve yarı-otonom Exilarchate liderliği ile Mezopotamya'da, çok büyük bir yahudi cemaati Sasani egemenliği altında gelişti. Bu cemaat, Siyonizm'in ortaya çıkışına kadar gelişmeye devam etti. Yahudiler sadece nadiren eziyet gördüler. Nispeten dini bir özgürlük yaşadılar. Diğer dini azınlıklara verilmeyen ayrıcalıklardan faydalandılar.[51] I. Şapur (Aramice'de Şabur Malka) Yahudilerin özellikle bir dostuydu. Şmuel'le olan arkadaşlığı Yahudi cemaati için çok sayıda avantaj sağladı. Hatta, bir eşeğe ya da katıra bineceği düşünülen, gelmesi beklenen Mesih için onlara iyi bir Nisaen atı da sundu. Annesi yahudi olan II. Şapur'un Raba isimli Babilli bir hahamla benzer bir arkadaşlığı vardı. Raba'nın II. Şapur'la olan bu arkadaşlığı, İran İmparatorluğu içinde yahudilere karşı uygulanan baskıcı kanunlardan bir rahatlama sağlamasına imkan verdi. Bundan başka, imparatorluğun doğu parçasında, Budizm'in bölgede yavaş yavaş daha popüler olmasıyla beraber, Budistlere ait farklı ibadet yerleri, özellikle Bamyan Şehri'nde (Bamiyan) aktif olarak yer aldı.
Tarihinin bu noktasında İran'da yaşayan Hıristiyanlar, Hıristiyanlığın Nestoryan ve Yakobit Ortodoks Kilisesi dallarına aittiler. Bu mezhepler, aynı sırayla, Doğu Assirian Kilisesi ve Syriak Ortodoks Kilisesi olarak da bilinirler. Bu kiliseler orijinal olarak Roma İmparatorluğu'ndaki Hıristiyan kiliseleriyle bağıntılı olmalarına rağmen, aslında onlardan oldukça farklıydılar. Bunun en önemli nedenlerinden biri, Nestoryanların ve Yakobitlerin kilise dilinin Aramaik dili olmasıdır. Hz.İsa zamanında Judea ve Galilee'deki yahudilerin dilleri de Aramaik'ti. Bu dil Roma İmparatorluğunda yaşayan Hıristiyanların büyük bir çoğunluğu tarafından kullanılmazdı. Onlar çoğunlukla Latin, Koine Yunancası ve Koptik dillerini konuşuyorlardı.
Fars İmparatorluğu'ndaki kiliselerin Roma İmparatorluğu'ndaki muadilleri ile bu tür yakın bağlar kurmamasının bir nedeni de bu iki büyük imparatorluk arasında sürekli devam eden bir rekabetin yaşanmasıydı; ve sık sık, İran Hıristiyanları (çoğunlukla yanlış yere), Romalılara karşı yakınlık göstermekle suçlanırdı. Bu, özellikle Roma İmparatoru I.Theodosius'un Hıristiyanlık'ı Romalıların devlet dini olarak deklare etmesinin ardından yaşandı.
431 yılındaki Efes Konsulü'nin ardından, İran'daki Hıristiyanların büyük bir çoğunluğu Roma İmparatorluğu'ndaki kiliselerle bağlarını tamamen kopardı. Bu konseyde, Suriye/Assirian kökenli bir ilahiyatçı ve Konstantinopolis'un patriği olan Nestorius, Hıristoloji'den farklı bir bakış açısı ortaya koydu. Bu yeni bakış açısı, Rum, Romalı ve Koptik Hıristiyanların çoğu tarafından reddedildi ve dinden çıkmaya sebep sayıldı. Nestorius'un öğretisindeki farklılıklardan bir tanesi, Meryem'i İsa Mesih'in "Theotoks" annesi ya da Tanrı'nın Annesi olarak kabul etmeyi reddetmesiydi. Assirian Kilisesi, yine de, diğer kiliselerle görüş ayrılığına düştü ve Nestorius'un öğretilerini kınamayı reddetti.
Nestorius en sonunda tartışmayı kaybetti ve patriklikten azledildi. Takipçilerinden bir kısmıyla Sasani İran Krallığı'na kaçmaya zorlandı. Burada İran topraklarına yerleşmesine izin verildi. Kendisi ve takipçileri Mezopotamya'daki Assirian Kilisesi'ne kabul edildiler. Bir kaç İran imparatoru, İran'daki katoliklik yanlısı ruhban sınıfının en önemlilerini elimine ederek ve yerlerine Nestoryanların geçmesini sağlayarak Nestorius'un Assirian Kilisesi içindeki pozisyonunu, ki Fars İmparatorluğu'ndaki Hıristiyanların büyük bir çoğunluğu bu kiliseye aitti, kuvvetlendirip bu fırsatı değerlendi. Bu, bu Hıristiyanların yegane bağlılıklarını İran İmparatoru'na göstermelerini temin etmek içindi.
Sasani İmparatorluğu'nun Hıristiyanlarının büyük bir çoğunluğu özellikle Mezopotamya olmak üzere imparatorluğun batı sınırlarında yaşıyordu. Fakat, Tylos Adası'nda (günümüz Bahreyn'i), İran Körfezi'nin güney sahili, Arap krallığı olan Lakhmidler'in bölgesi ve Ermenistan'ın İran'a dahil olan kısmında da önemli topluluklar vardı. Bu bölgelerin bazısı en önce Hıristiyanlaşacak olanlardı. 301 yılında, Ermenistan dünyadaki ilk bağımsız Hıristiyan devleti oldu. Aslında Assirian topraklarının bir kısmı daha önce 3. yüzyıl süresince Hıristiyanlaşmıştı fakat hiç bir zaman bağımsız ulus olmadılar.
Fars İmparatorluğu'nda yaşayan Hıristiyanların büyük bir kısmı, çoğunluğu oluşturan Hıristiyan etnik gruplarının birkaçına aittiler. Bu gruplardan bazıları, Assirianlar, güney Mezopotamya'nın Arapları, Ermeniler, ve ek olarak Monofisite Syriakları gibi daha küçük bazı etnik gruplardı. Bu sonuncu grup, Roma İmparatorluğu ile girişilen çok sayıda mücadele neticesinde İran'a savaş esirleri olarak getirildiler. Etnik Farslılar ve imparatorlukta ikamet eden diğer etnisiteler arasında din değiştirmeler da yaşandı. Bunlardan bir kısmı, Hıristiyanlığa dönen bazı küçük Kafkas ve Kürt kabileleridir.
Mirası ve önemi
Sasanilerin etkisi yok olmalarından çok sonraları bile devam etmektedir.
Avrupa'da
Derbent, Dağıstan Cumhuriyeti'nde bulunan bir Sasani kalesi, İslender Geçitleri.
Sasaniler Roma medeniyetini gözle görülür bir şekilde etkilemiştir. Roma ordusunun karakteri İran ordusunun metodlarından etkilenmiştir. Sasanilerin Ktesifon'da hükümdar sarayında uyguladıkları krallık törenleri Roma İmparatorluk otokrasisi tarafından değiştirilerek taklit edilmiş, Romalıların törenlerinin de modern Avrupa'nın saraylarındaki tören geleneklerine etkisi olmuştur. Avrupa diplomasisinin resmi adetlerinin kaynağı, İran hükümetleriyle Roma İmparatorluğu arasındaki diplomatik ilişkilere atfedilir.
Orta Çağ'daki Avrupa şövalyeliğinin prensipleri (ağır zırhlı süvari sınıfı) bir çok benzerliğe sahip Sasani süvari sınıfına (Azadan/Asavaran soylular sınıfına) kadar götürülebilir.
Hindistan'da
Sasani İmparatorluğu'nun yıkılmasının ardından, İslam'ın Zerdüştiliğin yerine geçmesiyle birlikte, Zerdüştiler artarak baskı altına alınan bir azınlık haline geldi ve bir kısım Zerdüşti göç etmeyi tercih ettiler. Kıssa-yı Sencen'e göre bu mültecilerin bir gurubu şu an Gucarat, Hindistan diye bilinen yere yerleştiler. Burada eski geleneklerini devam ettirme ve inançlarını koruma hakkı tanındılar. Bu Zerdüştilerin soyundan gelenler şu an Parsiler olarak bilinmektedir ve Hindistan'ın gelişmesinde önemli rol oynamışlardır. Günümüzde Hindistan'da 70,000 civarında Parsi vardır.
Parsiler, Zerdüşti olarak Sasaniler zamanında oluşturlan dini takvimin bir çeşidini kullanmaktadırlar. Bu takvim hala 632 yılında olduğu gibi yılları III. Yezdigirt'in tahta çıkmasından itibaren sayar.
|