PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Edebiyat Akımları


ceyLin
27 November 2008, 15:57
Edebiyat akımları

Belli bir tarihsel süreçte edebiyatı ([Only Registered Users Can See Links]), tür ve yazarın milliyeti bakımından herhangi bir ayrım olmadan şekilsel ve içeriksel olarak etkileyen belli üslup, duygu ve düşünce dizisine edebiyat akımı veya edebi akım denir.

Edebi akımlarının gelişimine bakıldığında, bu akımların salt yazına özgü olmadığı genel, bir sanat akımı olarak başlayıp geliştikleri görülür. Üstelik hemen hepsi, genelde doğdukları çağın toplumsal yapısının, bu yapıya bağlı düşünüş biçiminin, ideolojinin ürünüdürler. Çağın felsefesinin sanat üzerindeki etkisi akım olarak ortaya çıkar ve bütün sanat türlerinde ortak özellikler çevresinde gelişir.
Rauf Mutluay’ın tanımı bu açıdan önemlidir: "... Toplumsal düzenin ve onun değişiminin bir gereği olarak, dünya görüşü ve sanat anlayışı bakımından birleşen kişilerin, eserleriyle ortaya koydukları ve sürdürdükleri ilkelerin toplamından doğan tutarlılığa bir edebiyat akımı denir."

Klasizm(kuralcılık)

Klasizm edebiyatta eski Yunan ve Roma sanatını temel alan tarihselci yaklaşım ve estetik tutumdur.1660 ekolü olarak da bilinir
Yeniden doğuş diye adlandırılan Rönesans ([Only Registered Users Can See Links]) döneminde gelişmiştir. Bu akımın izleri bir önceki dönemde Rebelais ve Montaigne’de, hatta Aristoteles’tedir.
Klasizmin temel öğeleri kendi içinde soyluluk, akılcılık, uyum, açıklık, sınırlılık, evrensellik, idealizm, denge, ölçülülük, güzellik, görkemliliktir. Yani bir eserin klasik sayılabilmesi için bu özellikleri barındırması gerekmektedir. Kısaca klasik bir eser, bir üslubun en yetkin ve en uyumlu ifadesini bulduğu eserdir. Klasizm temellerini Rönesans aristokrasisinden alır. Klasizm bir bakıma aristokrasinin ([Only Registered Users Can See Links]) ürünüdür.

Klasizm Akımının Özellikleri

17YY ([Only Registered Users Can See Links]) 2. döneminde Fransa ([Only Registered Users Can See Links])'da ortaya çıkar.
Konuları Eski Yunan ([Only Registered Users Can See Links]) ve Latin Mitolojisi ([Only Registered Users Can See Links])'nden alınmıştır.
Mükemmelliyetçidir ve ana dil esas alınmıştır.
"Sanat, sanat içindir" anlayışı benimsenmiştir.
Sanatçılar eserlerinde kişiliklerini gizlemişlerdir.
Eserlerde klasik, değişmeyen tipler oluşturulmuştur.
Fiziksel ve sosyal çevre önemli değildir çünkü değişkendir.
Kullanılan dil, seçkinlerin dilidir. Anlatım süssüz ve yalındır. Özellikle şiir ([Only Registered Users Can See Links]), tiyatro ([Only Registered Users Can See Links]) ve deneme ([Only Registered Users Can See Links]) türlerinde gelişmiştir.
En önemli temsilcileri; Descartes ([Only Registered Users Can See Links]), Moliere ([Only Registered Users Can See Links]), İbrahim Şinasi ([Only Registered Users Can See Links]), Ahmet Vefik Paşa ([Only Registered Users Can See Links]), Ali Bey ([Only Registered Users Can See Links])'dir. Romantizm(coşumculuk)

1790 ([Only Registered Users Can See Links])'dan yaklaşık 1850 ([Only Registered Users Can See Links])'ye kadar Avrupa ([Only Registered Users Can See Links])'da gelişim göstermiş büyük bir akım olan, edebiyatın ([Only Registered Users Can See Links]), müziğin felsefenin görünümünü köklü bir şekilde değiştiren ve resimde bir yenilenmeye yol açan romantizm (fr.Romantisme), belli bir tanıma girmeyen niteliğni korumakla beraber, var olmanın özgür bir ruh halini işaret etmektedir.

Edebiyatta Romantizm

Romantizm bir edebiyat ([Only Registered Users Can See Links]) akımı olmanın ötesinde, 18.yy.sonu ile 19.yy.başlarında Avrupa ([Only Registered Users Can See Links])'da yer etmiş belli bir duyarlılığı belirtir. İngiltere ([Only Registered Users Can See Links]) ve Almanya ([Only Registered Users Can See Links])'da doğan bu hareket Fransa ([Only Registered Users Can See Links]) ve Güney Avrupa ülkelerine (İtalya ve İspanya) biraz daha geç girmiştir. Klasik edebiyat akımına tepki olarak 18. yüzyılın sonlarında doğan ve Victor Hugo'yla birlikte büyük ün kazanan Romantizm, insanın yaratma özgürlüğü önündeki her şeye karşı durur. "En iyi kural, kuralsızlıktır" diyen romantikler, insanın duygularını, düş gücünü hayata geçirmesini ve insanı düzeltmenin toplumu düzeltmekle olabileceğini savunurlar.
[Only Registered Users Can See Links] .jpg/150px-Portrait_of_Percy_Bysshe_Shelley_by_Curran%2C_1819 .jpg ([Only Registered Users Can See Links] C_1819.jpg)[Only Registered Users Can See Links] ([Only Registered Users Can See Links] C_1819.jpg)
İngiliz romantiklerinden Percy Bysshe Shelley ([Only Registered Users Can See Links]).

İngiltere

İngiliz romantikleri yalnızca uygarlığın yapmacılığına, tarihin acımasızlığına değil, aynı zamanda köleliğin yeni biçimlerine, yabancılaşmaya, modern kapitalizm yolcuları acımasızca sömürmesine de karşı çıktılar. İlk kuşak İngiliz romantikleri William Blake ([Only Registered Users Can See Links]) (Masumluk Şarkıları, 1789), William Wordswoth ([Only Registered Users Can See Links]) (Olgunluk Şarkıları, 1794) ve Samuel Taylor Coleridge ([Only Registered Users Can See Links]) (Lirik Badlar, 1798) coşkuyla Fransız devrimcilerinin ([Only Registered Users Can See Links]) yanında yer almışlardır. İlk İngiliz romantizmi doğuya, kadınlık, çocukluk dünyasına yöneliktir.
İkinci romantik kuşak Lord Byron ([Only Registered Users Can See Links]) yaşamda duyulan acıyı dile getirmekte ya da asi kahramanların şarkısını söylemektedir.[2] ([Only Registered Users Can See Links]_note-1) 1824'te başkaldıran Yunanlılar'ın arasında ölümüyle romantik umutsuzluğun simgesi olmuştur. Percy Bysshe Shelley ([Only Registered Users Can See Links]) doğada insan için bir avunma getirmiştir (Ode to a Nightingale). İrlanda melodilerin yazarı Moore ve onu izleyen ve yapıtıyla uluslararası başarı yakalayan Byron önemli romantiklerdir. Walter Scott ([Only Registered Users Can See Links]) "Göldeki Kadın-The Lady of the Lake, 1810" adlı tarihi romanıyla kendini kabul ettirmiştir.

Almanya

[Only Registered Users Can See Links] ([Only Registered Users Can See Links])[Only Registered Users Can See Links] ([Only Registered Users Can See Links])
Friedrich Schiller ([Only Registered Users Can See Links]), Alman romantiklerindendir.



Alman romantizmin kaynakları XVIII.yy.'a kadar uzanır. Klapstock ([Only Registered Users Can See Links]) ve Lessing ([Only Registered Users Can See Links]) yenilenmenin öncüleridirler. "Sturm und Drang" hareketinin kökennde de onların etkisi hissedirlir. Herder ([Only Registered Users Can See Links])'in yanı sıra Goethe ([Only Registered Users Can See Links]) ve Schiller ([Only Registered Users Can See Links]) de bu hareketin içindedirler. Romantizm, Hödlerlin ([Only Registered Users Can See Links]) ve Jean-Paul ([Only Registered Users Can See Links]) gibi sonraki kuşağın temsilcilerinde daha belirgindir. Son romantikler arasında Eichendorff ([Only Registered Users Can See Links]), Ludwig Uhland ([Only Registered Users Can See Links]), Mörike ([Only Registered Users Can See Links]) ile romantizmden etkilenmekle kalmayıp bu hareketin tüm özlemlerini paylaşmayan Heine ([Only Registered Users Can See Links]) sayılabilir.

Fransa

Geçmişten devralınan her şeyin söz konusu edilmesine dayanan ve anlaşılması güç bir modernlik verilerine göre biçimlenen bu yeni duyarlılığın ortaya çıkış biçimleri Fransız Devrimi ([Only Registered Users Can See Links])'nin hemen öncesinden başlayarak Fransa'da her dönemde varlığını sürdürdü. Fransa ([Only Registered Users Can See Links])'da romantizm Rousseau ([Only Registered Users Can See Links]) ve Mme de Stael ([Only Registered Users Can See Links])'i okuyan ve Chateaubriand ([Only Registered Users Can See Links])'ı ustaları sayan kuşağı temsil eder. Romantizm Lamartin ([Only Registered Users Can See Links]), sanatta özgürlüğü savunan Hugo ([Only Registered Users Can See Links]), Vigny ([Only Registered Users Can See Links]), Musset ([Only Registered Users Can See Links]) kendini kabul ettirdi ve Nerval, Gauter, P.Borel gibi sanatçıları etkiledi. Stendhal ([Only Registered Users Can See Links]), Dumas ([Only Registered Users Can See Links]) gibi geçmişe yönelmek yerine içinde yaşadığı toplumu betimlemeyi yeğledi.

İtalya ve İspanya

İtalya ([Only Registered Users Can See Links]) ve İspanya ([Only Registered Users Can See Links])'dan çıkan romantikler beklendiği kadar geniş bir çevreye yayılamadılar. Tarihsel koşulların etkisiyle, edebi hareket bu iki ülkede sıkı sıkıya siyasete bağlı kaldı. İtalya'da liberaller ve yurtseverler öncelikle, romantiklerdi. G.Brechet ve S.Pellico (Conciliatore'nin kurucuları) ile Manzani (Nişanlılar) önemli temsilciler arasındadır. Büyük bir şair olan Leopardi ([Only Registered Users Can See Links]) döneme damgasını vururken Carducci de Risorgimento'nun bağımlı edebiyatına karşı çıkar. İspanyol romantizmi Rivas ([Only Registered Users Can See Links]) dükü ve José Zorrilla ([Only Registered Users Can See Links])'nın oyunlarıyla tiyatroda etkili oldu. Ayrıca Espronceda'nın daha sonralarıyla Becaver ([Only Registered Users Can See Links])'in şirleri önemli ürünlerdir.

Türkiye

Tanzimat Fermanı ([Only Registered Users Can See Links])'nın ilanından sonra başlayan ve Batı edebiyatı örnek tutularak meydana getirilen Tanzimat edebiyatının (1859 ([Only Registered Users Can See Links])-1895 ([Only Registered Users Can See Links])) ilk yıllarında romantizm akımının başlıca kişilerinin başlıca yapıtları verildi. Hugo ([Only Registered Users Can See Links]), Chateaubriand ([Only Registered Users Can See Links]), Dumas ([Only Registered Users Can See Links]); tiyatro alanında özellike Gothe ([Only Registered Users Can See Links]) ve Schiller ([Only Registered Users Can See Links]) anılabilir. Tanzimat edebiyatının pek çok yazar ve şairi (Ahmet Mithat ([Only Registered Users Can See Links]), Namık Kemal ([Only Registered Users Can See Links]), Şemsettin Sami ([Only Registered Users Can See Links]), Abdulhak Hamit ([Only Registered Users Can See Links]), Recaizade Mahmut Ekrem ([Only Registered Users Can See Links])) romantizm akımının etkisindedirler. Namık Kemal ([Only Registered Users Can See Links])'in İntibah ([Only Registered Users Can See Links]) romanı Kamelyalı Kadın'ın; Vatan yahut Silistre ([Only Registered Users Can See Links]) oyunu da Romeo ve Jülyet ([Only Registered Users Can See Links])'in etkisindedir. Edebiyat-ı Cedide ([Only Registered Users Can See Links]) döneminde Halit Ziya Uşaklıgil ([Only Registered Users Can See Links])'nın Mai ve Siyah ([Only Registered Users Can See Links]) adlı romanındaki Ahmet Celal karakteri romantik yazarları okumak için özlem duyar. [3] ([Only Registered Users Can See Links]_note-2)II.Meşruyet ([Only Registered Users Can See Links]) döneminden sonra Milli Edebiyat döneminde Yusuf Ziya Ortaç ([Only Registered Users Can See Links])'ın Binnaz adlı oyununda Hugo'nun etkisi vardır.

Rusya

Ulusal edebiyatın hızla gelişmesi karşısında romantizm,Rusya ([Only Registered Users Can See Links])'da gölgede kaldı. Puşkin ([Only Registered Users Can See Links]), Gogol ([Only Registered Users Can See Links]), Lermontov ([Only Registered Users Can See Links]) ulusal edebiyatın ilk örneklerini verdiler.

Sanatta Romantizm

[Only Registered Users Can See Links] ([Only Registered Users Can See Links])
[Only Registered Users Can See Links] ([Only Registered Users Can See Links])
Goya ([Only Registered Users Can See Links])'nın Reading adlı tablosu. 1820 ([Only Registered Users Can See Links])-1821 ([Only Registered Users Can See Links]). Museo del Prado, Madrid ([Only Registered Users Can See Links])


Romantizm, resimde de kendini gösterdi ancak ifadesini biçimden çok düşüncede bulduğundan belirli bir üslup benimsemedi. Goya ([Only Registered Users Can See Links]), Turner ([Only Registered Users Can See Links]), Delacroix ([Only Registered Users Can See Links])'in coşkunluğu kadar Blake ([Only Registered Users Can See Links])'in yeniklasikçiliğiya da Delaruche ([Only Registered Users Can See Links])'nin kurallara bağlı tarzı, Füssli'nin düşselliği, Biedermeier'in burjuva dünyası romantizm hareketinden kaynaklanır. Romantizm, klasikçilik kuramının önderi Ingrer ([Only Registered Users Can See Links])'i de etkilemiştir. Doğa duygusuna metafizik bir anlam kattı, kimilerine bir renk zevki aşıladı, özneliği, melankoliyi, kaygıyı doruk noktasına çıkardı; akıldışı olanı savundu, gotik hayranlığını kamçıladı; doğuculuğu yüceltti; şövalye romanları, İskandinav sagaları ve Ossian'ın düzmece şarkılarında kendine konular aradı. Plutarkhos ([Only Registered Users Can See Links])'un kişilerinin yerini, Shakspeare'in, W.Scott, Bryon, Goethe, Hugo'nunkiler aldı. Fırtınalar, gün batımları, uçurumlar, baykuşlar, kurukafalar, ürkmüş atlar, ikonografide önemli bir yer tutmaya başladı. İngiltere ([Only Registered Users Can See Links])'de Edmun Burke ([Only Registered Users Can See Links])'ün "A Philosophical Enquiry into the origine of our ideas of the sublime and Beautiful" adlı kitabıyla başlayan romantizm, Gainsbrarough'u son yapıtlarında ve bir ölçüde Reynolds, Reaburn, Lawrence 'in büyük portrelerinde kendini gösterdi. Füssli (Kabus, 1782, Goethe museum, Frankfurt), Blake, J.Martin, S.Palmer'in yapıtlarında da hayal gücü önemli bir yer tuttu. Cozens, Cotman, Constabla gibi manzaracıların şiirsel ([Only Registered Users Can See Links]) anlatımı, Turner'da biçimlenip parçalanmasıyla kendini gösteren bir yoğunluk kazandı. İspanya ([Only Registered Users Can See Links])'da romantizm Goya tarafından yüceltildi. Fransa ([Only Registered Users Can See Links])'da Oors (Nasıra Savaşı, 1801, Nantes Müzesi) ile başlayan romantizm Gericalt (Madusa'nın şalı, 1819, Louvre) ve İngiliz Bonington ile devam etti. Amerika ([Only Registered Users Can See Links])'da da A.B.Durand ve şair Caleridge'in dostu W.Allston'un adları sayılabilir.

Romantik Müzik

Müziğin ([Only Registered Users Can See Links]) öncelikle insanın duyum ve duygularına seslenmesi ölçüsünde, aklın önceliğini tartışma konusu yapan romantizmle müzik arasında doğal bir yakınılık ortaya çıkar. Romantizmle birlikte iç dünyayı yansıtan yapıtlar, yoğun bir duygusal içerik kazandı (lied); büyük çaplı yapıtlar, yeni bir gerilim ve dokunaklılığa ulaştı (programlı müzik). Orkestra zenginleşti, çeşitlendi ve çalgıların ([Only Registered Users Can See Links]) tınısı ve rengi üzernde titizlikle duruldu. Bu hareket kaynağını Almanya ([Only Registered Users Can See Links])!daki "Sturm und Drang" ve Fransız Devrimi ([Only Registered Users Can See Links])'nin ideolojisinde buldu. Özellikle Almanya ([Only Registered Users Can See Links]) ve Avusturya ([Only Registered Users Can See Links])'da benimsenen romantizmin başlıca örneklerini Beethoven ([Only Registered Users Can See Links])'ın büyük partisyonlarıdır.
[Only Registered Users Can See Links] ([Only Registered Users Can See Links])[Only Registered Users Can See Links] ([Only Registered Users Can See Links])
Beethoven ([Only Registered Users Can See Links]), bir çok romantik müzisyenleri etkiledi.


Edebiyat ve Müzik

Romantikler, klasik sanatçıların müziğini öteki anlatım araçlarından ayrı bir sanat dalı olarak görmelerinin tam tersine müzik ([Only Registered Users Can See Links]) ve edebiyatı ([Only Registered Users Can See Links]) birleştirdiler. Shakspeare, Goethe, Hoffman gibi kişilerin metinlerinden esinlendiler. Goethe ([Only Registered Users Can See Links])'nin Faust ([Only Registered Users Can See Links])'u insanın yazgısı karşısındaki trajedisini dile getirmesinden dolayı bestecilerin gözdesi oldu. Berlioz ([Only Registered Users Can See Links])'un Faust'un Lanetlenişi ve Liszt ([Only Registered Users Can See Links])'in Faust Senfonisi, Faust eserinden ortaya çıkan bestelerdir ([Only Registered Users Can See Links]).

Felsefe ve Romantizm

XVIII.yy.da Alman düşünürler felsefeyi ([Only Registered Users Can See Links]) bir doğa felsefesi ve sanat felsefesi olarak tanımlar. Romantizm, akılcı eleştiriden çok, canlı hatta bilinçdışı yaratma adı verilen öncelikle dikkat çeken felsefi bir uyralılığı dile getirir. Önemli ya da önemsiz bir çok düşünür romantik olarak kabul edilebilir; ama felsefede romantik olguyu en yetkin biçimde Novalis ([Only Registered Users Can See Links]) ve Schelling ([Only Registered Users Can See Links]) dile getirmiştir; şair ([Only Registered Users Can See Links]) yanı daha ağır basan Novalis ([Only Registered Users Can See Links]), eserlerini tamamlayamadan genç yaşta ölmüştür; Schelling ([Only Registered Users Can See Links]) ise metafizikçi ve sistematiktir.



Parnasizm(betimselcilik - yalnızca şiirde)

Parnasizm Fransa ([Only Registered Users Can See Links])'da 1860 ([Only Registered Users Can See Links]) yılında Çağdaş parnas şiir dergisi etrafında toplanan sanatçılarca ortaya çıkarılmış bir akımdır. Gerçekçiliğin ([Only Registered Users Can See Links]) şiire yansımasıdır. Sanat için sanat görüşü benimsenmiştir. Şair kuyumcu titizliğiyle çalışır. Şekil çok önemlidir. Romantizm akımına ([Only Registered Users Can See Links]) tepkidir. Dış dünyayı nesnel ([Only Registered Users Can See Links]) bir bakışla anlatır. Şiirde ölçü, kafiye ([Only Registered Users Can See Links]) ve ses uyumu çok önemlidir. Bu özelliği Parnasizmi Sembolizm ([Only Registered Users Can See Links])'den farklı kılar.Şiiri,ışık,gölge,renk ve çizgilerle sağlamayı düşünürler. Uzak ve yabancı ülkelerin efsanelerinden yararlanırlar. Şairler şiirlerinde kişiliklerini gizlemişlerdir.Bu akımın başlıca temsilcileri arasında Theophille Gautier ([Only Registered Users Can See Links]), Theodore Banville ([Only Registered Users Can See Links]), Leconte de Liste ([Only Registered Users Can See Links]), Jese Maria de Heredia ([Only Registered Users Can See Links]) ve Francois Coppee ([Only Registered Users Can See Links]) bulunmaktadır. Türk edebiyatında ([Only Registered Users Can See Links]) ise Tevfik Fikret ([Only Registered Users Can See Links]) ve Yahya Kemal ([Only Registered Users Can See Links]) sayılabilir.aynı zamanda Fransada ortaya çıkmıştır.Türk edebiyatında özellikle Servet-i Funun döneminde ilgi görmüştür.





Naturalizm(Doğalcılık)



Doğalcılık, edebiyat, resim ve felsefede yaşamı olduğu gibi yansıtmayı öngören akımların genel adıdır. Natüralizm olarak da bilinir. Doğalcılığa göre doğanın, nesnel yasalar uyarınca işleyen bir düzeni vardır. Gözlem ve deneye dayalı bilimler, işte bu yasalar sayesinde doğa ile ilgili her alanda sağlam, kesin bilgilere ulaşabilir. Doğalcılık, doğa bilimlerinin sanata ve edebiyata uygulanmasıyla ortaya çıkmıştır. Doğalcı anlayışa göre gerçek olduğu gibi yansıtılmalı, yaşamın kaba ve bayağı sayılarak ele alınmayan yönleri de işlenmelidir. Doğalcı anlayışa göre birey, içinde yetiştiği toplumsal ve doğal çevrede biçimlenir. Ekonomik ve toplumsal baskılar altında ezilen bireyler, içlerinden gelen güçlü dürtülerle hareket ederler. Alınyazılarını belirleyebilme gücünden uzak olduklarından davranışlarından da sorumlu tutulamazlar.



Sanatta doğalcılık

Görsel sanatlarda Doğalcılık, doğanın olduğu gibi betimlenmesi biçiminde ortaya çıktı. Gerçekte ilk Doğalcı yapıtları, Eski Yunanistan'da, klasik dönem sanatçılarının verdiği söylenebilir. Rönesans sanatçıları, bir bakıma bu anlayışı yeniden canlandırdılar. 17. yüzyılda yaşayan Doğalcı ressamlar doğayı, güzelliği ve çirkinliğiyle olduğu gibi yansıtmakta birleşiyorlardı. Doğalcı terimi de ilk kez bu yüzyılda kullanıldı. İngiliz manzara ressamı John Constable ([Only Registered Users Can See Links]), 1830'larda doğanın tüm yönleriyle, olduğu gibi betimlenmesi gerektiğini savundu. Constable’ın etkisinde kalan Fransız Barbizon ressamları, yeni Avrupa Doğalcılık'ının manzara resmindeki temsilcileriydi. Bu yıllarda Jean-Baptiste Camille Corot ([Only Registered Users Can See Links]), Alfred Sisley ([Only Registered Users Can See Links]), Camille Pissarro ([Only Registered Users Can See Links]) ve Claude Monet de Doğalcı yapıtlar verdiler. 19. yüzyılın sonuna doğru Doğalcılık Alman ressamları üzerinde de etkisini gösterdi. ABD'de ise Doğalcılık 19. yüzyılda, Gerçekçilik’le iç içe gelişti.


Edebiyatta doğalcılık

Edebiyatta Doğalcılık, 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa'da doğdu. Bu akımın kuramsal temellerini Fransız Hippolyte Taine ([Only Registered Users Can See Links])'in oluşturdu. Taine'in düşüncelerinden etkilenen Goncourt Kardeşler ([Only Registered Users Can See Links]), ilk Doğalcı roman olan Germinie Lacerteux‘u (1864) yazdılar. Ama edebiyatta Doğalcılık asıl anlatımını, Emile Zola ([Only Registered Users Can See Links])'nın Le Roman expérimental (1880; "Deneysel Roman") adlı deneme yazılarında buldu. Goncourt Kardeşler’den etkilenen Zola'ya göre romancı, olguları yalnızca saptayarak yazmakla yetinen bir gözlemci değil, roman kişilerinin iç dünyalarını, duygusal ve toplumsal olguları bir dizi deneyden geçiren bir deneycidir. Doğalcılık'ın öngördüğü yöntemlere Zola kadar sıkı sıkıya bağlı kalmış çok az yazar vardır. Ama bir süre sonra, ünlü öykücü Guy de Maupassant ([Only Registered Users Can See Links]), romancı Joris-Karl Huysmans ([Only Registered Users Can See Links]), Alman oyun yazarı Gerhart Hauptmann, Portekizli romancı José Maria Eça de Queirós bu akımdan etkilenerek yazmışlardır. Doğalcı yazarlar, nesnel gerçekleri yazdılar ve idealleştirmeye karşı çıktılar. Yaşamın acımasız ve kaba yanlarını da yansıttılar. Kalıtıma ilişkin görüşlerinin etkisiyle, güçlü tutkuların pençesinde kıvranan basit tipleri ele alarak işlediler. Doğalcı yazarlar, çevrenin birey üzerindeki ezici bir etkisi olduğuna inanıyorlardı. Bundan dolayı yapıtlarında, iç karartıcı mekânları, gecekondu semtlerini ve yeraltı dünyasını bir belgesel diliyle işlediler. Avrupa edebiyatında Doğalcılık'ın etkileri zayıflamaya başladığı bir dönemde ABD'de, Stephen Crane ([Only Registered Users Can See Links]), Frank Norris ([Only Registered Users Can See Links]) ve Jack London ([Only Registered Users Can See Links]) bu anlayışla yazdılar. Theodore Dreiser ([Only Registered Users Can See Links]), ABD'de Doğalcılık'ı doruğa ulaştırdı. James T. Farrell'ın Studs Lonigan (1932-35) başlıklı üçlemesi son Doğalcı yapıtlar oldu. Türk edebiyatına Doğalcılık, deneye dayalı bilimlerin ateşli savunucusu Beşir Fuad ([Only Registered Users Can See Links])’ın etkisiyle girdi. Beşir Fuad roman ya da öykü yazarı değildi, ama bazı yapıtlarında Doğalcılığın temel ilke ve yöntemlerini savunarak dönemin romancı ve öykücülerini etkiledi. Türk edebiyatının ilk Doğalcı romanı, 1891'de Ahmed Midhat Efendi ([Only Registered Users Can See Links])’nin yazdığı Müşahedat‘tır ("Gözlemler"). Bu akımın Türk edebiyatındaki ilk önemli temsilcisi ise Hüseyin Rahmi Gürpınar ([Only Registered Users Can See Links])’dır. Gürpınar Doğalcılık'a, Mürebbiye (1899) adlı romanında kahramanlardan birinin ağzından bu akımın ne olduğunu anlatacak kadar önem vermiştir. Ben Deli miyim? (1925) adlı romanı müstehcen bulunarak dava açılınca yazar, "gerçek öykücülük, tüm bilimleri, fenleri kapsayan, her kötülüğü, her hastalığı, her gizli fesadı, yarayı aydınlığa çıkaran yüce bir güçtür" diyerek duruşmada kendisini ve Doğalcılık anlayışını savunmuştur. Doğalcılık, kısa ömürlü bir akım olmakla birlikte Gerçekçiliğin zenginleşmesini, yeni konuların bulunmasını, biçime öncelik tanımayan ve yaşama yakın olan bir anlatımın gelişmesini sağladı.

ceyLin
27 November 2008, 15:58
Sembolizm(Simgecilik)

Sembolizm, evrensel bilgi ve hakikatlerin basit ve sade öğelere indirgenerek ifade edilmesidir.

Sembol, kimi sözlüklerde “daha soyut bir şeyi anlatmaya yarayan daha somut şey” ya da “evrensel yasa, ilke, bilgi ve fikirleri açıklayan işaretler” olarak tanımlanır. Bir sembol, anlatmak istediği şeyi en kesin, en belirli, en sade, en doğal şekilde ifade eden işarettir. Sembol sözcüğünün kökeni, eski Mısır dilindeki symbolon sözcüğünün Grekçe’ye geçmiş hali olan symballein fiilidir, “birlikte tartışmak, birlikte birleştirmek, bir arada toparlayıp bağlamak” anlamlarına gelir. Latince’de symbolum biçimine dönüşmüştür.

Sembolizmin İnisiyasyonlardaki Nedenleri

Sembolizmin inisiyasyonlardaki ([Only Registered Users Can See Links]) temel nedenleri şöyle açıklanır:

I-Kimi hakikatlerin o hakikatleri öğrenme liyakatine ulaşmamış kişilerden gizlenilmesi gereği. Bunun üç temel nedeni şunlardır:


1-Gelişim düzeyi geri, dogmatik insanların hakikatlere ait bilgileri açıklayan hikmet sahiplerine karşı her devirde tehlikeli, tutucu tepkiler göstermiş olmaları.
2-Hakikatlere ait bilgilerin o bilgilere gereksinimi olmayanlardan, yani gelişim düzeyleri gereği, gelişim gereksinimleri henüz bu yolda olmayanlardan ve o bilgilerin taşıdığı enerjiyi kaldıramayacak olanlardan saklı tutulması. Çünkü hakikatlere ait bilgiler bir tür enerji gibidir ki, kapasiteleri uygun olmayanlar bu enerji yükünü kaldıramazlar ve bu yük onlara yarar değil, zarar getirir. Dolayısıyla hakikatlere ait bilgiler bu enerji yüklerini henüz kaldırabilecek kapasitede olmayanlardan, sembollere büründürülerek gizlenir.
3-Hakikatlere ait bilgilerin ehil olmayan ellere geçmesi tehlikesi: Hakikatlere ait kimi bilgiler bir tür silah gibidir, ehil ve iyi niyetli olmayanların ellerine geçmemesi gerekmektedir.
II-Hakikatlere ait bilgilerin avam-ı beşer tarafından bilinmesi gereken kısmının, onların anlayabilmesi için, daha sade, daha basit kalıplara indirgenmesi.

Sembolizmin Amaçlı Rüyalardaki Nedeni

Sembolizmin amaçlı ya da diğer adıyla haberci rüyalarda ([Only Registered Users Can See Links]), vizyonlarda ve ruhsal tebliğlerdeki varlığı inisiyasyonlardakilere kıyasla az çok farklı nedenlere dayanır. Temel nedeni metapsişikçiler şöyle açıklar:
İnsanın imajinasyon yeteneği sembolleştirici bir role sahiptir. Ruhsal âlemde “anlamlar” halinde bulunan “tesirler” fiziksel alemde belirirlerken ister istemez madde âleminin özelliği olan imajlara bürünmek zorunda kalırlar ki, bürünecekleri imajları da “tesir”i alan insanın şuuraltı dağarcığından edinirler. Bir ruhsal tebligatın, bir vizyonun ya da bir haberci rüyanın alınmasında, tesir ne kadar yüksek bir varlıktan gelirse gelsin, alıcı kişinin kapasitesi, şuuraltı imajları, şuuraltı dağarcığı ve hatta sözcük dağarcığı -tesirin özgün halini kaybetme derecesi ve kısıtlanması bakımından- çok önemli bir rol oynar. Orijinal kaynağından “anlam” olarak inmeye başlayan ruhsal tesir onu alan insanın zihninde imaj olarak ve ağzında söz olarak belirene kadar geçirdiği bir sürü dönüşüm sırasında ister istemez özgün halini yitirmek, kabalaşmak zorundadır.
Metapsişikçiler ([Only Registered Users Can See Links]) şuuraltının bu değiştirici ya da dönüştürücü etkisine “renkli cam etkisi” adını verirler. Nasıl beyaz ışık renkli bir camdan geçerken hem camın rengini alıyor, hem de bir miktar kırılmaya uğruyorsa, insanın aldığı metapsişik enformasyon ya da tesir de şuuraltı katmanından geçerken benzer şekilde, özelleşir, bükülür, kabalaşır, dönüşür, o ortamdaki malzeme neyse ona bürünür ve özgün halini az çok yitirerek dışarı (zihne) yansır. Yani, bir kaynaktan gelen, örneğin haberci bir rüya tarzında alınan tesirler, insan zihninde yer ederken, ister istemez o insanın şuuraltı dağarcığındaki imajlara dönüşürler ve bu dönüşüm sırasında birtakım sembollere bürünürler. Bu doğal ve zorunlu bir süreçtir. Metapsişikçiler sezgi ([Only Registered Users Can See Links]) kanalıyla alınmış metinlerdeki sembolik betimlemelerin nedenlerinden birinin de yine bu olgu olduğunu belirtirler.

Sembolizmin Kutsal Metinlerdeki Nedenleri

Kutsal metinlerdeki sembolizmin temel nedenleri şöyle açıklanır:
İnsanlar arasındaki anlayış farklılığı: İnsanlar hakikatlere ait bilgilerin taşıdıkları enerjileri kaldırabilme konusunda farklı kapasiteler sahiptirler. Her bilgiyi her insan kaldıramaz. Derin bilgiler bazı insanları ilerletmek yerine, tökezletebilir, kargaşa içerisine sokabilir, hatta onların yoldan çıkmalarına neden olabilir. İnsanların zihinsel düzeyleri, anlayış ve duyuşları birbirlerinden farklıdır. Oysa bir kutsal metnin pek çok insana hitap edebilmesi için pek çok anlayış ve zihin düzeyine, tüm insanlara hitap edebilmesi için de tüm anlayış ve zihin düzeylerine hitap edebilecek şekilde indirilmiş olması gerekmektedir. O halde o metin öyle hazırlanmış olmalıdır ki, hem her anlayış düzeyindeki insan orada kendi anlayış düzeyine uygun ilerletici bilgiler bulsun, hem kendisini kargaşa içerisine sokucu henüz taşıyamayacağı bilgileri orada bulamasın, hem de zihin ve anlayış düzeyi yükseldikçe, idraklendikçe ve bilinçlendikçe, yani kendilerini kaldırabileceği dereceye geldikçe orada yeni durumuna uygun derin bilgileri bulabilsin... İşte bunu sağlayabilecek bir tek sistem sembolizm sistemidir. Sembolizm sistemi evrendeki “tedriç prensibi”ne (her gelişimin sıçramalar tarzında değil, derece derece oluşması) uygun olarak, insanların hakikatlere ilişkin bilgileri yavaş yavaş, sindire sindire öğrenmesine olanak veren bir sistemdir. Kutsal metinlerde bazı bilgilerin açık, bazı bilgilerin örtülü olarak verilmiş olmasının bir nedeni budur.
Dönemin koşulları ve gelişim düzeyi: Bazı hakikatlerin anlaşılabilmesi için o kutsal metnin indiği dönemin koşullarının ve gelişim düzeyinin yetersiz olması. Örneğin metnin indiği dönemde insanların bilim alanındaki bilgilerinin yetersiz oluşu. Fakat zaman geçtikçe ve bilim ilerledikçe elbette insanlar o metinlerde ilk bakışta göze çarpmayan hangi anlamların da ima ve ifade edilmiş olduğunu ve sembolik ifadelerin başka anlamlarını da keşfedeceklerdir, keşfedilmektedir de. Sembolizmin Farklı Kullanımları
Sembolizm ([Only Registered Users Can See Links]); (edebiyat) Sanat eserinin değerini, gerçeğin olduğu gibi aktarılmasında değil, duygu ve düşüncelerin, işaret ve biçimlerin uygunluk içinde düzenlenişinde gören, ayrıca kelimelerin müzik ve sembol değerine dayanılarak en anlatılmaz duygu inceliklerinin bile sezdirilebileceğini savunan edebiyat ve sanat akımı, simgecilik.
Politik sembolizm ([Only Registered Users Can See Links]), politik amaçlar ve mefhumlar için kullanılan semboller sistemi, simgecilik.
Dini sembolizm ([Only Registered Users Can See Links]), dini amaçlar ve mefhumlar için kullanılan semboller sistemi, simgecilik.
Ezoterik sembolizm evrensel sembollerin derin anlamlarıyla ilgilenir.
Rüyalardaki sembolizm rüya yorumu ([Only Registered Users Can See Links]) alanını ilgilendirir.İdealizm


İdealizm, felsefede ([Only Registered Users Can See Links]), en geniş anlamıyla, tinsel güçlerin evrendeki tüm süreçleri ya da olup bitenleri belirlediğini savunan tüm felsefe öğretilerini içerecek biçimde kullanılan terim.Varolan her şeyi "düşünce"ye bağlayıp ondan türeten; düşünce dışında nesnel bir gerçekliğin varolmadığını, başka bir deyişle düşünceden bağımsız bir varlığın ya da maddî gerçekliğin bulunmadığını dile getiren felsefe akımını niteler.
İdealizm, varlığın düşünceden bağımsız olarak varolduğunu kabul eden "gerçekçilik ([Only Registered Users Can See Links])", "maddecilik ([Only Registered Users Can See Links])" ve "doğalcılık ([Only Registered Users Can See Links])" felsefe anlayışlarının tam karşı kutbunda yer almaktadır.
Felsefede İdealizm, dünyanın temellendirilmesinde en önemli görevin, bilince ya da maddi olmayan zihne yönelik bir gerçeklik kuramı geliştirmek olduğu düşüncesi üstüne kurulmuştur. İdealizm anlayışının temelleri önce Platon'un "Idealar Dünyası Kuramı" yla atılmış olmakla birlikte, daha sonra çeşitli filozoflarca sunulan izahlarla güçlendirilmiştir.
Metafizikte ([Only Registered Users Can See Links]) idealizm, bütün fiziksel nesnelerin bütünüyle zihne bağımlı olduğu, onların bilincinde olan bir zihin olmaksızın metafizik anlamda hiçbir varlıkları olmadığı anlayışına karşılık gelmektedir. Bir başka deyişle, metafizik idealizme göre gerçeklik her durumda zihne bağımlı olduğu için gerçekliğin gerçek bilgisi ancak tinsel bir bilinç kaynağına başvurularak elde edilebilirdir. Buna karşı, idealizm ile taban tabana zıt bir konuma yerleştirilip temellendirilen Maddecilik, zihnin ya da bilincin bütünler halinde fiziksel öğeler ile süreçlere indirgenebileceğini savunmaktadır.
İdealistler; doğadaki şeyleri ya da nesneleri, her şeyin özünü oluşturan tek bir gücün ya da enerjinin geçici görünümleri olarak görür; varlığın tüm görünüşlerinde tek bir anlamın yattığını düşünür; varoluşu tek bir birlik olarak algılar; aklın sağladıklarının dışında gerçekliğe ulaşmanın olanaksız olduğunu öne sürer; gerçekliği "idea"olarak belirleyip maddeyi bunun bir yansıması sayar.
Felsefi anlamda idealizm dünyanın yalnızca düşüncelerin, zihnin, ruhun, ya da daha doğrusu, fiziksel dünya varolmadan önce varolan İdeanın bir yansıması olduğu görüşünden hareket eder. Duyularımızla bildiğimiz maddi şeyler, kusursuz İdeanın kusurlu kopyalarıdır. Antik dönemde bu felsefenin en tutarlı savunucusu Platon ([Only Registered Users Can See Links])'du. Ancak idealizmin başlangıcı M.Ö. 6.yüzyıl ([Only Registered Users Can See Links]) a, ilkçağ Yunan felsefesinde ([Only Registered Users Can See Links])Ksenophanes ([Only Registered Users Can See Links])'e değin uzanır. Ksenophanes , çok olanı Bir'e indirgemiş ve bu Bir'i "tüm düşünme" olarak belirlemiştir. Ksenophanes'in öğretisi günümüzde metafıziğin kurucusu olarak gösterilen öğrencisi Parmenides 'in kurduğu Elea Okulu eliyle daha bir gelişim göstermiştir: "Varlık, değişmez ve birdir; özne ve nesne bir ve aynıdır."
Platon'a göre "gerçek varlık idea, 'düşünce varlığı'dır." Platon "düşünülür dünya" (idealar dünyası) ile "duyulur dünya" (görüngüler dünyası) ayrımına gitmiş; duyulur dünyayı gölgelerden ibaret bir görünüşler dünyası olarak betimlerken, düşünülür dünyayı değişmez gerçeklikler diye gördüğü idealardan oluşan gerçek dünya olarak ilan etmiştir.
Aynı fikir Kant'tan önce İrlandalı rahip ve filozof George Berkeley ([Only Registered Users Can See Links]) ve klasik İngiliz ampiristlerinin en sonuncusu David Hume ([Only Registered Users Can See Links]) tarafından ileri sürülmüştü. Temelde şöyle özetlenebilir: "Dünyayı duyumlarım aracılığıyla yorumlarım. Bu nedenle, varolduğunu bildiğim tek şey duyu izlenimlerimdir. Örneğin bu elmanın varolduğunu söyleyebilir miyim? Hayır. Tüm söyleyebileceğim, onu gördüğüm, hissettiğim, kokladığım, tattığımdır. Bu bakımdan, gerçekte bir maddi dünyanın varolduğunu hiçbir surette söyleyemem." Öznel idealizmin mantığına göre, eğer gözlerimi kaparsam dünya varolmaktan çıkar. Her ne kadar Berkeley idealist düşünceye önemli katkılarda bulunduysa da, idealist düşünce asıl gelişimini Kant 'la birlikte göstermiştir.
Kendi felsefesini "madde tanımazcılık" diye adlandıran Berkeley 'e göre ise; iki tür gerçek varlık -tinler (zihinler) ve idealar- söz konusudur; fiziksel nesneler ise duyusal ideaların toplamıdırlar. Dolayısıyla, Berkeley'e göre, bir elmayı algıladığımızı söylediğimizde doğrudan farkına vardığımız duyusal görünüşlerin bir toplamıdır. Bundan dolayı sınırlı bir zihin tarafından algılanmayan şeyler yokturlar; şeyler zihnimize sınırlı zihin tarafindan algılandıklarında ulaşırlar: "varolmak algılanmış olmaktır." Berkeley şeyleri, onlara atfettiğimiz niteliklere ilişkin duyu deneyimimizden soyutlayarak kavrayamayacağı düşüncesinden hareket ederek, fiziksel nesnelerin varoluşunun algılanmak olduğunu, fiziksel nesnelerin yalnızca idealar olarak varolduklarını ileri sürer. Berkeley 'in fiziksel şeylerin, onları algılayan kimse olmadığında da var gözükmeleri sorusuna yanıtı, onların Allah'ın hafızasında varolduklarıdır. Düşüncemizde şeylerin varlığını yaratan yegane güç Allah'tır.




Realizm(Gerçekçilik)

Gerçekçilik (realizm), bir estetik ([Only Registered Users Can See Links]) ve edebi ([Only Registered Users Can See Links]) kavram.
19. yüzyıl ([Only Registered Users Can See Links]) ortalarında Fransa’da ortaya çıkmıştır. Nasıl ki romantizm klasizme ([Only Registered Users Can See Links]) bir başkaldırı niteliğinde ise gerçekçilik yani realizm, hem klasizme hem de romantizme ([Only Registered Users Can See Links]) bir başkaldırıdır. Amaç, sanatı klasik ve romantik akımların yapaylığından kurtarmak, çağdaş eserler üretmek ve konularını öncelikle yüksek sınıflar ve temalarla ilgili değil, toplumsal sınıflar ve temalar arasından seçmekti. Realizmin amacı, günlük yaşamın önyargısız, bilimsel bir tutumla incelenmesi ve edebi eserlerin bir bilim adamının klinik bulgularına benzer nesnel bir bakış açısıyla ortaya konmasıdır. Örneğin, realizmin iki güçlü temsilcisi Gustave Flaubert ([Only Registered Users Can See Links])’in Madame Bovary ([Only Registered Users Can See Links]) adlı romanı ile Emile Zola ([Only Registered Users Can See Links])’nın Nana ([Only Registered Users Can See Links]) adlı romanında cinsellik ve şiddet edebi bir mikroskop altında incelenerek olanca çıplaklığıyla ortaya konulmuştur. Realizm felsefesinin altında güçlü bir felsefi belirlenimcilik yatar. Fransız edebiyatında Flaubert ile Zola’nın yanısıra Honore de Balzac ([Only Registered Users Can See Links]), Stendhal ([Only Registered Users Can See Links]), Rusya’da Lev Tolstoy ([Only Registered Users Can See Links]), İvan Sergeyeviç Turgenyev ([Only Registered Users Can See Links]), Fyodor Dostoyevski ([Only Registered Users Can See Links]), İngiltere’de Charles Dickens ([Only Registered Users Can See Links]) ve Anthony Trollope ([Only Registered Users Can See Links]), Amerika’da Theodore Dreiser ([Only Registered Users Can See Links]), İrlanda'da James Joyce ([Only Registered Users Can See Links]) realizmin önemli temsilcileridir. Realizm, 20. yüzyıl romanının gelişimini de önemli ölçüde etkilemiştir.
REALİZM (GERÇEKÇİLİK)
19. yüzyılın ikinci yarısında romantizmin aşırı duygusallığına tepki olarak ortaya çıkmış bir akımdır.
1857 yılında Gustave Flaubert'in Madame Bovary adlı romanıyla, realizmin, romantizm karşısında üstünlük sağladığı kabul edilmektedir.
Realizmde, duygu ve hayaller yerini, toplum ve insan gerçeklerine bırakır. Konular gerçekten alınır. Yaşanan ve gözlenen gerçek bütün çıplaklığıyla anlatılır. Bunun sağlanması için gerektiğinde anket gibi bazı sanat dışı yöntemlere bile başvurulmuştur.
Bu akımda, gerçeğin anlatılması için kişilerin psikolojileri, onların kişiliklerini etkileyen çevrelerinin tanıtımı, içinde bulundukları ortam ayrıntılarıyla verilir. Onun için de betimleme, realist yazarlarda en önemli anlatım biçimi olarak dikkat çeker. Yalnızca yaşananın anlatılmasına yönelen gerçekçiler, olaylar ve kişiler karşısında tarafsız davranırlar. Eserlerine kendi duygu, düşünce ve yorumlarını katmazlar. Yine, gerçek hayatın anlatılması esas olduğu için eserlerinde toplumun sıradan insanlarına rastlanır. Eserlerinde daha çok yaşamın olağan olaylarına yöneldikleri için çok basit bir konu bile ele alınıp işlenir. Gerçekçi yazarların okuyucuyu eğitme gibi bir amaçları yoktur. Gözlem, araştırma ve belgelere dayanarak, yaşananı nesnel bir şekilde aktarmayı amaçlarlar.
Gerçekçi yazarlar, biçim güzelliğine çok önem vermişler, dilde ve anlatımda süsten, özentiden kaçınmışlardır.

Başlıca temsilcileri:
Stendhal (Kırmız ve Siyah, Parma Manastırı)
Balzac (Goriot Baba, Vadideki Zambak, Eugenie Grandet)
G. Flaubert (Madame Bovary)
Lev Tolstoy (Savaş ve Barış, Diriliş, Anna Karenina)
Dostoyevski (Suç ve Ceza)
A. Çehov (Vanya Dayı, Vişne Bahçesi)
M. Şolohov (Ve Durgun Akardı Don)
E. Hemingway (Çanlar Kimin İçin Çalıyor)
J.Steinbeck (Gazap Üzümleri)
Herman Melville (Moby Dick)
Charles Dickens (Oliver Twist, David Copperfield)
Gogol (Müfettiş, Ölü Canlar)
Turganyev (Babalar ve Oğullar)
M.Gorki (Çocukluğum, Benim Üniversitelerim, Ekmeğimi Kazanırken)TÜRK EDEBİYATINDA REALİZM
Recaizade Mahmut Ekrem (Araba Sevdası)
Samipaşazade Sezai (Zehra)
Nabizade Nazım (Kara Bibik)
Halit Ziya Uşaklıgil (Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar)
Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Kiralık Konak, Yaban......)
Memduh Şevket Esendal (Ayaşlı ve Kiracıları)
Reşat Nuri Güntekin (Romanlarıyla)
Refik Halit Karay (Romanları ve hikayeleriyle)
Sait Faik Abasıyanık (Roman ve hikayeleriyle)Fütürizm(gelecekçilik)


Bu akımın öncüsü ve şefi İtalyan şair, romancı, oyun yazarı ve yayın yönetmeni Filippo Tommaso Marinetti ([Only Registered Users Can See Links])'dir. Marinetti’nin 1909’de Paris’te "Le Figaro" gazetesinde yayımladığı manifesto futurisita (Fütürizm Bildirisi) gelecekçiliğin manifestosu oldu. Bildiride, "Bizler müzeleri, kütüphaneleri yerle bir edip ahlakçılık, feminizm ve bütün yararcı korkaklıklarla savaşacağız" deniyordu. Bu geçmişin bütünüyle reddi demekti. Aynı bildiride, "Biz dünyadaki gerçekten sağlıklı tek şeyi, yani savaşa ve ölüme götüren güzel düşünceleri yüceltiyoruz" sözleri, siyasal alanda o dönemde gelişen faşizmden yana bir tavrın da açık göstergesiydi.
Süratin üstünlüğünü iddia ve ilan eden Marinetti, bir yarış arabasının Samothrake zaferi (Yunan heykeli)nden daha güzel olduğunu ve buna ek olarak da: "Mutlak içinde yaşıyoruz, çünkü "her yerde hazır ve nazır olan" edebi sürati biz yarattık" demiştir.
Gelecekçiliğin kurucusu Marinetti, Avrupa’da birçok yazarı etkiledi. Rusya’da Velemir Hlebinikov ([Only Registered Users Can See Links]) ve Mayakovski ([Only Registered Users Can See Links]) gelecekçiliğe yöneldi. Rus gelecekçiler kendi bildirgelerini yayınladı. Puşkin ([Only Registered Users Can See Links]), Tolstoy ([Only Registered Users Can See Links]), Dostoyevski ([Only Registered Users Can See Links]) reddedildi. Şiirde sokak dilinin kullanılması istendi. 1917 Ekim devriminden sonra da gelecekçi akım güçlendi. Mayakovski’nin ölümüne kadar etkisini sürdürdü.
İtalya’daki gelecekçiler ilk şiir antolojisini 1912’de yayınladı. Gelecekçilik faşizm ile özdeşleşti. Ve 1920’lerin ortalarına doğru etkisini yitirdi. Eserlerinde mantıklı cümleler kurmayı reddeden gelecekçilerin parolası, "sozcüklere özgürlük"tü. Ezra Pound ([Only Registered Users Can See Links]), D. H. Lawrence ([Only Registered Users Can See Links]) ve Giovanni Papini ([Only Registered Users Can See Links]) de bu akımdan etkilenen yazarlardır.

Fütürizm, modern hayatı resimlemekten, heyecanlı bir denemeden ya da bir doktrinden daha fazla bir şeydir. Bu akımın en mutlu niyetlerinden biri, "Simultaneité", son bilimsel keşiflere paralel olarak yalnız görüş tarzını ve optik kanunları ilgilendirdiği halde, Fütürist "İntuition" (içe doğma), ressamın ruh haline dayanır ve "Simultaneité"yi, sanatçının kafasındaki anıların ve çeşitli heyecanların birbirlerine girdiği anda, yaratıcı hareket çıkış noktası olarak kabul eder. Ayrıca Fütüristler'den Boccioni, bir dördüncü buut'tan söz etmektedir. Fakat bu nokta, yeter derecede tanımlanmamıştır. Bu da oylum fikridir. Yani seyircinin de resme dahil olduğu fikri. Bu suretle o zaman kadar, yepyeni bir düşünce ortaya atılmış oluyordu. Bütün bu fikirlere rağmen, Birinci Dünya Savaşı bu anlayışa ani olarak son vermiştir.




Dadaizm


Dada, Dadaizm veya Dadacılık I. Dünya Savaşı ([Only Registered Users Can See Links]) yıllarında başlamış kültürel ve sanatsal bir akımdır. Dada Dünya Savaşının barbarlığına, sanat alanındaki ve gündelik hayattaki entelektüel katılığa bir protesto olmuştur. Mantıksızlık ve varolan sanatsal düzenlerin reddedilmesi Dada'nın ana karakteridir.
Jean Arp ([Only Registered Users Can See Links]), Richard Hülsenbeck ([Only Registered Users Can See Links]), Tristan Tzara ([Only Registered Users Can See Links]), Marcel Janco ([Only Registered Users Can See Links]) ve Emmy Hennings ([Only Registered Users Can See Links])’in aralarında bulunduğu bir grup genç sanatçı ve savaş karşıtı 1916 yılında Zürih’te Hugo Ball’in açtığı cafe’de toplandı. Bildirisi de burada açıklandı.
Dada isminin nereden geldiği konusunda kesin bilgi olmamakla beraber Fransızca ([Only Registered Users Can See Links])’da oyuncak tahta at anlamına gelen "Dada" bu kişilerin yarattığı edebi akımın ismi olarak seçildiği yönünde bir görüş vardır.
Bu akım, dünyanın, insanların yıkılışından umutsuzluğa düşmüş, hiçbir şeyin sağlam ve sürekli olduğuna inanmayan bir felsefi yapıdan etkilenir. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından gelen boğuntu ve dengesizliğin akımıdır. Dada’cı yazarlar, kamuoyunu şaşkınlığa düşürmek ve sarsmak istiyorlardı. Yapıtlarında alışılmış estetikçiliğe ([Only Registered Users Can See Links]) karşı çıkıyor, burjuva ([Only Registered Users Can See Links]) değerlerinin tiksinçliğini vurguluyorlardı.
Toplumda yerleşmiş anlam ve düzen kavramlarına karşı çıkarak dil ve biçimde yeni deneylere giriştiler. Çıkardıkları çok sayıda derginin içinde en önemlisi 1919-1924 arasında yayınlanan ve Andre Breton ([Only Registered Users Can See Links]), Louis Aragon ([Only Registered Users Can See Links]), Philippe Soupauld ([Only Registered Users Can See Links]), Paul Eluard ([Only Registered Users Can See Links]) ile Georges Ribemont-Dessaignes ([Only Registered Users Can See Links])’in yazılarının yer aldığı Litterature'dü. Dadacılık 1922 ([Only Registered Users Can See Links]) sonrasında etkinliğini yitirmeye başladı. Dadacılar gerçeküstücülüğe ([Only Registered Users Can See Links]) (sürrealizm) yöneldi.


Sürrealizm(Gerçeküstücülük)


[Only Registered Users Can See Links] ([Only Registered Users Can See Links])[Only Registered Users Can See Links] ([Only Registered Users Can See Links])
Londra'daki Salvador Dali ([Only Registered Users Can See Links]) sergisi, 2005.



Avrupa ([Only Registered Users Can See Links])’da birinci ([Only Registered Users Can See Links]) ve ikinci ([Only Registered Users Can See Links]) dünya savaşları arasında gelişmiştir. Temelini, akılcılığı yadsıyan ve karşı-sanat için çalışan ilk dadaistlerin eserlerinden alır. 1924 ([Only Registered Users Can See Links])’te "Manifeste du Surrealisme ([Only Registered Users Can See Links])"i (Gerçeküstülük Bildirgesi ([Only Registered Users Can See Links] Bildirgesi&action=edit&redlink=1)) hazırlayan şair Andre Breton ([Only Registered Users Can See Links])’a göre gerçeküstücülük, bilinç ile bilinç dışını birleştiren bir yoldur. Ve bu bütünleşme içinde hayali dünya ile gerçek yaşam "mutlak gerçek" ya da "gerçeküstü" anlamda iç içe geçiyordu. Sigmund Freud ([Only Registered Users Can See Links])’un kuramlarından etkilenen Breton için, bilinçdışılık düş gücünün temel kaynağı, deha ise bu bilinçdışı dünyasına girebilme yeteneği idi. Breton’un yanısıra Louis Aragon ([Only Registered Users Can See Links]), Benjamen Peret ([Only Registered Users Can See Links]), otomatik yazı yöntemleri üzerinde deneyler yaptılar. Kendi söylemleriyle, "gerçeküstü dünyanın düşsel imgelerini geliştirmeye" başladılar. Bu şairlerin dizelerindeki sözcükler, mantıksal bir sıra izlemek yerine bilinçdışı psikolojik süreçlerle bir araya geldiği için insanı irkiltiyordu. Gerçeküstücülük, yöntemli bir araştırma ile deneyi ön planda tutuyor, insanın kendi kendisini irdeleyip çözümlemesinde sanatın yol gösterici bir araç olduğunu vurguluyordu. 1925 ([Only Registered Users Can See Links])’ten sonra gerçeküstücüler dağılmaya, başka akımlara yönelmeye başladı. Ama resimden, sinemaya, tiyatroya kadar bir çok sanat dalını derinden etkiledi. Andre Breton’un yanısıra P. J. Jouve ([Only Registered Users Can See Links]), Pierre Reverdy ([Only Registered Users Can See Links]), Robert Desnos ([Only Registered Users Can See Links]), Louis Aragon ([Only Registered Users Can See Links]), Paul Eluard ([Only Registered Users Can See Links]), Antonin Arnaud ([Only Registered Users Can See Links]), Raymond Queneau ([Only Registered Users Can See Links]), Philippe Soupault ([Only Registered Users Can See Links]), Arthur Cravan ([Only Registered Users Can See Links]), Rene Char ([Only Registered Users Can See Links]) gerçeküstücülük akımının önemli isimleridir.

Letrizm(Harfçilik)

Harfçilik (letrizm de denir) bir edebi akımdır. İkinci Dünya Savaşı ([Only Registered Users Can See Links]) sonunda ortaya çıkmıştır. Romanyalı ([Only Registered Users Can See Links]) şair Isidore Isou ([Only Registered Users Can See Links]) tarafından başlatılmıştır.
Şiirlere yönelik bir edebi akımdır. Özelliği, şiirde kelimelerin değil harflerin temel alınmasıdır. Amacı, harflerin temel alınması yoluyla farklı tarzda bir şiir yazılmasıdır. Edebiyatta klasik akımlara karşı çıkan bir karşı-akımdır.
Akımın kurucusu Isidore Isou ([Only Registered Users Can See Links]) harfçiliği "Harf olmayan veya harf olmayacak hiçbir şey tinsel olarak da var olamaz" biçiminde özetlemiştir. Maurice Lemaître ([Only Registered Users Can See Links]) ve François Dufrêne ([Only Registered Users Can See Links]), Letrizmin önde gelen şairleridir.
Letrizm bir edebi akım olarak doğmuş olmasına karşın sinema başta olmak üzere dönemin müzik ve dans akımları üzerinde de etkisini göstermiştir.


Egzistansiyalizm ([Only Registered Users Can See Links])(Varoluşçuluk)


Varoluşçuluğu tanımlamak için, sözcüğün kendisinden işe başlamak gerekir. Bu yeni türetilmiş sözcük "varoluş" (existence) isminden, ilkin "varoluşsal" (existentiel) ve varoluşla ilgili "existential" sıfatları türetilerek ve daha sonra "culuk" son eki eklenerek ortaya çıkmıştır. Varoluşculuk, varoluşun önceliğini ya da ilkinliğini benimseyen bir kuramdır.
Varoluşçuluğun sözlük anlamına bakacak olursak; insanın varoluşunu, somut gerçekliği içinde ve toplumdaki bireyselliği açısından göz önüne alan felsefi öğretidir.
Varoluşçuluk felsefesinde, insanın varoluşu anlaması söz konusudur. İnsanın kendini gerçekleştirmesi, insan varoluşunun rastlantılar içinde oluşu, güvensizliği ve güçsüzlüğü söz konusudur. Güçsüzlüğü ve hiçliği içinde insan, ölüme mahkum bir varlık olarak insanın varoluşu, hiçlik karşısında insanın varoluşu, insan varoluşunun halisliği (authentique) ve bu halis olmaya çağrı, özgürlüğü içinde insanın varoluşu, topluluk içinde kaybolmuş insanın, tek insanın kendisini bulması, kendi olması, doğruluk ve ahlaklılık karşısında sahici davranışı-tutumu; bütün bu sorunlar söz konusudur varoluşçuluk felsefesinde. Ayrıca "insan, evreni aşabilir mi aşamaz mı?" "aşarsa nereye dek varır bu aşma?" gibi sorunlar söz konusudur.
Yığınlaşma içinde tek-insan, birey ([Only Registered Users Can See Links]), gittikçe kendi özelliğinden, kendi kişisel özgürlüğünden çözülme, kopma durumuna geçiyor. Tek insan kayboluyor. Kitle içinde sıradan bir insan oluyor. Tek kişinin kişisel sorumluluğu gittikçe herhangi bir parti, bir ortaklık, bir dernek, herhangi bir kolektif düzen içinde ortadan kalkıyor.
Modern insan, bir devlet hastanesinin doğum kliniğinde dünyaya geliyor, oradan yuvaya, yuvadan okula, sonra da ya bir fabrika ya bir büroya geçiyor. Modern insan artık kendi yaşamını sürdürmüyor. Ölümü bile kendinin değil çoğu kez.
Bu gelişme nedensiz değil. İlkin, bütün yurttaşların eşit hak istemesi, başta gelen bir nedeni bu gelişmenin. Hiçbir üstünlüğe, hiçbir olağandışıya katlanılamıyor artık. Bunların hepsi bir kalemde siliniyor. Bir başka nedeni: güçlü olma isteği, güce erişme isteği. Tek kişi güçsüz kalmıştır günümüzde. Ama herkes "dayanışarak" toplu hale gelirse, yenilmez bir güç oluyor. Bir başka neden de, ekonomik bakımdan güven altında olma çabası. Ekonomik çöküntülerden, paranın inip çıkmasından, tek kişi, varoluş savaşımında yorgun düşmüştür. Yaşamını güven altına alabilmek için kitleleşme yoluna girmiştir. Böylece her alanda bir toplumsallaşma bir merkezleşme gittikçe artıyor. Giderek çoğunlukla insanlar ekonomik güvenliliklerini sağlamak uğruna, kendi kişisel özgürlüklerini bırakmaya hazır duruma geliyorlar. İşte bu gelişme ortasında varoluşculuk felsefesi sesini yükseltiyor.
Bu felsefenin getirdiği sınırsız subjektiflik ([Only Registered Users Can See Links]), bireysellik ([Only Registered Users Can See Links]), topluluk düşmanlığı, macera isteği, istediğini yapma özgürlüğü, bütün bunlar yığınlaşmaya karşı bu protesto açısından anlaşılmalıdır. Bütün varoluş felsefesi şu biçim altında belirir: "İnsanın kendi kendini yitirdikten sonra bütün dünyayı ele geçirmesi neye yarar?" Bundan dolayı varoluş felsefesi bir bunalım felsefesi olmuştur, bu felsefe yeni bir dizge kurmak istemiyor, tam tersine insanları karar verme durumuna getirmek istiyor; öğretmek istemiyor, yeni bir tavır alışa çağırıyor; çağı yeni bir biçimde açıklamak istemiyor, onu yargılıyor; sakinleştirmek değil, ürkütmek onun amacı; sentez de istemiyor, "ya o-ya o ([Only Registered Users Can See Links])" karşısında bırakıyor. İşte bundan dolayı, geçen yüzyıldaki devrimin bunalım zamanında doğmuş olan bu felsefe, yine son iki dünya savaşından sonraki bunalım zamanlarında böylesine güçlü bir etki yapmış, güçlü bir felsefe akımı olmuştur. Önce Almanya ([Only Registered Users Can See Links]) sonra Fransa ([Only Registered Users Can See Links])'da bir felsefe yazın akımı olarak biçim kazanmış bulunan varoluşçuluk, J.P.Sartre ([Only Registered Users Can See Links])'a göre insanın bütün boyutlarını ele alan bir felsefedir.
"Varoluş, özden önce gelir" ve her bir kimseye bir öz kazandırmayı sağlayacak özgürlükle özdeştir; "insan ne ise o değildir, ne olmuşsa o'dur." İnsan kendini kendi yapar, daha önce kazandığı bazı belirlenimlerin el verdiği ölçüde kendine biçim verir,kendini oluşturur. Varoluşçuluğun Fransa'daki öteki temsilcileri de şunlardır: A.Camus ([Only Registered Users Can See Links]), Simone de Beauvoir ([Only Registered Users Can See Links]), Merleau-Ponty ([Only Registered Users Can See Links]) ve Gabriel Marcel ([Only Registered Users Can See Links]).
Varoluşçuluk insanın dünyaya atılması ve bir başına bırakılmasının felsefi psikolojisi olduğundan varoluşçuluğun genel görünümü fenomolojik çerçevede hayli dağınıktır.Birey hayat kurma onu devam ettirme ve sosyal çevrede kendini kabul ettirme gibi daha bir çabanın yoğun harcandığı noktalarda ,bu kendini ayakta tutma mücadelesi içinde,derin ve insanlığın paydasını konu edinen değerlere tavrı öteye aktarılan bir sorun olarak görülegelmiştir.İnsanlık tarihinin iktidar mücadelesi tarihi olduğunu okul öncesi çağda 'orman kanunu'benzeri söylemlerle ilke olarak öğrenen yığınlar elbet sosyalleşme sürecinde dostluk ve sevgi gibi insani unsurları bir 'hayal' olarak ama ikiyüzlü sohbetlerde 'bulunmuş' bir gerçek olarak dillendireceklerdir.Mış gibi olma tradejisinin tarihteki son durağı olmayan postmodern uygarlığımız herşey boş safsatasıyla günahın içine dalmalarını açıklayamayacakları olgun kişilik imajı çizen iyi oyunculuklarlarıyla gerçekte ne uhrevi ve ne de insani kaygıları olmayanların aşkın,mistik boyutu kötülemeleri varoluşçuların es geçtiği bir durumdur.İnsani derinlikler kavranmadan hayat bir savaştır sadece.Lüks tüketim,matrak bir çevre ve güvenli bir gelecek.İstenilen bu.Oysa derin hakikatlar dünyasında hayat bu tür oyalanmalar değil daha yaşanılabilir bir dünya için başkaları için de meşru savaşını verebilmektir.



Personalizm(Kişiselcilik)


Bir edebi akım olarak kişiselcilik (personalizm), soyut düşüncülükle özdekçiliğin karşısına tinsel gerçekliği, sözü geçen iki bakış açısının da parçalara böldüğü birliği yeniden yaratacak sürekli çabayı koyar. Kişiselcilik, Descartes'in "Düşünüyorum öyleyse varım" (Cogito ergo sum) geleneği içinde yer alır. Kişiselciliğin ana yapısı şöyle özetlenebilir: Kişilik, bilinç, kendi yargısını özgürce belirleme, amaçlara yönelme, zamanın akışına karşı öz kimliğini sürdürme ve değerlere bağlanma gibi temel özellikleri nedeniyle, bütün gerçekliğin dokusunu oluşturur.
Felsefi yönden Gottfried Wilhelm Leibniz ([Only Registered Users Can See Links]) bu akımın kurucusu, George Berkeley ([Only Registered Users Can See Links]) de başlıca kaynaklarından biri olarak kabul edilir. Edebiyatta en önemli savunucusu Emmanuel Mounier ([Only Registered Users Can See Links])’dir.