Konu: Fotosentez

Tekil Mesaj gösterimi
  #4  
Alt 31 July 2009, 11:14
Nixie Nixie isimli Üye şimdilik offline konumundadır
sevqi emektir.. emekSe vazqeçmiCek kDr ama.. özqür ßırakaCak kDr sevmektir..
 
Kayıt Tarihi: 7 May 2009
Mesajlar: 13,636
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Cvp: Fotosentez

YAPRAKTAKİ TASARIM VE YAPRAK ÇEŞİTLERİ


SULU ORTAMLARDAKİ BİTKİLERİN İLGİNÇ YAPRAKLARI
Göllerde, deniz kenarlarında, tuzlu sularda ve tuz oranı yüksek bataklıklarda yaşayan bitkiler de, çölde karşılaşılan zor koşulların benzeriyle karşı karşıyadır. Ancak, bu tür bölgelerde yaşayan bitkiler de, tüm canlılarda olduğu gibi yaşadıkları ortama uygun özelliklerle yaratılmışlardır. Büyük bir kısmı suyun içinde olan bu bitkilerin yaprak ve gövde yapıları bu ortamlarda yaşamalarına imkan verecek şekilde özel olarak tasarlanmıştır. Örneğin, tuzlu sularda yaşayan bitkiler, çöl bitkileri gibi kalın ve deriye benzer yapraklara sahiptirler. Bu sayede çok fazla miktarda su depolayabilme kapasitesine sahiptirler ve fazla sudan zarar görmezler.

Bütün bitkiler bulundukları ortamda rahatlıkla yaşayabilecek özelliklere sahiptir. Örneğin Samphire (üstte sağda) ve Seablite (en üstte) gibi bitkiler sıkça su baskınlarına maruz kalırlar. Baskınlar bitkilerde tuz birikmesine neden olur ve zarar verir. Bitkilerin zarar görmesini engelleyen ise özel tuz bezleridir. Glasswort gibi tuzlu bataklık bitkileri ise su yüzeyinde bulunan yaprakları sayesinde hayatta kalırlar. Nilüfer ve Elodea (altta) gibi su bitkilerinde ise oksijen, bitkinin suyun dışında kalan kısmından, yani gövde ve yapraklarından suyun içindeki kısımlarına iletilir.
Samphire ve Seablite gibi bitkiler ise bulundukları bölgelerde sıkça su baskınlarına maruz kalırlar. Bu ise, bitkinin gövdesine fazla miktarda tuz girmesine neden olur, bu da bitki için zararlıdır. Ancak bu bitkiler fazla tuzdan zarar görmezler çünkü fazla tuzu sürgünlerinden çıkaran tuz bezelerine sahiptirler. Bu tür şartlar altında yaşayan bitkilere "halofitler" denilir.

Glasswort gibi tuzlu bataklık bitkileri, düzenli olarak deniz suyu ile çevrilir. Bu tür bitkiler, su yüzeyinde bulunan yaprakları sayesinde hayatta kalırlar. Yaprakların su yüzeyinde kalmasını ise, yaprakların altında havayla dolu özel yapıların bulunması sağlar. Dev Amazon nilüferi de, bu tür yapraklara sahip olan bitkilerdendir.
Su çevresinde veya ıslak topraklarda bulunan bitki köklerinin tamamı su ile kaplıdır. Bu durumda, bitkinin nasıl hava alabileceği sorusu akla gelir. Kökü su içinde yaşayan bitkiler de, diğerleri gibi içinde bulundukları koşullara en uygun özelliklere sahiptirler. Örneğin bataklık bitkilerinin oksijen elde etmelerini sağlayan, suyun içine batan kısımlarındaki "aerenkima" adı verilen bir dokudur.
Bu dokulardaki hava bölmeleri genişleme özelliğine sahiptir. Nilüfer, Elodea gibi su bitkilerinde ise oksijen, bitkinin suyun dışında kalan kısmından, yani gövde ve yapraklarından suyun içindeki kısımlarına iletilir.
Görüldüğü gibi su bitkilerinin köklerindeki hava bölmeleri ve bu bölmelere dışarıdan oksijen taşıyan sistemler olmasa bu bitkiler asla yaşayamazlardı. Bununla birlikte hiçbir bataklık bitkisinin kendi kendine, hava bölmeleri genişleyen bir doku oluşturması mümkün değildir. Böyle bir yapının zaman içinde tesadüflerle meydana gelmesi de imkansızdır. Zaten, bataklıkta veya su içinde yaşayan bir bitkinin, tesadüfen gelişen olayların, milyonlarca yıl boyunca yavaş yavaş bitki köklerine oksijen taşıyacak bir sistemin oluşmasını bekleyecek vakti de yoktur. Çünkü bu sistem olmadan yaşamını sürdürmesi ve çoğalması mümkün değildir. Demek ki bitkideki bu oksijen taşıma ve depolama sisteminin daha bitki ilk yaratıldığı anda eksiksiz ve kusursuz bir halde var olması gerekir. Bu ise kör tesadüflerin değil, sadece kusursuzca planlanmış ve tasarlanmış muhteşem bir yaratılışın sonucunda gerçekleşebilir.

Bataklık bitkilerinin oksijen elde etmelerini sağlayan, suyun içine batan kısımlarındaki "aerenkima" adı verilen bir dokudur. (üstte küçük resim) Bu dokudaki hava bölmeleri genişleme özelliğine sahiptir.
YAPRAKTAKİ BİR BAŞKA MUCİZE: HAVALANDIRMA SİSTEMİ
Bazı bitkilerin sadece kökleri değil, gövdelerinin de büyük bir kısmı su içinde yaşar. Havayla temas edemeyen bu bitkilerin kökleri, kimi zaman 4 metreden daha derinde olur. Bu mesafeye oksijenin basit bir yolla ulaşması imkansızdır. Ancak, Allah bu bitkiler için de en uygun sistemi kusursuzca yaratmıştır. Kökü ve gövdesi suyun altında ve kökü çok derinlerde olan bu bitkilerin havalandırma sistemini, üç yüz metre uzunluğunda, yüz katlı bir gökdelenin yapısı ile kıyaslayabiliriz. Bu tip yüksek binalarda, mühendislerin çözmeleri gereken en önemli problemlerden biri binanın havalandırmasıdır. Bu tip binaların havalandırma problemlerinin çözülmesi için çok yüksek teknolojiler kullanılır. Bina daha proje aşamasındayken; havalandırma boşluklarının yerleri ve çapları, havalandırma motorlarının yerleştirileceği bölgeler, katlara temiz havanın nasıl dağıtılacağı, kirli havanın katlardan nasıl emileceği gibi bütün detaylar hesaplanır ve proje buna göre çizilir.
Bina inşa edilirken projede belirtilen bölgeler, hava kanallarını oluşturacak şekilde boş bırakılır ve bu bölgelere daha sonra havalandırma boruları yerleştirilir. Son olarak da merkezi havalandırma makineleri ve katlara özel h
Bitkilerin yapıları yakından incelendiği zaman, insanoğlunun modern gökdelenlerde kullandığı havalandırma sistemlerinin çok daha üstününün bitkilerin içlerinde kullanıldığı görülür. Bu elbette büyük bir mucizedir. Hiçbir aklı bulunmayan bir bitkinin iç yapısında, mimari ve mühendislik açısından harika olarak kabul edilecek bir havalandırma sisteminin kurulmuş olması, o bitkinin çok üstün bir akıl tarafından yaratıldığını ispatlamaktadır.
Bu havalandırma sisteminin motorları yapraklardır. Elbette bu havalandırma sisteminde de, bazı motorların temiz havayı içeri çekecek, bazı motorların da kirli havayı dışarı verecek şekilde çalışmaları gerekir ki, bina (bitki) içinde tam bir havalandırma sağlanabilsin. Nitekim gerekli planlama yine yapılmış ve yapraklar arasında mükemmel bir iş bölümü yapılmıştır. Genç yapraklar temiz havayı bitkinin içine çeken motorlar olarak görev yaparken, yaşlı yapraklar da bitkinin içindeki kirli havayı dışarı veren motorlar olarak görev yaparlar.
Ancak, motorların bulunması tek başına yeterli olmaz. Ayrıca, bir plan doğrultusunda kurulmuş hava kanalları sistemine de ihtiyaç vardır. Çünkü, motor gibi çalışarak temiz havayı içeri alan yapraklardan temiz hava alınarak, bitkide ihtiyaç duyulan yerlere götürülmelidir. Bu ayrıntı da düşünülmüş ve bitkinin içine mikro ölçekte havalandırma kanalları döşenmiştir. Üstelik bu kanalların planlaması bitkinin en derin noktalarına dahi hava götürecek şekilde yapılmıştır.
Şimdi Allah'ın yaratışındaki kusursuz tasarıma daha yakından şahit olmak için, yaprakların adeta bir motor gibi çalışmalarını ve bitki içindeki havalandırma sistemini daha yakından inceleyelim...
Genç yaprakların görevi rüzgar estiğinde havayı emme, yaşlı yapraklarınki ise havayı dışarı bırakmaktır. Bu emme ve üfleme işleminin çalışma sistemi son derece komplekstir.
avalandırma sistemleri monte edilir.
Bu tür yaprakların içindeki su buharlaştıkça, yaprakların ısısı azalır. Rüzgar ise buharlaşmayı artırır ve böylece yaprağın ısısı daha da düşer. Bu işlem güçlü rüzgarlarda daha da etkili bir hale gelir. Ancak bu soğuma, yaprağın içinde her bölümde aynı oranda hissedilmez. Yaprakların orta kısmındaki bölgeler dış yüzeylerinden daha sıcak kalır. Araştırmacılara göre bu sıcaklık farkı 1 veya 2°C daha fazla olduğunda oksijeni emme işlemi de tetiklenmiş olur.
Oksijeni emme işleminin tetiklenmesi şöyle gerçekleşir: Yaprağın içine daha yakından bakıldığında, genç yaprakların fotosentez yapan dokuları ile, onların altında yer alan gevşekçe paketlenmiş dokuların bitiştiği noktada çok küçük gözenekler bulunduğu görülür. Bu gözeneklerin açıklığı 0.7 mikrometreye (1 mikrometre, 1 metrenin milyonda birine eşittir) ulaştığında ve yaprağın içindeki ısı 1 veya 2°C'nin üstüne çıktığında, gazlar yaprağın içindeki soğuk bölgeden sıcak bölgeye doğru akmaya başlar. Bu sayede oksijen bitkinin içine doğru alınmış olur. Bu süreç "termoosmoz" olarak adlandırılır. Isı farkı ne kadar büyük olursa o kadar fazla gaz yaprağın içine akar. Örneğin, Amazon zambağında en yüksek oran saatte 30 litre gaz olarak ölçülmüştür.
Termoosmoz, "Knudsen difüzyonu" olarak anılan fizik kuralına dayanır. Normal şartlarda iki farklı bölmede bulunan gazlar gözenekli bir bariyerden geçerek serbestçe dolaşırlar. Ancak 1 mikrometreden (metrenin milyonda biri) küçük gözenekler bu akışı durdurur. Isı açısından denge durumunu sağlamaya çalışan gazlar soğuk bölümden daha sıcak olan bölüme doğru akarlar.
Termoosmoz motoru, havayı bitki içinde öyle güçlü bir basınçla iletir ki, bazen gazın köklerden baloncuklar yaparak çıktığı görülür. Bu emme-üfleme devresi, gazların yaşlı yapraklardan dışarı verilmesiyle tamamlanır. Bu yaşlı yapraklar artık havayı içeriye iletmezler; çünkü gözenekleri gereğinden fazla genişlediği için gazları tutamazlar, böylece gazlar bu yolla dışarı çıkarlar. Görüldüğü gibi bitkinin sahip olduğu her özellik onun için hayati bir önem taşımakta ve her birinin önceden hesaplanarak tasarlandıkları açıkça belli olmaktadır.
Bu havalandırma sistemi sadece su altındaki kökleri canlı tutmak açısından değil, ekolojik olarak da büyük öneme sahiptir. Derin suların dibinde biriken tortular çoğu zaman oksijensiz kalırlar. Bu yüzden demir hidroksit gibi, bitkilere zarar veren kimyasallar üretirler. Su bitkileri köklerinden sızdırdıkları oksijenle bu maddeleri okside ederek zararsız hale getirirler. Bu oksijen sızıntısı sayesinde köklerin etrafındaki toprak zenginleşerek canlıların yaşamasına müsait bir hale gelir ve böylece suyun dibi temizlenmiş olur. Bu da Dünya'daki tüm eko-sistemi doğrudan etkileyen ve canlılığı ayakta tutan karmaşık bir sistem oluşturur.
Görüldüğü gibi, yaratılışın en küçük ayrıntılarında bile iç içe geçmiş muhteşem ve kusursuz sistemler işlemektedir. Bu ayrıntıların her biri derin düşünenlere sonsuz ilim sahibi olan Allah'ın yaratışındaki ihtişamı göstermektedir.

SOĞUKTAN ETKİLENMEYEN YAPRAKLAR
Kuzey yarım kürenin büyük bir kısmı ormanlarla kaplıdır. Genelde kozalaklı ağaçlardan oluşan bu ormanlar daha çok soğuk iklim koşulları altındadır. Bitkilerin bu soğuk iklime karşı dayanıklı olabilmeleri içinse, diğer bitkilerden farklı bazı özelliklere sahip olmaları gerekir. Örneğin, kış mevsiminde, toprak donmuş haldeyken ağaç kökleri topraktan su alamazlar. Bu şartlar altında yaşayan ağaçlar, kış susuzluğuna dayanıklı olmalıdırlar. Bu dayanıklılığı ağacın yaprakları sağlar. Birçok kozalaklı ağacın dökülmeyen yaprakları sert ve dayanıklıdır. Yaprakların üzerindeki mumlu yüzey, suyun buharlaşma yolu ile kaybını azaltır, bu da yaprakların dökülmesini ya da su basıncı sebebiyle solmasını önler. Ayrıca kozalaklı ağaçların yapraklarının çoğu iğne şeklindedir ve dona karşı çok dayanaklıdır.
Yukardaki paragrafta yaprakların üzerlerinin mum benzeri bir madde ile kaplı olduğunu ve bu yüzden yaprakların su kaybetmediklerinden bahsedildi. Yalnızca bu nokta üzerinde düşünmek dahi bizlere yaratılışın delillerini gösterecektir.
Yaşayan her canlı gibi yaprak da hücrelerden oluşmuştur. Yaprağı oluşturan bitki hücreleri bütün diğer hücreler gibi şuursuz ve akılsız varlıklardır. Yaprağın üzerini kaplayan mumsu tabaka da yine şuursuz hücreler tarafından üretilmiştir. Oysa yaprak adeta dışarıdan fırça ile boyanmış ve verniklenmiş gibi pürüzsüz bir mum tabakasına sahiptir.
Bu durumda yaprağı oluşturan milyonlarca hücre biraraya gelip, yaprağın dış yüzeyini bu tabaka ile kaplama kararı almış olmalıdır. Sonra hücrelerin müthiş bir uyum içinde yaprağın dış yüzeyini özenle mum tabakası ile kaplamaları gerekmektedir. Bu durumda düşünen her insan şu soruları soracaktır:
Yaprakları oluşturan şuursuz hücreler, bu mum tabakasını üretmeyi nasıl akletmişlerdir?
Hangi akıl, bilgi ve yetenek ile yaprağın üzerini, hiçbir taşma, pürüz olmadan veya boşluk kalmadan, mum tabakası ile özenle kaplamışlardır?
Yapraklar bu mum tabakasının kendilerini soğuktan koruyacağını nereden bilmektedirler?
Elbette bu soruların tek bir cevabı vardır. Yaprak ve yaprağı oluşturan hücreler Allah tarafından yaratılmış ve bu hücrelerin genetik programlarına gerekli bütün bilgiler Allah tarafından yazılmıştır. Hücreler de bu bilgi doğrultusunda, en ideal formüle sahip mumsu maddeyi üretir ve bu maddeyi en ideal oranlarda hep birlikte salgılarlar. Böylece yaprağın üzeri pürüzsüz bir şekilde mum tabakası ile kaplanmış olur. Kışın yapraklarını döken ağaçların aksine, yapraklarını dökmeyen bu bitkiler her bahar mevsiminde yeni yapraklar açarak enerjilerini artırırlar. Yeteri kadar ılık bir hava olduğunda da fotosentez yapabilir ve kısa yaz aylarında enerji kaynaklarını üremek için yoğunlaştırırlar.
Dikkat edilmesi gereken bir başka nokta da kozalaklı ağaçların koni biçimindeki şekilleridir. Bu da - yeryüzündeki her detayda olduğu gibi-özel olarak yaratılmış bir ayrıntıdır.
Mimari ve inşaat mühendisliği alanında, özellikle binaların çatı bölümleri yapılırken, göz önünde bulundurulması gereken en önemli noktalardan biri kar yüküdür. Normal şartlarda yalnızca kendi yüklerini ve rüzgar yükünü taşıyan çatılar, yoğun yağan bir kardan sonra oldukça yüksek bir kar yükü etkisi altında kalırlar. Özellikle endüstriyel yapıların ve köprülerin tasarımlarında bu kar yükü etkisi büyük bir özenle hesaba katılmak zorundadır. Bu nedenle, çatılar özel bir eğim verilerek inşa edilir ve taşıyıcı sistemler kar yükü hesaba katılarak güçlendirilir. Özellikle kışın büyük bölümünün kar altında geçtiği İsveç, Danimarka, Norveç gibi kuzey ülkelerinde evlerin tamamına yakınının çatısı koni biçiminde ve bu mühendislik hesabı gözönünde bulundurularak inşa edilir. Yoksa kar yükü çatının ve binanın üzerinde ciddi hasarlara neden olur.
Kozalaklı ağaçların şekilleri incelendiği zaman insanoğlunun mühendislik hesaplarıyla, kar yüküne karşı aldığı önlemin, ağaçlarda zaten alınmış olduğunu görürüz. Ağacın koni şeklinin oluşturduğu eğim, üzerine düşen karın kolaylıkla yere dökülmesini sağlar. Böylece ağacın üzerinde aşırı miktarda kar toplanmaz; ağaç dallarının kırılması önlenmiş olur. Bu üzerinde düşünülmesi gereken bir noktadır. Soğuk iklimlerde, kar yükünün dallar üzerinde meydana getireceği etkiyi hesaplayan, buna göre ağaç dallarının en ideal açı ile büyümelerini sağlayan, böylece kar yükünün etkisini en aza indiren akıl kime aittir?

Kışın, soğuğa dayanıklı ağaçların koni biçimindeki şekilleri, özel tasarlanmış bir yapıdır. Ağacın koni şeklinin oluşturduğu eğim, üzerine düşen karın kolaylıkla yere dökülmesini sağlar. Böylece ağacın üzerinde aşırı miktarda kar toplanmaz; ağaç dallarının kırılması önlenmiş olur. Özellikle kış aylarında çok kar yağan bölgelerde, endüstriyel ya da mimari yapılarda ve köprülerde kar yükü göz önünde bulundurularak bu tasarımın aynısı kullanılır.

Alıntı ile Cevapla