Orijinalini görmek için tıklayınız : Önemli ŞairLerimiz
ceyLin
27 November 2008, 16:17
A.Vahap Akbaş ( 1954)
1954 Batman doğumlu. Batman Lisesi ve İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Öğretmen ve yöneticilik yaptı. Halen Çorlu'da öğretmenlik görevini sürdürmektedir. Şiir ve yazıları çeşitli gazete ve dergilerde yayımlandı. Bir süre Yeni Devir gazetesinde kültür-sanat sayfasını yönetti. Şiir ve roman dallarında çeşitli ödüller aldı.
ESERLERİ
Efgân, Gül Kıyamı, Kuş Olsun Yüreğim, Dünyayı Kaplayan Ağaç, Mavi Sesli Şiirler, Hüzün Coğrafyası, Bir Şehre Vardım, şairin yayınlanmış şiir kitaplarıdır.
ceyLin
27 November 2008, 16:17
Abdi Paşa (nişancı) - (17.12.1691)
Osmanlı devlet adamı ve tarihçi. Asıl adı Abdurrahmandır. İstanbulun Anadoluhisarı semtinde dünyaya geldi. Doğum tarihi belli değildir.
Eğitim ve öğretimini Enderun-ı hümayunda tamamladı. 1648de Saray-ı Hümayunun Büyük Oda kısmında ilk resmi vazifesine başladı. İki sene sonra Seferli Koğuşuna atandı. Bu vazifede 1659a kadar kalan Abdi Paşa, Has Odaya tayin edildi. 1665te tuğra çekme vazifesi verildi. 1668de sır katipliğine getirilen Abdi Paşa ertesi sene Temmuz ayında vezirlik rütbesi ile nişancılık nasbına tayin edilerek saraydan ayrıldı. Uzun süre bu vazifede kalan Abdi Paşa Çehrin Seferi sırasında İstanbul kaymakamı oldu (1678). Ertesi sene dördüncü vezirliğe terfi etti. İkinci vezir iken 1682de Basra valiliğine tayin edildi. On sene kadar çeşitli illerde valilik yaptı. 1690da Kandiye, sonra Sakız muhafızlığına getirildi. Sakız muhafızı iken 1692 yılında vefat etti.
ESERLERİ
Abdi Paşa, devlet hizmetleri dışında Vekayiname adlı Osmanlı tarihi ile meşhur olmuştur. Bu eserini Has Odada vazifeliyken Dördüncü Mehmed Hanın isteği üzerine yazmaya başlamıştır. Eserin dili oldukça sade olup, üslubu güzeldir. Dördüncü Mehmed Han zamanı için birinci derecede kaynak olan bu eser, daha sonraki tarihçiler tarafından kullanılmıştır. Eser henüz yayınlanmamış olup, yazma nüshası Topkapı Sarayı Kütüphanesinde mevcuttur.
Abdi Paşanın, ayrıca edebi sahada da çalışmaları vardır. Abdi mahlası ile yazdığı şiirlerini bir Divanda toplamıştır. Ayrıca Kab bin Züheyrin Kaside-i Bürde�sine ve Divan-ı Urfideki bazı şiirlere şerhler yazmıştır.
ceyLin
27 November 2008, 16:18
Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu
1929 yılında Malatya'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Malatya'da tamamladı. İÜ Tıp Fakultesi (1949) mezunu. Gemlik Sosyal Sigortalar Kurumu ve Gemlik Azot Sanayi Müessesi'nde ve serbet olarak doktorluk yaptı.
Günümüzde aruz ölçüsünü ustalıkla kullanılan şairlerin başında gelir. Şiirleri, 1946 yılından itibaren Yedigün, Hergün, Büyük Doğu, Çınaraltı, Türk Yurdu, Türk Dili, Yelken, Türk Edebiyatı, Diriliş, Hisar, Milli Kültür dergilerinde yer aldı. Yeni İstiklal (1965) ile Milli Gazete'de Mayın Tarlası ve Isırgan Çiçekleri başlıkları altında şiirleri yayınlandı. Diriliş Dergisinde şiirleri yanında biyografi yazıları da yazdı.
ESERLERİ:
Sessiz Gürültü , Dini ve Ahlaki Şiirler Antolojisi, Naatlar...
ceyLin
27 November 2008, 16:18
Abdurrahman Kadrizade ( 1894)- (1939)
Kırım Türk Edebiyatı
Kırım şairlerinden Abdurrahman Kadrizade (1894-1939) medrese tahsilini tamamladıktan sonra Arap, Fars ve Rus dillerini öğrenmiştir. "Yanı Dünya" gazetesinde çalışırken siyasi kitapları, ders kitaplarını ve edebi eserleri Kırım Türkçesi'ne tercüme eder. Diğer Türk boylarının folklorunu ve Kırım sözlü edebiyatını çok iyi bilir. Kadrizade, halk arasında anlatılan masalları, tekerlemeleri, yırları çınları ve atasözlerini derleyerek gazetelerde yayınlar. Kadrizade, masallardan fıkralardan faydalanarak "Molla Nefsi", "Aksak Temir ve Nasreddin", "Çırk Mırk mı, Mırk Çırk mı?", "Nasreddin Oca ve Karısı" gibi satirik eserler de yazmıştır.
Abdurrahman Kadrizade 1927 senesinde "Kızma Be Yau!", "Birkaç Öğütler" veya "Öğütlerim" gibi şiirlerinde insan hayatındaki eksikleri, çirkinlikleri tenkit ederek kendi düşüncelerini, öğütlerini anlatır.
ceyLin
27 November 2008, 16:19
Abdülhak Molla ( 1786)- (1853)
Hekim ve şair. 1786 (H. 1201)da İstanbulda doğdu. 1853 (H. 1270)te vefat etti. Devrinin meşhur şahsiyetlerinden olup, pekçok ilim ve fikir adamı yetiştirmiş bir aileye mensuptur. Babası Osmanlı Devletinde Divan-ı hümayun haceganlığı vazifesinde bulunan şairliği ile de meşhur Mehmed Emin Şükuhi Efendidir.
Abdülhak Molla, büyük kardeşi Behçet Efendi gibi medrese öğrenimi yanında hekimlik (tıp) tahsili de yaptı. Eski sarayda hekim olarak vazife aldı. Halet Efendi hem onu hem de ağabeyi Behçet Efendiyi himaye etti. Ancak aleyhinde bulundukları gerekçesiyle, 1821�de Mustafa Behçet Efendi ile birlikte İstanbuldan Keşana sürüldüler. Küçük kardeşleri Hızır İlyas Efendinin aracılığı ile bir sene sonra affedilip İstanbula döndüler.
Abdülhak Efendi bundan sonra Yeni Saray hekimliğine, 1827'de Asakir-i hassa hekimbaşılığına tayin edildi. Medresede yetişmiş olması sebebiyle ona o devrin ilim rütbelerinden Selanik sonra da Yenişehir Mollalığı; 1829da Mekke payesi, 1832de İstanbul payesi verildi. 1833te hekimbaşılığa ve Mekteb-i Tıbbiyye-i Adliyye-i Şahane nazırlığına seçildi. 1836da Anadolu kadıaskerliği payesi verildi. Fakat aynı sene payesi alınıp, hekimbaşılıktan çıkarıldı. 1839 (H. 1255)da yeniden vazife verilip Anadolu kadıaskeri ve ikinci defa hekimbaşı oldu. 1841de Rumeli kadıaskerliği payesi verildi. 1845te hekimbaşılığı vazifesinden ayrıldı. 1847de Maarif Meclisi başkanlığına ve üçüncü defa hekimbaşılığa tayin edildi. 1852 senesinde de Reis-ül-ülema ünvanı verildi. Bu vazifeyi aldıktan bir sene sonra altmış yedi yaşında iken İstanbulda Bebek semtinde vefat etti. Sultan İkinci Mahmud Han Türbesinin bahçesine defnedildi.
Abdülhak Molla bir takım tıbbi yeniliklerin getirilmesinde ön ayak olmuştur. Hekimbaşı iken Tıbbiyye okulunda yeni bir proje uygulandı. Salgın hastalıklara karşı karantina teşkilatını kurdurdu ve Çiçek aşısı yapılmasını mecburi hale getirdi. Bebekte kendi yalısında bir eczahane açmış ve burada bir nükte olarak Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı mısraını levha halinde asmıştır.
Abdülhak Molla, hekimliğinin yanında ayrıca şairliği ile de tanınmıştır. Divan edebiyatında kuvvetli şiirleri vardır. Bu şiirleri matbu değildir.
ESERLERİ
Şiirlerinden başka eserleri şunlardır:
1. Tarih-i Liva: Elli bir yaprak olan bu vakayiname, İkinci Mahmud Hanın Rami Kışlasında bulunduğu zamana ait kayıtlardır. Matbu değildir.
2. Rüzname: Yazma olan bu eseri, Sultan İkinci Mahmud Hanın hastalığı ile ilgili olarak hekimbaşı sıfatıyla yazmıştır. O devirde yaptığı tıbbi incelemelerinden bahsetmiştir.
3. Hezar Esrar: Hekimlik ile ilgili bir eserdir. Ağabeyi Mustafa Behçet ile birlikte hazırlamıştır. Bu eser yarım kalmış, bilahare oğlu Hayrullah Efendi tarafından tamamlanıp, 1867de yayınlanmıştır.
ceyLin
27 November 2008, 16:19
Adnan Şükür ( 1942)
HAKKINDA YAZILANLAR
Bir ailenin başarısı
Türkmen milletinin pek çok başarılı olan insanları vardır başka milletler gibi , gönül isterdi ki bu başarıların devamını kendi memleketimizde sürdürmek, ne yazık ki başka ülkelerde sürdürmeye mecbur kalıyorlar. Bu başarılı ailelerden birisini ziyaret ettik ve aile reisine bir kaç soru sorduk ,
İsminizden başlayalım Sayın.....?
İsmim Adnan Şükür 1942 Kerkük doğumluyum , evliyim 3 erkek çocuk sahibiyim ( Timuçin 23 yaşında , Levent 18 yaşında , Yüsüf 10 yaşında )
İlk okula 1948 de Fayseliye mektebinde başladım orta ve liseyi de şarkiye ve musallada bitirdim sonra 1963 ta beden eğitimi üniversitesine başladım , 1968 de mezun oldum ,18 sene kerkükte spora hizmet verdim çeşitli vazifelerde. Bunlardan : 1969 dan 1983 kadar sevre kulübünde yönetim kurulu üyesiydim aynı zamanda Basketbol antrenörlüğünü kısa bir müddet idare ettim , 10 sene Atletizm federasyonunun sekreterliğini yaptım , müderris olarak Darelmuallimi , Fidai Filistin ve Tahir lisesinde görev yaptım .
Hangi sporcular başarılı oldu sayenizde ? sorusuna şöyle yanıt verdi
Irak şampiyonu Sead Namık 800 ve 1500 metrede , Asya�da Irak�ı temsil eden 3000 metrede Burhan Reşit , Irak şampiyonu Nuri Şükür 800 metrede , Irak Şampiyonu İhsan Dara 400 metre engelde , Sahip Mehdi Disk atma , Hadi Mehdi Gülle atmada ve pek çok başarıya imza attık sporcu arkadaşlarımla beraber bunlardan , Kasım Dev , Muhammed Bala , İbrahim
Mecit , Necat İzzet , Adil Abdullah , Kerim Efendi......
Spora verdiğiniz hizmet yeterlimiydi ? sorusuna da......
Hayır değildi , imkanlar kısıtlı olmasaydı iki mislini verebilirdim .
Ne zaman Irak�ı Terk ettiniz ?
1986 senesinde Irak�ı Terk ettim şuanda Danimarka da Yaşıyorum .
Genç sporcularımıza ne tavsiye edersiniz ?
Düzenli antrenman yapmak , hocaların sözlerine saygı duymak ve düzenli yemek .
Çocuklarından biraz bahis edermisin ?
Hay hay efendim , Büyük oğlum Timuçin�i sporda bir nevi başarılı ettim , şuanda 800 metre koşmakta Danimarka Kulüpler arası şampiyonudur .
O bir oğlum Levent�iyse ,Takma ismi DJ Turkman Souljah , DJ Mix Müziğinde mütemadiyen başarıdan başarıya koşuyor , Bu sene Danimarka birincisi oldu ve İsveç şampiyonu olduktan sonra Londra�da Dünya şampiyonasına katılmaya hak kazandı , ne yazık�ki ön sıralarda yer alamadı , lakin ileride daha iyi sırada yer almasına inanıyorum çünkü henüz 18 yaşında ve büyük heves içerisindedir .
Görüşmemizin sonunda S. Adnan beyin ailesine çok teşekkür ettik ve kendilerine daha iyi başarılar diledik.
ceyLin
27 November 2008, 16:19
Ahmed-i Dai - (11.10.1420)
Germiyanlı olarak bilinmektedir. Kütahya'da kadılık yaptı. Önce Emir Süleyman'ın sonra da Mehmet Çelebi'nin himayesine girdi.1421 yılında öldü. Bursa'da öldüğü sanılmaktadır.
ESERLERİ
Çengnâme ve Tezkiretü'l-Evliyâ adlı kitaplarıyla ün yaptı. Türkçe ve Farsça Dîvân'ları vardır.
ceyLin
27 November 2008, 16:19
Ahmet Baytursunulı ( 1873)- (1937)
Kazak Edebiyatı
Ahmet Baytursunulı
Kazak kültürü denince akla ilk gelenlerden birisi de Ahmet Baytursunulı (1873-1937)dır. O çok yönlü birisidir: şâir, yazar, dilci, etnograf. Kazak halk edebiyatı ve musikîsinden derlemeler meydana getirmiş, eğitimin çağdaş usullerle yapılmasını savunmuştur. Tursunulı, Rus şâiri Kirolovdan Kazak Türkçesine çevirdiği masalları Kırık Mısal Kırık Misal adıyla yayımlamış, Arap harfli Kazak imlâsını belirlemiş ve Kazak Türkçesinin ses bilgisi, şekil bilgisi ve terminolojisini meydana getirmiştir.
ceyLin
27 November 2008, 16:20
Ahmet Er
Horasan'dan Anadolu'ya geçen Oğuzların bazı boyları Batı Anadolu'ya ulaşmıştır. Ceddi Hayran'ı Mahmud Dede (Yatağan Mahmud) ile soy kütüğünün nesilden nesile aktarılan bilgilerle İmam-ı Ali Rıza'ya uzandığı rivayet edilen Ahmet Er, 1927 yılında Manisa ilinin Akhisar ilçesinin Sünnetçiler Köyü'nde doğmuştur. Baba adı Şevket, annesi Hüsniye hanımdır.
İlk okulu doğduğu köyde bitirmiş, orta okulu Akhisar'da tamamlamış, 1947 yılında Bursa Işıklar Askeri Lisesi'nden mezun olmuş ve aynı yıl Kara Harp Okulu'na girmiştir. 1950 yılında Akar Harp Okulu'ndan Teğmen rütbesi ile orduya ve jandarma sınıfına katılan Ahmet Er, memleketin birçok yerlerinde ordunun çeşitli kademelerinde görev ifa etmiştir.
1951 yılında Bulgaristan'dan Türkiye'ye iltica eden üçyüz bin Türk'ün ızdırabını "Göçmen" isimli üç perdelik bir dram yazmıştır. Bu piyes Türkiye'de "yüz milli piyes"in içinde yer almıştır.
1957 senesinde Milli Savunma Bakanlığı'nca açılan Radyofonik Temsil yarışmasında Kosova Meydan Muharebesi'ni konu alan "Meçhul Süvari" isimli radyofonik temsili ile ödüle layık görülmüştür. Bu temsil Ankara Radyosu tarafından 1957 ve 1960 tarihlerinde iki defa 1960'da İstanbul radyosunda da bir defa olmak üzere temsil edilmiştir.
27 Mayıs 1960 harekatı içinde de görev alan Ahmet Er, Milli Birlik Komitesi üyesi olarak hizmet etmiştir. Daha sonra otuz sekiz kişilik Milli Birlik Komitesi üyeleri arasında meydana gelen itilaf sonucu yurt dışına gönderilen "Ondörtler" grubu arasında yer almış ve 13 Kasım 1960'da Libya Büyükelçiliği Devlet Müşavirliği'ne atanmıştır. 1962'de yurda dönmüş ve doğduğu köye yerleşmiştir.
31 Mart 1965'te Alpaslan Türkeş'le birlikte CKMP'de siyasete atılan Ahmet Er, CKMP'nin 1969 Şubat ayında Adana'daki kongresinde MHP'ye dönüşümüyle birlikte, bu partinin 12 Eylül darbesine kadar Genel Başkan Yardımcılığı'nı yürüttü. 12 Eylül'den sonra, cuntanın mahkemelerinde yargılanan Er, yapmış olduğu tarihi bir savunmayla darbecilere meydan okudu.
Tahliye olduktan sonra uzun bir dönem siyasetin dışında kaldı. Sadece milli İslami değerlere bağlı ülkücü gençliğin yetişmesi amacıyla düzenlenen konferanslara konuşmacı olarak katıldı.
7 Temmuz 1992'de MÇP'den ayrılan Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının kurdukları Büyük Birlik Partisi'nde tekrar siyasete geren Ahmet Er, partinin "Kurucular Kurulu" üyeleri arasında yer aldı. Uzun bir dönem bu partinin Genel Başkan Yardımcılığı görevini sürdüren Er, sağlık şartları sebebiyle bugün siyasetin dışındadır.
Şairler-Yazarlar-Sanatseverler Derneği üyesi olan Ahmet Er, Türk-İslam kültür ve medeniyeti üzerindeki inceleme ve araştırmalarına devam etmektedir.
Çeşitli dergi ve gazetelerde makaleleri ve şiirleri neşredilmiştir.
ESERLERİ
1.Adını Siz Koyun (Şiirler demeti)
2.Göçmen (Üç perdelik piyes)
3.Meçhul Süvari (Radyofonik temsil, senaryo)
4.Hürriyet Yağmuru (Şiirler demeti)
5.Hatıralarım
6.Hak Dostları
ceyLin
27 November 2008, 16:20
Ahmet Poyrazoğlu
HAKKINDA YAZILANLAR
Aşık dayanışması!
Vakit 26 Haziran 2005
Ülkemizde halk ozanları hep atışmalarıyla bilinir. Herhangi bir etkinlikte bir araya gelen aşıklar, kırıp dökmeden birbirlerine laf yetiştirirler. Atışmalarıyla ünlü ozanlar dün bir dayanışma örneği sergilediler.
İstanbul Halk Ozanları Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Aşık Ahmet Poyrazoğlu'nun gecesine katılan ozanlar, arkadaşları için sazlarının tellerine vurup en güzel türkülerini okudular. Önceki akşam Zeytinburnu Öğretmenevi'ndeki programa katılan Hilmi Şahballı, Orhan Üstündağ, Mürsel Sinan, Maksut Feryadi, Aşık Fikret Ünal ve İsmail Azeri birbirleriyle atışmadılar. Aşık Fikret Ünal'ın tüm meydan okumalarına rağmen, diğer aşıklar "Bu bir dayanışma gecesidir" diyerek birlikte sahneye bile çıkmadılar. Her ozan tek tek sahneye çıkarak, arkadaşları Ahmet Poyrazoğlu'nun gecesini renklendirmeye özen gösterdi. Aşıkların dayanışma örneği salonda büyük takdir topladı.
Ercişli Ozan Ahmet Poyrazoğlu'nun sanattaki 30. yıl kutlamasına ozan arkadaşlarının yanı sıra sanatçı Celal Yarıcı, Mehmet Ündül, Osman Gümüş, Cahit Özdağlar ve Maraşlı Tacim ile Van iline ait dernek yöneticileri katıldı. Konuşma yapan sanatçı ve dernek yöneticileri Ahmet Poyrazoğlu'nun kişiliği ve sanatına olan sevgisini dile getirdiler. Milli ve manevi değerlere saygınlığı ile dikkatleri üzerine çeken Ahmet Poyrazoğlu ise kendisini yalnız bırakmayan tüm dostlarına teşekkür etti. Aşıkların sıkıntılarının çözümü konusunda devletin de destek vermesi gerektiğini belirten Poyrazoğlu, ozan dayanışmasından gurur duyduğunu söyledi.
ceyLin
27 November 2008, 16:21
Ahmet Hamdi Tanpınar ( 23.06.1901)- (24.01.1962)
Ahmet Hamdi Tanpınar, 23 Haziran 1901 tarihinde İstanbul'da doğdu.İstanbul'da Ravaz-i Maarif İbtidaisi'nde, Sinop ve Siirt rüşdiyelerinde, Vefa, Kerkük ve Antalya sultanilerinde öğrenim gördü. Baytar mektebini bırakarak girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden 1923 yılında mezun oldu. Erzurum, Konya ve Ankara liseleriyle, Gazi Eğitim Enstitüsü ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı, aynı akademide estetik ve sanat tarihi dersleri verdi (1932 - 1939). 1939 yılında İstanbul Üniversitesi'ne Yeni Türk Edebiyatı Profesörü olarak atandı. Maraş Milletvekili olarak 1942-1946 yıllarında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bulundu. Bir süre Milli Eğitim Müfettişliği yaptıktan ve Güzel Sanatlar Akademisinde eski görevinde çalıştıktan sonra 1949 yılında İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne yeniden döndü ve bu görevde iken 24 Ocak 1962 tarihinde İstanbul'da öldü.
ESERLERİ
Şiir:
Şiirler (1961 - Bütün Şiirler)
Hikaye:
Abdullah Efendi'nin Rüyaları (1943), Yaz Yağmuru (1955).
Roman:
Huzur (1949), Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1962), Sahnenin Dışındakiler (1973), Mahur Beste (1975), Aydaki Kadın (1987).
Deneme:
Beş Şehir (1946), Yahya Kemal (1967), Edebiyat Üzerine Makaleler (1969), Yaşadığım Gibi (1970).
Tarih:
XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi (1949), Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Mektupları (1974 - Der. Z. Kerman).
HAKKINDA YAZILANLAR
Hazır Reçete Yok !
Her şey bizden bir yeni terkip bekliyor
Mahmut Çetin
Türk aydını, Osmanlı devletinin Batı karşısında çözülmesiyle yeni bir kültür dünyasına açılır.Bu çaba Osmanlı devletinin yıkılması ve onun değer yargılarının tasfiyesiyle hızlanır.Aydınlarımız bu maksatla önce yerli olanla islami olanı ayırıp, yerli olana bağlanmayı dener.Ardından yerli olan kültür kaynağını iyice daraltıp folklordan hareketle teorik bütüne ulaşmayı düşünürler.Folklordan hareketle bir çok fikri üretim yapılmasına rağmen, bu arayış asıl amaç olan �yeni bir teorik zemin�i oluşturamaz.I.Tarih Kongresiyle ortaya yeni bir tez atılır.Tez şudur: �Bütün dünyaya şamil medeniyetin mebde ve menşei Orta Asya�dır.�(1)
Erol Güngör esaslı bir eleştiriye tabi tuttuğu bu tezi şöyle özetler.Yeni teze göre Orta Asya medeniyetin beşiğidir.Türkler Orta Asya�da yaşarken bir kuraklıkla yurtlarından ayrılmışlar, dünyanın değişik yerlerine göç etmişler ve medeniyeti dünyaya yaymışlardır.Bu arada Anadolu, Mısır ve Mezopotamya�da yeni yeni medeniyetler kurmuşlardır.Etiler, Hititler ve Sümerler gibi.Türkler müslüman olunca yeni bir göç dalgasıyla yeniden Anadolu�ya ulaşmışlar, buradaki Eti , Hitit kültürleriyle yeniden kaynaşmışlardır.Anadolu 4 bin yıllık Türk yurdudur.Cumhuriyetle bu en eski Türk kültürlerine sahip çıkılmıştır.(2)
Karahanlı-Selçuklu-Osmanlı zinciri Türk tarihinden bir sapma mı ?
Teorinin buraya kadar olan kısmı, Anadolu üzerinde gözü olan Batı ülkelerine karşı sevimli bir çıkış olarak görülebilir.Ancak teoriyi üretenler hızını alamayıp asıl Türk tarihinin kaynağını Anadolu Medeniyetleri adı altında Eti-Hitit-Sümer zincirine bağlar ve Türk tarihinin Karahanlı-Selçuklu-Osmanlı zincirini asıl özden bir sapma olarak niteler.Bu nedenle Türklerin müslümanlaşmasından sonraki dönemler, gözden geçirilmesi gereken dönemlerdir.Aydınlar başlangıçta -genellikle- kabul etmekle birlikte zaman bu tezi geçersiz kılar.
İki ara bir dere: Batı
Karahanlı-Selçuklu-Osmanlı dönemini es geçerek oluşturulmak istenen tarih anlayışlarının geçersizliği, arayış içindeki odakları, Batı medeniyetini evrensel tek bir medeniyet olarak görmeye ve ona entegre olmaya itmiştir.
Batı medeniyetine entegre olma düşüncesi Nurullah Ataç tarafından teorik birliğe ulaştırılmaya çalışılır.Belki de yabancılaşma dönemi boyunca sınırlı da olsa başarıya ulaşmış tek düşünce budur.1938 yılından sonra fikir hayatımıza bu düşünce hakim olmuştur.Bu görüşe göre Batı medeniyetinin gelişme çizgisi, bütün insanlık için ortaktır.Batı medeniyeti dışında ortaya çıkan medeniyetler ayrıktır ve onların ancak folklorik bir değeri vardır.Yerli medeniyetlerin tasfiye edilip, Batı medeniyetine adapte olmaları tarihi bir zarurettir.Bundan dolayı Yunan, Latin ve Fransız kaynaklarından Batı kültürü aktarılarak, pozitivizmde karar kılınmıştır.Resmi görüşe paralel olarak, Batı�dan aktarılan yeni fikir akımları sınıf ya da üretim temelinden yoksun olmasına rağmen siyasi yönelişlerde ve kadrolaşmada kaynak olmuştur.Batı alıntılarıyla, aktarmacılığıyla devlete �kapılanma� mümkün olduğundan resmi siyaset ve kültürü kendilerine göre yorumlayan siyasi gruplar, üretimden kaynaklanmayan gelirlerle �sübvanse� edilerek ithal bir kültür ortaya konmuştur.(3)Bu aktarma kültürün etkisi günümüzde azalarak sürmektedir.
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren ileri sürülen tarih görüşleri 1950 sonrası serbestlik ortamıyla, devlet görüşü olmaktan çıkmıştır.Bu görüşlerin ileri sürüldüğü dönemlerde ise daima karşı tezler var olmuştur.
Kültüre dayalı çözüm: �değişerek devam etmek�
Bu karşı tezlerden biri de Anadoluculuktur.Özellikle Yahya Kemal�in tarih görüşü bu isimle ifade edilmiştir.Bu görüşe göre Türk Tarihi, Malazgirt Zaferiyle başlar.Dilin ve milletin önceki macerası, bu tarihin bir çeşit mukaddimesinden ibarettir.Malazgirt Zaferi, İstanbul�un Fethi ve Milli Mücadele, Fransız İnkılabı çapında �doğu rönesansı�na kaynaklık etmişlerdir.
Yahya Kemal�in fikri halefi durumundaki büyük yazarımız Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur adlı şaheserinde roman örgüsü içinde üç önemli tezi de yoğurmaktadır.Tarihinin sürekliliği, kültür devrimlerinin başarısızlığı ve milli çözüm: halkın gücü.
Bizim üç ana başlıkta topladığımız Huzur tezleri, bütüncül bir tarih tezi ortaya koymuştur.�Yalnız bir şeyi biliyoruz.O da bir takım köklere dayanmak zarureti, tarihimize bütünlüğünü iade etmek zarureti.bunu yapmazsak ikiliğin önüne geçemeyiz.Muvazalar daima tehlikelidir.�(4)
Tarihi bütünlüğün sağlanması, yani tarihin bir takım zoraki tezlerle değil, sadece vakıa-olgu olarak değerlendirilmesini gerektirir.Tarihin belirli devirlerini tasviye edip yerine mantıki tezler teklif edememe durumu, toplumda mutlak bir yabancılaşmayı başaramasa da değer yargılarını yozlaştırmaktadır.
Bu tahribat nedeniyle fertler, toplumlarına has hüviyetlerini temsil edemez hale gelmektedir.Hüviyetini bulamayan fertlerin oluşturduğu toplum bunalımlara gebe bir toplumdur. �Evvela insanı birleştirmek.Varsın aralarında hayat standardı yine ayrı olsun; fakat aynı hayatın ihtiyaçlarını duysunlar.�(5)Köklerine bağlı fertler, farklı içtimai sınıflara mensup olsalar bile �biz şuuru�nu muhafaza edeceklerdir. �Maziyi ihmal edersek hayatımızda ecnebi bir cisim gibi bizi rahatsız eder.�(6) Tarihi birikimden kaçmak boşuna bir çabadır.İnsan için hafıza neyse, millet için de tarih odur.Nasıl insan fikir değiştirebildiği halde hafızasını silip atamamaktaysa, milletler de günlük zaruretler nedeniyle tarihi birikimlerini silip atamazlar.Silip atmaya kalktıkları durumda bile hayatın tabii akışı �günlük dayatma�ları geçersiz kılacaktır.Yabancılaştırmanın başarıldığı iddia edilen sömürge topraklarda bile toplumsal doku hepten silinememekte ve tarihi birikim �ecnebi bir cisim gibi� insanları rahatsız etmektedir.
Halkın içinde ve önünde aydın
Toplum için değişik bakış açılarıyla değişik tasnifler yapılabilir.Bunlardan biri de halk ve aydın ayırımıdır.Halk ve aydın ikiliği yabancılaşma döneminin başından itibaren cemiyetimizde etkisini gösterir.Türk toplumu için bu iki kesim de yeni dönemin rengini vermeğe tek başına yeterli değildir.Huzur romanındaki karakterlerden Mümtaz, Türkiye�nin kültür birliği sağlanamadığından gelecekten ümitsizdir.Ancak romanın diğer kahramanı İhsan yani romandaki Yahya Kemal, �Güçlük var.Fakat imkansız değil.Biz şimdi bir aksülamel devrinde yaşıyoruz.Kendimizi sevmiyoruz.Kafamız bir yığın mukayeselerle dolu; Dede�yi Wagner olmadığı için, Yunus�u Varlaine, Baki�yi Goethe ve Gide yapamadığımız için beğenmiyoruz...Coğrafya, kültür, her şey bizden bir yeni terkip bekliyor; biz misyonlarımızın farkında değiliz.Başka milletlerin tecrübesini yaşamaya çalışıyoruz�(7) der.
Başkasının hayatını yaşayamazsınız
Medeniyetlerin farklı gelişme çizgileri vardır.Ancak batıcı ortodoks görüşe göre Batı medeniyeti evrensel ideal gelişim sürecinden geçmiştir.Bu medeniyetin dışındaki medeniyetlerin yaşaması, Batı medeniyetine adapte olmasına bağlıdır.Bu görüş kültür hayatımıza hakim olmuş ve aydınımızı kültür ikiliğine yani kimlik bunalımına düşürmüştür.Bu hususta Tanpınar�ın işareti şudur: �başka milletlerin tecrübesi�nden faydalanılabilir, ama onun tecrübesini yaşamak mümkün değildir.
Kaynaklar
1.İnanç ve Kültür Sadettin Elibol s.133
2.Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik Erol Güngör s.66
3.Niçin Arabesk Değil Sibel Özbudun s.40
4-7.Huzur Ahmet Hamdi Tanpınar s.302-304
ceyLin
27 November 2008, 16:21
Ahmet Sırrı Arvas ( 1972)
Gazeteci-Yazar-Şair.
1972 Van'da doğdu. İşletme Fakültesi/Yönetim ve Organizasyon bölümünden mezun oldu.
Hakimiyet, Tercüman, Türkiye, Yeni Mesaj gazetelerinde ve Tüketici, Special Hospital, Tarih ve Düşünce, Medikal, Team Magazin dergilerinde editörlük yaptı. "Amele" mizah dergisinde genel yayın yönetmeni olarak çalıştı. Fitness Palace Spor Merkezi ve çeşitli belediyelere basın danışmanlığı yaptı. "İz Bırakanlar" ismiyle biyografiler hazırladı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Türkiye Yazarlar Birliği üyesidir. Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Sekreteri olarak görev yapmaktadır. Yayıncılık ile ilgilenen ve basılmış on adet kitabı olan Arvas, evli ve iki çocuk babasıdır.
Eserleri:
1- Hüznüm Dağlara Düştü (şiir)
2- Herkesin Bir Hikayesi Var (Hikâye)
3-Sen Hiç Duvarlarla Konuştun mu? (Hikâye)
4- Çalacak Kapınız Var mı? (Hikâye)
5- Senin Bekleyenin Var mı? (Hikâye)
6- Gittin Ama Sesin Kaldı Bu Kubbede
7- Orda Bir Adam Var Uzakta
8- Her Kayan Yıldız Değildir
9-Mucebince Amel Oluna
10- Gönül Kılavuzları
ceyLin
27 November 2008, 16:21
Akif İnan ( 1940)- (2000)
Mehmet Akif İnan, İlk ve Orta öğrenimini Urfa'da tamamladı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (1972) mezunu. Öğrencilik yıllarında Hilâl dergisi ve yayınlarını yönetti (1960-64), bir ara Türk Ocakları Genel Merkez Müdürü oldu. Mezuniyetinden sonra Ankara'da çeşitli liselerde ve Gazi Eğitim Enstitüsü'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. İlk yazı ve şiirleri 1957'den sonra mahalli gazetelerde çıktı. 1959'da Derya adlı bir gazete yayımladı. Edebiyat ve Mavera dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Daha çok Edebiyat dergisinde çıkan yazıları, 1977'de Yeni Devir gazetesinde Akif Reha imzası ve kendi adıyla yazdığı köşe yazılarıyla tanındı. Bazı ürünleri Türk Ruhu, Türk Yurdu, Filiz, Yeni İstiklal ve Hilal gibi gazete ve dergilerde yayımlanmıştı. Divan ve halk şiiri geleneğinden yararlandığı şiirleriyle kendi kuşağının usta şairleri arasında yer aldı.
ESERLERİ: Edebiyat ve Medeniyet Üzerine (deneme, 1972), Hicret (şiirler, 1974), Din ve Uygarlık (deneme, 1986), Tenha Sözler (1991), Yazarın ayrıca Yeni Türk Edebiyatı adlı bir ders kitabı vardır. Kalemin avuçları bu kadar yaktığı, parmaklara diken gibi battığı çok az olmuştur Nazif Gürdoğan:
ceyLin
27 November 2008, 16:21
Ali İzzet Özkan ( 1902)- (1981)
Şarkışla�lı Ali İzzet Özkan adından çokça söz edilen bir halk ozanımızdır. 1902 yılında Şarkışla�nın Üğük köyünde doğdu. Belli bir öğrenim görmedi. Aşık Sabri den saz dersleri aldı. Ve küçük yaşlarda aşık oldu. 22 yaşlarında Adana'ya giderek Çukurovalı aşıklarla karşılaşmalar yaptı. Uzun yıllar yurdun çeşitli yerlerinde gezip dolaştı. Pek çok şiir söyledi. 500'ü aşkın şiiri vardır ve şiirlerini zaman zaman çıkardığı kitaplarda toplamıştır. Bazı türküleri de sanatçılar tarafından plağa okundu. Bunlar arasında �Mecnunum Leylamı Gördüm, Şu Sazıma Düzen Ver, Mühür Gözlüm" . Ali İzzet Özkan Konya da yapılan Türkiye aşıklar bayramına katılmıştır. Aşık 1981 yılında bu dünyadan göçüp gider.
BAKTI GEÇTİ (MECNUNUM LEYLAMI GÖRDÜM)
Mecnun'um Leyla'mı gördüm
Bir kerece baktı geçti
Ne sordum ne de söyledi
Kaşlarını yıktı geçti
Soramadım bir çift sözü
Ay mıdır gün müdür yüzü
Sandım ki Zöhre yıldızı
Şavkı beni yaktı geçti
Ataşından duramadım
Ben bu sırra eremedim
Seher vakti göremedim
Yıldız gibi aktı geçti
Bilmem hangi burç yıldızı
Bu dertler yareler bizi
Gamze oku bazı bazı
Yar sineme çaktı geçti
İzzeti bu ne hikmet iş
Uyur iken gördüm bir düş
Yar zülfünü kemend etmiş
Boynumuza taktı geçti
4. kıta ustası Aşık Ali tarafından eklenmiştir. Şiir 5 kıtaya tamamlanmıştır. Şiir aslen 4 kıtadır.
HAKKINDA YAZILANLAR
Ali İzzet hakkında yazılmış en iyi kaynaklardan biri İlhan Başgöz tarafından yazlan "AŞIK ALİ İZZET ÖZKAN" (İndiana Üniversitesi Türkçe Programı Yayınları-4) adlı kitaptır
ceyLin
27 November 2008, 16:22
Altay Suroy Recepoğlu
Makedonya Türk Edebiyatı
Makedonya�da yayımlanan Sesler dergisi, 1965 sonrasında Bayram İbrahim Rogovalı, Mürteza Büşra, İskender Muzbeg, Arif Bozacı; geleneksel şiire çağdaş bir boyut kazandırarak insanı değişik yanlarıyla ele alan, insanî unsurları sıfıra indirgeyen zihniyeti, sırıtmayan bir mizahî yaklaşımla eleştiren Agim Rifat Yeşeren; Altay Suroy Recepoğlu, Zeynel Beksaç, gibi Kosova Türk şairlerinin yetişmesinde büyük katkıda bulunmuştur.
ceyLin
27 November 2008, 16:22
Arapzade
ARAPZADE
* Arapzade Ahmet Ataullah
(1719-1785 İstanbul)86. Osmanlı Şeyhülislamı, Kazasker ve Reisülülema. Arap kökenli, Kazasker Arapzade A.Bahır'ın oğlu.
*Arapzade Mehmet Arif
(1740-1826 İstanbul)97. Osmanlı Şeyhülislamı. Kazasker ve hattat. Ahmet Ataullah'ın oğlu, Mehmet Sadullah'ın babası.
* Arapzade Mehmet Sadullah
(1766-843 İstanbul)Kazasker, kadı, müderris, şair ve hattat.
Arapzade Mehmet Arif'in büyük oğlu, kazasker M.Zeki'nin babasıdır.
* Mehmet Behçet (hattat)
1857'de İstanbul'da öldü. Kazasker Mehmet Sadullah'ın torunu, Kazasker M.Zeki'nin oğludur.
* Arapzade Hüseyin Ramiz (1718-1784)
Tarihçi, tezkireci, bilgin ve Divan şairidir. Balçık'ta doğdu. İstanbul'da medrese öğrenimi gördü. Kadılık yaptı. 1784 yılında 66 yaşında iken İstanbul'da vefat etti.
ceyLin
27 November 2008, 16:22
Arif Damar ( 1925)
1925 yılında Çanakkale'de doğdu. İstanbul'da Yenikapı Ortaokulu'nu bitirdi. Anadolu'da, İstanbul'da memurluk yaptı. Kitapevi açtı.
ESERLERİ
Şiir kitapları: Günden Güne, İstanbul Bulutu, Kedi Aklı, Saat Sekizi Geç Vurdu, Alıcı Kuş, Seslerin Ayak sesleri, Alıcı Kuşu Kardeşliğin, Ölüm Yok ki, Ay Ayakta Değildi, Acı Ertelenirken, Günden Güne, Yoksulduk Dünyayı Sevdik, Onarırken Kendini.
ceyLin
27 November 2008, 16:22
Arpaeminizade Mustafa Sami - (26.12.1732)
Vakanüvis, Divan şairi, hattat, ruznameci ve şehreminidir. İstanbul'da doğdu. Arpaemini Osman Efendi'nin oğlu olduğu için bu isimle tanınır. Babıali'de yetişti. Ruznameci ve Şehremini oldu. 1730-1733 yılları arasında vakanüvislik yaptı. 1733 yılında vefat etti.
ceyLin
27 November 2008, 16:23
Asaf Halet Çelebi ( 1907)- (1958)
1907 yılında İstanbul'da doğdu. Galatasaray Lisesi'nden mezun oldu. Sanayi-i Nefise Mektebi'nde okudu. Adliye Meslek Mektebi'ni bitirdi. Çeşitli devlet memurluklarında bulundu. Çelebi, 18 yaşına kadar gazel ve rubai yazmış, daha sonra serbest şiire yönelmiştir. Doğu-Batı kültürlerini bağdaştıran, tasavvuf, dinler tarihi ve mitolojiden yararlanan egzotik bir şiirin şairidir.1958 yılında öldü.
ESERLERİ
He, Lâmelif ve Om Mani Padme Hum (bütün şiirleri) adlarını taşımaktadır.
HAKKINDA YAZILANLAR
Müzmin bağımsız aday: Asaf Hâlet Çelebi
Beşir Ayvazoğlu
Zaman 26 Temmuz 2007
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde eskiden şair, yazar ve bestekârlar da olurdu; yani sanat ve edebiyatımız bihakkın temsil edilirdi. Hasan Âli Yücel, Memduh Şevket Esendal, Samet Ağaoğlu gibi bazı edebiyatçılar çok önemli siyasî görevler de üstlenmişlerdir.
Bence TBMM'de birkaç dönemdir sanat ve edebiyat dünyamız yeterince temsil edilmiyor. Politikacılar "sanatçı" deyince daha çok İbrahim Tatlıses gibi popüler isimleri anlıyor, onların şöhretlerinden faydalanmak istiyorlar. Gazetelerde yayımlanan listeleri gözden geçirdim; 22 Temmuz'da seçilen milletvekilleri arasında da, gazeteci kimliğiyle seçime girerek AKP'den Bursa milletvekili seçilen Mehmet Ocaktan dışında, edebiyatla profesyonelce ilgilenen başka bir isim göremedim.
Edebiyat adamları mı siyasete ilgi göstermiyorlar, siyasette karar verme mevkiinde olanlar mı edebiyat ve sanat adamlarını ciddiye almıyorlar, bilmiyorum. Elbette, milletvekilleri arasında eli kalem tutan çok sayıda akademisyen var, hatta Hüseyin Çelik ve Necat Birinci gibi, edebiyat alanında ihtisas yapmış olanlar da... Ama ben, bir zamanlar bu mecliste görev yapmış Abdülhak Hâmid, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Reşat Nuri Güntekin gibi, yazar ve şair olarak temayüz etmiş isimlerden söz ediyorum.
Yazar ve şairler aktif siyasete eskiden daha fazla ilgi xxxxxlardı. Edebiyat tarihimizin müzmin bir bağımsız adayı bile var: Asaf Hâlet Çelebi. Seçim sürecinde, boş meydanlara konuşan bağımsız adaylarla ilgili haberlere rastladıkça hep onu düşündüm.
Seçkin bir entelektüel ve kudretli bir şair olmasına rağmen, yaşarken, daha çok tuhaflıklarıyla tanınan Çelebi, şiirde, yepyeni bir ses yakalamıştı. Çok geniş bir divan şiiri ve tasavvuf kültürüne sahipti, İran edebiyatına vâkıftı ve şiir yazacak kadar Farsça bilirdi. Fransızcası sayesinde hem Batı hem de Uzakdoğu kültürleriyle ilişki kurmuştu. Bu kültürlerden devşirdiklerini şiirine taşırdı. Rüyalar, masallar, efsaneler ve menkıbelerle örülü, nüfuz edilmesi kolay olmayan bir şiir dünyası vardı. Şiirlerinde Sanskritçe, eski Mısırca, Rumca vb. kelimeler ve ibareler bile kullanırdı. Bugün zevkle okuduğumuz Om Mani Padme Hum gibi şiirlerinin yanı sıra şiir okuyuşu, tostoparlak vücudu, aşağı sarkan upuzun bıyıkları, dar ve paçaları kısa pantolonlarıyla da mizah dergilerinin vazgeçilmez malzemesiydi. "Ultra-modern" veya "bobstil şair" diye anılırdı.
Tavırları ve tekellüflü lisanıyla halis bir Beylerbeyili, şiiriyle son derece modern bir şair olan Çelebi, siyasete de ilgi xxxxxdı. 1946'dan itibaren, yaşadığı sürece bütün seçimlere bağımsız aday olarak katıldı. 1946'da yayımladığı seçim bildirisindeki demokrasi vurgusu dikkat çekicidir. Bu bildiride demokrasiden ne anladığını, Roosevelt'in dört şartını (1. Sefalet ve açlık korkusu duymadan yaşamak, 2. Korkudan emin olmak, 3. Düşünce hürriyeti, 4. İnanç hürriyeti) hatırlatarak açıklayan Çelebi, hiç dinleyicisi olmasa bile, meydanlarda yüksekçe bir yere, mesela bir taşın üzerine çıkıp uzun uzadıya nutuklar söylerdi. Seçilmeyeceğini bilirdi elbette; bu, onun için belki seçim atmosferinden istifade ederek siyasî fikirlerini yüksek sesle ifade etme vesilesi, belki de bir oyundu. Dört yılda bir, Haldun Taner'in ifadesiyle, "Hyde Park hatipleri gibi ileri geri konuşup içini de boşaltmış olurdu."
Râmiz'in bir karikatüründe, Çömez, Çelebi'ye "Neden milletvekili olmak istiyorsunuz?" diye sorar. Aldığı cevap pek hoştur: "Şiirlerim, inşadlarım, kıyafetimle senelerden beri milletin yüzünü güldürmüş bir şairim. Meclis'te de neşe ve şetaret havası yaratmak ülkümdür!"
Ah, sevgili Çelebi, keşke yaşasaydın da, 22 Temmuz'da seçilseydin! Öyle anlaşılıyor ki, yeni Meclis'in de öncekiler gibi, bu neşe ve şetarete şiddetle ihtiyacı var!
Yeri gelmişken hatırlatmak isterim: Bu yıl, Asaf Hâlet Çelebi'nin doğumunun 100. yılıdır, 2008 de ölümünün 50. yılı... Benden hatırlatması.
ceyLin
27 November 2008, 16:23
Aşık Erbabi ( 1805)- (1884)
Aşık Erbabi.Asıl adı Hüseyin Farki olan bu saz şairimiz Erzurum'un Kara-Ars köyünden olup 1220-1300 (1805-1884) yılları arasında yaşamıştır. Konyalı Veli Efendi'nin oğlu olan Hüseyin Farki kendisine şeyhi tarafından Erbab denildiği için Erbabi takma adını kullanmıştır, Abdülmecit zamanında bir ara İstanbul'da bulunan, hatta Huzur'a da kabul edilen Erbabi, askerlik hizmetini bitirince memleketi Erzurum'a dönerek, çardaklı kahvehanelerde curasıyla şiirler terennüm etmiştir.
Çağdaşlarından Erzurumlu Emrah, Tokatlı Nuri, Aşık Dertli gibi Erbabi'nin de şiirlerinden, yaşadığı devrin temayüllerine uygun olarak Divan edebiyatına yabancı olmadığı yabancı kelimeye terkipler, Divan teşbihleri, kullanarak hem aruz hem hece vezniyle yazdığı anlaşılmaktadır:
Şiirlerinden örnekler :
Zibadır sevdiğim kadd-ü kametin
Nice vasfedeyin civanım seni
Beni Mecnun etti çeşm-i afetin
Leyla'ya benzettim a canım seni
Kaşların kemandır, müjganın oktur
Arz-ı halin çeker müşterin çoktur
Dünyayı verseler gönlümde yoktur
Vermezen ey hüsn-i fettanım seni
Erbabı aşıkım ey dil güvendim
Hasretinle yandım canım efendim
Hakikat eyle gel sen de levendim
Gönlümün tahtında sultatım seni
xxxx
Hatadan saklasın İslam'ı Allah
Münacat'ım budur Ulu Subhan'a
Gelip geçer ömrümüzün kervanı
Bir gün de Azrail sunar bu cana
Dinleyin kelamı ahbab-ü yaran
Bakındi kalmadı Mühr-i Süleyman
Azrail bu canı aldığı zaman
Götürürler anı mezaristana
Ne ettiyse bulur anın içinde
Fayda yoktur asla anın içinde
İmam talkın verir başı ucunda
Ol vakitte mevta kalkıp uyana
ceyLin
27 November 2008, 16:23
Aşık Şem'i ( 1783)- (1839)
Asıl adı Ahmet olan Aşık Şem'i 1783 yılında Konya'da Piresat mahallesinde dünyaya gelmiştir. Babası Konya'nın tanınmış helvacılarından Mehmet Ağa isminde bir zattır.
İrticalen şiir söyleme yatkın ve düşkün olması, belirli, bir tahsil görmemesine, hatta yirmi, yirmi beş yaşlarına kadar okur yazar olmamasına rağmen, ince düşüncesi, zekası, akranları arasında hazırcevaplığı, esprileri her konuda onları aydınlatması ve örnek davranışlarıyla kendisine büyükleri tarafından "Şem'i" mahlası verilmesine sebep olmuştur.
Onun yetişmesinde Konya'da o tarihlerde birisi türbe önünde, diğeri de' Buğday Pazarında bulunan kahvelerin önemi büyüktür. Her gece genç ve acemi aşıkların devam ettikleri ve yetiştirildikleri bir ocak, bir okul olarak hizmet veren bu kahvelerden Şem'i de payına düşeni almıştır.
Şem'i bade içen bir halk şairi olarak sadece hece ile değil aruzla da irticalen şiir söylemekte yetenekli biridir. 1839 Konya'da vefat eden Şem'i nin mezarı Mevlana Müzesinin hemen yanı başındadır.
Şiirlerinden örnekler :
Aceb kande gezer ol yüzü mahım
Anı görmiyeli çok zaman oldu
Enderundan çerağ olunca ahım
Yedi katgöklere dirahşan oldu
Uftade olalı bir afitaba
Hasret oldu iki dideler haba
Eşk-i çeşmim dökülünce türaba
Rüy-i zemin lal-i bedehşan oldu
Bana çok cevr-itti Haktan utanmaz
Kişi sevdiğine kem sanı sanmaz
Gözüm görmeyince gönlüm inanmaz
Bazı ahbab dir ki müslüman oldu
Kocaldın çeşmimin nüru döküldü
Ah-ide ah-ide ömrüm söküldü
Sakalım pir oldu kaddim büküldü
Sarardı gül benzim zağferan oldu
Ana dil vireli bu Şem'i kemter
İder lisanında ismini ezber
Bir kerre almadı vuslat müyesser
Bevhude dillere dasitan oldu
xxxx
Benden selam eylen nazlı dilbere
Gelip de karşımda dönüp durmasın
Ben güzel sevmeden doydum usandım
Anında hayali gelip durmasın
Benim güzel ile yoktur pazarım
Kaşların arası benim nazarım
Yol üstüne koyun benim mezarım
Yar gelip geçtikçe dönüp durmasın
Gelindi hüsnüne sitemin çoktur
Aradım cihanda akranın yoktur
Nazlı dilber göğsün düğmeler takdır
Esen rüzgar açıp açıp durmasın
Duyun da düşmanlar siz de sevinin
Dostlarım vah diyip varın yerinin
Şem'i ye, mahbublar düşte görünün
İntizarı sizde kalıp durmasın
ceyLin
27 November 2008, 16:24
Bahattin Karakoç ( 1930)
1930 yılında Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde doğdu. İlköğrenimini memleketinde yaptı. Adana Düziçi Köy Enstitüsü'nde okudu. Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nden mezun oldu. Kahramanmaraş'taki sağlık kuruluşlarında sağlık memuru olarak çalıştı. 1982'de emekli oldu. Çeşitli gazete ve dergilerde yazdı. K.Maraş'ta Dolunay dergisini çıkardı. Her yıl düzenlenen Dolunay Şiir Şölenlerini başlattı. Beyaz Dilekçe adlı şiiriyle Türkiye Diyanet Vakfı Münacaat Yarışmasında birincilik kazandı. Şairin bundan başka ödülleri de var.
ESERLERİ
Mevsimler ve Ötesi, Seyran, Sevgi Turnaları, Ay Şafağı Çok Çiçek, Kar Sesi, Zaman Bir Beyaz Türküdür, ilk Yazda, Bir Çift Beyaz Kartal, Menzil, Uzaklara Türkü, Beyaz Dilekçe, Leyl ü Nehar Aşk, Şiir Burcunda Çocuk ve Dolunay Şiir Güldestesi.
LEYL Ü NEHAR AŞK
Hiç bulut yoktu ortalıkta birden peydah oldular
Serinlikle birlikte içime bir korku düştü
Dedim, menzile ulaşacaksan geç kalma acele tut
Sonra sellerle kapaklanırsın yere yüzüstü
Hani hasat sonrası tarlalardan topladıkları başakları
Yuvalarına nasıl kımıl kımıl taşırlarsa karıncalar
Ben de senin sevgini taşıdım yüreğimin doruklarında
Damıtılmış bir ömür boyu leyl ü nehar
Vakit gurûp vaktidir rüzgârsa hoyrat esiyor
Bir vâha görünmüyor ıhtı ıhacak deven
Yıldızlara bakıp bakıp ahkâm kesiyor
Kendi dikenleriyle taçlanan yorgun keven
Sor şu yol kenarındaki meyvesiz karaağaçlara
Kaç yolcu geçmiştir bu yollardan senden önce
Şu çeşme, şu ören, şu döşek tanıklık etsin
Aşk nedir, edeb'i erkânı nice
Alazsız, dumansız bir yangının ortasındayım
Sesim daha içimdeyken kavrulup dökülüyor
Yakınından geçseler bütün kuşlar kül olur
Yanan binam ker*** ker*** sökülüyor
Seni sevdiğimi yine gururla haykırıyorum işte
Gemi azıya alarak kişneyip kaçan ufuklara
Alnınızdaki beyazlık, ayaklarınızdaki seki benim sevgimdir
Benim sevgilimdir yeni besteler yapan sonsuzluklara
GÜNDEM GÜNDEM GÜNDEM
Şiir Kurultayı
15. Geleneksel Dolunay Şiir Şöleni
Türk şiirinin ak sakal’ı Bahaeddin Karakoç’un 15 yıldır büyük fedakarlıklarla düzenlediği Geleneksel Dolunay Şiir Şöleni’nin 15 cisi Kahramanmaraş’ta gerçekleştirildi.Kahramanmaraş Sabancı Vakfı Kültür Sitesi’nde yapılan törende Bayram Bilge Tokel Bahattin Karakoç’tan bestelerinin de yer aldığı bir resital verdi. Türkiye’nin dört bir yanından 40’a yakın şair katıldı.Taşrada yapılan kültür ve sanat faaliyetleri içinde seçkin bir yer edinen Dolunay Şenliği giderek bir şiir kurultayı haline geliyor.
ceyLin
27 November 2008, 16:24
Baki ( 06.11.1525)- (24.11.1599)
1526 yılında İstanbul'da doğdu. Asıl adı Mahmud Abdülbaki'dir. Çıraklık yaptı. Güçlü okuma isteği sonucu medrese öğrenimini tamamladı. Zamanının ünlü şair ve bilim adamlarıyla görüştü. Onlardan dersler aldı. Zâtî'nin dikkatini çekti. 18-19 yaşlarında iken artık ünlü bir şair olmuştu. Medrese öğrenimini bitirdikten sonra İstanbul medreselerinde müderrrislik yapmaya başladı. Kadılık yaptı. Anadolu ve Rumeli kazaskerliklerinde bulundu. Şeyhülislâm olmak arzusuna bir türlü ulaşamadı. Bâkî, klasik şiirimizin en büyük şairlerinden biridir. Osmanlı imparatorluğunun muhteşem devirlerine yakışan muhteşem bir şiirin şairi oldu. Şiirinde felsefî düşünüşlere de yer verdi. Sultanü'ş-Şu'ârâ (Şairlerin Sultanı) olarak anıldı. Çeviriler yaptı.1600 yılında öldü.
ESERİ
Bir Dîvân'ı vardır.
ceyLin
27 November 2008, 16:25
Baki Süha Edipoğlu ( 1915)- (1972)
1915 yılında Antalya'da doğdu. İstanbul Hayriye Lisesi mezunu. İstanbul gazetelerinde, daha sonra da Ankara ve İstanbul radyolarında çeşitli görevlerde çalıştı. İlk şiiri Servet-i Fünûn-Uyanış dergisinde çıktı.1972 yılında öldü.
ESERLERİ
Cenup, Gece Yağmuru, işaret, Karanlıkta Geçen Gemiler adlı şiir kitapları vardır
ceyLin
27 November 2008, 16:25
Bayburtlu Zihni ( 1798)- (1859)
Bayburtlu Zihni'nin doğum yılı kesin olarak bilinmiyor ama şiirlerinde kendinden söz ederken verdiği bilgilerden çıkarılan sonuca göre 1798-1799 yıllarında doğmuştur. Babasının adı Osman'dır.
Öğrenimini Erzurum ve Trabzon medreselerinde yapan 1816-17 yıllarında İstanbul'a gelerek Mustafa Reşit Paşa ile yakınlık kurar ve Divan-ı Hümayun kalemine girer. Bir süre İstanbul'da kaldıktan sonra yurduna dönen ozan, Türk-Rus savaşı ile, bu savaş sonunda yurdunun Rus işgali altına girmesinin (1828) bütün acılarını yaşar. İşgalden sonra Bayburt'tan ayrılır, işgal kaldırılınca yurduna döner.
Bir süre sonra Hacc'a, oradan da Mısır'a giden ozan 1840 yılına doğru İstanbul'a gelirse de burada pek kalmaz, çeşitli görevler alarak dolaşır: Donanma ile Akka'ya gider; Hopa, Karaağaç, Ünye, Erzurum, Erzincan v.b.yerlerde dolaşır.
Zihni, her gittiği yerde taşlanacak birini buluyordu: Kaymakam, kadı, ağa v.b... Bu yüzden de yerden yere vuruluyordu.
Elli beş yaşını geçtikten sonra Trabzon'a geldi ve burada hastalandı. Bu sırada yurt hasretiyle yanan Zihni, Bayburt'a doğru yola çıkar,Trabzon yakınlarında Holasan köyünde ölür (1859).
Divanı ile, başından geçen olayları anlatan Sergüzeşt-Name adlı eseri bulunan Zihni, daha çok divan şairi olmak kaygısı güderdi. Ama adını yine sayılan az olan, hece ile söylemiş koşmaları ile destanları yaşatmaktadır. Divanında divan şiirinin bütün şekilleri ile yazılmış şiirler vardır. Usta bir taşlamacı (hicivci) olan ozan, bu tür eserlerinde yer yer açık saçık ve kaba küfürlere de baş vurur.
Koşma
Vardım ki yurdumdan ayak *****ürmüş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş
Sakiler meclisten çekmiş ayağı
Kangı dağda bulsam ben o merali
Kangı yerde görsem çeşm-i gazal
Avcılardan kaçmış ceylan misali
Göçmüş dağdan dağa yoktur durağı
Laleyi sümbülü gülü har almış
Zevk u şavk ehlini ah ü zar almış
Süleyman tahtını sanki mar almış
Gama tebdil olmuş ülfetin çağı
Zihni dert elinden her zaman ağlar
Sordum ki bağ ağlar bağban ağlar
Sümbüller perişan güller kan ağlar
Şeyda bülbül terk edeli bu bağı
ceyLin
27 November 2008, 16:25
Bayram Bilge Tokel ( 1956)
1956 yılında Yozgat-Boğazlıyan'da doğdu. G.Ü. Teknik Eğitim Fakültesi'ni bitirdi. Milli Eğitim Bakanlığı ve TRT'de çalıştı. Halen Kültür Bakanlığı Ankara Devlet Halk Müziği Topluluğu'nda sanatçı olarak çalışmaktadır. Şiirleri çeşitli dergilerde yayımlandı. Türkü derlemeleri yaptı. CD ve kaset çalışmaları yaptı.
ESERLERİ
Müzik çalışmaları devam eden şairin Bir Yer Üşür adlı bir şiir kitabı bulunmaktadır.
ceyLin
27 November 2008, 16:25
Bayram İbrahim Rogovalı
Makedonya Türk Edebiyatı
Makedonya’da yayımlanan Sesler dergisi, 1965 sonrasında Bayram İbrahim Rogovalı, Mürteza Büşra, İskender Muzbeg, Arif Bozacı; geleneksel şiire çağdaş bir boyut kazandırarak insanı değişik yanlarıyla ele alan, insanî unsurları sıfıra indirgeyen zihniyeti, sırıtmayan bir mizahî yaklaşımla eleştiren Agim Rifat Yeşeren; Altay Suroy Recepoğlu, Zeynel Beksaç, gibi Kosova Türk şairlerinin yetişmesinde büyük katkıda bulunmuştur.
ceyLin
27 November 2008, 16:26
Behçet Necatigil ( 16.04.1916)- (13.12.1979)
16 Nisan1916 tarihinde İstanbul’da doğdu. İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nu bitirdi (1940), Kars Lisesi’nde başladığı edebiyat öğretmenliğini İstanbul Eğitim Enstitüsü’nde (1960-Ekim 1972) sona erdirdi. 13 Aralık 1979 tarihinde öldü, Zincirlikuyu Mezarlığı’nda gömülü.İlk şiiri lisede öğrenciyken, Varlık dergisinde çıkmıştı (Ekim 1935). Şiirde kırk yılını, doğumundan ölümüne, orta halli bir vatandaşın, birey olarak başından geçecek durumları hatırlatmaya; ev-aile-yakın çevre üçgeninde, gerçek ve hayal yaşantılarını iletmeye, duyurmaya harcadı. Arada biçim yenileştirmelerinden ötürü yadırgandığı da oldu, ama genellikle, eleştirmenler, onun için, tutarlı ve özel bir dünyası olan bir şair dediler.
ESERLERİ
Şiir kitapları: Kapalı çarşı (1945), Çevre (1951), Evler (1953), Eski Toprak (1956), Arada (1958), Dar Çağ (1960), Yaz Dönemi (1963), Divançe (1965), İki Başına Yürümek (1968), En/Cam (1970), Zebra (1973), Kareler Aklar (1975), Beyler (1978), Söyleriz (1980).Sevgilerde (1976) son üç kitabı dışında, öncekikitaplarından seçmelerdir. Düzyazılarından bazılarını Bile/Yazdı (1979) kitabında topladı. Almancadan çevirileri de olan Necatigil radyo oyunları da yazdı, bu alandaki çabalarını Yıldızlara Bakmak (iki oyun, 1965), Gece Aşevi (beş oyun, 1967), Üç turunçlar (altı oyun, 1970), Pencere (dört oyun, 1975), kitaplarında topladı. Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (1960) ile 220 Türk yazarından 750 roman, hikaye kitabı ve oyunun konu özetlerini veren Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü (1979), onun, öğretmenlik mesleğine ilişkin, ek çalışmalarıdır. Eski Toprak ile 1957 Yeditepe Şiir Armağanı’nı Yaz Dönemi kitabıyla da Türk Dil Kurumu 1964 Şiir Ödülü’nü kazandı.Hilmi Yavuz ve Ali Tanyeri’nin hazırladığı Bütün Eserleri Cem yayınevi tarafından basıldı. (I, 1981; II-III, 1982; IV-V, 1983; VI, 1984; VII, 1985). Mektuplar’ı (1989) yayımlandı. Çeviri şiirleri Yalnızlık Bir Yağmura Benzer adlı kitapta toplandı (1984). Bütün eserleri Yapı Kredi Yayınlarınca yeniden yayınlanıyor.Ölümünden sonra ailesi tarafından konulan Necatigil Şiir Ödülü 1980’den beri verilmektedir
ceyLin
27 November 2008, 16:26
Bejan Matur ( 14.09.1968)
14 Eylül 1968 tarihinde Maraş'ın Pazarcık ilçesi Maksutuşağı köyünde doğdu. Ortaokul ve liseyi Antep'te okudu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.
Şiirleri Adam Sanat, Defter, Ekin Belleten ve Yazıt dergilerinde yayımlandı.
Mutsuz kraliçe
Etekleri buz tutmuş
O mutsuz kraliçe
Artık inanmıyor
Gözün büyüsüne
Günlerdir beklediği ses
Gizlenmiş tepelerin ötesine
Arasıra buluşup
Kervanların sığacağı darlıktaki
Sokaklardan sözeden adam artık yok
Anlayan yok
Baharat satılan hanların
Kokulu yalnızlığından
Bir ses bekliyor ısrarla
İnce parmaklı tütün kokusundan
Ormanda fısıldayan
Güz kadar yaşlı kralice
Dökülüyor
Buzdan ve siyah eteğiyle
Rüzgar Dolu Konaklar-Metis Edebiyat
ceyLin
27 November 2008, 16:27
Bekir Sıtkı Çobanzade ( 1893)- (1939) Kırım Türk Edebiyatı
Kırım'da yetişen en büyük şairlerden olduğu gibi en iyi dil bilginlerinden biri olan Bekir Sıtkı Çobanzade (1893-1939), ilk ve orta tahsilini Karasupazar'da yaptıktan sonra 1909'da liseyi okumak için İstanbul'a gelir. Burada Arapça ve Fransızca'yı öğrenen Çobanzade, 1915'te Odesa'ya giderek Slav dillerini öğrenir. 1916'da Budapeşte Üniversitesi'ne giden alim, burada Codeks Cumanicus'u inceler ve 1920'de bu üniversitede doktor ünvanını alır.
1920'de Kırım'a dönen Bekir Sıtkı Çobanzade'nin değişik okullarda Kırım Türkçesi ve edebiyatı dersleriyle Türkçe'nin Mukayeseli Grameri konusunda verdiği dersler çok önemlidir. Bu dönemde "Yanı Çolban", "İleri" ve "Okuv İşleri" dergilerinde ilmi makaleler yazar. Değişik üniversitelerde profesör, dekan ve rektör olarak çalışan Çobanzade, 1926 yılında Baku'da toplanan I.Türkoloji Kongresi'nde "Türk Lehçeleri Arasında Karşılıklı İlişkiler" ve "Türk Tatar Dillerinde İlmi Terminoloji Meydana Getirme" konularında önemli tebliğler verir. Sovyetler Birliği Yeni Alfabeler Merkez Komitesi, Azerbaycan Terminoloji Komitesi gibi komisyonlarda çalışan Çobanzade'nin Türk lehçelerinin alfabesi, imlası ve terminolojisi konularında pek çok çalışmaları olmuştur.
Bu büyük Türkoloji aliminin Türk dili ve edebiyatı tarihi sahasında büyük yekun tutan çalışmaları bulunmaktadır. Almanca, Fransızca, Arapça, Macarca, Çekce ve Lehçe'yi çok iyi bilen Çobanzade, Türk şivelerinin hemen hepsiyle ilgili eserler vermiştir. "Rusya Tatarlarının Kültür Hayatının Gelişmesi Üzerinde Bir Deneme" (1915), Türk Edebiyatında Yeni Akımlar" (1916), "Kırım Tatarcası'nın Grameri Hakkında İlmi Bir Deneme" (1924), "Kumukların Dili ve Sözlü Edebiyatı Üzerine Etüdler" (1926), "Nevai'nin Dili Üzerine" (1926), "Türk Tatar Diyalektolojisi" (1927), "V. Tomsen" (1927), "Azerbeycan Türk Edebiyatı'nın Yeni Dönemi" (1930), "Azerbeycan Türk Dilinin İlmi Grameri" (1930), "Yabancı Dil Öğretiminin Temel Metodu Meseleleri" (1932), "Özbek Dilinin Öğretiminin Temel Metodu" (1932), "Karaçay Balkar Dili Üzerine Notlar" (1932), "İbni Mühenna'nın Türk Grameri" (1933), "Kitab-ı Dedem Korkut'un Edebi Lengüstik Tahlili" (1935) gibi eserleri bu gün hala ilmi değerini muhafaza etmektedir.
Büyük bir Türkolog olan Bekir Sıtkı Çobanzade, alimliği kadar şairliği ile de ün kazanmıştır. Onun "Yaz Akşamı Üy Altında", "Tuvdım Bir Üyde", "Oy Suvuk Şu Gurbet", "Ah Tabılsam", "Suv Anası", "Tunay Taşa", "Anam", "Bulutlar" gibi şiirlerinin de bulunduğu "Boran" isimli şiir kitabı 1927 yılında basılmıştır.
Şairin şiirlerinden bir kısmı, Abdullah Latifzade'nin şiirleriyle beraber bir kitap halinde Eşref Şemizade tarafından (1971) de neşredilmiştir.
Bekir Sıtkı Çobanzade de komünist sistemin kurulmuş çarkının işletilmeye başlamasıyla belli dönemlerde arkadaşlık yaptığı yazar ve şairler tarafından burjuva milliyetçisi olmakla suçlanmış ve dönemin acımasız zulmünden kurtulamayarak 1939' da gönderildiği sürgünde helak olmuştur.
*
Kırım'da daha hanlık döneminde başlayan din meselesi, bu dönemde de aydınların ilgilendiği konular arasında yer alır. Yerlileşme politikası sonucu mahalli şivenin ilmi tetkikine ve okuma yazma bilmeyenler arasında yayılmasına, Rusça ile beraber resmi dil olarak kullanılmasına destek verilir.
Sovyetler Birliği'nde ki Türk aydınları arasında alfabe reformu, imla ve telaffuz, yazılı dilin hangi ağız üzerine kurulacağı gibi tartışmalar bu dönemde önemli bir yer tutar. 1922 ile 1924 yılları arasında Sovyetler Birliği Merkezi Hükümeti tarafından dergilerde tartışmalar açılıp konferanslar verilmiş, komite ve komisyonlar kurulmuştur. 1924'de Kırımlılar arasında dil konusunda ve Arap alfabesinden Latin alfabesine geçiş konusunda şiddetli tartışmalar yapılmıştır. Bazı Kırım Türkleri, Merkezi Hükümetin desteklediği Latin alfabesin kabul ederken; Veli İbrahimov, Asan Sabri Ayvazov ve dil alimi Bekir Sıtkı Çobanzade gibi aydınlar, buna itiraz ederek şiddetle mücadele etmişlerdir. Merkezi Hükümetin de baskılarıyla 1929'da 31 harfli Latin alfabesinin kabulü bütün bu tartışmalara son verir.
1928'de Kırım Tatar Edebi Dilinin İmlası Üzerine Birinci İlmi Konferansı, Akmescit'te toplanarak step ve dağ bölgeleri arasında kalan şeridin, (Bahçesaray ağzının) yazı dili olmasına karar vermiştir. Daha sonra 1929'da ikinci, 1934'de üçünçü ilmi konferanslar toplanarak gramer, imla, telaffuz, terminoloji ve sözcüklerin düzenlenmesi konularında çalışmalarını sürdürürler. 1938'de Stalin döneminde bir kanunla bütün Slav olmayan (Ermenice ve Gürcüce hariç) dillerde olduğu gibi, Kırım Türkçesinde de Kiril alfabesi kullanılmaya başlanır.
ceyLin
27 November 2008, 16:27
Bekir Sıtkı Erdoğan ( 1926)
1926 yılında Karaman doğumlu. Kuleli Askerî Lisesi ve Kara Harp Okulu mezunu. Kıta subaylığı yaptı. Bu arada D.T.C. Fakültesi'ni bitirdi. Heybeliada Deniz Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Aruz, hece ve serbest vezinle şiirler yazdı.
ESERLERİ
Şiir kitapları, Bir Yağmur Başladı ve Dostlar Başına adlarını taşımaktadır
ceyLin
27 November 2008, 16:28
Beşir Ayvazoğlu ( 11.02.1953)
11 Şubat 1953 tarihinde Sivas'ın Zara ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Sivas'ta, yüksek öğrenimini Bursa'da tamamladı. Çeşitli liselerde Türkçe ve edebiyat öğretmeni olarak, TRT'de de uzman olarak çalıştı. Mahalli gazetelerde başladığı gazetecilik hayatını Hergün, Tercüman, Türkiye, Yeni Ufuk ve Zaman gazeteleriyle, haftalık Aksiyon dergisinde yönetici ve köşe yazarı olarak sürdürdü. Hisar, Türk Edebiyatı, Hareket, Dergâh, Kubbealtı Akademi, Türkiye Günlüğü, Yeni Türkiye, İzlenim vb. gibi dergilerde çok sayıda makale ve denemesi yayımlandı. Halen TDV İslam Ansiklopedisi Türk Dili ve Edebiyatı Merkez İlim ve Redaksiyon Kurulu Üyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda da repertuvar kurulu üyesidir.
ESERLERi:
GÜLLER KiTABI
Beşir Ayvazoğlu'nun Türk zevk tarihinin çiçeklerle ilgili tarhlarında dolaştığı ve okuyucuyu dolaştırdığı şahane bir eserdir.
AŞK ESTETiĞi
Türk-İslam sanatlarının ardındaki dünya görüşünü anlama çabasından doğan Aşk Estetiği, kendi estetik dünyamıza kendi gözümüzle bakma denemesidir.
YAHYA KEMAL (EVE DÖNEN ADAM)
Yazar bu kitapta, büyük şairin "eve nasıl döndüğünü" ve "evin şiirini" nasıl yazdığını anlatıyor.
TARIK BUĞRA (GÜNEŞ RENGi BiR YIĞIN YAPRAK)
Sanat anlayışının, dilinin ve üslûbunun farklılığı dolayısıyla ister istemez kendi neslinden koparak modaların dışında bir yazarlık macerası yaşayan Tarık Buğra, aslında yalnız bir adamdı, fakat yalnızlığını bereketli bir kaynak haline getirebilmişti. Beşir Ayvazoğlu, elinizdeki kitapta onun bu yazarlık ve yalnızlık macerasını anlatıyor.
GELENEĞiN DiRENiŞi
Bu kitapta, gelenek kavramı, bir kültürün kendisini devam ettirme, değişirken bile kendisi olarak kalma refleksi olarak yorumlanmış ve Türkiye'de, iki yüz yıllık Batılılaşma döneminde, varlığını korumaya çalışırken yaşadığı heyecan verici maceralar anlatılmıştır.
ŞiiRLER
Ayvazoğlu, şiiri, bir davayı anlatma aracı olarak değil, dilin asırlar içinde biriktirerek bünyesinde gizlediği zenginlikleri ve beşeriyi keşfetme çabası olarak görüyor. Yazar diğer şiir kitaplarında yer alan şiirlerin büyük bir kısmını bu kitaplara girmeyen şiirlerle buluşturdu.
DEFTERiMDE 40 SURET
Eskiden, insan için âlem-i sugra, yani küçük âlem derlermiş, ne kadar doğru. Bana sorarsanız, her insan ayrı bir âleme açılan bir kapı; o kapıdan içeri girdikten sonra, labirentlerinde kaybolmak işten bile değil, Freud'ların mroydların başlarına gelen nedir? Sıradan zannettiğimiz insanların bile uçsuz bucaksız iç dünyaları varsa, bilim, sanat ve hareket adamlarının dünyalarının büyüklüğünü varın siz hesap edin. Doğru söylüyorum, onları derinliğine anlamaya çalışmak, galaksiler arası yolculuğa çıkmak gibi bir şey olmalı.
ŞEHiR FOTOĞRAFLARI
Eski şehir fotoğraflarına bakarken, ucundan kıyısından yaşadığımız, fakat anlamaya fırsat bulamadan kaybettiğimiz hayatın dimağımda kalan tadını yeniden yaşıyorum. Bize gelinceye kadar yavaş yavaş incelen ip birdenbire kopmuş, kendimizi alabildiğine farklı bir dünyada buluvermiştik. Asıl kopuşu benim de mensup olduğum neslin yaşadığını söylemek istiyorum. Eskiden usul usul ve kendiliğinden yok olan evlerin buldozorlerle yıkılıp yerlerine bilmem kaçar katlı apartmanların dikildiğini gördük. Radyonun bile lüks sayıldığı evlerden çıkıp borç harç renkli televizyonlar, videolar, bilgisayarlar edinen garip bir nesiliz. Kaçınılmaz bir şeydi bu. Dünya kaç bucakmış öğrendik. Şimdi içinden çıkıp geldiğimiz hayata o kadar uzaklardan bakıyoruz ki! Başka hiç bir nesil bizim yaşadığımız âni değişmeyi yaşamamıştır. Bu, büyük bir şok olduğu kadar, şüphesiz, bulunmaz bir tecrübedir de.
ceyLin
27 November 2008, 16:28
Beyza Güdücü ( 04.12.1973)
4 Aralık 1973, Edirne doğumlu olan Beyza Güdücü, 1991 yılında Özel Ortadoğu Lisesi'nden mezun oldu. Hacettepe Üniversitesi Mütercim-Tercümanlık Bölümü'nün ardından, halen İstanbul Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı lisans öğrencisidir.Ekim 1991- Haziran 1992 tarihleri arasında, Viki- Promay Ltd.Şti., Ankara 'da, özel televizyon kanalları için çeviri ve dublaj yaptı. Haziran 1992- Haziran 1995 döneminde, Ankara TRT'de, Seynan Levent' in hazırlayıp sunduğu 'Akşama Doğru' programında yapım yardımcılığı ve çevirmenlik; 'Yaşasın Sanat' programında yapım yardımcılığı; 'Nüans' müzik-magazin programında ve 'Mavi Kuşak' adlı belgeselde sunuculuk ve metin yazarlığı yaptı. Eylül 1995- Ekim 1996 sürecinde, İnterstar Haber Merkezi, İstanbul'da, ana haber ve gece haberleri sunumunu üstlendi. Ana haber spikerliğinin ardından, Manço Sanat Eserleri Üretim ve Pazarlama Tic.Ltd.Şti., İstanbul'da, Barış Manço' nun hazırlayıp sunduğu 'Dönence' adlı programda, haber araştırma, metin yazarlığı, seslendirme ve sunuculuk görevlerini üstlendi. Özel haberler hazırladı. Şubat 1997- Şubat 1999 yıllarında, TGRT Haber Merkezi, İstanbul'da gece haberleri sunumunu aralıksız yürüttü. Haftasonları ana haber sunumunu üstlendi. Bu süre zarfında, ana haber bülteni için özel haber dosyaları hazırladı. Kosova' da savaşın son döneminde muhabirlik yaptı. Mart 1999 itibariyle, kendi yapım şirketi ARK Film Ltd. aracılığıyla, Nar-ı Beyza adlı uluslararası haber-belgeselin yapım-yönetim ve sunumunu yürütmektedir. Program TGRT' de 13, SHOW Tv' de 26, toplam 39 bölüm olarak yayınlanmıştır. Nar-ı Beyza çekimleri kapsamında, 50 ülke ve 250 civarında bölgede çalışılmıştır. Programda, Sibirya'dan Gana'ya, Nepal'den Fas'a dek dünya uluslarının farklı yaşam biçimleri ekrana taşınmaktadır. Nar-ı Beyza farklı kurumlarca ödüllendirilmiş, 2000 Türk Dünyasına Hizmet Ödülü'ne layık görülmüştür.
Beyza Güdücü, 1997- 1998 yıllarında Milliyet Dergi Grubu' na bağlı 'Yaşasın Edebiyat' dergisinin yazı kurulunda yer almış; aynı dergide edebi söyleşileri, öykü ve şiirleri yayımlanmıştır.
1998- 1999 yıllarında Tolstoy' un 'Calendar of Wisdom' adlı son yapıtını Türkçe' ye kazandırmıştır. 'Bilgelik Takvimi' adlı kitabın ikinci dünya dili çevirisi böylece Türkçe olmuştur. "Aşkın Bir Rengi Varsa Narçiçeği Olmalı" adlı ilk kitabı, Ocak 2003'te yayınlanmıştır. Yayına hazırlanan gezi kitapları mevcuttur.
Beyza Güdücü, çok iyi düzeyde İngilizce, Almanca, biraz Arapça ve anlaşabilecek düzeyde farklı dünya dilleri eğitim ve bilgisine sahiptir.
ceyLin
27 November 2008, 16:29
Biba İsmail
Makedonya Türk Edebiyatı
1950 yılından sonra aylık Sevinç ve Tomurcuk çocuk dergilerinin, Türkçe kitapların da yayımlanmaya başlaması, şiir çalışmalarının hız kazanmasına zemin hazırlamıştır. Ancak araya giren 1953 göçü, Makedonya Türk şiirinin bu hızlı gelişimini sekteye uğratmıştır. Göçün hız kestiği 60’lı yılların ortalarında, Sesler Aylık Toplum-Sanat Dergisi’nin de yayın hayatına girmesiyle, slogancılıktan uzaklaşma, gerçek şiiri arama çabaları daha da güçlenmiştir. Önce, söyleyeceklerini somut bir tarzda iletmek için düşünce ve duygularını gereksiz sözcüklerden arındırarak kurduğu kusursuz dizelerde ortaya koyduğu ince lirizm tonlarıyla dikkatleri çeken , yazdıklarıyla okuru düşünmeye iten Avni Engüllü ile birlikte Mustafa Yaşar, Yusuf Edip, Sabahattin Sezair, Fahri Ali, Suat Engüllü, İrfan Bellür; daha sonraları da Esat Bayram, Sabit Yusuf gibi şairlerin yer aldığı, Makedonya şiirine güç veren, yeni bir yazar kuşağı ortaya çıkmıştır. Makedonya Türk şiirinin yaşatılması misyonuna son katılanlar arasında, Melâhat Engüllü, Biba İsmail, Oktay Ahmed, Rıfat Emin, Tülay İbrahim, Leylâ Süleyman, Meral Kain, Arzu Abdullah gibi değerli genç şairleri de anmak gerekir.
Tito Yugoslavyası’nın resmî siyasetî, 1951 yılına kadar Kosova’da Türk varlığını tanımıyordu. Bu nedenle Kosova Türkleri, ilk başta Makedonya Türklerine tanınan olanaklardan yararlanamadılar. Bu nedenle birçok alanda olduğu gibi, edebiyatta da ortaya çıkan alt yapı eksikliğini, 1969 yılına kadar Makedonya Türklerinin sahip oldukları olanaklardan yararlanarak giderdiler.
ceyLin
27 November 2008, 16:35
Bora Ayanoğlu ( 1946)
1946 yılında istanbul'da doğdu.Babası tiyatro, sinema oyuncusu yönetmeni Sami Ayanoğlu, annesi tiyatro oyuncusu ve ilk kadın tiyatro sahibesi Şayeste Ayanoğlu'dur.Galatasaray lisesinde okuduktan sonra, 1963 yılında İst.Bel.şehir tiyatrosuna
stajer oyuncu olarak girdi. Otuzdan fazla oyunda rol aldı, oyun müziklerini yazdı. Aynı yıl sinema oyunculuğuna ve besteciliğe
başladı. Bir müddet sonra yorumculuğa da katarak, şarkılarını kendi seslendirmeye ve şarkılarının sözlerini kendisi yazmaya
basladı.
Bora Ayanoğlu'nun tanınmış şarkıları şunlardır:
Fabrika kızı , Yunus, Güller ve Dudaklar, Kırık Aynalar, O yaz, Gurur duyarım, Aklım sende, Canım seni istiyor (1993 altın
güvercin yarışması 4 dalda birincisi) , Reddediyorum, Rose-Marie , kaset, CD, LP olmuş bestesi bulunmaktadır. Bir çok müzikale
imza atan Bora Ayanoğlu'nun " Çiçekli saksı sokağı "adlı bir müzikali vardır. 80 film müziğine imza atmış, oyuncu olarak 25
filmde oynamış, halen İst.Bel.Şehir Tiyatrolarında halen oyun müziği yazarı olarak görev yapmaktadır
1973 doğumlu Sami Bolkan Ayanoğlu adında bir oğlu vardır.
ceyLin
27 November 2008, 16:35
Burhan Sait
Kosova Türk şiirinin en hızlı gelişim dönemi, Priştine’de, haftalık “Tan” gazetesinin yayımlanmaya başladığı 1969 sonrası dönemdir. Sadık Tanyol, Fahri Mermer, Raif Kırkul, Burhan Sait, Aziz Serbest, Özcan Micalar, bu dönemde ortaya çıkan şairlerdir.
Son Kosova olayları öncesinde, Türkçe olan bütün yayın faaliyetinin durdurulması nedeniyle zor günler yaşayan Kosova Türk şiiri, NATO’nun müdahalesinden sonra Türkiye’nin desteği sayesinde, tekrar toparlanma sürecine girmiş bulunmaktadır
ceyLin
27 November 2008, 16:36
Bülent Ecevit ( 1925)- (05.11.2006)
BÜLENT ECEVİT 05 KASIM 2006 TARİHİNDE, 6 AYDIR TEDAVİ GÖRDÜĞÜ GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİNDE HAYATINI KAYBETTİ.
"Bir bardak çay, bir yaprak kağıt, bir kurşun kalem ve şiir kitabı"… İşte Bülent Ecevit'in hayatındaki en yakın arkadaşları… Onunki 28 Mayıs 1925'te başlayan sade bir hayattı… İlk ve Ortaokulu Ankara'da okur… Lise çağında ona İstanbul Robert Kolej yolları görünecektir… Bu yol onun hayatını derinden etkileyen evliliğinin de vesilesidir…
Kolej'deki bir resim yarışmasında Rahşan Aral'la tanışır… Kısa sürede aşk yaşamaya başlayan iki genç, 22 Ağustos 1946 tarihinde Çocuk Esirgeme Kurumu salonunda sade bir törenle evlenirler… Bülent bey Londra Üniversitesi'ne kayıt yaptırır ve Londra Basın Ataşeliği'nde göreve başlar… Sırada Londra günleri vardır artık…
1949 yılında CHP'nin resmi yayın organı Ulus gazetesinde yazmaya başlayan Ecevit, 1954 yılında Amerikan Haberler Merkezi'nin davetlisi olarak Washington'a gider… Yazılarını Halkçı isimli gazetede sürdürür… Amerika'dayken aldığı bir telgraf hayatını değiştirecektir… CHP'den milletvekilliği adaylık teklifidir telgraftaki mesaj…27 Ekim 1957'de o artık milletvekilidir…15 yılda hızla atılan adımlar onu 14 Mayıs 1972'de CHP Genel Başkanlığı koltuğuna taşır…İsmet İnönü'ye karşı kazanılan zaferin ardından, Kıbrıs Fatihi ünvanına iki yıl kalmıştır… Onun siyasi hayatının belki de en önemli kilometre taşlarından birisi 1974'teki Başbakanlığında yapılan Kıbrıs Barış Harekatıydır…
12 Eylül 1980 askeri darbesinin siyasi yasaklısı Bülent Ecevit, eşi Rahşan hanımla bir süre Zincirbozan günlerine mahkumdur… Ardından eşinin uzun süre genel başkanlığını yaptığı Demokratik Sol Parti'nin başına geçer… 1991'de
yeniden Meclis'e giren Ecevit ve partisi, 1998'de ANASOL D hükümetinin düşürülmesinin ardından azınlık hükümeti olarak iktidara gelir… Azınlık hükümetinin başbakanı 17 Şubat 1999'da tarihi bir açıklama daha yapar…
Bu rüzgar 18 Nisan 1999 seçimlerinde ise yüzde 21'lik oyuyla birinci parti yapar DSP'yi ve Ecevit'i… Başbakan Ecevit 74.Yaşgünü'nde TGRT'nin kendisine hediye ettiği çiçeği alırken MHP ile koalisyonun temelini attıklarını da ilk kez telefuz eder…
Aslında yılların zıt kutbu gördükleri MHP ile koalisyonu Kıbrıs'ta masa tenisi oynarken de dile getirir Ecevit çifti…
DSP-MHP-ANAP Hükümeti büyük zorluklarla işe başladı… İki büyük deprem ve ekonomik problemler… Bir de Cumhurbaşkanlığı krizi… Kriz r Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer üzerinde uzlaşmayla aşılmıştı… 16 Mayıs 200'de göreve başlayan Cumhurbaşkanı Sezer'in birkaç ay sonra bir Milli Güvenlik Kurulu'nda Başbakan Ecevit'e fırlattığı Anayasa kitapçığı, bir ekonomik krizin de tetikleyicisi olacaktı…
19 Şubat 2001… Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın kamu bankaları yüzünden tartışması, piyasayı gerdi… Dolar 650 bin liradan bir günde 1 milyon 100 bin liraya fırladı… Faizler çıktı, borsa çöktü… Başbakan bu kriz günlerinde eski
bir dostu hatırladı… O dönem Dünya Bankası'nda çalışan Kemal Derviş'ti bu dost…. Derviş süper bakan olarak Ekonominin başına getirildi apar topar… Ecevit tıpkı Sezer gibi onunla da gönül köprülerini atacaktı bir süre sonra…
Zira Derviş de bakanlıktan istifa edip, önce Hüsamettin Özkan ekibiyle, sonra da Bülent beyin en büyük politik rakiplerinden CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'la dirsek temasında bulunacaktı…
Tarih 4 Mayıs 2002'ydi… Başbakan Ecevit Başkent Hastanesi'ndeydi… Basit bir bel rahatsızlığı giderek büyümüş, kaburgası kırık, güçlükle konuşan bir Başbakan durumuna düşmüştü Ecevit… 28 Mayıs 2002'de hastaneden taburcu
olduğunda artık eskisi gibi yürüyemiyor ve konuşamıyordu…
Bülent Ecevit Başbakanlık koltuğunu tüm ısrarlara karşın bırakmadı bu süreçte…
Sağlığının ona yapamadığını 3 Kasım 2002 seçimleri yapmıştı… Birinci parti olarak seçime giren DSP, korkunç bir erimeyle yüzde bire düşmüştü… Ecevit için siyasette yolun sonuydu…
Onun DSP'ye ve siyasete vedası ilk kurultayda, duygusal bir ortamda gerçekleşti… Karaoğlan artık Oran'daki evine çekilmişti… Bazen bir bilen olarak sahneye çıkıyor, hakkında yazılan kitaplar ve yazdığı makalelerle sesini duyuruyordu…18 Mayıs 2006'da son olarak, Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin'in cenazesinde görüntüledi kameralar onu… Bitkin ve yorgundu… Buna üzüntü de eklenmişti… Akşam saatlerinde fenalaştı… Son kez hastane yolu göründü.... Bülent Ecevit beyin kanaması geçirmişti… Gülhane Askeri Tıp Akademisi'ndeki son çabalar onu hayata döndüremedi… Karaoğlan artık yoktu…
ceyLin
27 November 2008, 16:36
Bülent Fevzioğlu
Kıbrıs Türk Müziği
Bülent Fevzioğlu, (1995), "Bir Tutam Ezgi". (belgesel-siir)
Ilk kitabini 1987 yilinda (Sancili Kan Yumagi-siirler) yayimlayan sair ve gazeteci-yazar Bulent Fevzioglu, dokuz yil sonra "Bir Tutam Ezgi" adini verdigi -belgesel- calismasinda bir doneme damgasini vurmus muzik gruplarimizdan "SILA-4" u anlatti.
Kibris Turk Pop-Folk muzigimizde onemli bir kilometre tasi olan SILA-4 muzik grubumuzun butun eserlerinin notalari ile yer aldigi kitap cesitli roportaj, dusunce yazilari, haber kupurleri ve orijinal boyutlari korunan plak / plak kapaklari resimleriyle zenginlestirilmis.
SILA-4 grubu uyelerinden besteci-sozyazari merhum Raif Denktas'in anisina ithaf edilen "Bir Tutam Sevgi" kultur tarihimizin ilgi cekici yanlarini da ortaya koyuyor.
Eserleri:
•Kibris Türk Halk Edebiyatinda Destanlar ve Agitlar Üzerine Bilgiler-Belgeler-Arastirmalar, Cilt II.
ceyLin
27 November 2008, 16:37
Cahit Koytak ( 1949)
1949 yılında Erzurum'da doğan şairimiz, ilk ve orta öğrenimini de bu kentte yaptı. İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya Fakültesi'nden 1973 yılında mezun olmasından sonra, kısa bir süre mühendislik yaptı ve ardından serbest ticarete başladı. Çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir, görünürde ticaretle uğraştı.
Yazı hayatı, yirmi iki yaşında Üstat Karakoç'un Diriliş'inde yayınlanan ilk şiirleriyle başladı. Sonraları ürünlerini 1977'den başlayarak Kriter, Yönelişler; Kelime ve Yedi İklim gibi dergilerde yayınladı. Cahit Koytak'ın kendisi; "İlk Atlas'tan sonra çeşitli dergilerde (Dergah, Defter, Kayıtlar, Kaşgar v.b) yayınladığı, 2-3 kitap olabilecek hacimdeki şiirlerinin, yeni bir atlas olarak kitaplaşması için, bazı haritalara, bazı zayice planlarına ait kayıp parçaların ortaya çıkmasını beklediğini" ifade etmektedir. Daha ilk şiirlerinden başlayarak bir özgünlük ve yoğunluk sundu okurlarına. İlk şiirlerinin yayınlandığı adres olan Diriliş bile tek başına bize O'nun şiirinin kalite düzeyi hakkında bilgi verebilir. Otuz yıla yakın bir süredir şiir yazan / yayınlayan bir şair olan Koytak, tek şiir kitabı olan İlk Atlas' ı 1990 yılında, Ahmet Kot'un yönettiği Yazı Yayıncılık' tan çıkardı.
Şairliğinin yanı sıra, Koytak aynı zamanda usta bir çevirmen olarak karşımıza çıkıyor. İngilizce ve Fransızca'dan önemli çevirileri bulunan Koytak, 1988'de Türkiye Yazarlar Birliği tarafından "yılın mütercimi" seçildi. Frantz Fanon'un "Siyah Deri Beyaz Maskesi" burada anmadan geçemeyeceğimiz değerli bir yapıtıdır. Fanon çevirisinden daha önemli bir çalışması ise Ahmet Ertürk ile birlikte hazırladığı Muhammed Esed'in The Message Of The Qur'ân'ıdır. Kuşkusuz bu yapıt ile Türkçe Kur'an çevirilerinde yeni bir döneme girilmiştir. Esed'in İngilizce'ye çevirirken gösterdiği titizliği onlar da dilimize aktarırken gösterdiler. On yıla yakın bir süre üzerinde çalışıldığını belirtirsek ne kadar titiz olduklarının anlaşılmasında kolaylık sağlamış oluruz.
Cahit Koytak şiiriyle kendini çoktan kanıtlamış usta bir şairimiz. Daha ilk şiirlerinden başlayarak rüştünü kanıtlamış. Az yazıyor; ama, sıkı ve has şiirin güzel örneklerini sunuyor bize. Şiirlerinin vazgeçilmez unsurları ise; yüzyılımızda çağdaş(?) yaşamın ve makinenin egemenliği ile bunun sonucunda insanın düştüğü yoz durumdur
ceyLin
27 November 2008, 16:37
Cahit Zarifoğlu ( 1940)- (1987)
940 yılında Ankara'da doğdu. Babasının memuriyeti dolayısıyla ilk ve orta öğrenimini yurdun çeşitli yerlerinde yaptı. Liseyi memleketi K.Maraş'ta tamamladı. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Çevirmenlik yaptı. Avrupa'yı dolaştı. Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu ve TRT'de çevirmen olarak çalıştı. Son olarak TRT İstanbul Radyosu'nda denetçilik yaptı. İlk şiir ve hikâyelerini K.Maraş'ta mahalli gazetelerde yayımladı. Yine K.Maraş'ta Açı adında bir dergi çıkardı. Başta Diriliş ve Edebiyat olmak üzere birçok dergide yazdı. Mavera dergisi ve Akabe Yayınlarının kurucuları arasında yeraldı. Çeşitli gazetelerde müstear isimlerle günlük yazılar yazdı. Şiirden başka, öykü, roman, günlük, oyun ve çocuk edebiyatı alanlarında ürünler verdi. 1987 İstanbul’da öldü.
ESERLERİ
İşaret Çocukları, Yedi Güzel Adam, Menziller, Korku ve Yakarış adlı kitaplarında yeralan şiirleri, kitaplarına girmemiş şiirleriyle birlikte vefatından sonra Bütün Eserleri I/Şiirler adı altında yayınlandı.Günlüklerini Yaşamak adıyla topladı.
ceyLin
27 November 2008, 16:38
Cahit Sıtkı Tarancı ( 1910)- (1956)
(1910-1956)
Diyarbakır'da doğdu. Galatasaray Lisesi'ni bitirdi. Mülkiye Mektebi'nde okudu. Paris'e gitti. ikinci Dünya Savaşı çıkınca geri döndü. Çevirmenlik yaptı. Ağır bir hastalığa yakalandı. Viyana'ya *****ürüldü. Orada öldü. Ankara'ya getirilip toprağa verildi. Otuz Beş Yaş şiiriyle ün yaptı. Hayat, aşk ve ölüm, şiirlerinin başlıca temalarını oluşturmaktadır.
ESERLERİ
Şiir:
Ömrümde Sükut (1933), Otuz Beş Yaş (1946), Düşten Güzel (1952), Sonrası (1957).
Düzyazı:
Ziya'ya Mektuplar (1957 - Z.O. Saba'ya yazdığı mektuplar). Şairin gazetelerde kalmış 22 öyküsünü Selahattin Öner'i toplamıştır: C.S. Tarancı'nın Hikâyeciliği ve Hikâyeleri (1976).
XXXXXXXXXXXXX
Şiirlerinden örnekler;
DESEM Kİ
Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lâzım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki...
İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.
AŞK
Açınca baharın dişi gülleri,
Bir başka rüzgâr eser bahçelerde.
Dinle çılgınca öten bülbülleri;
Sorma niçin düştüğünü bu derde.
De ki: – Aşktır şâdeden gönülleri;
Perişan, berbat eden gönülleri.
Aşk söyletir en yanık türküleri,
Ay buluta girdiği gecelerde.
BİR ÖLÜNÜN ARDINDAN
Kabrime çiçek getirenlere gülerim;
Gafil kişilermiş şu insanlar vesselâm;
Bilmezler ki bu kabirle yoktur alâkam;
Ben o çiçeklerdeyim, ben bu çiçeklerim.
ceyLin
27 November 2008, 16:38
Can Yücel ( 1926)- (12.08.1999)
1926 yılında İstanbul’da doğdu.Hasan-Ali Yücel’in oğlu. Ankara üniversitesi Dil ve Tarih -Coğrafya Fakültesi’nde Latince-Yunanca okudu, öğrenimine İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nde devam etti.12 Ağustos 1999 tarihinde öldü.
ESERLERİ
Nazım, nesir çevirileriyle de tanınan Can Yücel, şiir alanında ilk kitabı Yazma (1950). Sevgi Duvarı (1973), -Bir Siyasinin Şiirleri (1974), Ölüm ve Oğlum (1976), Şiir Alayı (1981, ilk dört şiir kitabının toplu basımı), Rengahenk (1982), Gökyokuş (1984) kitaplarında topladı. Bütün şiirleri (Gökyokuş dışında) 1985’te
yayımlandı: Beşibiyerde. Öteki şiir kitapları: Canfeda (1986), Çok Bi Çocuk (1988), Kısa devre (1990), Kuzgunun Yavrusu (1990), Gece Vardiyası (1991), Güle Güle- Seslerin Sessizliği (1993), Gezintiler (1994), Maaile (1995), Seke Seke (1997). Yazıları; Düzünden (1994), Ve Can’dan Yazılar (1995) adıyla yayınlandı.
ceyLin
27 November 2008, 16:38
Cavit Saracoğlu
9 Haziran 1935’te Üsküp’te doğdu.
Üsküp’te, “İrfan”, “Vuk Karaciç” ve “Tefeyyüz” okullarında okudu. 1957-1963 yılları arasında Müderris Abdül Fettah Rauf’tan ders ve feyz aldı. Osmanlıca’yı çok iyi bilmektedir.
Genç yaşlarında şiir yazmaya başladı. 1958 yılında “Birlik” gazetesine gönderdiği “Küçük Kuş” şiirinin birkaç dörtlüğünün, bir süre sonra Makedonya Türk yazarlarından birinin imzasıyla yayımlanması üzerine, gazeteye bir daha şiir göndermemeye karar verdiğini anlatmaktadır.
1988 yılında Türkiyeye göç etti. Bir hayli şiir yazmış olmasına rağmen, şiirleri hâlen kitaplaştırılamadı. (S. Engüllü)
x
Cavit SARACOĞLU'nun ''Ağlayan Vardar'' şiiri
Maziyi ruhuma bir önsöz gibi
Derinden anlatıp çağlayan Vardar
Ümitsiz neşesiz bir öksüz gibi
Baygın baygın akıp ağlayan Vardar.
Anlat şu derdini niye gizlersin Şu hasret nedendir kimi izlersin
Hedefin garp değil şarkı gözlersin
Koşarsın doğuya taşkınca Vardar.
Geçmişi anlatan ey koca Vardar Coşardın gelirdi rıhtım sana dar
Ağzını kapattı şimdi bu gaddar
Benimle bir yürek dağlayan Vardar.
Haklısın inleyiş devridir inle Osmanlı marşını rüzgârdan dinle
İlk giren askere yanık sesinle
Hoş geldin diyerek kol açan Vardar.
Şanlı tarihimin eserisin sen Beş asrı yaşatan bir serisin sen
Şimdi güya bir serserisin sen
Yürüyüp akarsın şaşkınca Vardar.
Bir zaman bizlerdik hâkim burada Anlı şanlı idik suda karada
Kosova Fatihi Sultan Murad’a
Rehberlik ederek yol açan Vardar.
İmanlı neferler temiz suyunla Abdest alıp kılmış eğik boyunla
Şimdi ise şu küffar cümbüş oyunla
İçini kirletip pisletir Vardar.
Gökler mi gürlüyor toplar mı patlar Rüzgâr gibi koşan o yağız atlar
Kılıç mı çarpışır şimşek mi nedir
Herhalde tekbirden düşman çatırdar.
Yaş dökmeden seni geçemiyorum Zehir mi suyun ki içemiyorum
Bakınca bir türlü seçemiyorum
Karşımda pek garip yabancı Vardar.
Sanma hayal bu ses bu avazeler Mutlaka o canlı devri tazeler
Baksana rüzgârın şu esmesine
Yatan şehitleri hep yelpazeler.
Şu coşan hissimin tercümânı ol Köpürüp taş Rumeli ummânı ol
Dertlerimin bari sen dermânı ol
Çoğaltma kalbimde usancı Vardar.
Esen yel o vakti yeniletiyor Hasrettir ki onu hep inletiyor
Beş asrın o gaza narelerini
Kuş ve ırmaklarından dinletiyor.
ceyLin
27 November 2008, 16:39
Cem Sultan ( 21.10.1458)- (30.10.1494)
459 yılında doğdu. Osmanlı şehzadesi. II. Mehmet’in (Fatih Sultan) oğlu olan Cem Sultan, on yaşına kadar sarayda sıkı bir disiplin altında eğitildi. 1469’da Kastamonu Sancak Beyliği’ne gönderildi. 1473’te, Doğu seferine çıkan babasına vekillik etmek üzere İstanbul’a geldi. II. Mehmed’in Anadolu’da Uzun Hasan’a yenik düştüğü dedikodusuna kanarak padişahlığını ilan etme düşüncesine kapıldı. Otlukbeli zaferini kazanarak İstanbul’a dönen II. Mehmed, oğlunun aklını çelenleri cezanlandırdı. Cem’i de, 1474’te ölen büyük oğlu Musafa’nın yerine Karaman-Konya valiliğine atadı. II. Mehmed’in ölümünü gizleyerek Bayezid’e ve Cem’e haberler uçuran Cem yanlısı Sadrazam Karamani Mehmed Paşa, onun hiç değilse bir hafta önce İstanbul’a gelebileceğini hesaplamıştı. Ancak, Bayezid, hızlı bir yürüyüşle İstanbul’a gelerek tahta oturdu.
Bunun üzerine Cem, Konya’da topladığı kuvvetle 28 Mayıs 1481’de Bursa’da sultanlığını ilan etti. Ağabeyine elçi göndererek ülkenin paylaşılmasını önerdi. Ama Bayezid, harekete geçerek 20 Haziran günü Cem’in ordusunu yendi. Yenik, yaralı ve bitkin Cem, Memluklar’a sığındı. 25 Ağustos’ta Kahire’de törenle karşılandı. Buradan ağabeyiyle uzlaşma yolları aradı. Bayezid, hükümdarlık emelinden vazgeçerse, bir milyon akçe göndereceğini bildirdiyse de buna yanaşmadı ve hacca gitti. Dönüşünde şansını bir daha denedi. Ankara’ya kadar ilerledi ama Bayezid’in harekete geçtiğini öğrenince geri çekildi. Sultan Bayezid’in Kudüs’e oturması önerisini de kabul etmeyerek kendisine bağımsız bir bölge verilmesinde diretti. Karamanoğulları Beyi Kasım’a kanarak Rumeli’ne geçmek düşüncesini benimsedi. Bunun için, 18 Temmuz 1482’de Anamur açıklarında şövalyelerin bir gemisine binerek Rodos’a hareket etti. Şövalyelerin başı Pierre d’Aubusson kendisini bir hükümdar gibi karşıladı ama, artık o, Hıristiyan dünyasının çok değerli tutsağıydı. d’Aubusson, bu değerli tutsağı sürekli Rodos’ta tutamayacağından 2 Eylül 1482’de Fransa’ya gönderdi. Keşifler, Rönesans ve Reform çalkantılarıyla yeni bir çağa girmekte olan Avrupa’nın kucağına düşen Fatih’in oğlu, müslüman ve muzaffer Osmanlı’ya karşı gerçekten değerli bir kozdu. Cem bu pahalı varlığının yanı sıra, romantik kişiliği, kültürü ve serüvenleriyle de Batı’nın ilgisini çekmeye başladı.Avrupa’daki veba salgını ve her an kaçırılma korkusu yüzünden, şövalyeler onu kent kent gezdirmek zorunda kaldı. Batı edebiyatında Zizimi adıyla çeşitli eserlere konu olan Cem’in Osmanlı divan edebiyatında da önemli yeri vardır.1495’de öldü.
ceyLin
27 November 2008, 16:39
Cemal Süreya ( 1931)
Asıl adı Cemalettin Seber.1931 yılında Erzincan’da doğdu.Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi (1954), Maliye Bakanlığında müfettiş muavini ve müfettiş olarak çalıştı. 1965’te istifa ettiyse de 1972’de Ankara’da gene aynı işe döndü, bir ara İstanbul’da Darphane Müdürlüğü yaptı (1975-1976), emekli oldu.İlk şiiri Mülkiye dergisinde (Ankara, 8 Ocak 1953) çıkan Cemal Süreya buluşları ve söyleyiş biçimiyle İkinci Yeni şiirinin karanlığını giderdi; gelenekten yenilik yarattı; zarif, parıltılı şiirler yazdı. Kendi adıyla, ya da Osman Mazlum imzasıyla, şiir üzerine yazıları, eleştirileri de aranan yazılar oldu.Aylık Papirüs dergisini üç kez çıkardı: 1- Dört sayı (1960-1961), 2- Gene 1. sayıdan başlayarak 47 sayı (1966-1970) ve 3- Tekrar 1. sayıdan başlayarak (1980 Bahar) 2 sayı. Nisan 1977’de Ankara’da çıkmaya başlamış aylık edebiyat dergisi Türkiye Yazıları’nın yönetmeniydi, ama 3. sayıda dergiyle ilişkisini kesti. - 9.Ocak.1990
ESERLERİ
İlk kitabını (Üvercinka) 1958’de, ikinci kitabını (Göçebe) 1965’te, üçüncü kitabını (Beni Öp Sonra Doğur Beni) 1979’da yayımlandı. Bunları Güz Bittiği (1988) ve Sıcak Nal (1988) adlı şiir kitapları izledi. İlk üç kitabındaki şiirleri yeni ilâvelerle 1984’te yeniden yayımladı: Sevda Sözleri (Toplu Şiirler, Uçurumla Açan adlı yeni bölümle). Şapkam Dolu Çiçekle (1976),
Günübirlik (1982) bir takım denemeleri toplayan eserleridir. Üvercinka ile Yeditepe Şiir Armağanı’nı, Göçebe ile Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü’nü, son iki
kitabıyla da Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazandı.
Ölümünden sonra eşine yazdığı mektuplar On Üç Günün Mektupları (1990), denemeleri 99 Yüz (İzdüşümler-Söz Senaryoları, 1990), Folklor Şiire Düşman (1992), Uzat Saçlarını Frigya (1992), dergi ve gazete yazıları Paçal (1992), ‘Oluşum’ da Cemal Süreya (1992), Papirüs’ten Başyazılar (1992), çocuklar için yazdığı yazıları ise Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi (1993) adlarıyla yayımlandı ve adına bir şiir ödülü konuldu.
ceyLin
27 November 2008, 16:40
Cenap Şahabettin ( 1870)- (1934)
1870 yılında Manastır'da doğdu. Askerî okullarda okudu. Askerî Tıbbiyeyi bitirdi. Paris'te ihtisasını tamamladı. Çeşitli yerlerde hekimlik yaptı. Emekli olduktan sonra Darülfünûn'da Türk Edebiyatı Tarihi derslerini okuttu. Fransız sembolizmi etkisinde kaldı. Servet-i Fünûn dergisinde yazdı.1934 yılında öldü.
ESERLERİ
İlk şiirleri Tamat adıyla basıldı. Şiirleri, ölümünden sonra "Cenab Şahabettin'in Bütün Şiirleri" adıyla yayımlandı
ceyLin
27 November 2008, 16:40
Cengiz Bektaş ( 1934)
1934 yılında Denizli'de doğdu. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi İç Mimarlık ve Mimarlık bölümlerinde okudu. Almanya'da mimarlık ve şehircilik kurslarına katıldı. Halen İstanbul'da yüksek mimar ve mühendis olarak çalışmaktadır.
ESERLERİ
Şairin; Kişi, Akdeniz, Mor, Dört Kişiydiler Bir de Ben, Yeryüzünün Yüreği, Yerdeli Gökdeli, Zeytinli Fırın Sokağı, Güz Ey, Fide, Onu birden, Dışların İçi adlı kitapları vardır
ceyLin
27 November 2008, 16:41
Cevdet Yücel Söztutan ( 1953)
Asıl adı Yücel Söztutan. Mahlas olarak “Cevdet” ismini kullanıyor. 1953 yılında Kars’ın Sarıkamış ilçesinin Sırataşlar köyünde dünyaya geldi. İlkokulu köyünde tamamladıktan sonra Erzurum Ticaret Lisesi orta kısmından 1969 yılında mezun oldu. 1972 yılında Gümüşhane Erkek Öğretmen Okulu’nu bitirdi.
7 yıl çeşitli yerlerde ilkokul öğretmenliği yaptıktan sonra girdiği Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı (Türkoloji) Bölümü’nden 1984 yılında mezun oldu. Aynı yıl 13 yıllık öğretmenlik mesleğinden ayrılarak Türkiye Gazetesi’nin Erzurum Bölge Haber Müdürü olarak göreve başladı. Daha sonra bu gazetenin Erzurum Baskı Tesisleri hizmete
açılınca Matbaa ve Yazı İşleri Müdürü oldu.1994 yılından beri de İstanbul’da İhlas Magazin Grubu bünyesinde göreve devam ediyor.
Türkiye Gazetesi’nde eğitim ve edebiyat üzerine bazı makaleleri; Mina, Kültür Dünyası, Milli Fikir ve yine Türkiye Gazetesi’nde çeşitli şiirleri yayınlandı. Doğu Anadolu Gazeteciler Cemiyeti tarafından röportaj dalında 1989 Gazetecilik Başarı Ödülü ile sayfa düzeni dalında 1990 Süleyman Necati Gazetecilik Başarı Ödülü aldı. Edebiyat tarihimizden derlediği nüktelerden oluşan Bir Deste Nükte adlı eseri Babıali Kültür Yayıncılığı tarafından basılarak piyasaya sunuldu.
Cevdet Yücel Söztutan, 27 Eylul 2005 tarihinde İstanbul'da vefat etti.
ESERLERİ
1- Bır Deste Nukte (Babıalı Kultur Yayıncılıgı)
2- Gul Kul Oldu Bagdat'ta (Babıalı Kultur Yayıncılıgı)
3- Sessız Hıkaye (IMG)
x
Bir Deste Nükte
Cevdet Söztutan
Babıali Kültür Y.
Herhalde yaşadığımız günlerin içinde zekâmızı ışıldatacak, yüreğimizi ısıtacak en güzel şey 'Bir Deste Nükte'dir. Fıkrayla nükteyi karıştırırız genelde, oysa fıkradan çok farklıdır o: Dilin inceliklerini ve o dilin kültürünü iyi bilmek gerekir nülte yapabilmek için. Bazen taarruz, bazen müdafaa içindir; kimi zaman öfkeyi, kimi zaman iltifatı taşır kanatlarında. Bu zengin geleneğe ulaşabilmeniz için işte size 'Bir Deste Nükte'.
ceyLin
27 November 2008, 16:41
Ceyhun Atuf Kansu ( 1919)- (17.03.1978)
Cumhuriyet devri şairlerinden 1919 yılında İstanbul’da doğdu.17 Mart 1978 tarihinde öldü.İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni (1944) bitirdi, çocuk hastalıkları mütehassısı olduktan sonra Ankara’da, Turhal Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü ile Etimesut Şeker Fabrikası kuruluşlarında doktorluk yaptı.
Önceleri halk şiiri geleneklerine bağlı şiirler yazdı (1938-1944), sonra Yeni Şiir’i benimseyerek 1940 kuşağının toplumcu şairlerine katıldı, bu toprağın dertlerini, acılarını, sevinç ve mutluluk
özlemlerini dile getirdi. Belli başlı hemen bütün fikir ve sanat dergilerinde şiir, makale, deneme ve hikayelerine rastlanmaktadır.).1986 yılından itibaren verilmek üzere adına bir şiir ödülü kondu.
ESERLERİ
Şiir kitapları: Bir Çocuk Bahçesinde (1941), Bağbozumu Sofrası (1944), Çocuklar Gemisi (1946), Yanık Hava (1951), Haziran Defteri (1955), Yurdumdan (1960), Bağımsızlık Gülü (1965), Sakarya Meydan Savaşı (1970), Buğday, Kadın, Gül ve Gökyüzü (1975).
Makale, inceleme ve denemeleri: Turhal Dolaylarında Çocuk Bakımı (1954), Anneler Soruyorlar (I. cilt, 1959, II. cilt 1961), Ya Bağımsızlık Ya Ölüm (1964), Tonguç’un Kitapları (1964), Hekimlik Andı (1964), Köy Öğretmenine Mektuplar (1964; Türk Dil Kurumu 1965 Deneme Ödülü’nü kazandı), Anayasa ve Yasalar (1965), Atatürkçü Olmak (denemeler, 1966), Atatürk ve Kurtuluş Savaşı (radyo konuşmaları, 1969-1972), Balım Kız Dalım Oğul (yurt yazıları, 1971), Halk Önderi Atatürk (1972), Cumhuriyet Ağacı (1973), Dram Kaynağı Olarak Söylev
(1980), Devrimcinin Takvimi (1982). Çocuk kitapları: İyi İnsan Mehmet Ali (1964, öykü), Üvey Ana (1964), Sihirli Değnek (1941) adlı bir de oyunu var. Muzaffer Uyguner tarafından derlenen kitaplarına girmemiş yazı ve şiirleri bir dizi kitap olarak yayımlanmaktadır: Güneş Salkımı (1991), Bir Kasabadan Resimler (1991), Halk Albümü (1993).Tahir ile Zühre halk hikâyesini de Sevgi Elması adıyla yeniden yazmış olan (1972) Kansu, Sakarya Meydan Savaşı kitabıyla Behçet Kemal Çağlar Ödülü’nü kazandı (1970).
Ölümünden sonra, kitaplarında yayımlanmış şiirleri Vecihi Timuroğlu tarafından hazırlanan Tüm Şiirleri’nde (2 cilt) toplandı (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1978
ceyLin
27 November 2008, 16:42
Çerkez Ali ( 1932)
Kırım Türk Edebiyatı
Çerkez Ali 1932 yılında doğar.Şairin "Köz Nurlarım" (1985) isimli eserinde yer alan şiirleri, yırları, baladları ve lirik manzumelerinde sovyet rejiminin propagandasını yapmıştır.
"Solmaz Çiçekler" (1975) manzumesi, Asan ve Asan'ın başından geçenlerin hikayesidir ki, bu bütün Sovyetler Birliği içinde yaşayan halkın durumunu anlatmaktadır. "Ukuklar" (1969), "Arzularım"(1971), "Yer Nefesi" (1979) isimli eserlerinde yer alan şiirleri ise Kırım Türk şiirinde önemli bir yer tutmaktadır.
ceyLin
27 November 2008, 16:42
Dadaloğlu
Dadaloğlunun doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin bir bilgi olmamakla beraber eldeki kaynaklardan 1785-1868 olarak belirlenmiştir.Yani Dadaloğlu’nun 18.yy’ın son çeyreğinde doğup 19.yy’ın ortalarında öldüğü bilinmektedir. Güney illerinde dolaşan Türkmen topluluklarının Avşar boyundandır.Yaşamı hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığımız Dadaloğlu’nun şiirleri yazılı kaynaklar aracılığıyla değil sözlü gelenek sayesinde bugüne ulaşmıştır.
Kalktı göç eyledi Avşar illeri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eder ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir
Belimizde kılıcımız
Kirmani Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir
Dadaloğlu yarın kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice Koçyiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir
*
Avşar içinde ben güzel gördüm
Kozar arasından çeker göçünü
Kınalamış ayağını başını
Sırma ile örmüş sümbül saçını
Her sabah her sabah kendini över
Altın saç bağları topuğu döver
Sâde kaşı ile gözleri değer
Acem ülkesinin tâc-ı tahtını
Dadaloğlu al yanağın gülünden
Misk kokuyor saçlarının telinden
İnce belli nazlı yarin dilinden
Birkaç sene bekleyelim Hacın’ı
ceyLin
27 November 2008, 16:43
Davut Sulari ( 1926)- (27.12.1984)
Davut Sulari 17 yaşında mana aleminde bade içen güçlü bir aşık. 45 yılı aşkın bir zaman aşıklık geleneğini sazıyla sözüyle başarıyla yürütmüş, adını yurt içinde ve yurt dışında duyurmuş bir aşık. Erzincan' ın Çayırlı ilçesinde 1926 yılında doğdu. Büyükannesinin çocuğu olmadığı için babası Veli çocuğunu nenesine vermiştir. Nüfus kaydı Rindi Hanım'ın üzerine yapılmıştır. Dedesi Kaltık Mehmet Ağa tasavvuf şairiydi. Dedesi genç Davut'a saz çalma şiir söyleme ve türkü yakma zevkini aşıladı.
Aşıklık geleniğinin halk şiirinin her türünde başarılı örnekler vermiştir. Davut Sulari nin yaktığı türküler bugün dahi usta halk türküsü sanatçıları tarafından TV de ve kasetlerde okunmaktadır. Ankara ve İstanbul radyolarında 4 yıl bölge sanatçısı olarak çalıştı. Davut Sulari 1955 yılından itibaren Konya'ya gelir özel şiirli türkülü programlar sunardı.
Aşıklar bayramının Konya'da yapılmasında emeği geçmiştir. Usta aşık türkü atışma güzelleme dallarında büyük bir yetenek sahibiydi. Doğu Anadolu da asırlardan beri dilden dile anlatılan efsaneleri menkibeleri şiirleştirir sazıyla etkili bir makam ve deyişle dost meclislerinde sunardı. Bütün ömrünü aşıklık geleniğne sadık kalarak sürdürdü. Sulari yi sazından sazını Sulari den hiçbir zaman ayrı düşünmek mümkün değildi. 27 Aralık 1984 tarihinde Davut Sulari bir aşıklar meclisinde Erzurum'da yanık yanık türkü yakarken bu dünyadan göçtü.
Siyah Perçemlerin
Siyah Perçemini Yar Yar Dökmüş Yüzüne,
Salınarak Gelen Hümaya Bakın.
Kimden Söz İşitmiş Yar Yar Düşmüş Hüzüne,
Kader Yakışmayan Simaya Bakin.
Yar Yar Yar Eylemem Men.
Yaktın Yandırdın Beni,
Zalım Aldattın Beni.
Ne Dedim De Darıldın,
Bir Pula Sattın Beni.
A Göksün Üstüne Yar Yar Bir Bağ Dikilmiş,
Bin bir Çeşit Çiçeklerden Ekilmiş.
Dün Uğradım Bir Ücraya Çekilmiş,
Bulut Mu Gaplamış şu Aya Bakın.
Yar Yar Yar Eylemem Men.
Elin Sitemini Yar Yar Ağlarken Gördüm,
Gül Dibinde Kâh gül Sararken Gördüm,
Bir Seher Akşamı Çağlarken Gördüm,
Davut Sulari'deki Sevdaya Bakin.
Yeter
Şu havayı gönül payedarından
Yarana elveda edelim yeter
Yedi nar sunanlar yandı narından
Cehennemde çıkıp gidelim yeter
..........................................
Ben dervişem hoşça kervan düzmüşem,
Gönlüm bahar yeli gibi sezmişem
Dalgıcım aşk deryasında yüzmüşem
Naz etme ey bülbül sedalım yeter
Davut Sulari'yim mana-yı natık,
Biz araf ehline uymuşuz artık
İlm-i cavidandan mücevher sattık
Gönül kervanını güdelim yeter
Kipriğin Gaşına Değdiği Zaman
Kipriğin Gaşına Da Değdiği Zaman,
Bekleme Sevdiğim De Vur Beni Beni.
Sevdanın Şafağı Da Söktüğü Zaman,
Diyardan Diyara Da Sür Beni Beni.
Saçların Rüzgarı Da Tel Tel Biçende,
Dudağın Dilinden De Şerbet İçende.
Gönlümde Duygular Ateş Saçan Da,
Alevden Gömleğe Sar Beni Beni.
Çek Katarı
Çek Katarı Ben Gelirim Peşine
Ali Meydanına Varalım Hele
Merhametin Yok Mu Gözüm Yaşına
Pire Bağlı Olup Duralım Hele
Ey Müminler Gerçek Erler Merhaba
Ey Rehberler Gerçek Pirler Merhaba
Hazır Dostlar Hazır Yerler Merhaba
Sakiler Sazları Kuralım Hele
Davut Suları'yım Gördüm Didarı
Muhabbeti Baldır Kendisi Arı
Hazreti Ali'nin Sır Zülfikarı
İnkarın Boynuna Vuralım Hele
ceyLin
27 November 2008, 16:43
Ece Ayhan ( 1931)
1931 yılında Muğla’nın Datça ilçesinde doğdu.İstanbul’da Atatürk Erkek Lisesi’ni, Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni (1959) bitirdi. Kaymakamlık, yayınevlerinde redaktörlük yaptı.İlk şiiri Türk Dili dergisinde çıkmıştı (Şubat 1954). Yeni motifler, karanlık çağrışım atkılarıyla ördüğü şiirleri; onu, şiirimizde 1956/57 yıllarında başlayan İkinci Yeni Akımının en çok sözü edilen şairlerden biri oldu.
ESERLERİ
Şiir kitapları:Kınar Hanımın Denizleri (1959), Bakışsız Bir Kedi Kara (1965), Ortodoksluklar (1968), Devlet ve Tabiat (1973), Yort Savul (1977- Şiir kitaplarının toplu basımı), Zambaklı Padişah (1981), Çok Eski Adıyladır (1982), Çanakkaleli Melahata İki El Mektup ya da Özel Bir Fuhuş Tarihi (kimi yazı ve konuşmalarıyla birlikte, 1991), Son Şiirler (1993), Bütün Yort Savullar (1994- Şiir kitaplarının toplu basımı)Defterler (1981; Yeni Defterler (genişletilmiş basım, 1984) ve Başıbozuk Günceler (ilk iki kitabın genişletilmiş basımı, 1993), Aynalı Denemeler (1995) günce-anılarını topladığı kitaplarıdır. Yalnız Kardeşçe ‘de (1984) şiir üzerine söyleşilerini, Kolsuz Bir Hattat’ta (1987) ve Şiirin Bir Altın Çağı’nda (1993) konuşmalarını ve yazılarını derledi. 1993’te yayımlanan Sivil Şiirler’de yazı, söyleşi, hikaye ve şiirleri yer alıyor. Daha sonra üç kitap daha yayımlandı. Dipyazılar (denemeler, 1996), Morötesi Requiem (anlatı, 1997), Sivil Denemeler (deneme, 1998).
ceyLin
27 November 2008, 16:44
Edip Cansever ( 1928)- (1986)
1928 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Erkek Lisesi'ni bitirdi. Yüksek Ticaret Okulu'ndan ayrılıp ticaret hayatına atıldı. 1950 yılından ölümüne dek Kapalıçarşı'da antikacılık yaptı. Nokta adında bir dergi çıkardı. İlk şiirlerinde büyük şehirde varlıklı bir delikanlının yaşama sevincini, tatlı avareliklerini dile getirdi. 1950'lerden sonra varoluşçuluk akımı etkisinde, kişinin sınırlı, tekdüze dünya kargaşasında yerini araştıran ve düşünce payı ağır basan şiire geçti. Bu yönelişiyle de ikinci Yeni şiirinin öncülerinden biri oldu. 1986 yılında öldü.
ESERLERİ
Başlıca şiir kitapları; ikindi Üstü, Dirlik Düzenlik, Yerçekimli Karanfil, Umutsuzlar Parkı, Petrol, Nerde Antigone, Tragedyalar, Çağrılmayan Yakup, Kirli Ağustos, Sonrası Kalır, Ben Ruhi Bey Nasılım, Sevda ile Sevgi, Şairin Seyir Defteri, Eylülün Sesiyle, Bezik Oynayan Kadınlar, ilkyaz Şikâyetçileri, Gül Dönüyor Avucumda'dır. Şairin 'Toplu Şiirleri', Adam Yayınları tarafından iki cilt halinde 1995'te basıldı.
ceyLin
27 November 2008, 16:44
Ekrem Kaftan ( 25.01.1967)
Asıl doğum tarihi 27 Nisan 1966. Resmi doğum tarihi 25/01/ 1967. Denizli’nin Tavas İlçesi’ne bağlı Vakıf Köyü’nde doğdu. Babasının adı Hüseyin, annesini adı Fatma’dır. 4 kardeşin en küçüğüdür. İlkokulu köyünde, ortaokul ve liseyi Tavas’ta bitirdi. 1987 yılında İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’na girdi. 8 Ağustos 1988 yılında Zaman Gazetesi’nde gazeteciliğe başladı. 3 yıl burada çalıştıktan sonra 11 Ağustos 1991 tarihinde ayrıldı.
1 Ocak 1992 tarihinde Türkiye Gazetesi’ne geçti. Aralıksız olarak 9 yıl 1 ay Türkiye Gazetesi’nde Kültür Sanat Muhabirliği yaptı.
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Yapı Sosyal Değişme Kürsüsü’nde “Türkiye Sivil Din Eğitimi” konulu sosyoloji masteri yaptı.
Yayınlanmış Eserleri:
Yeryüzü Melekleri (Roman- 1995)
Beyaz Zambak Gölgesinde (Şiir- 1997)
Gülistanbul (Şiir- 1999)
Yâristanbul (Şiir- 2001)
Kızıl Rüzgâr (Roman- 2002)
Sebebi Sensin (Şiir-2005)
Son İstanbul Şiirleri (Şiir- 2007)
Bâd-ı Sabâ’ya (Şiir-2007)
ceyLin
27 November 2008, 16:45
Ekrem Tuzlu ( 1933)
Ekrem Tuzlu
/şair /şarkıcı/
1933 yılında Tuzhurmatu ilçesinin orta mahallesinde gözlerini dünyaya açmıştır. Çileli yaşam çocukluk çağından beri onun adeta izindeydi. Gündüzleri bir marangoz yanında çırak olarak çalışır, akşamları pay-dostan sonra okulun yolunu tutar ve başarılı bir öğ-renci olduğundan hiç geri kalmamıştır. Sonraları Ker-kük’te Öğretmenlik Okulundan mezun olur. Süleyman Beg kasabasında resim öğretmenliği yapar. Sanatçı, ses eğitimini Hacı Merdan, Zeynülabidin Küzeci, Teki Demirci gibi üstatların yanında, onlardan hoyrat ve makam usullerini öğrenerek geliştirir.
ceyLin
27 November 2008, 16:45
Emin Semsuğ ( 1900)
1900 yılında, Suriye'nin halen İsrail işgali altında bulunan Golan yöresinde, Mansure köyünde doğdu. Büyük Çerkes, sürgününde (1864) önce Balkanlar'a, sonra da Suriye'ye göçetmek zorunda kalan dedesi, Mansure köyünün ileri gelenlerinden biri ve köy muhtarıydı. Babası Semguğ Eyüp’de Trablusgarb'ı (Libya) İtalyan saldırısına karşı savunan Osmanlı güçlerine katılarak orada savaşmıştı (1911).
İlk öğrenimini köyünde ve Kuneytra kasabasında Arapça, orta öğrenimini ise Şam ve Beyrut'da Türkçe olarak yaptı. Beyrut'ta kaldığı iki yıl içinde Fransızca'yı da öğrendi. Daha sonra Fransa'ya giderek "L'ecole National de Grignon" ve "L'ecole des Sciences Politique" de okudu. Genel tarım ve uluslararası siyaset konularında iki diploma aldı. Bu yıllarda, Paris, Berlin, Prag, Varşova gibi Avrupa başkentlerinde bulunan Kafkasya'lı göçmenlerin örgütleri ve yayınlarıyla sürekli ilişki içinde bulundu. Onlarla Arap ülkelerindeki ve Türkiye'deki Kafkas göçmenleri arasında ilişkiler kurulmasında hizmeti geçti. "Kafkasya Dağlıları Halk Partisi" (Narodnaya Partiya Gortsev Kavkaza) adlı örgüt içinde yer ve görevler aldı. Bu çalışmalarını ve ilişkilerini Suriye’ye döndükten sonra da sürdürdü. Bazı idari görevlerde ve Kuneytra Belediye Başkanlığı'nda bulundu. Kuneytra'da kız ve erkek öğrencilerin bir arada öğrenim gördüğü ortaokul düzeyinde bir Çerkes Okulu'nun açılmasını sağladı. Bu okulun ilerde özellikle tarım konusunda bir meslek okulu olarak geliştirilmesini tasarlıyordu. Antakya Reyhaniye'de, Kuneytra'daki Hışniye ve Adnaniye köylerinde de bu okulun şubelerinin açılması için çalıştı. Suriye'deki Çerkes göçmenlerini sömürgeci Fransız yönetiminin etkilerinden biraz olsun uzaklaştırmak, memurluk ve askerlik yerine tarım ve ticaret alanlarına yöneltmek gayesiyle 1937 yılında yerel sermayeyle "Şirketiccevlan-etticariyye" adlı şirketin kurulmasını sağladı.
Kuneytra'da Çerkesce-Fransızca-Arapça-Türkçe olarak yayınlanan "Marg" (1928-31) gazetesinin yayınında emeği geçti ve bu gazetede yazılar ve şiirler de yazdı. Adigece, Fransızca, Arapça ve Türkçe'yi çok iyi bilir, boş zamanlarında armonik çalarak Çerkesce ağıtlar okumaktan hoşlanırdı. Edebi ve sosyal yönleri yanında son derece mütevazı bir kişiliğe de sahipti. Herkesin derdini dinler ve çare arardı. Suriye'deki Çerkes göçmenlerinin sosyo-politik ve kültürel gelişmesine önemli katkıları olan bir kişidir. Bunun yanında Çerkes ve Dürzi halkları arasında meydana gelen anlaşmazlıklar ve çatışmaların yatıştırılmasında da olumlu katkıları olmuştu. 1952 yılında öldü.
ESERLERİ
Eserlerinden bazıları: "Elifba Şerkesiyye" (Çerkes Alfabesi), "Eş'ar Şerkesiyye" (Çerkes Şiirleri), "Tarih-i Şerakise minzulkadim ve haddel asrel hadis" (Geçmişten Günümüze Kadar Çerkes Tarihi), "Eşşerakise fı hurubihim dıdal kayasera" (Çerkeslerin Çar'lara Karşı Savaşları, Humus 1948), "Medhal ile tarih-i Şerakise" (Çerkes Tarihine Giriş. Ölümünden sonra 1980'li yıllarda yayınlanmıştır.)
ceyLin
27 November 2008, 16:46
Enis Batur ( 28.06.1952)
28 Haziran 1952 yılında Eskişehir’de doğdu. Orta öğrenimini İstanbul ve Ankara’da tamamladı. Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde başladığı yüksek öğrenimini Paris’te bitirdi (1976).Yazı hayatına sinema ve müzik eleştirileriyle başladı. (1970, Ulus). İlk edebiyat ürünü Yeni Dergi’de yayımlandı (1974). Sonraları daha çok Türk Dili, Oluşum, Soyut, Somut, vb. dergilerde ismine rastlandı. Yurda dönüşünde, Ankara’da, 1975’te tek sayı yayımlanan 3 aylık kültür dergisi Yazı’yı yeniden çıkardı (1978, 8. Sayı 1980), M.E.B. Yayın İdaresini, Oluşum (1978-82) ve Tan (1982) dergilerini yönetti. 1983’te İstanbul’a yerleşti. Önce Milliyet’te, sonra Gergedan ve Şehir dergileri (1987-88) çerçevesinde yayıncılık yaptı, 1988’den bu yana Yapı Kredi Yayınları’nda çalışıyor.
ESERLERİ
Şiirlerini Eros ve Hgades (1973), Bir Ortaçağ Yalnızlığı (1973), Nil (1975), Ara Kitab (1976), İblise Göre İncil (1979), Kandil (1981), Sarnıç (1985), Tuğralar (1985), Gri Divan (1990), Koma Provaları (1990), Perişey (1992), Darb ve Mesel (1995), Opera 1-4004 (1996), Doğu-Batı Divanı (1997) kitaplarında; toplu şiirlerini (1973-87) Yazılar ve Tuğrlar’da (1987); denemelerini Ayna (1987), Şiir ve İdeoloji (1979), Tahta Troya (1981), Alternatif Aydın (1985), Babil Yazıları (1986), Estetik Ütopya (1987), Otuz Kuş Birden Olmak (1986), İki/z (1988), Bu Kalem Bukalemun (1988), Eşittir Sonsuz (1989), Kediler Krallara Bakabilir (1990), Gönderen: Enis Batur (1991), Başkalaşımlar (1992), Hatay’da Bir Rolls Royce (1992), Sözlük (1992), Küçük Kıpırtı Tarihi (1992), Perec Kullanma Kılavuzu (1993), Kırkpare (1993), Yazının Ucu (1993), Gesualdo (1993), Saatsiz Maarif Takvimi (1995), E/Babil Yazıları (1995), Kesif (1996), Yolcu (1996), İki Deniz Arası Siyah Topraklar (1997), Seyrüsefer Defteri (1997), Bu Kalem Melun (1997), Modernizmin Serüveni (1997), Frenhoferolmak (1997), Aciz Çağ (1998) kitaplarında topladı.İtalya’da iki şiir kitabı yayınladı: Scritte Sigili (1991), Imago Mundi (1994). Kara Mizah Antolojisi’ni (1985), Modern Dünya Edebiyatı Antolojisi’ni (1988) ve Unutulmuş Şiirler Antolojisi’ni (1994) düzenledi.Şiir ve İdeoloji adlı kitabıyla 1980 Türk Dil Kurumu Deneme Ödülü’nü, Perişey ile 1993 Cemal Süreyya Şiir Ödülü’nü, Opera ile Altın Portakal Şiir Ödülü’nü, Sibilla Aeramo Şiir Ödülü’nü Aldı (İtalya).
Enis Batur'un YKY'deki kitapları
Başkalaşımlar I-X (1992, 2. baskı 2000), Başkalaşımlar XI-XX (2000), Gütenberg Gökadasına Gezi (1993, 2. baskı 1995),
Yazının Ucu (1993, 2. baskı 1995), Gesualdo (haz. 1993, 2. baskı 1994), E/Babil Yazıları (1995), Bu Kalem Bukalemun (1997),
Bu Kalem Melûn© (1997), İki Deniz Arası Siyah Topraklar (1997), Modernizmin Serüveni (haz. 1997, 4. baskı 2000), Seyrüsefer Defteri (1997), Doğu-Batı Dîvanı (1997, 2. baskı 1998), Aciz Çağ, Faltaşları (1998), Issız Dönme Dolap (1998), Amerika Büyük Bir Şaka (1999, 2. baskı 2000), Acı Bilgi (2000, 2. baskı 2000), Râbia Hâtun: Tuhaf Bir Kıyâmet (haz. 2000), İlhan Berk: Mağara Ressamı, Sapkın Nakkaş, Nâmahrem Kalem (haz. 2000), Smokinli Berduş (2001), Kum Saatından Harfler (2001)
HAKKINDA YAZILANLAR
Ahmet Oktay/ İsrafil’in Sur’u, Otuz Kuş Bakışı
Dr. Hatice Aynur/ Enis Batur Bibliyografisi İçin Bir Deneme 1970-1995
Opera odağında Enis Batur Şiiri(1997).
ceyLin
27 November 2008, 16:46
Enver Selamet ( 1917)- (1980)
Kırım Türk Edebiyatı
İkinci Dünya Savaşından önce şiirleri gazetelerde çıkan Enver Selamet (1917-1980), yaptığı edebi araştırmaların sonucunu eserlerine aksettirerek devamlı gelişme gösteren, dolayısıyla da Kırım Türk şiirinin inkişafında mühim rol oynayan şairlerden biridir. Şairin "İçken Suvlarım" (1970), "Bilgen Olsa Promatey" (1977), "Tayan Omuzıma" (1980) adlı eserlerinde bu gelişmeyi takip etmek mümkündür. Şairin Kırım da iken çocuklar için yazdığı "Ay Balta" isimli eseri 1971 yılında Özbek Türkçesine aktarılmıştır.
ceyLin
27 November 2008, 16:46
Ercümend Behzad Lav ( 1903)
1903’te İstanbul’da doğdu, 16 Mayıs 1984’te aynı yerde öldü. İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdikten sonra 1921-25 arasında Berlin’de tiyatro ve müzik eğitimi gören Lav, İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda aktör ve rejisör olarak çalıştı; 1951-61 arasında İstanbul Konservatuvarı’nda öğretmenlik yaptı.
Eser Demirkan’ın Ercümend Behzad Lav: Hayatı, Sanatı, Eserleri (2002) kitabındaki saptamasına göre, Lav’ın ilk dört şiiri, 1920 yılında Necdet Rüştü, Sedat Nami, Servet Ata, Haydar Şevket, Seniha Cemal, A. Sırrı, A. Fahri, Lami Nihat ve Nihat Şevket ile birlikte çıkardığı Çelenk adlı ortak kitapta (Halk Kütüphanesi, İstanbul) yer aldı; dergilerde çıkan ilk şiiri ise Servet-i Fünun dergisinin 19 Mayıs 1927 tarihli sayısında “Fütürizm” üstbaşlığıyla yayımlanan “Şüphe” oldu; ancak, Lav bu beş şiiri hiçbir kitabına almadığı gibi Çelenk’ten de hiç söz etmemiştir.
Ercümend Behzad Lav, ilk kitabı S.O.S.’ten başlayarak ölçülü-uyaklı şiire ilk karşı çıkanlardan oldu. Gerçeküstücülük, fütürizm ve kübizm gibi şiir akımlarını denedikten sonra hümanist bir görüşle yazdı.
Kitapları:
Şiir: S.O.S (1931, 1965), Kaos (1934, 1965), Açıl Kilidim Açıl (1940, 1965), Mau Mau (1962, 1970); Üç Anadolu (1964). Oyun: Karagöz Stepte (1940), Altın Gazap (1971).
ceyLin
27 November 2008, 16:48
Erdem Beyazıt ( 1939)
1939’da Maraş’ta doğdu. İlkokul ve Lise öğrenimini burada tamamladı. Yüksek öğrenimine 1959 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde başladı. Geçim zorluğu yüzünden 1961’de öğrenimini devam mecburiyeti olmayan Ankara Hukuk Fakültesine naklederek askere gitti. Askerliğini yedek subay öğretmen olarak Burdur İli, Yeşilova İlçesi, Çuvallı köyünde yaptı. Askerlik dönüşü fakülte değiştirerek yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi DTCF Türk Dili ve Edebıyatı Bölümünde tamamladı. Edebiyat öğretmenliği, kütüphane müdürlüğü yaptı. İstanbul Türk Musikîsi Devlet Konservatuarı’nın kuruluşu sırasında genel sekreter olarak çalıştı. Daha sonra, Sanayi Bakanlığı İnsan Gücü Eğitim Dairesi Başkan Yardımcısı iken bu görevinden istifa suretiyle ayrılarak Akabe Yayınları’nın ve Mavera dergisinin yönetimini üstlendi. 1984’te Akabe A.Ş.’nin İstanbul’a taşınması kararı ile bu görevini devrederek yeniden memurluğa döndü. DPT’de sözleşmeli personel olarak çalışırken, 1987 Milletvekili seçimlerinde Anavatan Partisi’nden aday oldu. Kahramanmaraş’tan milletvekili seçildi. TBMM’nin 18. Dönem çalışmaları süresince Milli Eğitim ve Çevre Komisyonlarında görev aldı. 1991 seçimlerinde adaylığını koymadı, İstanbul’a yerleşti. Evli ve dört çocuk babasıdır. Tok, kavgacı, destana yatkın bir üslûpta söylenmiş olan şiirlerinde ayrıca ince duyarlılıklar işlenmiştir. İslâmî ton bir “leit-motiv” halinde bütün şiirlerine yayılmıştır. Şiirleri Açı (K. Maraş), Çıkış (Ankara), Yeni İstiklâl, Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera ve Yedi İklim dergilerinde yayınlanmıştır. Aldığı Ödüller: Risaleler; Türkiye Yazarlar Birliği 1988 Şiir Ödülü. İpek Yolundan Afganistan’a; TYB 1983 Gazetecilik Ödülü.
ESERLERİ:
*Sebeb Ey İlk şiir kitabı 1972’de Edebiyat Dergisi Yayınları (2. baskısı Akabe Yayınları, 1979)
*Risaleler son şiirleri adı altında Akabe Yayınları arasında 1987 yılında çıktı (2. baskı 1989).
*Şiirler (Sebep Ey ve Risaleler iki kitap bir arada) İz Yayıncılık tarafından 1992 yılında basıldı (4. baskı 1998).
*İpek Yolundan Afganistan’a:1981’de İran, Pakistan, Afganistan ve Hindistan’ı içeren iki aylık gezi ile ilgili izlenimlerini kitaplaştırdı (Akabe Yayınları 1982).
ceyLin
27 November 2008, 16:49
Erol Elmas ( 1969)
1969 yılında Gümüşhane Kelkit’te doğdu.Gazi Üniversitesi İİBF’den mezun oldu.Bir kamu kuruluşunda görev yapmaktadır.TBMM ve Başbakanlıkta görev yaptı.
Yerli düşünce eksenli Bu Ülkenin Çocukları dergisini çıkardı. Bir çok dergide şiirleri yayınlandı ve çeşitli yarışmalarda dereceler elde etti.Bazı şiirleri çeşitli bestekarlar tarafından bestelendi.
Ülke ve Yarın dergilerinde siyasi yazılar,Ustura ve Amele dergilerinde ‘Meclis Çaycısı Tek Şeker Dursun’ anlatıyor isimli mizahi öyküler yazdı.
Türkiye’nin değerlerine sahip çıkan,Türkiye’nin potansiyellerini harekete geçirilmesi konusunda fikirler üreten yazılarının yanı sıra Türkiye’ye içeriden bakabilen yerli bir bakışı yazılarında her zaman görmek mümkün.
ESERLERİ
1-Bu Ülkenin Çocukları
Deneme
21.Yüzyıl Yayınları
Ankara 2004
ISBN 975-96921-1-2
Hakkında Yazılanlar:
Erol Elmas, Bu Ülkenin Çocukları’ndan.
Anadolu’nun en ücra köşelerinden, yaylalarından, ovalarından, nehirlerinden sesler getiriyor. Yaylalar, suyun soğuk, ayranın lezzetli, gençlerin sağlıklı olduğu alanlar. Yaşadıkları kendi içlerinde derin ve dipsiz bir kuyuya düşmüş gibi sarsıntılar, çatışmalar umutlar ve aşklar barındırıyor. Gündeme gelmediği, sesleri duyulmadığı için yok sayılıyor. Habersiz kılındığımız bir coğrafya. Bu coğrafyanın ilk sakinleri. Mutluluğun son kahramanları.
Ne var ki sesi olmayanın kendisini de yok sayıyoruz.
Erol Elmas bu coğrafyanın, bu coğrafyada sakin insanların sesine zemin olmuş; bu nedenle Bu Ülkenin Çocukları varlar ama sesleri kendilerine yetmiyor. En derin gönüllerde yoğunlaşan, boğulan ve dağılan bir ses onlarınki. Kitap, bu sesleri duyulur, feryat sahiplerini görünür kılıyor. Onlar bizden, biz onlardanız ve biz onlar içinden çıkanlarız.
Şehirleri onlar adına kuşatıyor, seslerini şehirlerin en merkezî yerinde duyulur kılmaya çalışıyoruz. Onlar halılarda, kilimlerde bu ülkenin türküsünü ilmik ilmik işlerken, genç kızların aşkını ipliklerin rengine boyarken, biz şehirlerde camilerin çinilerini çalıyor, geride derin, çirkin, hoyrat yara izleri bırakıyoruz.
Kim diyebilir ki Bu Ülkenin Çocukları’nın gönlünde bıraktığımız yaralar; çinisini kaybetmiş bir camii duvarından daha yaralı, daha hüzün verici değil. Hiçbir fotoğraf resmedemez ve hiçbir kamera çekemez diye yaşanmaz mı sanılır acılar?
Bu Ülkenin Çocukları kendi coğrafyalarında bir türkü olurken, estetik ve etik bir duruş sergilerken, sürüsünü yönlendiren bir çobanın kavalında bin yıllık bir nağme iken Büyükşehirlerde hoyrat, kaba ve saldırgan bir naraya dönüşüyor.
Ellerindeki bağlamaları, gitarla değiştiren, ama sesini, konumunu ve anlamını kaybedendir. Türküleri çelik testerelerle keser, yüreğini zımparalarken kendi olmaktan çıkan, hiçbir yere ait olamamışlığın sakilliği içinde kalakalmakta, köprü altlarında yatarken, yüksek binalarda evrak imzalamaktadır. Duruşu sarsılmış, sesi bozulmuş pahalı giysiler içinde köşe başlarında fedailik yapmaktadır.
Estetikten yoksun bir hoyratlığın mücessem abidesidir artık. Yabancılaşmanın yön levhası, kaybolmanın resmi, göçebeliğin postmodern heykelidir. Yaralı,ama sebebini bilmez, sarhoş ama içtiğini görmez, caddelerde ama nereye yürüdüğünü bilmez haldedir. Herkesin gözü önündedir. Kimse farkında değildir. Kendisi de farkında değildir, yayladan şehre inerken kaybolduğunu bilmeyendir.
Bu Ülkenin Çocukları ince hastalıklarımızın teşhisi, farkındalığı ve şehirlerin vicdanı gibidir. Her vicdan gibi kendisinden uzak ve gücünden habersizdir. Bu ülkenin toprakları işgal edilirken çoğalan bebek mezarları, artan sığınma evleridir. Bütün kalemler; bir sese dilini, bir yüze tebessümünü, bedenlere heybetini veremez bir kekemelik içindedir. Mektup yazmak nostaljidir. Konuşan, elektronik mail, digital mesaj, telefonlarda polifonik bir sestir.
Erol Elmas, doğal bir sesi, mütebessim bir yüzü ve umutlu bir aşkı anlatıyor.
Bu Ülkenin Çocukları, kendilerini ve ülkelerini aşkın gözalıcı renklerine boyadığı, albenili afişlere sığdırdığı, televizyon karelerine eklediği zaman herkes sılasına kavuşacaktır. İçimizdeki sıladan uzak, gönlümüzün konaklarından habersiz, postmodern garipleriz. İçimizde düşmanlıklar; şehirlerin yeni sakinleridirler. Hem yerli hem yabancı hem gariptirler. Gurbet öz diyarımız, sılalar gurbet olmuştur. Bu hercümerci yaşayanlar, büyük depremlerin fay hattında çürük binalardır. Yıkılması an meselesi, ayakta kalması mucizedir. Bir mucize içinden geçmeden hiç kimse bir hikmete, irfana ulaşamayacak kadar bihaberdir.
Yaralı olan sadece, bilinçlerimiz değil, gönlümüz, sevdamız, medeniyetimizdir. Bu yaraya tuz basmak Bu Ülkenin Çocukları’nın son çaresi; gideceği guraba hastanesi ve sigortası yeşil karttır. Bu çembere sığmayanlar, ufuk çizgisine gözlerini dikmekte ve gelenin Nuh’un gemisi olması için sürekli duada, bitmeyen temenniler içindedir.
Bu Ülkenin Çocukları, bu temennilerden bir ses, kuyudan seslenen Yusuf’tur.
Mustafa Everdi
2-Ateşe Düşen Gül
Şiirler
Erol Elmas
Ankara 1999
ISBN 975-96921-0-4
Hakkında Yazılanlar:
Şiir ve Erol Elmas
Şiir, duyguların en çarpıcı şekilde; samimi, melodik ve orijinal dille ifadesidir.Güzel bir şiir, bir romanın özetidir...Geleneksel şiirimiz olan hece vezni, koşma tarzımızın yaşaması için böyle yetenekli gençlere ihtiyacımız bitmeyecektir.Şiir dünyamıza ilk kitabıyla adım atan şair Erol Elmas’ı kutluyor, gözlerinden öperken başarılarının devamını diliyorum.
Cemal Safi
3-Fıkra Değil Gerçek 1
(Mizah)
İstanbul 2004
ISBN 975-281-012-8
Parantez Yayınları
Helikopter yumurtası olur mu? İneğe yeşil kart verilir mi? Yangın merdiveni neden yapılır? İnsan kendi kendini zehirler mi?
Tabancayla kaşınırsan ne olur? Türkiye garip ama gerçek olayların sürekli yaşandığı bir ülke. Buradaki olaylar gerçek olmasına gerçek de gariplik kişiden kişiye değişebilir. Fıkra gibi olaylar, günlük sıradan bir haberdir. Hergün karşılaşma ihtimali olan bir olaydır. Bir kısmına bizde şahit olmuş hatta başımızdan geçmiştir. Çünkü biz de bu ülkede yaşıyoruz, buraya aitiz.
4-Fıkra Değil Gerçek 2
(Mizah)
İstanbul 2005
ISBN 975-281-042-X
Parantez Yayınları
Makinistsiz tren kaç kilometre gider?
Kadınlık hormonundan doping olur mu?
Yunan arıları Türk balını nasıl çalar?
Şaşkın hırsız nereye sığınır?
Hasta danayı hastaneye nasıl *****ürürsünüz?
Otobüs durağı neden çalınır?
Burnunu karıştırmanın cezası nedir?
Vakitsiz öten horozu ne yaparlar?
Dünya’nın en pahalı arazisi nerededir?
Hepsi birer kara mizah örneği olan olaylar…
“Burası Türkiye” dedirten yaşadığımız ülkenin
gerçekleri…
Bir fıkra, bir mizah eseri derinliğinde haberler…
Erol Elmas, hayata gülerek bakalım diye birbirinden garip, ilginç olayları bir araya topladı.
x
YETKİLER VE YETKİLİLER
Erol Elmas
[email protected] (
[email protected])
Masum ve güzel insanlar Anadolu’nun en ücra yerlerinden kalkıp geldiler buralara.Daha doğrusu buralara öyle kolay gelmediler;engelleri aşarak,bin bir zorlukla mücadele ederek geldiler.Yoksullukları ile geldiler.Ne dedeleri paşaydı,ne dayıları genel müdür,ne de bürokrasi de bir akrabaları vardı.Hayatları hep bıçak sırtlarında geçmişti.Bir şekilde şehirle tanışmaları gerekirdi,onları şehirle zekaları ve azimleri tanıştırdı.Öğretmensizliğe rağmen gelip şehir kapılarında beklediler.Şehir onları hemen kabul etmedi.Üniversiteler onlara hemen açılmadı.Ama zekaları engel tanımıyordu.Okudular…
Mezun olunca yine tanıdıkları yoktu.Kimse onları çağırıp iş teklif etmedi.Ama gözlerindeki zeka pırıltıları bile dengeleri değiştiriyordu.Onları saklamanın imkanı yoktu.Daha ne kadar saklayabilirdiler ki…Saklayamadılar,yok sayamadılar…
Kurumların sınavlarında ince ince işlenmiş oya gibi öne çıktılar.Fabrika dokumalarının yanında bunların bir el mahareti ile ortaya çıktıkları belliydi.Gözlerindeki zeka ışıltılarının yanında,gönüllerinde taşıdıkları değerler vardı.Gerçi kurumlar bunlara fazla bakmazdı ama olsun onların bir farkı olmalıydı değil mi?.Okudukları okullar belliydi.Okuduğu okulları karşılarına engel olarak koymak güzel bir buluştu.Bürokratlar bu konuda engel çıkarma ustalarıydı.Nasıl olsa engel çıkarmaya yetkileri vardı.
Hiçbir zorlukla karşılaşmamış,özel hocalarla okutulmuş,paralı kolejlere ve paralı üniversiteler yollanmış,iş teklif edilmiş bu insanlar,diğerlerini nasıl kabul etsinler ki…Bunlar da nereden çıktılar…
Bazı yetkililerin;pahalı elbiseleri,masaj salonlarında rahatlamış yüzleri,pamuk gibi yumuşacık elleri,hanım hanımcık tavırları vardı.Lüks odaları,dilsiz uşakları,çekmecelerinde gizli mühürleri,bir insanın hayatını alt üst edecek kararları vardı.Samimi sekreterleri,çok hatlı bedava telefonları,şoförlü arabaları,lojmanları vardı.Bir tehlike anında hemen devreye koyacakları bir çok tanıdıkları,eşleri,dostları,ahbapları vardı.Her şeyleri garanti altına alınmıştı.
Anadolu’dan gelen bu güzel çocuklar;engellere,sınavlara ve mülakatlara tabi tutularak elenebildiği kadar elendiler.Kalanlar ağları yırtarak geçmişlerdi.Yapacak bir şey yoktu.Yoktu ama gidebilecekleri bir mesafe de yoktu.Gidebilecekleri mesafelere birkaç imza ile ulaşılabiliyordu.Bu kadar imzayı atacak ilişkileri hiçbir zaman olamazdı.Arkalarında sadece annelerinin duaları vardı…
En pahalı lokantalara gidip yeni ortaklar bulmadılar.Hafta sonu tatilleri için dağ evlerine gitmediler. Tanınmış(yada pahalı) elbise satan mağazalara uğramadılar.Yazları asla yurt dışındaki cennet köşelerine çoluk çocuk yada metresleri ile gitmediler.Çalıştıkları yerleri soyup soğana çevirmediler.
Bu çocuklar niye böyle şeyler yapmıyorlardı.
Bunlar da çok fazla oluyorlardı.Ne sanıyorlardı kendilerini
ceyLin
27 November 2008, 16:49
Ersin Salman ( 04.02.1941)
4 Şubat 1941 Ankara doğumlu.Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ni bitirdi.1964’te açılan sınavı kazanarak TRT’ye girdi, 1971 sonuna kadar TRT Ankara Radyosu’nda program yazarı ve yapımcısı olarak çalıştı, yanı sıra radyo oyunları yazdı ve uyarladı.12 Mart darbesinden sonra meslek değiştirmek zorunda kaldı, 1971 Aralık’ında Manajans’ta reklamcılığa başladı. 1975’te üç ortağıyla birlikte Ajans Ada’yı kurdu.Ajansk Ada 1993’te Merkez Ajans’la birleşerek Adam Tanıtım; aynı yıl için The Lowe Group’a hise devrederek Lowe Adam adını aldı.Ersin Salman Anadolu Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi’nde lisans ve yüksek lisans düzeyinde 'Reklamcılık ve Halkla İlişkiler', Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde "Reklamcılık Bilgileri" dersleri verdi. "Sürekli Aydınlık için 1 Dakika Karanlık" eylemine öncülük eden Aydınlık için Yurttaş Girişimi’nin yanı sıra, Sivil Anayasa Girişimi’nin de gönüllü üyelerinden olan Salman, Reklamcılar Derneği Başkanlığı, Türkiye/Yunanistan Dostluk Derneği Genel Sekreterliği yaptı; Reklam Yazarları Derneği, 1907 Fenerbahçeliler Derneği ve TÜSİAD üyesi. 1991’de Cumhuriyet Gazetesi’nin Yunus Nadi Yarışması’nda "şiir" dalında mansiyon aldı. 1994 yılında "Misafir Terlikleri" adlı şiir kitabı Oğlak Yayınları’nın "İlk Yapıtları" dizisi içinde çıktı. Salman şiirlerini Adam Sanat Dergisi’nde yayımlıyor, yazılarını Radikal Gazetesi’ne yazıyor.
ceyLin
27 November 2008, 16:50
Fazıl Ahmet Aykaç
1884 yılında İstanbul'da doğdu. Öğrenimini İstanbul Fransız Lisesi'nde, ardından Paris Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde tamamladı. 20 yıl kadar liselerde öğretmenlik yaptı. 1927-1938 yılları arasında milletvekilliği yaptı. Edebiyata şiirle başladı ve Fecr-i Âti topluluğuna katıldı. Fikir yazılarını çeşitli gazete ve dergilerde yayınladı. Eğitim, psikoloji ve felsefe alanlarında yazılar yazdı. Mizah ağırlıklı şiirleriyle oldukça ilgi topladı. 1967 yılında vefat etti.
ESERLERİ:
Kırpıntı, Divançe'i Fazıl, Harman Sonu, Şeytan Diyor ki, Tarih Dersi, Fazıl Ahmet.
ceyLin
27 November 2008, 16:50
Ferman Karaçam ( 1955)
1955 yılında Ardahan'da doğdu. İlk ve ortaokulu Ardahan'da, liseyi Erzincan'da bitirdi.
1982 yılında Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu.
Çok sayıda dergi ve gazetede şiir ve yazıları yayımlandı.
1985 -1987 yıllarında İlim ve Sanat Dergisi’nin yayın müdürlüğünü yaptı.
1987’de Gülçocuk Dergisi’ni çıkardı ve yazıişleri müdürlüğünü yaptı.
1989’da İslam Dergisi’nin genel yayın yönetmeni oldu.
1990-1997 yılları arasında TDV İslam Ansiklopedisi’nde yöneticilik yaptı. Ansiklopediye bazı te’lif maddeler yazdı.
Ayrıntı dergisini çıkardı ve yönetti.
Daha sonra bir yıl süreyle bir radyoda genel müdürlük yapan Karaçam halen Radyo 7’nin genel yayın müdürlüğünü yürütmektedir.
Karaçam 1981 yılında evlendi ve üç erkek çocuğu vardır.
ceyLin
27 November 2008, 16:50
Fevzi Ekrem Terzioğlu
Savaşın gölgesinde Irak edebiyatı: Sert, acılı ve coşkulu...
Iraklı Türkmen şair Fevzi Ekrem Terzioğlu ile silahların gölgesinde yaşanan kültürel ortamı ve Irak Türkmen edebiyatını konuştuk. Terzioğlu, “Savaş, değil edebiyata; çocuklarımızın yüzlerinde bile çizgiler bıraktı.” diyor.
Irak ile ilgili çoğumuzun sahip olduğu bilgi, bu ülkeyle ilgili yaşanan siyasi gelişmelerin haberlerinden öteye geçemiyor. Haber bültenlerinde “Amerika Irak’ı vuracak mı?” sorusu ile gelen tartışmalar ve demeçlerin ötesinde verilen bilgi ise, bu ülkeye uygulanan uluslararası ambargonun neticesinde halkın yaşadığı yoksulluk ve sefalet haberleri oluyor. Türkiye ve dünya gündemi ile ilgili pek çok konuda maruz bırakıldığımız “enformatik cehalet”, kültürel olarak aynı havzada yer aldığımız pek çok ülkeye olduğu gibi, yanıbaşımızda duran Irak’a karşı da gözlerimizi perdelemeye yetiyor.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye Yazarlar Birliği’nin konuğu olarak Türkiye’de bulunan Iraklı Türkmen şair Fevzi Ekrem Terzioğlu ile Irak’taki kültürel ortamı ve yaşayan Irak Türkmen edebiyatını konuştuk. Fevzi Ekrem Terzioğlu’nun aynı zamanda Irak Tanıtma Bakanlığı’ndaki resmi görevi, “rahat” bir konuşmayı kimi zaman ortadan kaldırıp, anlatılacakları kısıtladı ise de, Irak Türkmenleri ve edebiyatı ile ilgili sözünü ettiğimiz perdenin aralanmasını da engelleyemedi.
Fevzi Ekrem Terzioğlu, 1970’te Türkmenlere verilen hakların, kendileri için yepyeni bir dönemi beraberinde getirdiğini ve edebiyatlarının, özellikle de şiirin ilerlemesine katkıda bulunduğunu söylüyor. Şu anda 22 milyonluk nüfuslu Irak’ta yaklaşık 2,5 milyon nüfusa sahip olan Türkmenlerin, bütün Irak halkı gibi 12 yıldır uygulanan uluslararası ambargodan kültürel olarak da zarar gördüklerini söylüyor ve ekliyor: “Gazeteler, kitaplar ulaşmıyor dünyanın hiçbir yerinden. Dünyada yaşanan kültürel gelişim ve değişimden haberdar değiliz. Buna rağmen Irak’ta kültürel gelişimimizi sürdürmeye çalışıyoruz.”
Türkmen edebiyatçıların Türkçe kitaplarının ve dergilerinin ortalama 1000 tane basıldığını, kağıt bulunabilirse daha sonra da birkaç baskı daha yaptığını, 15 günde bir çıkan Türkçe “Yurt” adlı gazetelerinin bulunduğunu, “Birlik Sesi” başta olmak üzere hem Arapça hem Türkçe yayımlanan edebiyat dergilerinin olduğunu öğreniyoruz Terzioğlu’ndan. Bağdat Radyosu ve Televizyonu’nda Türkmenlere yönelik kısıtlı Türkçe yayının dışında, Türkçe eğitim verilmemesine rağmen Türkçenin bu kadar güçlü bir şekilde yaşaması, Irak Türkmenlerinin kendilerine ait köklü ve tarihi bir kültüre sahip olmalarından kaynaklanıyor. Divan edebiyatımızın iki dev ismi Fuzuli ve Nesimi’nin Irak Türkmenlerinden olduğunu, bu iki ismin ardından gelen şairlerin aruz ve hece veznini şiirde yüzyıllardır başarılı bir şekilde sürdürdüğünü de hesaba kattığımızda; Türkçenin bölgede nasıl bu kadar güçlü bir şekilde yaşadığının cevabını bulmuş oluyoruz. Terzioğlu, Irak Türkmenlerinin mücadeleci ruhlarının da buna eklenmesi gerektiğini belirtiyor: “Biz Arapça eğitim görüyor ve yazıp okuyoruz. Anadilimizi evde öğreniyoruz. Fakat okul–eğitim görmemiş yaşlı bir Türkmen’le konuşun; size saatlerce ezberinden Fuzuli ve Nesimi’den beyitler okur, onların şiirleri ile ilgili size bir şeyler anlatır.”
Fuzuli ve Nesimi’den sonra Ruhu’l Bağdadi, Nevres el Kadim, Hızır Lütfi, Hicri Dede, Reşid Akif, Muhammed Sadık, Ali Marufoğlu, Osman Mazlum ve Esad Naib gibi şairler, şiirde aruz vezninin güçlü temsilcileri olarak ortaya çıkmışlar Irak Türkmen edebiyatında. Terzioğlu, son yıllarda aruz ve hece vezni ile kaleme alınan şiirlerin yanı sıra, serbest tarzdaki şiirlerin sayıca daha fazla olduğunu; ancak halkın “hoyrat”ı (mani) daha bir severek dinlediğini söylüyor. Hece vezninde ve serbest tarzda güçlü şiirler yazan isimlerin yanında kadın şairlerin isimlerini de sıralıyor: “Nesrin Erbil, Münevver Molla Hasün, Kadriye Ziyâi, Suphiye Halil Zeki...”
20 yıldır savaşla, 12 yıldır da ambargo ile karşı karşıya kalan Irak’ta bütün bu gelişmelerin edebiyata nasıl yansıdığını sorduğumuzda Terzioğlu şunları söylüyor: “Savaş, değil şiire; konuşmamıza, yemeğimize bile yansıyor, ellerimize, çocuklarımızın yüzlerine bile çizgiler bırakıyor. Füzeler, uçaklar üstünüzden; tanklar yanınızdan geçerken tabii ki bunları yazarsınız. Burada (İstanbul’da) şiirler dinledim. Kelimeler öyle sakin ve öyle yavaş ki... Ama bizimkiler öyle değil. Sınırlı ve hızlı konuşuruz biz; sert, heyecanlı, coşkulu yazarız. Savaşın, çekilen sıkıntıların etkisi bu.” Irak Arap ve Türkmen edebiyatında romanın hangi konuları ve temaları işlediğini soruyoruz Terzioğlu’na. Şiirin baskın tür olarak görüldüğü Türkmen edebiyatında romanın pek yaygın olmadığını söylüyor. Hatta 1970 yılında Abdü’l Hüseyin Umran’ın kaleme aldığı “Göktepe” adlı roman varmış yalnızca. Terzioğlu, Arap edebiyatında ise “gittikçe yaygınlaşan bir tür” olarak söz ediyor romandan; “savaş, barış arzusu ve üstü kapalı bir biçimde ifade edilebilen demokrasi” de romanlarda işlenen temaları oluşturuyormuş.
Irak ve diğer Arap ülkelerinin Türkmen edebiyatına ilgilerinin oldukça iyi olduğunu söylüyor Iraklı Türkmen şair. Fevzi Ekrem Terzioğlu’nun “Asafiru’l Cennet” (Cennet Kuşları) adlı şiir kitabı ilgili gazete ve dergilerde eleştirmenlerin kaleme aldığı 24 yazı yayımlanmış mesela. Edebiyatın Irak’ta Araplar için de oldukça önemli olduğunu, Bağdat’ta düzenlenen Uluslararası Mirbet Şiir Festivali’nin devlet ve halk tarafından nasıl yoğun bir ilgi ile karşılandığını anlatıyor. Günlük gazetelerin edebiyat sayfalarına yer ayırdığını, bu sayfalarda edebiyat ürünlerinin ve edebiyat tartışmalarının yapıldığını aktarıyor.
Fevzi Ekrem Terzioğlu ile görüştüğümüz gün, onun İstanbul’daki son günüydü. “Hasretle ayrılacağım İstanbul’dan.” diyor ve ekliyordu: “Bize anlatılan Türkiye ile gördüğüm Türkiye arasında çok büyük farklar var. Bize ‘Türkiye İslam’ı, Türkiye’de İslam kalmadı’ diye anlatılıyordu. Gördüm ki Allah’a hamd olsun böyle değilmiş. Ramazan’ın son günlerindeydi; insanlar, vakıflar ve kurumlar birbirlerine yardım ediyordu. Bambaşka düşüncelerim var şimdi Türkiye hakkında.” Edebiyatımız, Türk edebiyatından beslenir “Bizim edebiyatımız Irak Arap edebiyatından değil, daha çok Türk edebiyatından beslenir. Yunus Emre, Karacaoğlan, Osmanlı Divan Edebiyatı, Mehmet Akif Ersoy, Tevfik Fikret, Yahya Kemal okunur bizde çoğunlukla. Mehmet Akif’in şiirlerini özellikle İstiklal Marşı’nı çocuklarımız dahi ezbere bilirler. Meclislerimizde, “divanhâne”lerde mangalın başında çay ve kahve eşliğinde saatlerce şiirli sohbetler yapılır, Türkmen halkı, şiir okumayı özellikle “hoyrat”ı (mani) çok sever.”
Burhan Eren / İstanbul
Zaman 09.01.2002
ceyLin
27 November 2008, 16:51
Feyzullah Çınar ( 1937)- (1983)
Feyzullah Çınar 1937 yılında Sivas Çamşıhı'nın Çamağa Köyü'nde doğmuş; tam beş yaşındayken almış eline bağlamayı... Şeyh Ahmet Yasevi'nin soyundan gelen ozan. Pir Sultan Abdal'ı, Kaygusuz'u, Virani'yi dinleyerek büyür; 14-15 yaşlarında ise iyi saz çalip, türkü söyleyen bir kişidir artık.
Anadolu'nun o aman vermez çileli yaşamından büyük kente, İstanbul'a gelmesiyle başlayan zorlu yaşam öyküsü O'nu sazıyla daha da yakınlaştırmıştır. İstanbul'da girdiği işler doyurmaz aşığı, O gönlündeki aşkı. toplumsal çelişkileri paylaşmak ister diğer insanlarla. Tam da bu sırada birlikte olduğu dostları Feyzullah Çınar'a bir plak yapmak isterler.
Plağın bir yüzü Agahî Baba'nın "Fazilet" adlı deyişi, diğer yüzü Malatyalı Esirî'nin Şah Hüseyin'e mersiyesi... Yıl 1966; o yıllarda Alevi deyişlerini çalıp söylemek pek çok açıdan zor. Ama koca Çınar durur mu? Aldı mı sazı eline, vurdu mu sazın teline söyler Pir Sultan'dan, Viranî'den, Kul Himmet'ten... işte o gün bu gündür ait olduğu kültürün o güzel ürünlerini altmıştan fazla plağa okumuştur ozan.
İrene Melikof ile Fransa
1969 yılında Fransa'ya giden Çınar, Alevi-Bektaşi kültürü ve müziği üzerine Irene Melikoff'la birlikte konferanslara katılır, konserler verir. Bir çok Avrupa ülkesinde radyo programlarına katılır. Ozanın Fransa Radyo Televizyoncu ve Unesco tarafından iki long-play'i yayınlanır.
Feyzullah Çınar, Alevi-Bektaşi ozanlarının içinde kırsaldan kente göçmüş, ancak geleneksel kültüründen hiç bir şey yitirmeden sanatını uygulamış ender kişilerden biridir. O geleneksel kültürünü yaşatarak içinde bulunduğu toplumun sorunlarını dile getiren bir ozandır. O'nun sanat yaşamına baktığımızda koca Çınar'ın yine bir başka çınarın izinden gittiğini görürüz...
Pir Sultan Çizgisinde
Bu kişi Pir Sultan Abdal'dan başkası değildir. Pir Sultan'ı ve Pir Sultan geleneğini kendine kılavuz seçmiştir. O sazının telinden dökülen melodiler bin yıllık geleneğin sözcüsü gibidir.
Pir Sultan deyişlerini sanki Çınar seslendirsin diye yazmıştır. Çınar deyişleri, öylesine yüksek bir sanat gücüyle icra eder, ve dilinden dökülen her sözün anlamı müzikle öylesine bütünleşir ki, yüzlerce yıllık Alevi kültürü ile binlerce yıllık Anadolu kültürlerinin sentezinden doğan bir ses çakılır kulaklarımıza. Feyzullah Çınar usta yasak kelimeı söyler deyişlerini. Yedi kutuplardan en çok Pir Sultan Abdal, Virani, Kul Himmet ve Hatayi'nin deyişlerini çalar ve okur. Geçmişle günümüz arasındaki köprü görevini üstlenmiş o ozanların işlevini Çınar'da da görürüz. Bu bakımdan günümüz ozanlarının deyişleri de O'nun için diğerleri kadar önemli, hatta kutsaldır. Kul Ahmet, Sefil İbrahim, Celalî kendi döneminin toplumcu ozanlarıdır ve bunların deyişleri Çınar'ın dilinde ve telinde ustaca yorumlanır. Feyzullah Çınar 1960'lı ve 70'li yılların toplumsal açıdan çileli, karamsar, tehlikeli ortamı içinde ozanlık yapmaya çabalar. Türkiye'yi bir uçtan diğer uca dört kez dolaşır. Halkına umut verir, yüreklendirir onları. Toplumcu deyişleri seslendirdiği için hapse atılır. Ancak yine söyler, yine çalar sazım...
1983 yılında daha 46 yaşındayken Çınar yaşama gözlerini kapatır. Ancak onun sesi bu toprağa gönül vermiş dostlarının kulağında yaşamaya devam ediyor.
Bazı türküleri : Siyah saçlarından hatem yüzlerin, Bu yıl bu dağların karı erimez, Geldim şu alemi ıslah edeyim....
ceyLin
27 November 2008, 16:52
Fikret Demirağ
Kıbrıs Türk Edebiyatı
1940 yılında Kıbrıs-Lefke'de doğdu. Ilk ve orta öğrenimini burada tamamladı. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü (şimdi Gazi Üniversitesi) Türkçe Bölümünü bitirdi. Kıbrıs'ta Türkçe öğretmeni olarak çalıştı. Şiirleri, Kıbrıs'ta ve Türkiye'de yayımlanan dergilerde yayımlandı.
Eserleri (Şiir kitapları):
•Tutku,
•Ikinin Yaþamı,
•Esperanza,
•Açar Yörüngeler Çiçeği,
•Aşkımızın Şarkıları,
•Kısa Şiirler Durağı,
•Ötme Keklik Ölürüm,
•Dayan Yüreğim,
•Umut ve Dehşet Çağından Şiirler,
•Dinle Şarkımı,
•Akdenizli Şiirler ve Aşk Sözleri,
•Adıyla Yaralı,
•Rüzgârda Ozan Türküleri,
•Hüzün Ana,
•Limnidi Ateşinden Bugüne,
•Seçme Şiirler,
•Sırı Dökülmüş Kökayna ve Yalnızlık,
•Gece Müziği...
•Eros'un Oku
•Alfa ve Omega
ceyLin
27 November 2008, 16:52
Fovset Balkar ( 1932)
Çağdaş Çerkes kadın yazarlarından biri olan Balkar Fovset, 1932 yılında Kuzey Kafkasya’da Kabardey-Balkar Cumhuriyeti'nde, Baksan Rayonu'na bağlı Kışpek Köyü’nde bir çiftçi ailenin kızı olarak doğdu. Köyündeki yedi yıllık ilkokulu bitirdikten sonra Nalçik'de Öğretmen Okulu'ndan mezun oldu ve bir süre öğretmenlik yaptı. Aynı yıllarda şiir yazmaya başladı. Bir yandan öğretmenlik yaparken Kabardey-Balkar Pedagoji Enstitüsü'nü de dışarıdan izleyerek bitirdi.
Kışpek Köyü'nde bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Moskova'da Gorki Edebiyat Enstitüsü'ne girerek 1960 yılında buradan da mezun oldu. Nalçik'e dönerek 1967 yılına kadar Kabardey-Balkar Yazarlar Birliği'nin organı olan "Oşhamaho", (Elbruz) adlı edebiyat dergisinde çalıştı. 1970 yılında Kabardey-Balkar Devlet Üniversitesi'ni de bitirdikten sonra Kabardey-Balkar Bilimler Enstitüsü’nde folklor ve edebiyat sektöründe çalışmalar yaptı.
Balkar Fovset, Kafkasya'da eserleri basılan ilk Adige kadın şairdir. 1946 yılından beri şiirleri Adigece gazete ve dergilerde çıkmakta, daha sonra Rusça'ya da çevrilerek yayımlanmaktadır. Eserleri Rusça olarak "Don", "Drujba Narodov", "Novıy Mir", "Yunnost" vb. dergilerde ve merkezi gazetelerde de defalarca yayımlanmıştır.
Fovset'in "Nexhuics" (Şafak) adlı ilk Adigece şiir kitabı 1958 yılında Nalçik'de yayımlandı. "Uizeguakvuer Daxecs" (1963), "Uafer Xizodiçv" (Gökyüzünü Süslüyorum, 1967), "Guiqhem Yi Tleriqh" (Umudun Üzengisi, 1968), "Diqhebziyir Sy Pcsine Apeu" (Mızıkamın Tuşları Güneşin Işınlarıdır, 1970), "Qisxoguifve", (Gülümse Bana, 1972), "Uy Xeku Yi Miwexery Dicsecs" (Vatanının Taşları da Altındır, 1982) adlı eserleri Adigece şiir kitaplarından birkaçıdır.
Fovset'in şiirleri Sovyetler Birliği'nde konuşulan çeşitli dillere ve bazı sosyalist ülkelerin dillerine de çevrilmiştir. Bazıları Thabısım Vumar, Karden Hasan gibi Çerkes kompozitörleri tarafından bestelendiği gibi, "Qhatxe Jecsxem Uimijyey" (Bahar Gecelerinde Uyunmaz) adlı şiiri ünlü Macar kompozitörü Yosef Polinkaş tarafından bestelenerek ödül de kazanmıştır.
Fovset'in bir özelliği de yabancı topraklarda yaşayan soydaşlarına seslenen şiirler yazmış olmasıdır. Kafkasya’dan göç etmiş soydaşlarına hitap ederek onları Anayurtlarına çağıran "Dy Xekuim Yiçvaxem Ya Qhibze" (Yurdumuzu Terkedenlere Ağıt) ve "Qiwoge Vuachemaxue" (Oşhamaho Sizi Çağırıyor) adlı şiirleri yabancı topraklardaki Kafkasyalılar arasında da hayli tanınmıştır.
Balkar Fovset tiyatro eserleri de yazmıştır. 1964 yılında Şocentsuk Ali'nin adını taşıyan Kabardey-Balkar Devlet Tiyatrosu'nda oynanan "Quancaqher Yaqeqhuirqim" (Yanılgıyı Affetmezler) adlı piyesi ve 1972 de yazdığı "Futbolir Mixhuateme" (Şu Futbol Olmasaydı) adlı eserleri bunlardandır.
Şair, Mihail Svetlov, Taras Şevçenko, Sergey Yesenin, Petöfi Sandor vb. birçok şairin eserlerini de Adige diline kazandırmış bulunmaktadır. S.S.C.B. Yazarlar Birliği'nin üyesi idi.
ceyLin
27 November 2008, 16:53
Galip Erdem ( 10.03.1930)
Galip Erdem, 10 Mart 1930'da Rize'nin Fındıklı ilçesinde doğar Fındıklı 1954 yılına kadar Artvin iline bağlı, eski adı "Viçe olan, onbin nüfuslu şirin bir ilçedir.
Galip Erdem, Fındıklı'da "Ofluoğlu,, adı ile bilinen bir ailedendir. Babası, nahiye müdürlüklerinde bulunmuş Rasim Bey, annesi Pehlivanoğullarından Zekiye Hanımdır. Galip Erdem, ailenin tek çocuğudur.
İlkokulu Fındıklı 11 mart ilkokulunda bitiren Galip Erdem, babasının memuriyeti dolayısıyla, ortaokulu Bitlis ve Siirt gibi İllerde tamamlar. Babası Erzurum Narman nahiye müdürlüğüne tâyin edilince, Galip Erdem de Erzurum da lise tahsiline başlar ve 1949 yılında LİSEYİ pekiyi derece İle bitirir.
8 Kasım 1951 de başlayan yedek subaylık görevi, 31 Ekim 1952 de teğmen rütbesiyle biter. Ve 27 Nisan 1953'te PTT Genel Müdürlüğü Ankara Yenişehir Merkezinde ilk olarak memuriyete adımını atar. 7 Temmuz 1954 tarihinde memuriyetten istifa eden Galip Erdem , Maliye Bakanlığı Milli Emlâk Genel Müdürlüğünde tekrar memuriyete başlar. 6 Ocak 1955 yılında bu görevinden ayrılır. Daha sonra İETT idaresinde takip memuru olarak işe başlar. (7.7.1956) Ertesi yıl bu görevinden de ayrılır ve GlMA TAŞ' ye girer. Burada sigortalı olarak 476 gün çalışır. (3.8.1959) Bu arada Ankara Hukuk Fakültesinden mezun olur.
23 Kasım 1959 da Bayındırlık Bakanlığında Tevfik İleri'nin müşavirliği görevine başlar. Bu görevi uzun sürmez. "Tercüman" imzasıyla fıkralar yazar.(1 Ağustos 1961) Yeni İstanbul Gazetesinde fıkra yazarlığına devam eder. (1.1.1962) ve İzmir'de avukat ihsan Koloğlu'nun yanında avukatlık stajını tamamlar.(1963)
10 mart 1965'te Zafer Gazetesinde fıkra yazarlığını sürdürür. Aynı çalışmaya Sabah Gazetesinde devam eder. 1.7.1966 tarihinde Millî Eğitim Bakanlığı Devlet Kitapları Müdürlüğüne müşavir olur, 2.4.1969 da tekrar fıkra yazarlığına başlar ve "Bizim Anadolu" Gazetesindeki bu çalışması, 31 aralık 1969 a kadar devam eder.
Galip Erdem, daha sonra Başbakanlık Plân ve Prensipler Dairesinde danışman olarak görev alır. 31 aralık 1969 dan, istifaen ayrıldığı 30.06.1973 tarihine kadar, danışmanlık görevini sürdürür.
1.2.1974 te Ortadoğu Gazetesinde tekrar fıkra yazarlığına baslar. 10.9.1975 te Başbakanlık Müşaviri olur. 22.7.1981 tarihinde Turizm ve Tanıtma Bakanlığında Genel Müdürlük Müşavirliğine nakledilir ve 24.2.1982 de yirmi yıl üzerinden emekli olur. Avukatlığa başlar. Bu süre altı yıl devam eder. Mamak ta görülen ünlü MHP ve ülkücü Kuruluşlar Dâvasının avukatlığını üstlenir, insan üstü gayretlerle fedakârane bir şekilde çalışır.
1987 de Meray'da (Merzifon Yağlı Tohumlar A.Ş) yönetim kurulu üyeliği, Konya Şeker Fabrikasında denetçilik görevinde bulunur. 1987 yılında Sosyal Güvenlik Eğitim Vakfı Başkanlığı vazifesini üstlenir. Daha sonra bu görevinden ayrılmak zorunda bırakılır.
15.8.1989 da Namık Kemal Zeybek'in bakanlığı döneminde Kültür Bakanlığı APK Başkanlığında APK uzmanı olarak tâyin edilir. Daha sonra üçlü kararname ile Bakanlık Müşavirliğine getirilir. (17.9.1990) Bilâhare, Türk kültürüne antipatisi olan Fikri Sağlar tarafından müşavirlikten alınıp 7.5,1992 de aynı bakanlıkta tekrar APK uzmanlığına tâyin edilir.
Bu görevde iken 10.3,1995 tarihinde yaş haddinden emekli olur. Böylece 26 yıl beş ay hizmeti dolayısıyla birinci derecenin dördüncü kademesinden emekliliğe hak kazanır.
1966 da evlenen ve 1974 de boşanan Galip Erdem'in 1969 doğumlu Bilge Erdem adında bir kızı vardır.
12 mart 1997 de Çarşamba gecesi saat 2210 da Ankara Gazi Hastahanesinde vefat eder. Cenazesi 14 mart 1997 Cuma günü öğleyin Kocatepe Camiinde kılınan cenaze namazından sonra Cebeci Asri Mezarlığına defnedilir.
Galip Erdem, Karakedi (1950). Tercüman (1960). Ölçü (1960) Sonhavadis (1961), Yeni istanbul (1962-1963). Düşünen Adam (1962) Sabah (1965), Zafer (1966), Oevfef (1969), Töre (1971), Bozkurt (1974), Ortadoğu/(1974), Ocak (1978), Yeni Sözcü (1981), Bakış (1981), gazete ve dergilerinde köşe yazılan, fıkralar ve makaleler yazar.
1958-1960 yıllarındaki Türk Ocakları Merkez Heyetinin yayın organı Türk Yurdu Dergisinin Genel Yayın Müdürlüğü görevinde bulunur.
Tercüman gazetesinde "Tercüman" imzasıyla ilk yazısını 1 A-ğustos 1961 de yayınlar.
6 - 7 Eylül 1955te, hâdiseler dolayısıyla, Topkapı - çapa dolmuşunda iken gereksiz ve sebepsiz yere içindekilerle birlikte Emniyet Müdürlüğüne getirilir. 45 gün Selimiye Kışlasında gözaltında tutulur ve daha, sonra suçsuz olduğu anlaşılarak serbest bırakılır. 54 kilodan 39 kiloya düşer.
Galip Erdem'in ilk yazısı "Beşsanaf adlı bir dergide yayınlanır. 1948 de yayınlanan şiirinin adı "Bayrak" tır.
Galip Erdem'in yayınlanmış eserleri şunlardır:
Ülkücünün Çilesi (1975)
Sosyalizm ve Milliyetçilik Üzerine Mektuplar (1975)
Suçlamalar (iki cilt) (1975-1976) Mektuplar (1984)
Galip Erdem'in kitap haline gelmemiş yüzlerce yazısı bulunmaktadır. Ayrıca yayınlanmamış elliye yakın şiiri mevcuttur.
Galip Erdem, yazılarında pek çok takma ad da kullanmıştır. Bunlardan Bilge Erdem, Elif Bilge, Murat Bilge, İlteriş Metin, Mehmet Rasim, Aptali bazılarıdır.
ceyLin
27 November 2008, 16:53
Göktürk Mehmet Uytun ( 27.09.1935)
27 Eylül 1935 tarihinde Tunceli�nin Çemişgezek ilçesinde doğan Uytun, Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitüsü�nü 1957 yılında bitirmişti. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Talim Terbiye Kurulu�nda uzman (1964- 74), okul müdürü (1974-1979), Başbakanlık Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü�nde Personel ve Eğitim Şube Müdürü (1980-1990) görevlerinde bulunmuştu. Son görev yaptığı yerden emekli oldu. Emeklilikten sonra Ankara�da eşiyle birlikte bir çocuk yuvası kurup yöneten Uytun, hayata çocuk gözüyle bakan bir yapıya sahipti.2001 yılında vefat etti.
ESERLERİ
Önemli kitaplar
Göktürk Mehmet Uytun�un edebiyatın değişik türlerinde ama ağırlıklı olarak çocuk edebiyatına yönelik kitapları vardı. İşte Mehmet Uytun�un ardından kalan şiir kitapları:
Okul Şiirleri (1960), Yıllardan sonra (1964), Bir Yağmur Sonrası (1969), Sanadır Şarkılarım (1974), Türkiyem (1976), Kader (1994); Diğer Eserleri: Boş Yuva (1964), Vatan Sağolsun (1964), Kaplumbağa ile Kurbağa (1967), Öksüz Ali (1967), Resimli Malazgirt Şiirleri Antolojisi (1971), Ayşecik ve Minik Kuş (1974), Kır Gezisi (1991), Osman Gazi�nin Rüyası (1991), Zeynep Öğretmen (1991), Arif Nihat Asya (1993), Tekerlemeler (1993), Çocuk ve Tabiat (1993), Şiirimizde Çocuk (1994),Göynük ve Akşemseddin (1993), Şiirimizde Öğretmen (1996), Şiirimizde Bayrak (1996), Şiirimizde Çevre (1996), At Hırsızları (1997)
HAKKINDA YAZILANLAR
Çocuk yüreği durdu
Mehmet Nuri Yardım
Türkiye 10 Temmuz 2001
Ölüm mutlak ve herkes için muhakkak. Ne var ki, toplumu için çırpınan, iz bırakan ve eser veren yazarların ölümü daha acı oluyor. Son kaybımız çocuk edebiyatımızın günümüz temsilcilerinden Göktürk Mehmet Uytun oldu. Yakalandığı amansız hastalığa 66 yaşında yenik düşerek bizlere veda eden Uytun, Ankara Gazi Hastanesi�nde bir kaç aydan beri tedavi görüyordu.
Bir milli ses
Göktürk Mehmet Uytun, oldukça bâkir olan çocuk edebiyatı alanında eserler verdi. İlk yazısı Elazığ gazetesinde, ilk şiiri 1957�de Toprak dergisinde yer aldı. Yazı çalışmalarını Toprak, Orkun, Türk Yurdu, Serdengeçti, büyük Doğu, Hareket, sahipliğini yaptığı Çemişgezek, Tohum, Türk Edebiyatı, Doğuş Edebiyat, Diyanet, Güneysu ile bunların dışındaki 70 cıvarındaki dergide yayınladı. Oldukça üretken bir kimliğe sahip olan Uytun, Çocuk Gazetesi�ni çıkardı, Şeker Çocuk dergisinin de ilk sayılarını yayına hazırladı. Bunların dışındaki şiir ve yazıları 60 civarındaki gazetede yer aldı. 1973�te Son Havadis gazetesinin, 1981�de Gülpınar dergisinin, 1984�te Türkiye Şairler ve Şiirseverler Derneği�nin, 1986�da Eskişehir Valiliği�nin, 1978�de Kandil Çocuk dergisinin, 1989�da İLESAM ve Keçiören Polikiliniği gazetesinin yarışmalarında çeşitli ödüller kazandı.
Göktürk Mehmet Uytun, çocuk yazarlarının Ankara ayağını temsil ediyordu. Başkentteki çocuk edebiyatına yüreğini adayan şair ve yazarlarla birlikte Çocuk Edebiyatçıları Birliği�ni kurmuştu. Bu birliğin kurucuları arasında Mahir Adıbeş, Rıfkı Kaymaz, Erbay Kücet, Fahrettin Bozdağ, Asuman Bozdağ, Yılmaz Erdoğan, Zeki Gürel ve Üzeyir Gündüz de bulunuyordu. Uytun, bu topluluğun ağabeyi konumundaydı. Topluluk her ne kadar basın yayın organlarının lakayt tutumu ile adını duyuramadıysa da adı geçen her yazar ve şair ferdî çalışmalarla çocuk edebiyatımızın zenginleşmesine katkıda bulundular ve yeni ürünlerle renklenmesine büyük bir gayret gösterdiler.
Uytun ve Sayın; iki fikir işçisi
Ayhan Katırcıkara
Türkiye 6 Temmuz 2001
Göktürk Mehmet Uytun prostat kanserine yenildi. 66 yaşında hayata gözlerini kapadı bu şairimiz, yazarımız. Gazi Hastanesi�nde tedavi görüyordu bir kaç aydır. Hastalık bütün vücudu kaplamış meğer. Hacıbayram�da kılındı cenaze namazı.
Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları, yeğeni Ankara Milletvekili Cihan Paçacı, çok sayıda gönüldaşı ve ülküdaşı vardı sanatçının cenazesinde. Mütevazı biriydi. Sağ�ın ve merkezin her türlü yayın organında yazdı, şiirini aktardı. Siyasi görüşü de öyleydi. Çemişgezekli Göktürk Mehmet Uytun öğretmendi. Müdürlük yaptı. Meteorolojiden emekli olunca çocuk yuvası kurdu. Kendini çocuklara verdi eşi Yıldız Uytun Çay Hanımla birlikte. Okul şiirlerinde ve çocuk dramasında başarılıydı. Bir Yağmur Sonrası, Sanadır Şarkılarım, Türkiyem, Vatan Sağ Olsun aklıma gelen kitapları. Mekanı cennet olsun.
ceyLin
27 November 2008, 16:54
Gül Ahmet Yiğit ( 1955)
Gül Ahmet Yiğit (Aşık Gül Ahmet)
1955 yılında Gaziantep İlimizin İslahiye İlçesi'ne bağlı Feyzi Paşa bucağında doğdu.İlk ve orta okulu Fevzi Paşa'da, tamamlayan Gül Ahmet İskenderun Ticaret Lisesi öğrencisi iken aşık olur. İlk şiirlerini Lise öğrencisiyken söyler. Daha sonra aldığı saz ile arkadaş olur. Soyu Kayseri Pınarbaşı Afşarlarından Kerimoğlu adıyla tanınan aşirettir. Derviş Paşa iskanında Gavurdağı'nı yurt tutmuşlar, burada aynı adla anılırlar. Bu arkadaşlık sürerken liseyi bitirir. Hatay Eğitim Enstitüsüne kayıt olur. Mezun olduktan sonra öğretmenlik mesleğine atılır.
Aşıklıkta ilk sesini 1975 yılında Konya'da yapılan Türkiye Aşıklar Bayramında duyuran Gül Ahmet, halk edebiyatının her dalında usta bir aşık olduğunu ispatlamıştır. Gül Ahmet Konya'da çeşitli dallarda birincilikler almış bir olarak 1981 yılında katıldığı Atatürk'ün 100. doğum yılı adına T.R.T nin yarışmada ikinci olmuştur. Yurdumuzu Almanya ve Hollanda'da temsil etmiş ayrıca Kıbrıs Harekatının 10. yıl kutlamalarında Nuri Şahinoğlu ile birlikte ülkemizi temsil etmiştir. Mizahi Türkü dalında da şöhret yapan Gül Ahmet cidden güzel sazı ve sesi ile beğenilen bir aşığımız olarak yurdun çeşitli yörelerinde yapılan festival ve törenlere katılmaktadır. Evli, bir oğul ve bir kız sahibi olan aşığımız halen İskenderun Karayılan kasabası Canova İlkokulu Müdürlüğü görevini sürdürmektedir.
ceyLin
27 November 2008, 16:54
Hafız Abdullah Meçik
Bulgaristan Türk Edebiyatı
Doksanüç Harbi�nden sonra bir duraklama içine giren Bulgaristan Türk şiiri, XX. yüzyılın başlarında kendini tazelemeye başlamıştır. Bulgaristan Krallığı döneminde Türkçe basının varlığı -yayımlanan 150 civarında gazete ve dergi söz konusudur-, edebiyatın dolayısıyla da şiirin gelişimine olumlu etki yapmıştır. Bulgaristan�da Türklere uygulanan baskının yol açtığı ulusal bilincin şahlanması-haksızlıklar karşısında duyulan isyan-eşitlik mücadelesi üçgeni içinde yaşanan duyguları dile getiren Hafız Abdullah Meçik, Mustafa Şerif Alyanak, Mehmet Behçet Perim, Muharrem Yumuk, Hasan Basri Öztürk, İzzet Genç gibi şairler, bu dönem Bulgaristan Türk şiirine damgalarını vurmuşlardır.
ceyLin
27 November 2008, 16:54
Hakim Süleyman Ata
Hoca Ahmet Yesevi'nin talebelerinden ve üçüncü halifesi olan Hakim Süleyman Ata Türkistan (Yesi)'da doğdu. Küçük yaşta Ahmet Yesevi'den Kur'an-ı Kerim okumayı öğrendi. Yesevi dergahında yetiştikten sonra, yine O'nun işaretiyle Harezm'e giderek, burada irşad faaliyetlerinde bulundu.
Rivayete göre; Hoca Ahmet Yesevi, Süleyman Ata'ya, bir deveye binerek, onun *****ürdüğü yerde kalmasını söyledi. Ertesi sabah yola çıkan Süleyman Ata, devenin ipini salıverdi. Deve, Harezm ülkesinde bir yerde çöktü. Süleyman Ata'nın kaldırmak için bağırmasına rağmen deve kalkmadı. Bundan dolayı o yere 'Bağırgan' ve Süleyman Ata'ya da 'Bağırgani' denildi.
Hakim Süleyman Ata, Yesevi'nin Hikmetlerini insanlara anlattı ve yine O'nun tarzında şiirler yazdı. Hece vezni ile yazdığı bu şiirlerinde Kul Süleyman, Hakim Süleyman, Hakim Hoca Süleyman ve Hakim Ata gibi mahlaslar kullandı.
Önemli eserlerinden bazıları. Bakırgan Kitabı, Ahirzaman Kitabı ve Meryem Kitabı'dır. Türk Dünyasının yeni Müslüman olduğu dönemde yetişen ve Türklük üzerinde irşad çalışması yapan Hakim Süleyman Ata, bu bakımdan önemlidir.
Süleyman Ata, 1186'da vefat etti ve Harezm ülkesindeki Akkurgan (Bağırgan) 'a defnedildi.
ceyLin
27 November 2008, 16:55
Halide Nusret Zorlutuna
Halide Nusret adını ilk defa Konya Lisesi'nin orta kısmına yatılı öğrenci yazıldığım yıllarda duydum (1937 -1940). Şiire meraklı olduğumu öğrenen, büyük sınıflardaki ağabeylerimiz, bana - ballandıra ballandıra-iki şair arasında çıkan bir kavgayı anlatmışlardı. Halide Nusret adında bir hanım şair, erkeklere çatan bir şiir yazmış, Faruk Nafiz de ona gereken cevabı vermiş. Hailde Nusret'e ve Faruk Nafiz'e ait olduğu söylenen manzumeler defterden deftere aktarılarak büyük bir hızla yayılıyordu. Bu manzumeleri ben de defterime not etmekte gecikmedim.
Karşı cinsi suçlayan, yerle bir eden her iki manzume de, ağır bir dille yazılmıştı. Yatılı bir erkek mektebinin öğrencileri olan arkadaşlarım ve ağabeylerim, Halide Nusret'e ait olduğu söylenen manzumeyi okurken öfkeden kuduruyor, Faruk Nafiz'in ona verdiği ileri sürülen cevaba gelince son derece keyifleniyorlardı.
İş bununla kalmadı: Fırsatı ganimet bilen bir sürü şiir heveslisi, Halide Nusret'e cevap yazıp, erkekleri yiğitçe savunmak ve bu yolla ucuz bir şöhrete ulaşmak hevesine kapıldılar. Şimdi, o yıllarda tuttuğum şiir defteri elim de olsa, bu kahramanların adlarını verebilirdim. Ama, yazdıklarını istesem de yaymlayamam. Çünkü, kadınlarla erkekler arasındaki manzum kavga düpedüz küfür ve hakarete dönüşmüştü.
Bize gelen şaheserlere (!) göre, hırsını alamayıp, kavgayı sürdürüp duran erkeklerdi. Acaba kız okullarına da kadınların cevabları mı gönderiliyordu ? Bilmiyorum.
İşin aslına gelince... Bunu Halide Nusret'in kendisinden dinleyelim. "Bir Devrin Romanı" adiyle Hürriyet Gazetesi'nde tefrika edilen hatıralarında Zorlutuna, Erenköy Kız Lisesi'nde öğrenci iken, Faruk Nafiz'in Musaffa ve Zübeyde adındaki iki hala kızı ile arkadaş olduklarını söyledikten sonra, şöyle diyor: "Musaffa ile Zübeyde dayılarının oğlu Faruk Nafiz'in şiirleriyle mağrurdular. Bir yandan da ona "Bizim sınıfta bir şaire yetişiyor" diye öğünmüşler.. O da "Kadınlar ellerinin hamuruyla bu işlere karışmasalar iyi ederler!" gibi sözler etmiş, onları kızdırmış, sonra da bu dediklerini Musaffa'nın sarı yapraklı müsvedde defterine yazarak bana göndermiş. Teneffüste üçümüz baş başa verip bu alaylı, küçümseyen yazıları tekrar tekrar okuduk. Sinirlendik. O zamanlar, kadın - erkek eşitliği davasının başlangıç seneleri; bu konuda tartışmak modası almış yürümüş.. Biz durur muyuz, hemen bir güzel cevap hazırladık; oturup Musaffa'nın defterine itina ile yazdım bu yazıyı; arkadaşlarım sevinçle alıp Faruk Nafiz'e *****ürdüler."
İşte kavganın esası bu. Erkekleri hicveden o şiiri kendisi yazmadığı gibi, kadınlara hakaret eden mısralarım da Faruk Nafiz'e ait olmasına ihtimal vermediğini, Zorlutuna bir çok defa, yazı ile sözle açıklamıştır. Ama, yukarıda sözü gecen hatıralarında anlattığı sarı defterli kavgadan dolayı Faruk Nafiz'le aralarına uzun süren bir soğukluk girdiğini aynı hatıralardan öğreniyoruz: "Daha sonraki seneler, Celâl Sahir, Halit Fahri, Orhan Seyfi... Nazım Hikmet gibi bir çok şairlerle tanışmış olduğum halde, Faruk Nafiz'le selâmlaşmazdık bile... Aramızda sanki bir düşmanlık vardı."
Halide Nusret'in erkeklere hitaben kendi ağzından uydurulduğunu söylediği manzume, o tarihlerde O'nun bütün şiirlerinden daha fazla bir yayıl ma ve okunma gücü kazanmıştır. Buna, şairin kendisi de, şaşıp kaldığını söyler.
Ben, Halide Nusret'e şöhretin kapılarını açan ve bütün şiir severlerin gönüllerinde yer eden, "Git Bahar" şiirini bile, senelerce sonra, ancak lise sıralarına geldiğim zaman görüp okumak fırsatını bulabildim. Çekil, bu gölgeli yolda gezinme, Bahar, bakışların yine pek sarhoş! Yanılıp gönlüme misafir inme, Kapısı kilitli, mihrabı bomboş, Mabeddir orası, meyhane değil.
Git bahar, git bahar., uzaklarda gü1, Denize renginden bırak hediye. Ufuklarda gezin, semaya süzül, Kalbime sokulma "peymane" diye, Gördüklerin kandil.. Peymane değil! "Git Bahar" şiiri 1919 yılında yazılmıştır. Birinci Cihan Savaşı'nın verdiği acılar, üzüntüler, yokluklar ve çaresizlikler üstüne bir de Mondros mütarekenamesinin utanç verici ağırlığının çöktüğü; İstanbul'un düşman işgaline uğradığı, zulmün, işkencenin sınırı olmadığı yıl...
"1919 yılının baharı işte böyle bir İstanbul'a bütün güzelliği, bütün haşmeti ve çılgın neşesiyle çıkıp gelmişti. Ona : "Safa geldin, sofalar getirdin!" demeye imkân var mıydı ? O harikulâde güzel renkler, gölgeler, kokular, ışıklar, deli bir neşeyle cıvıldaşan kuşlar beni boğuyorlardı sanki. Ben de elimde olsa baharı boğacaktım. Ama elimde değildi, onu sadece kovuyordum."
Böyle diyor, Halide Nusret. Fakat biz ilk gençlik yıllarımızda "Git Bahar" şiirini okurken, böyle şeyleri aklımıza bile getirmiyor, Şair'e bu şiiri olsa olsa bir aşk küskünlüğünün yazdırdığını sanıyorduk. Şiirin, üzerine basa basa tekrarladığımız kıt'ası da şu idi :
Ziyalar, kokular, sesler, çiçekler..
Ömrünün her günü bir başka düğün!
Bülbüller koynunda aşkı çiçekler..
Güller dökülürler göğsüne bütün,
Gerçekten güzelsin, efsane değil.
Biz, çok şükür, barış yıllarında doğmuş büyümüştük. Devletimizin katılmadığı İkinci Dünya Savaşı, zaman zaman yüreğimizi ağzımıza getirmiş, ekmeği az miktarda vesikayla yememize, şekere uzaktan bakmamıza sebep olmuşsa da, bize annelerimizin, babalarımızın çektiği cinsten dayanılmaz acılar getirmemişti.
O zamanlar esen havaya göre, en büyük üzüntünün erkek - kadın ilişkilerinden doğduğunu sanır, Çalıkuşu Feride'ye ihanet edip onu diyar diyar dolaştıran Kâmuran'a içerler, aşk yüzünden canına kıyan Graziella'ya gözyaşı döker, Verter'le ah ederdik.
"Git bahar" şiiriyle şöhrete erer Halide Nusret, git dediği baharın peşini de kolay kolay bırakmaz. Aynı mısra düzeni ve kafiyelerle 1939 yılında "Gel, Bahar!", 1949 yılında da "Bahar Geldi" şiirini yazar.
"Gel Bahar!" da şöyle diyor:
Ben mi çıldırmışım, sen mî delirdin?
Yalvaran sesimden bu kaçış neye ?
Git dediğim zaman koşar gelirdin,
Gel şimdi de inan bu efsaneye!
Şimdi günler birer peymanedir gel !
Şairimize, kovduğu baharı, yıllar sonra, yalvararak geri çağırtan, her halde, o sırada oturmakta olduğu Kars ilimizin uzun süren kışı ve şöhretli soğuğu değildir. Her ne kadar şiir :
Gel bahar, erit bu yolun karını
diye başlıyorsa da, ondan hemen sonra :
Geçen seneleri anmayalım hiç.
diyerek, bize sırrının kapısını aralıyor ve :
Şimdi günler birer peymanedir, gel!
mısraıyla asıl yazılış sebebini açığa vuruyor. Üstadımız artık üzüntülü yılları geride bırakmış, mutlu bir aile yuvasında, huzur içinde yaşamaktadır. Baharı çağırmaz da ne yapar ?
1949 yılında yazdığı üçüncü bahar şiiri, 1951 yılında Hisar dergisinde yayınlanmış. Bu şiirde bir yandan geçmiş güzel yılların geri gelmeyeceğine hayıflanış, öte yandan Tanrı'ya yöneliş var :
Yıllardır kaybettim o tatlı sesi,
Bir türlü içimde ötmez o bülbül,
Bir ömre bedeldi bir tek nağmesi,
Hem ötmez, hem içten gitmez o bülbül
Kalbim sükûtuna kâşane oldu.
............
Hasret dedikleri zorlu ateştir:
Bekledim, bağrımı dağladı gül gül.
Artık gelse de bir, gelmese de bir
Dermanı yanmada, bulan bu gönül"
Vahdet şarabına meyhane oldu.
"Bahar Geldi" şiiri 1951 yılında yayımlandığına göre, demek ki. Halide Nusret, Hisar'ın çıkışının daha ikinci yılında, derginin yazı ailesine katılmış.
O tarihte oturduğu ev de dergi idarehanesine pek yakındı. Hisar, benim oturduğum, Öncebeci, Bahadırlar Sokak'tan yönetilir, Zorlutuna'lar da Hukuk Fakültesi'nin yanından yukarı çıkan Erdem sokakta otururlar. İşime gidip gelmek için, her gün birinin önünden geçerdim. Böyle olduğu halde, bir kere bile ziyaretlerine gittiğimi hatırlamıyorum. Sanırım, benden yaşça da, şöhretçe de çok ilerde bulunan bir hanımla sert bir paşa olduğunu işittiğim eşini ziyaret edersem, çok resmi disiplinli bir hava içine girip sıkılacağımdan korkuyordum.
Üstad'la umumî yerler ve toplantılar dışında, ailece görüşmemiz ve O'nun iftihar ettiğim dostluğunu kazanabilmem, ancak bu çeşit korkuları attıktan sonra mümkün olabilmiştir. Yakından tanıyınca, Halide Nusret'in ne kadar samimî, nazik ve alçakgönüllü bir hanımefendi olduğunu anlamakta gecikmedim. Sanatçı heyecanını ve amatör ruhunu da -yılların geçmesine rağmen- aynen muhafaza ettiğine hayretle şahit oldum.
Halide Nusret, 70 yaşını geçtiği halde şiir yazmaya devam eden nadir şairlerimizden biridir. Hisar'a her şiir gönderişinde, beğenip beğenmediğimi merak eder ve heyecanla sorar. Yeni çıkan yazı ve şiirlerimizi, kendisi okuyamazsa, mutlaka birisine okutur, takdirlerini, tenkitlerini günü gününe bize ulaştırır. Bizden daha genç, daha yeni şairleri de oldukça yakından izlediğini biliyorum.
Bize son yolladığı ve Hisar'ın Nisan 1976 sayısında yayınladığımız "Yüzükoyun" başlıklı şiiri üzerinde özellikle durmuş, bu şiiri dikkatle okuyup, kanaatimi açıkça söylememi ısrarla istemişti. Şiiri, istediği gibi, dikkatle okudum, fakat neden bahsettiğini pek iyi anlayamadım.
Yalandı söylediklerin, Yüzde yüz yalandı, biliyorum.
diye başlayan şiirin :
Ya inansaydım, sevgilim,
Düşünsene bir, Ya inanıverseydim sana?
mısraları özellikle beni şaşırtıyordu. Acaba, bu sevgili kim olabilirdi? Bu bir erkekse, şiir, Üstad'ın yaşına ve başına uymazdı; "Sevgili" den kastedilen Tanrı ise "Yalandı söylediklerin" "Ya inanıverseydim sana" mısraları ne oluyordu? Şiiri, o sırada dergiye gelen Yavuz Bülent Bâkiler'e gösterdim. O da işin içinden çıkamadı. Sonunda Üstad'a azıcık takılmaya karar verdik. Telefonu açtım :
- Şiirinizi okudum Üstad'ım,
- Beğendin mi?
- Beğendim, fakat ne demek istediğinizi pek iyi anlayamadım. Düşündüm, taşındım, sizin yeni bir aşka tutulduğunuza ve bu şiiri o sebeple yazdığınıza karar verdim. Yavuz Bülent de bu kanaatıma iştirak etti.
- Hay aklınızla bin yaşayın. Demek bu yaşta ha?
- Aşkın yaşı olmaz.
- Ayol, ben gençliğimde bile, sizin anladığınız manada bir aşk şiiri yazmadım.
Bunları söylerken, azıcık da öfkelenmiş olduğunu hissettim. Telefonu kapattıktan biraz sonra, bu sefer kendisi açtı :
- Durumu sana açıklamaya karar verdim...
Sesi kederli ve heyecanlı idi. Şiirde anlatılan olaya çok önem verdiği belliydi. Öyle bir ruh hali içindeyken kendisine takılmak istemekle baltayı taşa vurduğumu anladım.
Bana üstü kapalı anlattığına göre, yakınlarından birisi, o günlerde, kendisine çok kötü bir itirafta bulunmuş. İtirafın ne olduğunu söylemedi. Fakat üzerinde korkunç bir tesir uyandırdığı açıkça anlaşılıyordu. Bu itirafa inanmıyor, inanırsa yaşayamayacağını söylüyordu :
Ya inanıverseydim sana?
Hepten yıkılıp çökerdim; yerle bir.
Yok, hayır "yerle bir" nedir?
Uçurumlar boyunca, yerin dibinde
Ve...
Yüzükoyun!
Şiirin, bizim yaptığımız gibi, yanlış tefsir edilmemesi (!) için,
Ya inansaydım, sevgilim, "
mısraını, Ya inansaydım, yavrucuğum,
olarak değiştirmeyi uygun buldu ve şiiri o şekilde yaymadık. Son mısralardaki trajik ifadeye rağmen, konunun bu kadar ciddi ve önemli olduğunu hiç düşünmemiştim.
Halide Nusret'in 50. sanat yılı dolayısıyla yayınlanan "Ellerim Bomboş" adlı kitabına bakıyorum. Üstad'ın 50 yıl boyunca yazdığı şiirlerden seçmeleri içine alan bu kitapta karşı cinse duyulan aşkla ilgili bir parçaya rastlamak hemen hemen imkansız gibi.
Kitabın, "Aşk imiş her ne var âlemde" başlığını taşıyan bölümünde de Şair'in Tanrı'ya, yurda, annesine, çocuklarına, torunlarına duyduğu sevgiyi dile getirilmiş. "Aziz Eşime" başlığını koyduğu şiirde bile bir erkek değil, bir ırmak var: Tuna. Belki, bu dediklerimden "Hayali Cihan Değer" ve "Hatıran" başlıklı şiirleri istisna edebilirim. Onlarda da, sadece, maddî olmaktan çok uzak bir sevginin anıları ve belirsiz izleri görünüyor.
Halide Nusret gibi duygulu bir Şair hanım, ilk gençlik yıllarından itibaren kendisine âşık olan erkeklerin hepsine ilgisiz kalmış, onların sevgisine hiç karşılık vermemiş olabilir mi? "Bir Devrin Romanı" nda bu sorunun cevabını arıyor, zaman zaman da buluyorum. 1924 yılının ilk günlerinde, Ankara'ya öğretmenlik için başvurduğunu anlatırken, o zaman. İstanbul hariç Türkiye'nin her hangi bir yerinde görev yapmayı kabul ettiğini söylüyor ve İstanbul'u istemeyişinin sebebini şu cümlelerle açıklıyor : "Güzel İstanbul'dan, evet, yangından kaçarcasına kaçmak istiyordum. Bundan bir kaç yıl önce geçirdiğim bir his tecrübesini o zaman epeyce mühimsemiş "Aşk dedikleri şey acaba bu mudur?" demiştim... Bugün yarım yüz yıl geriye bakarken de rahatça "Evet aşk o idi!" diyebiliyorum. Ama, ne garip, inandığım, yaşadığım o şeyin, o çok güzel ve çok kutsal şeyin bir tarifini yapamıyorum. Hiç bir zaman da yapamadım".
Bu satırlarda. İstanbul'dan kaçıp, Anadolu'da çalışarak sevdiğini unutmak isteyen bir hoca hanımı (yeni bir Çalıkuşu Feride'yi) buluyoruz. Bu satırlar, Halide Nusret'te niçin ateşli bir aşk şiiri bulamadığımızı da açıklıyor.
"Onunla dokuz ay nişanlı kaldık, Onun güzel adını taşıyan altın halkanın parmağıma ilk geçtiği günkü o kanatlı sevinci ve onu parmağımdan âdeta sökercesine çıkardığım dakikadaki korkunç ve sefil acıyı hiç bir zaman unutamadım. Benim tam tersime anacığım onu hiç sevmemiş, sevememiş; o aileye bir türlü ısınamamıştı... Annemin onları reddetmek için, kendince pek kuvvetli sebepleri vardı."
Bu son satırlar da samimi ve derin bir aşkın nasıl feda edildiğini anlatıyor. Görüyoruz ki, Halide Nusret'in sevdiği adam. Çalıkuşu Feride'nin Kâmuran'ı gibi hercailik etmemiş, fakat kendisinden zorla sökülüp alınmıştır. Annesinin kararına ve zevkine itaat etmekten başka bir şey düşünmeyen, kalbi parça parça olsada annesine karşı saadetini koruyamayan, iyi yetişmiş eski zaman kızlarının çok görüp işittiğimiz acıklı kaderleri de bu satırlarda yatmaktadır.
Karşı cinse duyulan aşkı, şiirlerine pek uğratmayan Halide Nusret, Tanrı'ya içini döktüğü; Yunus'a, Mevlâna'ya seslendiği zaman, son derece coşkundur :
Avcumuz boş, gönlümüz boş,bağrımız sadparedir,
Yolcudur, yollarda şaşkın, çırpınır, âvâredir;
Koyma gafletlerde Râbbim kulların biçâredir,
Ya İlâhi, rahmetinden kimseler dur olmasın.
---------------------------
Gecenin bir saatinde
Eşiğine varan bendim
Kuşlar yuvada, kurt inde,
Karanlığı yaran bendim!
.......
Seni buldum Şahım seni
Tut elinden Üftadeni!
Koma karanlıkta beni
Mevlâna! Aman efendim!
---------------------------
Yunus'um! Aşkınla dil oldu bülbül,
Cehennem ateşi kızı! kızıl gül.
Seni bu illerde bulalı gönül
Karaman diyarı apaydın bana!
Halide Nusret, her şeyden önce büyük bir vatanseverdir. 50. sanat yılı dolayısıyle yapılan törende şöyle demişti: "Kalemimi 50 yıldan beri karınca kaderince milletimin hizmetinde, memleketimin hayrına kullanmağa çalıştım. Bunda ne dereceye kadar başarılı olduğumu bilemiyorum.
Ama, memleket zararına tek satır yazmamış olmanın inanç ve sevinci içerisindeyim."
Q gün (17 Mayıs 1967) bu inancı hepimiz paylaşmıştık, bugün de paylaşıyoruz. Gerçekten, Halide Nusret memleket zararına tek satır yazmamış, her şeyi memleketin hayrına yapmaya çalışmıştır.
Şair'in ilk gençlik yıllarına ait hayal ve tasavvurlarında dahi, her genç kızın düşüncesinden ayrı, millî bir intikam duygusu ön plâna geçer. Yukarda sözünü ettiğim hatıralarında şöyle diyor: "Anamın ailesi asker oluyordu, miralaylar, paşalar, hatta müşirler ...Ve en önemlisi şehitler... Annemin babası gencecik bir yüzbaşı iken (93) de, bir Moskof kurşunu ile şehit düşmüştü. Zavallı anacığım, kundakta yetim kalmıştı. Subayla evlenmeyi kurduğum çocuk yaşlarımda-, parıl parıl apolet, şıkır şıkır kılıç kadar, şehit dedemin intikamını Moskof'tan alacak bir Türk zabitine eş olmak hevesi de yer alırdı." Kader, bu "Türk zabitini", Edirne'de öğretmenlik yaptığı yıllarda karşısına çıkarır. O zaman Kırklareli'ndeki süvari alayında binbaşı olan rahmetli Aziz Zorlutuna'yla evlenirler (9 Eylül 1926).
Halide Nusret, Aziz Paşa'nın vefatına kadar, tam 45 yıl, mutlu olduğunu sandığım, bir evlilik hayatı sürmüştür. Eşiyle birlikte Anadolu'nun bir çok yerlerini dolaşmış, çeşitli okullarda öğretmenlik yapmış, Türk çocuklarının kalplerine ve kafalarına ışık tutmuştur.
Öğretmenlikle ilgili hatıralarının toplandığı "Benim Küçük Dostlarım" kitabı için, rahmetli Arif Nihat Asya şöyle der : ...Onu yalnız bir hatıra değil, aynı zamanda bir meslek kitabı olarak ilgililere tavsiye ederim... Bunun, okul klâsikleri arasına girmesi gereken bir kitap olduğu kanaatindeyim."
Şairimizin, çocukluk hayatı sarsıcı olaylarla dopdoludur. Bir gazeteci ve hürriyet savaşçısı olan babası Avnullah Kâzımî önce istibdat idaresinin, daha sonra'-1908 yılında "Fedekaran-ı Millet Cemiyeti" adı altında bir siyasi parti kurup muhalefete geçtiği için- sözde hürriyet idaresinin (İttihat ve Terakki'nin) hışmına uğrayıp, ömrünün büyük bir kısmını sürgünde ve zindanda geçirir. Bir süre, siyasetten çekilmeyi kabul edip, Kerkük'e mutasarrıf tayin edilir. Orada çok değerli hizmetler görür. "Bir Devrin Romanı"nda, Halide Nusret'in Kerkük'e ve çocukluk yıllarına ait hatıraları canlı bir şekilde anlatılmaktadır.
Sevinci güller açmış, dertleri kor içimde,
Yurdumun dört bucağı sarmaşıyor içimde.
diyen Şair'in, gezip dolaştığı yurt köşelerinden pek çok renk ve kokuyu şiirlerinde bulabilirsiniz. Bu şiirlerde, Urfa, Suruç Ovası, Birecik, Antep, Bingöl Yaylası, Erzurum, Sarısu, Karaman, Erciyaş, Sarıkamış ve şimdi yurdumuzun dışında kalan Kerkük geçit resmi yapar.
Mehmetçiğe seslenirken, yüreğini koparıp, yiğit askerlerimize uzattığını hissedersiniz.
Köyde düşünceli, cenklerde şensin.
Yerlerde, göklerde, kalpde esensin,
Bir baştan bir başa tarihim sensin!
Ah arslan Mehmedim! Arslan
Mehmedim.
Şairimizin vatan toprağıyla nasıl kaynaşıp , sarmaştığını şu mısralar anlatmaya yeter sanırım :
Allah azîm lûtfudur insanlara toprak
Ak ekmeği berrak suyu doğuran kara toprak.
Mevsimleri besler ve bezer onları bir bir
Can verdiğimiz uğruna beyhude değildir.
İnsanlar onundur , ona bağlanmış ezelden
Ey sevgili toprak önümüz sen, sonumuz sen
Hayran sana, kurban sana canlar,
Sana toprak!
Hür bayrağımın sahibi toprak! Ana toprak!
Şairimiz, Ana Toprak için iki de fidan yetiştirmiştir :
Sendendir, sana döner damarlarımdaki kan
Senin için büyüttüm bağrımda bir çift fidan.
Bu iki fidan, şimdi benim yakınlarım olan, oğlu Ergun Zorlutuna kızı Emine Işınsu'dur. Ergun meslek olarak önce annesi gibi öğretmenliği seçmiş (Gazi Eğitim Enstitüsü'nü bitirmiş) sonra idarecilikte karar kılmıştır. Şimdi Devlet Hava Meydanları Genel Müdür Yardımcısıdır. Kendisini yazarlığa adayan Emine Işınsu da annesinin sanatçı ruhu ve kabiliyeti devam ediyor
Mehmet ÇINARLI / TÖRE / Mayıs 1976
ceyLin
27 November 2008, 16:55
Haydar Ergülen ( 1956)
1956 yılında Eskişehir'de doğdu. Ankara Aydınlıkevler Lisesi ve ODTÜ Sosyal Bilimler Fakültesi Sosyoloji Bölümünü bitirdi. Halen reklamcılık yapıyor. Çeşitli dergilerde şiirleri yayımlandı.
ESERLERİ
Şairin, Karşılığını Bulamamış Sorular, Sokak Prensesi, Sırat Şiirleri, Eskiden Terzi adlarını taşıyan şiir kitapları bulunmaktadır.
ceyLin
27 November 2008, 16:56
Hilmi Yavuz ( 1936)
1936 yılında İstanbul'da doğdu.Kabataş Erkek Lisesi'ni bitirdikten sonra gazeteciliğe başladı.Lise yıllarında şiir yazmaya başladı ve bazılarını Dönüm dergisinde neşretti. İngiltere'de BBC'de çalıştı.Bu sırada Londra Universitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdi. Dönüşünde Cumhuriyet, Milliyet Yeni Ortam gazetelerinde eleştiri ve inceleme yazıları yazdı.Bu yazılarının bazılarında Ali Hikmet müstearını kullandı. Mimar Sinan Universitesi'nde uygarlık tarihi, Boğaziçi Universitesi'nde felsefe okuttu.Nurettin Sözen döneminde İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Kültür İşleri Dairesi'ni yönetti.Zaman gazetisinde köşe yazarlığı yapıyor. Bazı eleştirilerinde İrfan Külyutmaz ismini kullanıyor.
ESERLERİ
Şiir Kitapları:Bakış Kuşu (1969), Bedrettin Üzerine Şiirler (1975), Doğu Şiirleri (1977), Yaz Şiirleri (1981), Gizemli Şiirler (1984), Zaman Şiirleri (1987), Söylen Şiirleri (1989), Hüzün ki En Çok Yakışandır Bize (Toplu şiirler, 1989), Ayna Şiirleri (1992).
Deneme:Felsefe ve Ulusal Kültür(1975), Roman Kavramı ve Türk Romanı(1977)
ceyLin
27 November 2008, 16:57
Hulki Aktunç ( 1949)
1949 yılında İstanbul'da doğdu. Reklamcı kimliğinin yanı sıra, şair ve yazar yönleriyle de tanınıyor. Manajans ekolünden geliyor. Haluk Mesci'den bayrağı devralarak Reklamcılar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı oldu.
Aktunç, askeri okullardaki orta ve lise yıllarından sonra İ.Ü. Hukuk Fakültesi'ne girdi.Yüksek öğrenimi yarıda bıraktı. 1969-1972 yılları arasında Meydan Larousse'un hazırlanması sırasında redaktörlük yaptı.'Z' harfinin tamamlanmasıyla beraber o da işini kaybetti.Daha sonra bir gazetede gördüğü "Redaktör aranıyor" ilanı üzerine Manajans'a başvurdu. Ancak kısa süre sonra Manajans tekrar bir redaktör ilanı vermek zorunda kaldı. Çünkü yazarlık konusunda yetenekli olduğu görülen Hulki Aytunç, yaratıcı bölüme kaydırıldı. Daha sonra Manajans içerisinde yazı grubu başkanlığına kadar yükselen Aytunç, yönetim konusunda yaşayan bir takım anlaşmazlıklar yüzünden Manajans'tan ayrılma kararı aldı. 1980 yılında Yaratım'ı kuran Aktunç, 1987 yılında Foot Cone & Belding ile ortaklığa imza attı. Hulki Aktunç, halen Yaratım / FCB 'nin yönetim kurulu başkanlığı görevini sürdürüyor.
ESERLERİ:Hulki Aktunç yazı hayatına 1968 yılında dönemin önemli dergilerinden "Yeni Ufuklar"da başladı.İlk kitabı "Gidenler dönmeyenler" ile TDK öykü Ödülü'nü (1977), "Bir Çağ yangını" romanı ile Abdi ipekçi Ödülü'nü (1981), "Bir Yer Göstericinin Hayatı" ile Yunus Nadi Öykü Ödülü'nü (1989), kazandı. 1976 sonrasında şiire ağırlık verdi. "İnsan Aşkların Külüdür" ile Halil Kocagöz Şiir Ödülü'nü (1994), "Istıraplar Ansiklopedisi" ile de Cemal Süreyya Ödülü'nü (1995) aldı. On yılı aşan bir çalışmanın ürünü olan "Büyük Argo Sözlüğü" (1990) gerek Türkiye'de, gerek yurtdışı Türkoloji çevrelerinde büyük ilgi gördü.Aktunç'un, Aşka Kimse Yok ve Bir Yer Göstericinin Hayatı isimli öyküleri filme çevrildi.
ceyLin
27 November 2008, 16:57
Hüseyin Mazlum
Yunanistan Türk Edebiyatı
Balkanlar�da Türk Şiiri - Balkan Türklerinin Kimlik Destanı
Suat Engüllü
1. Karşıyaka Şiir Kurultayı
19-21 Mart 2004/ İzmir
Yunanistan Türk şiirinde dikkate değer ilk daha önemli ve umut verici kıpırdanmalar, 1960�lı yıllarda göze çarpmaya başlamıştır. Bu da, Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerde yaşanan �bahar havası� sonrasında, Türkiye�de eğitim gören bir grup Yunanistan Türk gencinin, Batı Trakya�ya dönüşlerinin ardından bir �edebî hareket� başlatmalarıyla olmuştur. Bu hareketin önde gelen isimleri Alirıza Saraçoğlu, Hüseyin Mazlum, Rahmi Ali, Hüseyin Alibabaoğlu, Tevfik Hüseyinoğlu�dur.
ceyLin
27 November 2008, 16:57
İlhami Emin
Makedonya Türk Edebiyatı
İlhami Emin 1931 yılında Radoviş�te doğdu. Kısa bir süre Üsküp Tefeyyüz İlkokulu�nda öğretmenlik yaptı, ardından Nova Makedoniya gazetesinde gazeteciliğe başladı. Sonra Birlik gazetesine geçti. İlk sayısı Aralık 1965�te yayımlanan Sesler Aylık Toplum Sanat Dergisinin kurucularından biri, derginin ilk yayın yönetmenidir. Sonraki yıllarda Üsküp Radyosu Türkçe Yayınlar Sorumlusu, Birlik Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdür Vekili, Üsküp Halklar Tiyatrosu Genel Müdürü, Makedonya Kültür Bakanlığı Müsteşarı görevinde bulundu. Şimdi Zaman-Makedonya gazetesinde yazarlık yapmaktadır.
Önce Makedonca yazan İlhami Emin edebiyata şiirle girdi. İlk şiir kitapları Makedonca yayımlandı. Edebiyatın diğer türlerinde de eser verdi. Bunlar arasında tiyatro oyunlarıyla başarı sağladı. Başarılı bir film eleştirmeni de olan İlhami Emin�in Türkçe�den Makedonca�ya yaptığı birçok çevirisi de vardır. En önemli şiir kitapları Taş Ötesi, Gülkılıç, Yörükçe, Güldeste�dir.
x
Terkedilmiş Olan Yörük Köpeklerinin Türküsü
bizi bırakıp gitti sahiplerimiz ardlarına hiç dönmeden
ne vardı acaba gözlerinde o an gözyaşı mı sevinç mi
önemli olan biz onların en sadık dostları kaldık sorulmadan
bizimle ne olacak bize kim bakacak soruları yok gibi
kaldık elliden çok köy köpeği sahipsiz hem de gereksiz
evlerde kilit ocaklar dumansız pencerelerde yeller
açlığımız bir yana köpek uzun süre yaşar ekmeksiz
ancak bize en ağır düşen yok olan bizi okşayan eller
çünkü okşanan tatlı sözlerle karşılanan acıkmaz
acıksak dahi açlığımız daha da sadık kılar bizleri
şimdi aradığımız yollar kapalı pencereler açılmaz
sahiplerimizden tek kalan onların çarık izleri
ne yapsak kötü beklesek kaç gün sürer acaba bekleme sonları
sahiplerimiz geri dönerler diye ayrılırken okşamadılar ki başımızı
bize düşen her gün ucdan uca boylamak bayırlardaki dar yolları
ancak karanlık basınca yollar dahi çeker bizden aklığını
yolsuz bile kalırız artık ovaya uzanan bakışsız umutsuz
tanağartısına dek açlıklara bakmadan uzanıp bekleriz
biz dayanıklıyız sadık köpeğe ağlaşmak düşmez uykusuz
yeniden sürüne sürüne yol başına gözlerimizle olsun geliriz
nereye çıkar bu bekleyiş ne olur sonu beklemenin
sahiplerimizden bir ses gelecek mi hayırları canlatan
açlıktan çok bizi yıpratır acısı sayısız soruların
korular ise hoşlanmaz yoksa eğer sadıklığımızı anlatan
yalnızlığın en çekilmezi bizimkisi daha kötüsü düşünülemez
gücümüzü kendimize değil sahiplerimize devrettik
hep sevildik diye dedik sahiplerimize asla dokunulmaz
kurtlardan daha kurt olduk çocuklardan dövüldük
köy keçileri bizlerin ne hayvanı var koruyacak ne insanları
biz artık bekçilerizdir kendi kendilerini koruyan
kurtlar bile köyümüzden uzak arar nafakasını
nasıl koruyucuyuz aya baka kala kime karşı uluyan
köyü terketti sahiplerimiz geri döneceklerini umduk yollardan
meğer yollar da kendilerini olduğu gibi bizleri de avutur
köy yakınındaki ağaçlarda yuva saran kuşlar bile kaçtı yuvalardan
yeller gelip bir an olsun başımızdaki yorgunluğu savurur
ne var ki yeller geçince yeniden başlar çözülüşü yalnızlığın
yeniden başlar açlık ile yalnızlığın ortak acısı
acaba sonu mu geldi sınırsız inanç ile sadıklığın
dağ köylerinin ölümüyle ne olur acaba ormanların yazgısı
biz sahipsiz köpekleriz kimsesiz köyü bekliyen
bize acıyan çıkarsa gelsin köyümüze yerleşsin
burdaysa kimseyi karşılamaz hazır ne çiftlik ne çiftlik ne gökdelen
gelecek olan sadık köpeklerin köyünde gerekir yeşersin
yeşermiyen kayaların öyle de değmez sözünün edilmesi
gerçek sahip taş taşlık tanımadan yeşilliği bulmalı
bize çıkan yolların daha da zordur geçilmesi
çünkü ellerin teri sayesinde sahip geniş bir soluk almalı
yugoslavya makedonyasında radovişin kılavuzlusudur sesimiz
daha nice kılavuzluların sahipsiz kalan köpekleri de uğursuz
afrika olsun asya ya da amerika sadıklığı terkeden herkes düşmanımız
aklı başında olan vaktinde aşyasak kelimeı bu yolu korkusuz
bekliyoruz beklemelerin boşunalığı vız gelir gözümüze
bekleye bekleye zayıflıya zayıflıya iskelete dönüşür vücudumuz
bu böyle sürerse yarın kimse inanmaz olur sadıklığımıza
bu yüzden öldükten sonra bile beklemekte olur ulumamız
kurtlara karşı kurt oluruz ancak köyümüzü de vermeyiz kolayca
sahipsiz kaldıksa biz hem sahip oluruz hem de bekçi evlere
öldükten sonra dahi vücuda geliriz yeniden dağlarca
kükreriz bu ders olsun diye köylerini tüm terkedenlere
İlhami Emin
(Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi 7, Suat Engüllü, Makedonya-Yugoslavya (Kosova) Türk Edebiyatı, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1997, s. 213-214)
x
1956 yılına kadar Makedonca yazan İlhami Emin�in, bu tarihten itibaren Türkçe yazmayı da tercih etmesi, elbette ki Makedonya Türk şiiri için büyük bir kazanç olmuştur. Geçmiş ile şimdi arasındaki bütünselliği, insanın gelişiminin genelinde ele alan şair, eskinin eleştirisini yaparken, dünden bugüne uzanan, günümüz şartlarında önem kazanan meseleleri okuyucunun dikkatine sunar, onu düşünmeye sevk etmeyi amaçlar. 1971 yılında yayımlanan �Gülkılıç� şiir kitabıyla girdiği bu şiir lâbirentinde, hâlâ, kendini aşmasını sağlayacak yeni değerlerin izini sürmektedir.
ceyLin
27 November 2008, 16:58
İlhami Erdoğan
1962 Yozgat doğumlu olan İLHAMİ ERDOĞAN, 1980- 1991 yılları arasında "MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası" sanığı olarak yargılandı. Mamak Askeri Cezaevi, Eskişehir ve Bursa Özel Tip Cezaevleri, Bâlâ ve Ankara Kapalı Cezaevleri ile Ankara Yarıaçık Cezaevi'nde yatarak cezasını tamamladı.
Cezaevindeyken "OZAN İLO" mahlası ile şiirler yazmaya başlayan İlhami Erdoğan'ın şiir ve makaleleri Bizim Ocak, Yeni Düşünce, Yeni Anadolu, Türkeli Hergün, Bizim Dergah ve Yusufiyelilerin Sesi gibi değişik dergi ve gazetelerde yayınlandı. Evli ve 4 cocuk babası olan İlhami Erdoğan Ankara'da ikamet etmektedir.
"MEŞHED" (Şiir), "SÖĞÜT MEKTUPLARI" (Belgesel), "NEFES DEMİR CAN DEMİR" (Şiir), "CAN AZERBAYCAN" (Kollektif araştırma), "TÜRK'ÜM TÜRK'Ü ÇAĞIRIRIM" (Şiir), "DAĞLAR BENİ ÇAĞIRIYOR" (Şiir), "ANLAYANA GÜL UZATTIM" (Şiir), "SÂDIKLARIN HOR GÖRÜNME ZAMANI" (Şiir) isimli kitapları yayınlanmıştır. Pek yakında yeni bir şiir kitabı daha basılacaktır.
ceyLin
27 November 2008, 16:58
İnönü Arpat
ESERLERİ
Yaralı Oğluyum Hayatın-şiir-, Türk Solu Sözlüğü,Kendini Anlatırsa Bir Kız, Sosyalistler ve İnsan Hakları, Randevuyu Dağa verdik,Şimdi Solun Zamanı.
Popüler Türk Solu Sözlüğü
İnönü Alpat
Mayıs Yayınları / Bilgi Dizisi
İnönü Alpat, 1900'lerin başından bugüne, çeşitli düzeylerde siyasal yaşamda etkili olmuş örgüt, grup ve kişileri; -Türkiye solunun özellikle 1970'li yıllarda kullandığı- sözcük, terim, kavram, slogan ve günlük polemiklerde sıkça karşılaşılan kalıplaşmış sözleri, tarihin tozlu raflarından alarak, yeniden gün ışığına çıkarıyor. Alpat, kah alaycı, kah ciddi, ama her satırı
bir ansiklopedist titizliğiyle hazırlanan bu yeni kitabını solun tarihini merak eden okurlarına sunuyor.
Tarih ve tarihçi geçmişi yeniden kurgulayarak dahası kurarak, geleceğe yol açar. Geleceği yaratacak malzemenin geçmişte saklı olmasından değil midir ki, bütün resmi-tarih ve tarihçiler, mevcut dizgenin kadir-i mutlak olduğunu gösterme adına, gerçek tarihi unutturmayı ilk iş olarak görmüşlerdir. Unutmamak gerek: "hafıza-i beşer nisyan ile yasak kelimeül"dür.
Randevuyu Dağa Verdik
Yenilgiyle Biten Bir Serüvenin Ardından
İnönü Alpat
Bireşim Yayınları / Anı Dizisi
Kuşatılmış, ölümle yüz yüze gelmiş bir gerilla grubunda, az sonra öleceklerini anlayan iki arkadaşın birbirlerine "elveda" dercesine bakmaları, az sonra ölen için ne ifade edebilir? Hafızası o an silinmiştir. Onda hayata dair hiçbir iz kalmamıştır. Ama o elvedanın, ölmeyip de geride kalana neler anlattığını anlamaya çalışmaktır asıl olan. Bu, ölümün de sırrını çözebilecek ipuçları verebilir insana...
ceyLin
27 November 2008, 16:58
İskender Muzbeg
Makedonya Türk Edebiyatı
Makedonya�da yayımlanan Sesler dergisi, 1965 sonrasında Bayram İbrahim Rogovalı, Mürteza Büşra, İskender Muzbeg, Arif Bozacı; geleneksel şiire çağdaş bir boyut kazandırarak insanı değişik yanlarıyla ele alan, insanî unsurları sıfıra indirgeyen zihniyeti, sırıtmayan bir mizahî yaklaşımla eleştiren Agim Rifat Yeşeren; Altay Suroy Recepoğlu, Zeynel Beksaç, gibi Kosova Türk şairlerinin yetişmesinde büyük katkıda bulunmuştur.
ceyLin
27 November 2008, 16:59
İsmail Gerçeksöz ,
İsmail Gerçeksöz, 1925’te İzmir’de doğdu. 4 Nisan 1980 tarihinde Ortadoğu Gazetesi’nin başyazarlığını yaparken arkadan vurularak şehit edildi. Ortaöğreniminden sonra okumayıp Bursa’da gazetecilik yaptı. Bursa Hakimiyet gazetesinin beş yıl yazıişleri müdürlüğünü, sahibi olduğu Bursa Ekspres gazetesinin 7 yıl başyazarlığını yaptı. Uzun yıllar Tanin, Vatan, Yeni İstanbul ve Tercüman gazetelerinin Bursa muhabirliklerini yürüttü. 1961’de Batı Almanya’da gitti bu ülkede memur ve mütercim olarak çalıştı. 1976 yılında yurda döndü. Şiir ve yazıları 1944’ten itibaren Demet, Uludağ, Sanat ve Edebiyat, Şadırvan, Bizim Türkiye, Çatı, Kaynak, İstanbul, Hisar, Devlet, Ortadoğu, Millet gibi gazete ve dergilerde çıktı. Milli ve tarihi konuları işleyen İsmail Gerçeksöz, serbest vezinle yazdığı şiirlerinde müzikaliteyi yakaladı.
ESERLERİ
Eserlerinin isimleri ve yayınlanış tarihleri şöyle: Aşık Sazından Şiirler (1944), Bursa’nın Destanı (1951), Yaşayan Ağaç (1952), Gökbayrak (1954) ve İkinci Dönüş (1972).
Elbe kıyısında
Elbe’nin kıyısında bir köy,
Bize değil bu çan sesleri.
Uzak bir hâtıradır şimdi.
Pırıl pırıl ezan sesleri.
Elbe’nin kıyısında bir köy,
Damlaları sivri-külâh
Uzanır ta nehre kadar,
Cıvıl cıvıl insan sesleri.
Durgundur, kirli sarıdır Elbe
Adına ne türkü yakılmıştır, ne kurban
Alır *****ürür sessizce uzaklara
Sularında kaybolan sesleri.
HAKKINDA YAZILANLAR
Türkiye sevdalısı
Mehmet Nuri Yardım
Türkiye 9 Mayıs 2001
İnsanları severdi
İsmail Gerçeksöz’ün biyografisinden kısaca bahseden Gültekin Samanoğlu, “O, şair, yazar, idealist bir insandı. Şiirden hiç kopmadı. Yiğit bir şekilde şehit oldu” dedi. Gerçeksöz’ün yazdığı dergi ve gazeteleri sıralayan Samanoğlu, “Şairin beş şiir kitabı vardır. Yetişmesinde şair Haşim Nezihi Okay ile gazeteci yazar İsmet Bozdağ’ın büyük tesiri vardır. Memleket sevdalısı Gerçeksöz vatan uğruna şehit düştü” diye konuştu.
Gazeteci yazar Ahmet Özdemir de konuşmasında İsmail Gerçeksöz’ün şiirlerindeki ‘vatan sevgisi’ temasını ele aldı. Şiirlerinden verdiği örneklerle konuşmasına devam eden Özdemir, Gerçeksöz’ün Yahya Kemal, Orhan Şaik Gökyay ve Ahmet Hamdi Tanpınar’dan etkilendiğini belirterek, “Şiirlerinde mazi hasreti, Balkan sevgisi büyük bir yer işgal eder. O eserlerinde Türkiye’ye ve Türk insanına olan sevdasını terennüm etti” dedi. Özdemir konuşmasında şu hususlara dikkat çekti:“Gerçeksöz Ortadoğu’nun başyazarı İlhan Darendelioğlu’nun başyazarlık bayrağını devraldı. Orta Doğu’nun Genel Yayın Müdürü Tahir Kutsi Makal, Yazıişleri Müdürü ise bendim. Vefatından önce yazdığı şiirlerde adeta öldürüleceğini hissetmiş ve bunu mısralarına yansıtmıştı.”
Kitapları basılacak
Türk Edebiyatı Vakfı Başkanı Servet Kabaklı ise, İsmail Gerçeksöz’ün kendisini vatan uğruna ve Allah ve millet yoluna adadığını belirterek, “O duruşuyla, tavrıyla bir edep abidesiydi” diye konuştu. Kabaklı, İlhan Darendelioğlu, İsmail Gerçeksöz ve Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gibi değerli şairlerimizin unutulmaması ve genç nesiller tarafından okunmasını sağlamak üzere kitaplarının yayınlanması için ellerinden gelen gayreti göstereceklerini söyledi.
Toplantıya iştirak eden şairin eşi Nusret hanım, kızı Nilüfer hanım ve damadı Özcan Genç de İsmail Gerçeksöz’ün ‘adam gibi adam’ olduğunu vurguladılar ve hatıralarından bahsettiler.
ceyLin
27 November 2008, 16:59
Lale Müldür
Lale Müldür 1956'da Aydın'da doğdu. Liseyi Robert Kolej'de bitirdi. Şiir bursu alarak Floransa'ya gitti. Türkiye'ye geri dönerek birer yıl ODTÜ Elektronik ve Ekonomi bölümlerine devam etti. 1977'de İngiltere'ye giderek Manchester Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nden lisansını; Essex Üniversitesi Edebiyat Sosyolojisi Bölümü'nden master derecesini aldı. 1983-1987 yılları arasında Brüksel'de yaşadı.
İlk şiirleri 1980'de Yazı ve Yeni İnsan dergilerinde çıktı. Gösteri, Defter, Şiir Atı, Oluşum, Mor Köpük, Yönelişler, Sombahar dergilerinde birçok şiir ve yazısı yayımlandı; şiirlerinden bazıları bestelendi ve filmlerde kullanıldı.
ESERLERİ
Voyıcır II (Ahmet Güntan'la birlikte, 1990), Kuzey Defterleri (1992), Buhurumeryem (1993), Uzak Fırtına (1988), Seriler Kitabı (1991) ile Divanü lügat-it-Türk (1998) adlı kitapları bulunuyor.
Şiirlerinden bir seçki 'Water Music' adıyla Dublin'de yayımlandı (Poetry Ireland, 1998). Fransız ressam Colette Deblé'nin resimleri üzerine yazdığı şiirlerse Fransız Enstitüsü'nden 'Yağmur Kızı Böyle Diyor' adıyla Fransızca olarak yayımlandı. Bir dönem Radikal gazetesinde yazdı; yurt dışındaki birçok toplantıya Türkiye'yi temsilen katıldı.
ceyLin
27 November 2008, 17:00
Latif Ali
Bulgaristan Türk Edebiyatı
İkinci Dünya Savaşı�ndan sonra kurulan Bulgaristan Halk Cumhuriyeti�nin ilk yıllarında, Selim Bilâl, Mülâzim Çavuş, Osman Sungur gibi şairler, Bulgaristan Türk şiiri geleneğini sürdürmeye devam etmişlerdir. Ancak 1950-51 göçünün, her şeyi alt üst ettiği yasak kelimeûmdur. Buna rağmen, Bulgaristan�da kalabalık bir Türk toplumunun olması, kısa sürede yeni şairlerin yetişmesini sağlamıştır. Bu genç ve yetenekli şairler, bura Türk şiirinin gelişimine büyük bir hız kazandırmışlardır. Selim Bilâl, Mehmet Çavuş, Mefküre Mollova, Lâtif Ali, Hasan Karahüseyin, İsmail Çavuş, Arzu Tahirova bu misyonu gerçekleştiren değerli şairlerden birkaçıdır sadece.
ceyLin
27 November 2008, 17:00
Leyla Süleyman
Makedonya Türk Edebiyatı
1950 yılından sonra aylık Sevinç ve Tomurcuk çocuk dergilerinin, Türkçe kitapların da yayımlanmaya başlaması, şiir çalışmalarının hız kazanmasına zemin hazırlamıştır. Ancak araya giren 1953 göçü, Makedonya Türk şiirinin bu hızlı gelişimini sekteye uğratmıştır. Göçün hız kestiği 60�lı yılların ortalarında, Sesler Aylık Toplum-Sanat Dergisi�nin de yayın hayatına girmesiyle, slogancılıktan uzaklaşma, gerçek şiiri arama çabaları daha da güçlenmiştir. Önce, söyleyeceklerini somut bir tarzda iletmek için düşünce ve duygularını gereksiz sözcüklerden arındırarak kurduğu kusursuz dizelerde ortaya koyduğu ince lirizm tonlarıyla dikkatleri çeken , yazdıklarıyla okuru düşünmeye iten Avni Engüllü ile birlikte Mustafa Yaşar, Yusuf Edip, Sabahattin Sezair, Fahri Ali, Suat Engüllü, İrfan Bellür; daha sonraları da Esat Bayram, Sabit Yusuf gibi şairlerin yer aldığı, Makedonya şiirine güç veren, yeni bir yazar kuşağı ortaya çıkmıştır. Makedonya Türk şiirinin yaşatılması misyonuna son katılanlar arasında, Melâhat Engüllü, Biba İsmail, Oktay Ahmed, Rıfat Emin, Tülay İbrahim, Leylâ Süleyman, Meral Kain, Arzu Abdullah gibi değerli genç şairleri de anmak gerekir.
Tito Yugoslavyası�nın resmî siyasetî, 1951 yılına kadar Kosova�da Türk varlığını tanımıyordu. Bu nedenle Kosova Türkleri, ilk başta Makedonya Türklerine tanınan olanaklardan yararlanamadılar. Bu nedenle birçok alanda olduğu gibi, edebiyatta da ortaya çıkan alt yapı eksikliğini, 1969 yılına kadar Makedonya Türklerinin sahip oldukları olanaklardan yararlanarak giderdiler.
ceyLin
27 November 2008, 17:01
Lütfi Kireçci
Şair ve ressam olan Lütfi Kireçci, 1955 yılında Kahramanmaraş�ta doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini memleketinde yaptı. 1977 yılında Ankara Ticaret Turizm Yüksek Öğretmen Okulu�na kaydoldu. O günün Türkiye�sinin ülkücü mağdurları arasına girdi. Çok sevdiği okulunu bitiremedi. 12 Eylül döneminde uzun yıllar zindanlarda süründürülenlerden biri oldu. Zulüm zindanlarını Yusufiye'ye çevirmesini bildi.
Şiir ve resme ilgisi daha ilkokul sıralarında başladı. İlkokulda resim dersinden bütünlemeye kalınca o yaz annesi ve babası tarafından bir gün bile sokağa çıkmasına müsaade edilmeyerek bütün yaz tatili boyunca resim çalıştırılınca geleceğin ressamının gizli bir kabiliyeti ortaya çıktı. Bütün öğrenimi boyunca en iyi dersi resim oldu. Yağlı ve sulu boya tablolarının yanında yüzlerce desen, grafik ve portre çalışması var.
Şiir ve resim çalışmaları ilk olarak Bizim Dergâh Dergisinde yayınlandı. Birçok kitap kapaklarını ve kitap desenleri yaptı. � ...Ve Taş Duvarları Aştık� isimli antoloji kitabı gibi birçok yerde şiirleri yayınlandı. Bazı şiirleri Arif Nazım, Hasan Sağındık ve Osman Öztunç tarafından bestelenerek kasete okundu. �Zulüm Adam Öldürmez� isimli ilk şiir kitabı, Yusufiye'den hapishanden çıktıktan sonra da �Güneş İndirme Vaktidir� isimli ikinci şiir kitabı yayınlandı.
ceyLin
27 November 2008, 17:02
Magcan Cumabayulı ( 1893)- (1938)
Kazak Edebiyatı
Magcan Cumabayev (1893-1938), Kazak bozkırlarında ortaya çıkan millî uyanışa, millîleşme çabalarına ve kurtuluş mücadelesine kuvvet veren aydın, yazar ve şâirler arasında Magcan Cumabayev (1893-1938), Sultan Mahmut Toraygır (1893-1920), Jüsipbek Aymavıt (1889-1931) ve Şahkerim Kudayberdi gibi kişilerin de Kazaklar nezdinde önemli bir yeri vardır.
Yukarıda saydığımız Kazak aydınlarının arasında bulunan Magcan Cumabayev, önemli bir sîmadır. Cumabayev, İstanbul�da yeni usûle göre eğitim veren bir Çala medresesinde okudu ve bu yerde Arapça, Farsça ve Çağatay Türkçesini öğrendi. İlk şiir denemelerini burada yaptı. Daha sonra Kazan�a gitti ve burada da başka bir medreseye devam etti. Şolpan adındaki ilk şiir kitabı Kazan�da basıldı. Mir Jakup Dulatulı ile tanıştıktan sonra Kazak kültürünün yaygınlaşması için çalışmalara başladı. Rusça da öğrendi. Diğer milliyetçi Kazak aydınları ile beraber Alaş hareketine katıldı. Büyük bir Türk milliyetçisi olan Cumabayev, Kazakların ve bütün Türkistan�ın millî şâiridir. Şiirlerinde Türk topluluklarının o dönemdeki dağınıklığından, yabancı işgali altında yaşamak zorunda kalışlarından ve bundan dolayı duyulan ezikliklerden bahseder. Kün men Tün (Gece ile Gündüz), Alıstagı Bagrıma (Uzaktaki Kardeşime), Türkistan, Oral, Aksak Temir Sözü (Aksak Timur Sözü), Künşıgıs (Doğu), Ot (Ateş) gibi şiirleri bulunmaktadır.
Alısta avır azap çekken bavrım,
Kuvargan beyçeşektey kepken bavrım,
Kamagan kalın cavdın artasında,
Köp kılıp közdin casın tökken bavrım
�Uzakta çok azap çeken kardeşim,
Solmuş lâle gibi olmuş kardeşim,
Kalabalık düşman kuşatması altında
Göl gibi gözyaşı döken kardeşim!�
(Magcan Cumabayev, Türkler, cilt:19.)
Kazak Edebiyatının Belli Başlı Temsilcileri
Bünyamin ÖZGÜMÜŞ Yağmur Sayı : 16
Temmuz - Ağustos - Eylül 2002
xxxxxxxxxxxx
Magcan Cumabyulı Alısdaki bavuruma (Türkçesi Uzaktaki Kardeşime ) Çanakkale Savaşı sırasında yazmıstır. Türkistan adlı şiirleri ileTürk Dünyasının kalbine taht kurmuş Turan fikrini savunduğu için 1938 yılında Stalin tarafında idam edilen Büyük Kazak Edeiyatçısıdır.
UZAKTAKİ KARDEŞİME
Uzakta ağır azap çeken kardeşim!
Kurumuş lale gibi çöken kardeşim!
Etrafını sarmış düşman ortasında
Göl kılıp göz yaşını döken kardeşim!
Önünü ağır kaygı örtmüş kardeşim!
Ömrünce yaddan cefa görmüş kardeşim!
Hor bakan,yüreği taş,kötü düşman
Diri diri derini soymuş kardeşim!...
Ey pirim!Değil miydi Altın ALTAY
Anamız bizim?Bizlerse birer tay,
Bağrında,yürümedik mi serazat?
Yüzümüz değil miydi ışık saçan ay?
Alaca altın aşık atışmadık mı?
Tepişip bir döşekte yatışmadık mı?
Anamız olan ALTAY'ın ak sütünden
Beraber emip beraber tatışmadık mı?
Akmadı mı bizim için dupduru bulak,
Şarıldayıp şarıl şarıl dağdan inerek?
Hazırdı uçan kuş,kopan yel gibi
Dilesek bir bir atlar,tıpkı burak!
ALTAY'ın altın günü nazlanarak
Gelende,sen pars gibi bir er olarak,
Akdeniz,Karadeniz ötelerine,
Kardeşim,gittin beni bırakarak!...
Ben kaldım yavru balaban,kanat açamam,
Uçam diye davramsam bir türlü uçamam,
Yön bulduran,yol gösteren can kalmadı;
Yavuz düşman koyar mı şimdi beni vurmadan?
Kurşunlar genç yüreğime saplandı,
Günahsız taze kanım su gibi aktı;
Kansız kalıp,kuruyup bayıldım,
Karanlık mahbese sıkıca kapattı.
Görmüyorum artık gece gezdiğimiz kırı,ovayı,
Gündüz güneşi,gece gümüş nurlu ayı;
Nazlı nazlı ipek kundaklara sarmalayıp
Bizi büyüten altın ANAM ALTAY'ı
Ey pirim!Ayrıldık mı ulu bütünden?
Dağılmayıp yılmayan yağan oklardan
Türk'ün pars gibi yüreği varken
Gerçekten korkak kul mu olduk sinip düşmandan?
Kudretli olmak isteyen Türk'ün canı
Gerçekten bitap düşüp kalmadı mı hali?
Yürekteki ateş söndü mü,kurudu mu
DAMARINDA KAYNAYAN ATALAR KANI?
Kardeşim!Sen o yanda,ben bu yanda,
Kaygıdan kan yutuyoruz,bizim adımıza
Layık mı kul olup durmak,gel gidelim
ALTAY'A ATADAN MİRAS ALTIN TAHTA.
ceyLin
27 November 2008, 17:02
Mahambet Ötemisulı
Kazak Edebiyatı
Kazak yazılı edebiyatının daha çok 19. yüzyılın başlarından itibaren meydana geldiğini söyleyebiliriz. Bunun öncülüğünü Mahambet Ötemisulı (1804-1846) yapmıştır. Çağdaş Kazak edebiyatının ilk temsilcileri ise Çokan Velihanov (1837-1865), Ibıray Altınsarı (1841-1889) ve Abay Kunanbayev (1845-1904)�dir.
Kazak Edebiyatının Belli Başlı Temsilcileri
Bünyamin ÖZGÜMÜŞ Yağmur Sayı : 16
Temmuz - Ağustos - Eylül 2002
ceyLin
27 November 2008, 17:03
Mefküre Mollova
Bulgaristan Türk Edebiyatı
1927 yılında Hacıoğlupazarcığı'nda Dobriç'te doğdu. İlk ve orta öğrenimini doğduğu şehirde gördükten sonra Varna'da Fransız kolejinde okudu. Sofya Üniversitesi'nin Fransız Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalından mezun oldu. Bir süre memurluk yaptı, "Eylülcü Çocuk" gazetesinde çalıştı. 1954/55 eğitim-öğretim yılından başlayarak 1960 yılının sonuna kadar Sofya Üniversitesi'nin Türkoloji Anabilim Dalında asistanlık yaptı. Çağdaş Türk Dili ve Türk diyalektolojisi dersleri verdi.
Sofya Üniversitesi'ni Türklerden arındırma politikası Mefkure Mollova'yı da gözden kaçırmadı. 1960 yılında Türkolojiden uzaklaştırıldı. Mefkure Mollova, herşeye rağmen, bilimsel araştırmalarım sürdürdü. Bulgaristan Türkleri'nin ağız özellikleri, araştırma konularının esasını oluşturdu.
1989 yaz ajdarında Fransa'ya göç etti. Halen Paris'te oturmaktadır. Mefkure Mollova şiir alanında da başarılı oldu. "Barış" başlıklı ilk şiiri 1949'da "Yeni Işık" gazetesinde basıldı. 1964 yılında "Şiirler"i yayımladı.Şiirlerinde bir içtenlik, bir lirizm var. Sanattaki başarısı ne olursa olsun, Mefkure Mollova her şeyden önce Bulgaristan Türkleri'nin kültür tarihinde bir araştırmacı, bir dilci olarak yerini almaktadır.
ŞİİRLERİ
KÜÇÜK DÜNYAM
(İbrahim Tutarlı, Antoloji, 1964, sf; 144)
Kalbim o kadar engin ki,
bütün cihanı kaplayacak.
Kalbim o kadar minicik ki,
bir tek sevgiden çatlayacak.
ZENCİNİN SESİ
(İbrahim Tatarh, Antoloji, 1964, sf; 145)
Yol verin bize,
yol verin yool!...
Biz de çiğnemek istiyoruz
şu toprağı hür ve bahtiyar,
içimizde bir dudak gülüş bir
lokmacık yaşamak arzusu var.
EH DÜNYA
(İbrahim Tatarh, sf; 145)
Eh! dünya dünya
çıldırtıyorsun sen insanı.
Her dakikan başka
Her an sancılar içinde.
Ne doğuracaksın bize
yarın bakayım
güneşler içinde?
FRAGMANLAR
(İbrahim Tatarh, Antoloji, 1964, sf; 148)
Ben o kadar mesut
o kadar mesut
olmak isterdim ki.
Göğe yazayım onu Ümmi
dünya okusun!
Dökülüversem önüne
bir ışık olup
mavi mavi,
Toplayıp alır mısm
beni?
Kıpırdama içim
uslu dur
Elbette bir gün gelir de
İki sıcak el seni uyutur.
Başım dönüyor...
Uzun bir beklemekten Bir
ışık olup titremekten sonra O
karşımda duruyor. ,
x
Balkanlar�da Türk Şiiri - Balkan Türklerinin Kimlik Destanı
Suat Engüllü
1.Karşıyaka Şiir Kurultayı
19-21 Mart 2004/ İzmir
Sitemize Uye Olmadan Linkleri Goremezsiniz. Lutfen Giris Yapin veya Kayit Olun..
Sofya Üniversitesi Filoloji Fakültesi mezunu olan Mefküre Mollova, Bulgaristan Türk şiirinde ilk kadın şair olarak karşımıza çıkmaktadır. Şiirleri, uzun süre sadece dergi ve gazetelerde yayımlandı. İlk ve tek şiir kitabı �Şiirler�, 1964�te basıldı. Siyasî nedenlerle işten atıldı. Kendini Türk dili alanında yaptığı çalışmalara verdi.
İkinci Dünya Savaşı�ndan sonra kurulan Bulgaristan Halk Cumhuriyeti�nin ilk yıllarında, Selim Bilâl, Mülâzim Çavuş, Osman Sungur gibi şairler, Bulgaristan Türk şiiri geleneğini sürdürmeye devam etmişlerdir. Ancak 1950-51 göçünün, her şeyi alt üst ettiği yasak kelimeûmdur. Buna rağmen, Bulgaristan�da kalabalık bir Türk toplumunun olması, kısa sürede yeni şairlerin yetişmesini sağlamıştır. Bu genç ve yetenekli şairler, bura Türk şiirinin gelişimine büyük bir hız kazandırmışlardır. Selim Bilâl, Mehmet Çavuş, Mefküre Mollova, Lâtif Ali, Hasan Karahüseyin, İsmail Çavuş, Arzu Tahirova bu misyonu gerçekleştiren değerli şairlerden birkaçıdır sadece.
ceyLin
27 November 2008, 17:03
Mahmut Çetin ( 1963)
1 Ocak 1963 tarihinde Ankara�da doğdu.Reşat Bey İlkokulu, Sokullu Mehmet Paşa Ortaokulu, Atatürk Lisesi, Adapazarı Akyazı Lisesi ve Erzurum A.Ü. Fen ve Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü�nü bitirdi (1986). Mezuniyet tezi Yahya Kemal�in Eski Şiirin Rüzgarıyla adlı eserinin indeks-sözlük�ü.TRT Yardımcı Prodüktörlük Kursu�na katıldı.Tuzla ve Söke�de askerlik yaptı.
1989 yılında İstanbul�a geldi, çeşitli gazete, dergi ve televizyon kuruluşlarında çalıştı. Nilüfer Edebiyat, Yeni Hafta, Kültür Dünyası, Tarih ve Düşünce, Okumuş Adam, Platform, Yarın, Türk Yurdu ve Biyografi Analiz dergilerinde yazdı.�Çağdaş Osmanlı Ekseni� iddialı Beyan dergisini çıkardı (1995)ve Biyografi Analiz dergilerini çıkardı. Halen biyografi.net yayınevinin editörlüğünü yapıyor.
ESERLERİ:
İslam Sanatı�nın Yeniden Teşekkülü, Aydın Yabancılaşması, Hünkar Hacı Bektaş Veli (roman), Bebek ile Mücahit (destan-şiir), Boğaz�daki Aşiret, Hırka (roman), Radyo İçin Üç Oyun, Perinçek ve Aydınlık Hareketi, X İlişkiler, Kart Kurt Sesleri,Teyze ile Prenses, Çalıntı Polemikleri, Genetik İhanet,Çinli Hoca'nın Torunu Ecevit.
Boğaz'daki Aşiret
Mahmut Çetin
Edille Yayınları
"Boğaz'daki Aşiret" başlığı ister istemez "Boğaz Neresi" ve "Aşiret Kim" sorularını akla getiriyor. Evet Boğaz, bildiğimiz Boğaziçi. Genelde kırsal kesimle alakalı bir kavram olan aşiret kelimesi ise Boğaziçi"nde bir kast oluşturan büyükçe bir ailenin tarihini anlatırken hassaten seçildi. Bir sülale tarihi diyebileceğimiz Boğaz'daki Aşiret yer yer Türk Solu tarihi, yer yer de
Batılılaşma Tarihi'nin belirli dönemlerini resmediyor. Aileler arasında evliliklerle kurulan bağların, sanata, ticarete, eğitime, bürokrasiye ve giderek bir yabancılaşma zihniyeti şeklinde hayata nasıl yansıdığı eserdeki ipuçları yardımıyla daha iyi görülecektir zannediyoruz.
Boğaz'daki Aşiret, dört büyük ailenin birbirleriyle irtibatından oluşur. Eser bu sebeple dört bölüm olmuştur. Aile büyüklerinin asıl isimleri seçilerek de Konstantin'in Çocukarı, Detrois'in Çocukları, Sotori'nin Çocukları, Topal Osman Paşa - Namık Kemal kanadı bölümleri ortaya çıktı. Boğaz'daki Aşiret! şenlikli bir kitap. Ali Fuat Cebesoy'dan Nazım Hikmet'e, Oktay Rifat'tan Refik Erduran'a, Rasih Nuri İleri'den Ali Ekrem Bolayır'a, Zeki Baştımar'dan Sabahattin Ali'ye, Numan Menemencioğlu'ndan Abidin Dino'ya uzanan ilginç akrabalık zinciri.
Polonez, Hırvat, Alman, Macar ve Rum kökenli meşhurların, yerlilerle evliliklerinden oluşan "Boğaz'daki Aşiret"in, batılılaşma tarihinde oynadığı roller... Kimlerin kimlikleri, Çıldırtan çizelgelerle soyağaçları. Ve dipnotlar! Onlar hiç bu kadar sevimli olmamışlardır.
Xxx
Modern şehrin aşireti
YASİN YAĞCI
Aksiyon
Doğu ve özellikle Güneydoğu Anadolu'nun kendine has özellikleri vardır. Ekonomilerinin büyük oranda tarıma endekslenmiş olması, insanlarının içine kapanıklığı, işsizlik sorununun had safhada bulunması gibi. Aslında bu ayrıntılara Anadolu'nun her bölgesinde rastlamak mümkündür. Aşiret yapısının ise yalnızca bu bölgelere has bir tarihsel alışkanlık olduğunu bilirdik. Meğerse son Susurluk olaylarıyla birlikte gündeme epey damgasını vuran Anadolu'nun doğusunun kendine has bu özelliğine Türkiye'nin batısında da rastlamak mümkünmüş. Mesela Marmara Bölgesi'nde, daha özelinde İstanbul'da, daha da özelinde Boğaziçi'nde.. Evet, Boğaziçi ve aşiret, birbirine çok uzak gibi duran bu iki kavram aslında gerek anlam gerekse toplumsal yapılanış itibariyle göründükleri kadar uzak değil birbirlerinden. Mahmut Çetin yeni yayınlanan "Boğaz'daki Aşiret" kitabında bunu gözler önüne seriyor. Boğazdan kasıt İstanbul Boğazı. Aşiretten kasıt ise kökenleri Osmanlının son dönemlerine değin uzanıp Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan günümüze dek varlığını sürdüren ve devamlı bir güç odağı olmuş bir aile. Boğaziçi'nde "kast" oluşturan büyükçe bir ailenin tarihi anlatılıyor kitapta. Bir sülale tarihi diyebileceğimiz "Boğaz'daki Aşiret" yer yer Türk solunun, yer yer de Batılılaşma tarihinin belirli dönemlerini dile getiriyor. Aile içi evlilikler ile kurulan bağların sanattan ticarete, eğitimden bürokrasiye değin hayatın her alanına nasıl yansıdığı gözler önüne seriliyor. Ali Fuat Cebesoy'dan, Nazım Hikmet'e, Rasih Nuri İleri'den Ali Ekrem Bolayır'a, Zeki Baştımar'dan Turgut Sunalp'e, Memet Fuat'tan Sabahattin Ali'ye, Numan Menemencioğlu'ndan Abidin Dino'ya uzanan ilginç akrabalık ilişkileri ve bu ilişkilerin günümüze değin uzanan etkilerinin araştırıldığı/incelendiği kitap tarihi bir belge niteliğinde.
Zihniyet değişmeleri
Dört büyük ailenin birbirleriyle irtibatlarını ele alan ve bu ailelerin ilk büyüklerinin asıl isimleri ile birlikte dört bölüm halinde hazırlanan kitap akrabalık ilişkilerinin günümüze değin uzantısını ortaya koyarken bu ilişkilerin sosyal statü sağlamadaki etkilerini de irdeliyor. Sosyologlar tarafından kan ya da akrabalık bağlarıyla birbirlerine kenetlenen, göçebe ya da yarı göçebe olarak tanımlanan ve Doğuya ait bir yapılanış olarak yıllarca söylenegelen aşiretler ile modern kent görünümüyle özdeşleşmiş Boğaziçi'ni biraraya getirip onu kitabına isim yapan Mahmut Çetin asıl amacının ne aşiretvari bir yapılanmayı eleştirmek ne de buralara bağlı insanları yargılamak olduğunu belirtiyor. Boğaziçi'nde aşiretvari ilişkilerin olmasını yadırgadığını belirten Çetin sözlerine şöyle devam ediyor: "Bizim Boğaziçi kitabımızda bir ünlemimiz var. Niye ünlem? İstanbul Boğaziçi'nde aşiret ilişkilerinin olmaması lazım. Tam tersi bireyin ve insani faaliyetlerin öne çıktığı bir ilişki beklenir buradan. Fakat biz bunu göremiyoruz. Güneydoğuda görülen tabii akrabalık ilişkilerinin burada zümre davranışı şeklinde öne çıktığını gözlemlemekteyiz. Bir kısım insanlar bu çerçevede belli sonuçlara gidiyorlar. Ve bunu bir zihniyet çerçevesinde yapıyorlar. Onun için ben kitabımı Boğaz'daki sülale, veya Boğaz'daki aile gibi adlandırmalar yerine Boğaz'daki Aşiret diye adlandırma gereği duydum."
Boğaz'daki Aşiret Türk aristokrasisi içinde bir sülalenin tarihi gibi. Ailenin dört kolu var; Konstanty, Deotris, Sotori ve Siyavuş ile çocukları. Bu aileler çeşitli evlilikler ile birbirleriyle akraba olmuşlar. Eser aile bireylerinin akrabalık bağlarını kullanarak sanat, siyaset, ticaret alanlarına ilişkin yansımalarını ele alıyor. İsimlerinden de anlaşılacağı gibi Boğaz'daki aşiret azınlıklardan oluşmuş; Polonez, Alman, Rum, Macar ve Hırvat milletlerinden. Yerliler ise daha sonraları yapılan evlilikler ile bu aileye katılmışlar. Çalışmasını gerçekleştirirken kesinlikle bu insanların kökenlerini ifşa etmek gibi bir çaba içerisinde olmadığını belirten Mahmut Çetin böylesi ilişkilerin doğurduğu zihniyet değişikliklerini gözler önüne sermek amacını güttüğünü belirtiyor: "Benim bu eserde söylemek istemediğim en son şeylerden birisi ilişkileriydi. Şunun altını kesinlikle çizmek istiyorum: Ben kafatasçıların sonuncusu olarak anılmak istemiyorum. Benim itiraz ettiğim nokta bu insanların kökenleri değil, zihniyetleri. Müslüman oldum deyip de kendisi, çocukları ve torunları bu millete ve bu milletin değerlerine savaş açıyorlarsa benim itiraz etme hakkım doğuyor."
Ülkemizde alışılmamış bir tür
Soy tarihi ile ilgili çalışmalar Türkiye'de ender rastlanan bir alan. Bu alanın kendine has zorlukları da yok değil. Onca eser karıştırmak, birçok isim tespit etmek ve bu isimler arasındaki bağlantıyı sağlamak kolay olmasa gerek. Boğaz'daki Aşiret'i hazırlarken çok zorlandığını dile getiren Çetin; böylesi bir çalışmanın zevkli yanlarının da olduğunu belirterek şöyle devam ediyor: "Türkler soy asabiyeti taşımayan bir millet olduğundan bu yönde çalışmalar sınırlı. Benim bu çalışmam çok uzun süreli bir çalışma oldu. Yaklaşık on yılımı verdim. Akademik araştırma metodunu kullanmakla birlikte metinde popüler gazetecilik uslubunu da denedim. Kitaptaki bağlaçlar bir nevi işin püf noktaları. Bu bağlaçlar aileler arasındaki bağlantıları belirtiyor."
Kitapta rastlanan başka önemli bir nokta ise bu aileye mensup hemen hemen tüm bireylerin birer muhalefet psikolojisi ile donatılmış olmaları. İtihat Terakki'den Jön Türkler'e kadar birçok önemli şahsiyet ve Cumhuriyet dönemi sol muhalefetin beyin takımı hep bu aileden. Bu durumu bir nevi egonun tatmini şeklinde tarif eden Çetin, benim itirazım buna değil diyor: "İnsanın ailesinin bağlarından yararlanıp bir yerlere gelmesi kadar doğal bir şey olamaz. Ama bu; insanların önünü kapatacak nitelikte ise o zaman iş değişir. Mesela İstiklal Marşı'nın beste yarışması yapılıyor. Yarışmayı daha önce Ali Rıfat Çağatay'ın bestesi kazanıyor. Yarışma kurulunda ise Çağatay'ın kardeşi var. Sonradan bu durum basına yansıyınca yarışma iptal ediliyor ve bir başkası kazanıyor. Bir örnek sadece, ama güzel bir örnek."
Türkiye'de elli kadar ailenin gündemi belirleyen merkezleri etkiledikleri, bu ailelerin siyaset, sanat, finans ve toplumsal alanlarda hep söz sahibi oldukları söylenir. Bunun açık delileri yoksa bile bir iddia olarak ortalıkta dolaşır. Boğaz'daki Aşiret'in de sözkonusu aileler arasında olduğunu ve bu aileye mensup kişilerin günümüzde de ailelerinin nüfuzundan faydalanarak kendilerine mevki makam edindiklerini dile getiriyor Mahmut Çetin. Ama kitabında sözkonusu ailenin günümüzde yaşayan bireylerini göremiyoruz, Çetin buna yer vermeyişini şöyle açıklıyor: "Eğer günümüzde yaşayanlara da yer verseydim yaptığım bir nevi paparazzilik olacaktı. Bu demek değil ki günümüzde etkileri yok. Şu basit örnek her şeyi anlatmakta. Mehmet Fuat, Nazım Hikmet'in üvey oğlu. Mehmet Fuat bir eleştirmen. Solda edebiyat bağlamında yeni bir ismin çıkması üç beş kişinin icazet vermesine bağlı. Mehmet Fuat bu icazet verenlerden bir tanesi. Bugün onlarca yazar ondan icazet alarak çıkmıştır."
x
ÇALINTI POLEMİKLERİ
Mahmut Çetin
biyografi.net
Kim çalmış, kimden çalmış, nasıl çalmış, neden çalmış, niçin çalmış?�
Kültür ve sanatta daha önceki eserlerden esinlenme, tabii bir durumdur. Esinlenmenin nerede başlayıp nerede bittiği ise henüz sonuçlanmamış bir tartışma�
�Çalıntı bir bakıma, cinayete benzer. Zor olan cinayeti gerçekleştirmekten çok onun izlerini yok etmektir.� Sigmund Freud
�Edebiyat hırsızlıktır.� James Atlas
�Çok iyi söyleyemediğim bir şeyi, başkalarına söyletirim.� Montaigne
�Öykünme eylemi, gerçeklikten yoksunluk anlamına gelmez.� Milan Kundera
�İyi ressamlar kopyalar, büyük ressamlar çalar.� Picasso
x
Teyze ile Prenses, Mahmut Çetin, Araştırmacı-yazar Mahmut Çetin�in yazdığı Teyze ile Prenses kitabı Biyografi Net Yayınları tarafından neşredildi. Daha önce Boğaz�daki Aşiret, X İlişkiler, Perinçek ve Aydınlık Hareketi ve Kart Kurt Sesleri gibi eserlere imza atan Mahmut Çetin, son kitabı Teyze ile Prenses�i eğlenceli bir eser olarak sunuyor. Kitapta Sultan Vahdettin ile Bülent Ecevit�in, Rahşan Ecevit�le Atatürk�ün sosyal doku beraberliğine şahit oluyoruz. Doğrudan bir akrabalık ilişkisi olmasa da birbirine zıt kişilikler olarak düşündüğümüz bu ünlülerin birbiriyle dolaylı şekilde irtibatı okuyucuya hoşça vakit geçirtecek gibi görünüyor. Kitaptaki olaylar, Sultan Vahdettin�in kızı Prenses Ulviye ile Bülent Ecevit�in teyzesi Ferhande Okday etrafında gelişiyor.
Teyze ile Prenses bağlantı örgüsü
Teyze; Bülent Ecevit�in annesi Nazlı Ecevit�in büyük teyzesi Ferhande Okday.
Prenses; Sultan Vahdettin�in kızı Prenses Ulviye.
* Son sadrazam Tevfik Paşa�nın oğlu İsmail Hakkı Okday�ın birinci eşi Prenses Ulviye, ikinci eşi Nazlı Ecevit�in annesinin teyzesi Ferhande Hanım. Yani Bülent Ecevit; Sultan Vahdettin�in üvey kuzeni.
* Refik Halid Karay, Bülent Ecevit, Engin Noyan� Üç farklı kuşaktan üç meşhur insan. Bu üç kişinin bağlantıları şöyle: Engin Noyan�ın annesinin dedesi Niyazi Halid, Refik Halid�in ağabeyi. Refik Halid�in teyzesi İsmet Hanım, Bülent Ecevit�in babaannesi.
* Rahşan Ecevit ile Aydın Boysan kuzen. Boysan Ailesi�nden Mecdi Boysan, Atatürk�ün kız kardeşi Makbule Atadan�ın kocası.
* İsmail Hakkı Okday�ın kardeşi Şefik Okday�ın torunu Aylin Okday, Alp Yalman�ın yeğeni Ahmet Yalman�la evlenir.
* İsmail Hakkı Okday�dan boşanan (Sultan Vahdettin�in kızı) Prenses Ulviye, Ali Haydar Germiyanoğlu ile ikinci evliliğini yapar.
* Ali Haydar Germiyanoğlu�nun ikiz kardeşi Celalettin Germiyanoğlu�dur. Manken Billur Kalkavan, Celalettin Germiyanoğlu�nun torunu.
x
X İlişkiler
Mahmut Çetin
EDİLLE YAYINLARI, 302 sayfa, 1. hamur
Toplumları ayakta tutan şey, değer yargılarıdır. Bu torağın insanlarıyla hiç bir kültürel bağı olmayan bir küçük mutlu azınlık, değer yargılarımızı tahrip ederek toplumumuzun geleceğiyle oynamaktadır. Mutlu azınlık; sahne, sinema ve gece hayatına yansıttığı ilişkileriyle topluma yanlış örnek modeller empoze etmektedir. Bu çalışma, mevcut durumun ne mutlu azınlık fertlerine ne de yanlış değerler empoze edilen millet bütününe mutluluk vermediğini gösteriyor. X İlişkiler; toplumun her kesimi için genel bir değerlendirme ve arınmanın zorunluğunu işaret ederken, Türk aydınını da birlikte yaşamacı, yarınları kavrayan model projeler üretmeye davet etmektedir.
İslam Sanatının Yeniden Teşekkülü
Mahmut Çetin
ADIM YAYINLARI, 264 sayfa, 3. hamur
Bugün bütün sanat faaliyetlerinde gözümüze çarpan sunilik, asr-ı saadet sanatında görülmez. Orada tabii bir haldir san'at faaliyeti, hayattan bir parçadır. Çünkü sanat fonksiyoneldir. Doğu İslam toplumunun temel kabülleri nasıl batı hıristiyan toplumundan farklıysa, iki toplumun sanat eserleri arasında da bu fark görülür. Batı sanatının temel prensibi, benzetmedir. İslam sanatının farkıysaa, eşya ve hadiseyi yansıtma metoduyla yorumlamasıdır.
Hünkar
(Hacı Bektaş Veli)
Mahmut Çetin
ADIM YAYINLARI
O anda Abdal Musa'nın aklına Horasan'dan Anadolu'ya gelirken düşündüğü hayal geldi. Abdal Musa'nın gözünde Anadolu sabah demekti. Güneş'in doğumu demekti. Ve dahi çimenlerin üstüne çiğ düşmüş demekti. Çiğ ve güneş Anadolu demekti. Dalgın, nereden aklıma gelir bilmem diyerek, zikrine devam etti. Lailahe illallah, Lailahe illallah, Lailahe illallah..
Perinçek Ve Aydınlık Hareketi
Mahmut Çetin
EDİLLE YAYINLARI, 222 sayfa, 3. hamur
Aydınlık Hareketi Ve Perinçek adlı bu çalışma, siyasi faaliyetlerden çok polemikleriyle gündemde olan bir siyasi çizgiyi, tarihi akışı içinde ele alan bir araştırmadır. Gerek Perinçek gerekse temsil ettiği siyasi hareket için bu güne kadar pek çok söz söylenmiş olması, onu ve hareketini böylesine bilinenler dışında bir tahlilden uzak tutamazdı. Bu sebeple eser, Aydınlık Hareketi hakkında nihai hükmü verecek olan kamu vicdanının bilgilendirilmesi bakımından önemli bir görevi yerine getireceği kanaatindeyiz.
Aydın Yabancılaşması
Mahmut Çetin
ADIM YAYINLARI, 160 sayfa, 3. hamur
Aydın Yabancılaşması,batılılaşmanın süreç, aşama ve aşamalar arası ilişkilerini araştırmaktadır. Eser, yabancılaşmayı, zevkçilikten sapık inanışlara, sapık inançlardan masonluğa, masonluktan pozitivizme, pozitivizmden sosyalizme uzanan bir zincirle ifade etmektedir. Aydın Yabancılaşması, Osmanlı'nın çözülmesini dış faktörlerle izah eden "genel anlayış"a karşı, bir önermedir.
Bebek İle Mücahit
Mahmut Çetin
EDİLLE YAYINLARI, 64 sayfa, 3. hamur
Yayın tarihi 1994 64 sayfa 3. Hamur 13.50x19.00 cm karton kapak
konu: Edebiyat/Şiir (Yerli)
Radyo İçin Üç Oyun
Mahmut Çetin
EDİLLE YAYINLARI, 130 sayfa, 3. hamur
Radyo oyunu, özel radyoların ihmal ettiğii bir alan.Biz TGRT FM olarak, radyo oyunları yayınlıyoruz ve dinleyicilerimizden olumlu tepkiler alıyoruz. Radyo oyunlarının kitap halinde yayınlanmasının da ayrı bir hizmet olacağına inanıyorum. İlhan Apak TGRT FM Genel Müdürü Mahmut Çetin'in bu kitabında, milli kültürümüzün temel isimlerinden Kab bin Züheyr, Şeyh Ali Semerkandi ve Hacı Bektaş-I Veli'nin örnek hayatları radyo oyunu tarzında işlenmiş. Daha önce seslendirilen ve filmi çekilen bu eserlerin yayınlanması, ülkemizde yeni teşekkül etmekte olan radyo literatürüne de olumlu katkılar sağlayacaktır. Zeki Anıt Radyo Nokta Genel Müdürü
Hırka
(Hırka-i Saadetin-Kab Bin Züheyr'in Romanı)
Mahmut Çetin
EDİLLE YAYINLARI, 104 sayfa, 3. hamur
Hırka.. Şanlı sahabe kadrosundan Kab bin Züheyr'in hayatını anlatan bir küçük roman. Kırka.. İsyan tövbeye uzanan gözyaşı rahmetini yaşatan, hissettiren bir eser. Hırka.. Kaside-I Bürde'nin, Hırka-I Saadet'in romanı.
HAKKINDA YAZILANLAR
X İlişkiler
Hüseyin Öztürk
Akit 6 Kasım 2000
İşte memleketin; varı, yoğu, gizlisi, açığı, donu, gömleği, atası, babası, mafyası, çirkini, güzeli, bilumum haltları, batakları, şeytanları, bu başlık altındaki ilişkilerde yatıyor.
X İlişkiler bir kitap adı. Kitap oldukça ilginç. Sayfalarında gezinirken; televizyon, radyo, gazete ve gece aleminin X�lerini bulacaksınız. Memleketimizin medar-ı iftiharı(!) sanatçıların gerçek kimliklerini tanıyacaksınız.
Türkiye kimlerle gurur duyuyormuş, onu göreceksiniz. Bu ilişkilerin arkasını takip ettiğinizde yolunuz banka soygunlarına, özelleştirme sahtekârlıklarına, siyaset, mafya, işadamı ve medya dörtgenine çıkacak ve bütün yön levhaları sizi yanlış istikametlere sevk edecek.Kimisinin adının, kimisinin soyadının, kimisinin vücudunun kaç para ettiğini okuyacaksınız. Tüm karanlık ilişkilerin kahramanlarının her gün evlerimize giren ve adına sanatçı dediğimiz kişiler olduğunu göreceksiniz.
X İlişkiler�de yer alan isimlere dikkat ettiğinizde; ülkemizde dönen bütün dolapların içinde onlardan çok tane olduğuna şahit olacak ve şaşıracaksınız.
Türkiye�de kayıt dışı paranın kontrolünün, bu X İlişkili adamların elinde olduğunu ve paylaşmanın ve aklama operasyonunun magazin ilaveli medya patronlarıyla yapıldığını göreceksiniz.
İşte bu X İlişkiler içerisinde olanların tamamı, paçayı yırtmak için; çağdaş, laik ve güya demokrasi özlemiyle yanıp tutuşan demokratik bir Türkiye özlemi içerisindedirler.Bu özlem onları öyle bir Türkiye sevdalısı yapmıştır ki; her biri memleketin kanına girmiş, canına okumuştur. Bütün pisliklerine ve iğrençliklerine rağmen, onlar yine de resmi ideolojinin en iyi vatandaşlarıdır.
Lâfı uzattık, X İlişkiler kitabından söz etmeyi unuttuk. Efendim, kitabın yazarı, araştırmacı gazeteci Mahmut Çetin.
Yazarın Boğaz�daki Aşiret ile X İlişkiler kitabını mutlaka temin etmelisiniz ve elinizin altında bulundurmalısınız.
Niye elinizin altında bulundurmalısınız? Şunun için. Kimin ne halt yediğini görmeniz ve bilmeniz için. Kitabı temin edebileceğiniz telefonlar:
Biyografi Net & Edille Yayınları: 0212 5199691
xxxxxxxxxx
ÇİNLİ HOCA'NIN TORUNU ECEVİT
İşte Bülent Ecevit'in bilinmeyenleri
Nazım Hikmet'in dedesi, Ecevit'in dedesini hapsettirmişti. Vahdettin ile akrabalığı vardı. İşte Ecevitlerin ilginç aile ağacı...
Halen GATA�da tedavi gören eski başbakanlardan Bülent Ecevit ile eşi Rahşan Ecevit�in aile ağacını ve yaşamlarının bilinmeyenlerini gözler önüne seren "Çinli Hoca�nın Torunu Ecevit" adlı kitap okurla buluştu.
Mahmut Çetin�in kaleme aldığı kitap, Ecevit�in dedesi "Çinli Hoca" lakaplı Mustafa Şükrü Efendi�den günümüze kadar Ecevit ailesinin soy ağacını yorumluyor. Kitaba göre, Bülent Ecevit�in dedesi, medrese hocası Mustafa Şükrü Efendi, dönemin padişahı Abdülhamit tarafından 1894�te Meclis-i Tetkikat-ı Şeriyye üyeliğine tayin edildi. Bu meclis, dini meseleleri inceleyen bir kuruldu ve adeta "dini bir Danıştay" gibi görev yapıyordu.
ECEVİT�İN VE NAZIM HİKMET�İN DEDESİ
Ecevit�in dedesi, dini eğitim kurulları dışında önemli bir diplomatik görevde de bulundu. Bu görev, Sultan Abdülhamit döneminde Çin�e yaptığı seyahatti. Seyahatin gerekçesi, Batılı işgalcilere karşı başlayan Bokser Ayaklanması�nda müslüman Çinlileri uyarmaktı. Çin müslümanlarının zarar görmemesi için gönderilen heyette Ecevit�in dedesi Mustafa Şükrü Efendi ile Nazım Hikmet�in dedesi Hasan Enver Paşa birlikte yer aldı. Heyetin başkanı Hasan Enver Paşa idi.
NAZIM HİKMET�İN DEDESİ HAPSETTİRDİ
109 gün süren Çin seyahati sırasında ilginç olaylar da yaşandı. Bir gün Mustafa Şükrü Efendi, vapurun salonuna yalın ayak ve iç donuyla çıkınca heyet başkanı Nazım Hikmet�in dedesi Hasan Enver Paşa, onu kamarasına kapattırarak başına da bir asker diktirdi.
Mustafa Şükrü Efendi, bu seyahat için 500 Osmanlı altını harcırah aldı ve bu yolculuğun ardından "Çinli Hoca" namıyla anılmaya başlandı.
Refik Halid Karay, anılarında Mustafa Şükrü Efendi�den "dini bütün olmakla beraber yenilikleri kabul eden zeki bir Kastamonulu zat" olarak bahsetmişti.
Mustafa Şükrü Efendi, Aksaray�da 23 Ekim 1924 tarihinde vefat etti. Torunu Bülent Ecevit, dedesinin ölümünden 7 ay sonra dünyaya gözlerini açtı.
BABASININ DA ŞİİRLERİ VARDI
Bülent Ecevit�in babası Fahri Ecevit, hukuk fakültesinde adli tıp dersleri veren bir profesördü.
İstanbul Tıbbiyesi�nde öğrenciyken şiir yazdı, ancak şiirlerini yayınlamadı. Fahri Ecevit, milletvekili olunca adli tıp alanındaki meslektaşlarını unutmadı. Maaşlarının düşüklüğünden bahsettiği meclis kürsüsünde milletvekillerini şu sözleriyle güldürdü:
"Bir kimse var mıdır ki, �ah şu adli tabip bana bir güzel otopsi yapsa� diye düşünsün ve bu sebeple adli tabibe vizite müracaat etsin? Kimsenin bu hale düşmesini temenni etmiyoruz." Ecevit�in annesi Nazlı Hanım da ressamdı. Türkiye�de empresyonist eğilime katılan sanatçılar arasında Bülent Ecevit�in annesi Nazlı Ecevit ile halası Afife Ecevit de vardı.
"BÜYÜK ADAM OLACAK"
Ferhande Hanım, Ecevit�in annesi Nazlı Hanım�ın teyzesiydi. Son sadrazam Tevfik Paşa, Ferhande Hanım�ın oğlu Bülent�i 3-4 yaşlarındayken kucağına alıp sevdi ve "Bu çocuk ileride büyük adam olacak" dedi. Sadrazamın kucağında oturan çocuk, yarım yüzyıl sonra onun koltuğuna (başbakanlık koltuğuna) oturacaktı...
Ecevit�in eşi Rahşan Ecevit de 1923 yılının Aralık ayında İzmir�de dünyaya geldi. Onun "parıldayan, ışıldayan" anlamına gelen ismini annesi Zahide Hanım koydu.
AİLESİNİ ÖLÜMDEN KURTARDI
Doğduğu gün ağlaması sayesinde mangaldan çıkan gazdan zehirlenen ailesini ölümden kurtardı. Babası Namık Zeki (Aral), can havliyle camları açtı ve aile kurtuldu.
Rahşan Aral, Bülent Ecevit�in annesi Nazlı Ecevit�in öğrencisiydi.
Genç Bülent, Rahşan Aral�ı ilk kez arkadaşı Altemur Kılıç�ın yanında gördü ve çok heyecanlandı. İkili, 1945�te nişanlandı ve o günden sonra bir elmanın iki yarısı gibi yaşadılar...
VAHDETTİN İLE BAĞ
Kitaba göre, Bülent Ecevit ile ilgili ilginç bir konu da Vahdettin ile bağı...
Sultan Vahdettin�in torunu Hümeyra Özbaş, Bülent Ecevit�in üvey kuzeniydi. Özbaş�ın babası İsmail Hakkı Okday, Sultan Vahdettin�in kızı Prenses Ulviye�den ayrıldıktan sonra ikinci evliliğini Bülent Ecevit�in annesi ressam Nazlı Ecevit�in teyzesi olan Ferhunde Hanım ile yaptı. Bu evlilik, Okday�ın dünyadan ayrıldığı 10 Ekim 1977 tarihine kadar sürdü.
ATATÜRK İLE BAĞ
Rahşan Ecevit�e ilişkin bir ilgi çekici bir akrabalık bağı da kitapta sunuluyor.
Buna göre, Aydın Boysan ile Rahşan Ecevit kuzen, Boysan ailesinden Mecdi Boysan ise Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk�ün kızkardeşi Makbule Hanım�ın eşiydi.
Sitemize Uye Olmadan Linkleri Goremezsiniz. Lutfen Giris Yapin veya Kayit Olun..
XXXXXXXXXXXXX
�Genetik İhanet� çıktı
Kemal Derviş gerçekte kim?
2001 ekonomik krizi patladığında ABD�den �ithal� edilen �kurtarıcı� Kemal Derviş�in soyağacını anlatan kitap çıktı.
Araştırmacı � yazar Mahmut Çetin�in arşivleri tarayıp, büyük emek sarfederek hazırladığı eserde, madalyonun görünen yüzünün gerçekleri ne kadar yansıttığı irdeleniyor.
�Tepedelenli Ali Paşa ve Halil Hamit Paşa'dan Kemal Derviş'e Dededen Toruna Genetik İhanet!�
Birisi bağımsız devlet kurma sevdasında, diğeri yabancılarla işbirliği yaparak padişahı devirme sevdasında iki dedenin torunudur Kemal Derviş� Bir dönem emperyalizmin genel valisi gibi hareket eden Devlet Eski Bakanı Kemal Derviş, bu kitabın temel olgusu� Kamuoyu Kemal Derviş'i sadece iktisatçı olarak tanıyor� Yeni çıkan bu kitap ise, Kemal Derviş'in köken ilişkilerini gün yüzüne çıkarıyor. �Dededen Toruna Genetik İhanet�te sanılanın aksine, insan davranışının etnik kökenle bir bağı olmadığı, davranışların zihniyetle alakalı bir durum olduğu dolaylı olarak ele alınıyor.
�Dededen Toruna Genetik İhanet,� Mahmut Çetin'in �Boğaz'daki Aşiret� kitabıyla başlayan aile tarihi araştırmaları zincirinin bir parçası� Bu çalışma, Osmanlı'dan günümüze uzanan bürokrasi klanından birbirine akraba iki ailenin tarihini, Kemal Derviş özelinde anlatıyor. Kemal Derviş yönetiminde emperyalizmin emrinde yürürlüğe konulan ekonomik politikaların Türkiye'yi kaosa *****ürdüğü ise kitapta yer alan bir başka öngörü�
Kitabın ikinci bölümünü oluşturan �Kaos ve Perestroika�da Mahmut Çetin, küresel dayatmacı oligarkların kirli programlarına karşı, yerli düşüncenin yeni bir derleniş programının da alt yapısını sunuyor.
ceyLin
27 November 2008, 17:03
Mehmet Çavuş
Bulgaristan Türk Edebiyatı
1933 yılında Eskicuma�ya bağlı Turnaovası köyünde dünyaya gelen Mehmet Çavuş, 1947 yılından beri şiir yazmaktadır. Bulgaristan Türk şiirinde sosyalist gerçekçiliğin slogancılığından kopmayı büyük ölçüde başaran ve Bulgaristan Türk şiiri içinde kendine has bir üslûp geliştiren, şiir tekniğine vakıf şairlerdendir. 1982 yılından beri Türkiye�de yaşamaktadır.
ceyLin
27 November 2008, 17:04
Mehmet Çınarlı ( 1925)
1925 yılında Ermenek'te doğdu. İlkokulu Ermenek'te, orta öğrenimini Antalya'da tamamladı. Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. Maliye Bakanlığında çeşitli görevlerde bulundu. Sayıştay üyeliğine atandı. Anayasa Mahkemesi üyeliği yaptı. Emekli oldu. Arkadaşlarıyla Hisar dergisini kurdu. Çeşitli dergilerde şiir ve yazıları yayımlandı. Çınarlı, geleneğe bağlı bir şairdir. Aruz ve heceyle yazdı.
ESERLERİ
Şiirlerini, Güneş Rengi Kadehlerle, Gerçek Hayali Aştı, Bir Yeni Dünya Kurmuşum ve Zaman Perdesi adlı kitaplarında topladı.
ceyLin
27 November 2008, 17:04
Mehmet Güneş
1956 yılında Afşin'de doğdu. Kahramanmaraş Lisesi'ninden mezun olduktan sonra girdiği Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitirdi. Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü'nde Biyokimya doktorası yaptı. Halen Yozgat'ın Sorgun ilçesinde serbest hekim olarak çalışmaktadır.
Şiirleri ve denemeleri başta Töre, Türk edebiyatı, Milli Kültür, Alperen, Türk Yurdu, Sıla, Cemre, Çağrı, Nizam-ı Alem, Kültür Dünyası gibi dergilerde, makale ve incelemeleri ise Hergün, Millet, Yeni Düşünce, Ortadoğu, Türkiye, Zaman ve Gündüz gazetelerinde yayınlandı.
"Gün Akşama Yaslanmadan" isimli bir şiir kitabı, "Hac ve Dua" isimli bir risalesi bulunmaktadır. Ayrıca, "Şişmanlık ve Diyabet", "Kronik Böbrek hastaları ve E Vitamini" isimli ilmi çalışmaları da yayınlanmıştır.
ceyLin
27 November 2008, 17:05
Mehmet Işıkoğlu
18 Mayıs 1939 tarihinde Hatay�ın Erzin ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Erzin, Kuzuculu ve Dörtyol�da (o dönemin şartları altında) tamamladıktan sonra Adana�da Erkek Sanat Enstitüsünü bitirdi. Vatani görevini yedek subay olarak tamamladıktan sonra ise 1962 senesinde Almanya�ya yapılan göç kervanına katıldı. Almanya�da Siemens, Krupp, Rheinstahl, Phoenix gibi fabrikalarda çeşitli meslek dallarında pratik yaptıktan sonra Almanya�da Wuppertal şehrinde Makine Mühendisliği tahsili yaptı.
Almanya�ya gelen birinci neslin kültür halkası olarak Anavatanından aldığı kültürle Almanya�da yaşamına devam etmekte, bilgi ve tecrübelerini yeni nesil ile paylaşmaktadır. Araştırmacı-Şair Mehmet Işıkoğlu bu konuyu çıkacak olan son şiir kitabında şairane bir dille şöyle dile getirmektedir:
Genç yaşımda Almanya�ya yerleştim
Doğu batı sentezinde birleştim
Kültürler yaşadım yaban ellerde
Kalemim dillendi yürekten taştım
Aşk doğurdu gönüller ilişkisi
Kitaplar doldurdu onun taşkısı
Sevgiler yükledim dizelerime
Armağanım olsun gönül coşkusu
Mehmet Işıkoğlu/ Köln 17.07.2007
Araştırmacı-Şair Mehmet Işıkoğlu çıkacak olan son şiir kitabının takdim bölümünde yazarlık ve şairlik hakkındaki görüşlerini şu şekilde belirtmiş;
TAKDİM
Her yazar ve şair, kendi yaşadığı çağın olaylarından etkilenerek, müşahede ettiği bazı konuları kendi diliyle, kendi potasında eritip, kalıplara döker ve şekillendirir. Ben de yirminci yüzyılın ikinci yarınsını ve yirmi birinci yüzyılın başlarını yaşadım. Birçok gelişme ve değişimlere şahit oldum.
Gözlemlediğim ve yaşadığım bazı konuları Almanya�ya gelen birinci neslin kültür halkası olarak Türkiye�den aldığım kültürün ışığı altında kendi üslubumla kaleme aldım.
Yaşadığım çağda teknolojinin en son buluşları bilgisayar ve internettir. İnternetin devreye girmesi ile insanların, bilgileri görgüleri haberleşmeleri, büyük bir mesafe kat etti.
Böyle olunca insanlar, sınır ve deniz ötesi partnerlerle bağlantılar kurarak sohbet imkânları buldu. İnsanlar duygularını hiç tanımadığı kimselerle paylaşma imkânına kavuştu. Ben de bu durumları gerek bölgesel ve gerekse sanal âlemdeki gözlemlerimi şiirlerimle dile getirdim ve kitaplaştırarak gelecek nesillere aktarmanın gururunu yaşadım.
Köln 17.07.20
Mehmet Işıkoğlu�nun Gönül Şelalesi ve Yürek Kalemi adında iki şiir kitabı bulunmaktadır. Üçüncü kitabı ise çıkmak üzeredir.
AŞK TEZGAHI
Şiir yazmadım yar okudum seni
Bir aşk tezgahında dokudum seni
Dolaştı mekiğe kzıl saçların
Çözerken dilimde şakıdım seni
Dokundun içime sen desen desen
Ne kadar şahane oldu bir görsen
Seyreder dalarım engin hayale
Gönlümüz gözdesi gül motifi sen
Gönül atlasında resmin bir nakış
Tüm hisler ayakta tutuyor alkış
Oluştu bir tablo yoktur benzeri
Çözdü kördüğümü içten bir bakış
GURBET GENÇLERİ
Bocalıyor iki kültür arası
Anadilin hali yürek yarası
Meçhul nerden gelir geçim parası
Sahipsiz yetişen gurbet gençleri
Tarih sorsan diyor nerden bileyim
Anane gelenek yabancı deyim
Bilemiyor acep ben kimim neyim
Sahipsiz yetişen gurbet gençleri
Çeker derinlere zevk ile sefa
Tahsil ihmal yarım kalır bu defa
Yüzer bataklıkta çeker çok cefa
Sahipsiz yetişen gurbet gençleri
Hayat toz pembedir yok mesuliyet
Boşa heder olur tüm kabiliyet
Gidemez ileri olsa da niyet
Sahipsiz yetişen gurbet gençleri.
KARA GÜNLER
İkinci Dünya harbi o zaman koptu kıtlık
Oldu telef güzelim nice canlı varlıklar
Gıdamız doğa ana bahçelerinde otluk
Ufukları sarmıştı zifiri karanlıklar
Alınırdı karneyle kişi başı can ekmek
Geceyi aydınlatan gazyağı ona keza
Verirdi elem uzun kuyruklarda beklemek
Zalım falaka idi karakollarda ceza
Garip anacığımın kül suyuydu sabını
Akarsa kuru dere yıkanırdı kilimler
Hırsla yakaladık mı ağır tokaç sapını
Ancak temizlenirdi o yıllanmış kirliler
Bulursak soframızda arpa bazlamasını
En büyük sebep idi yaradana şüküre
Kara saban sürerdi köylünün tarlasını
Yorgun koca öküze deh heykire heykire
At arabası idi en lüks binek aracı
Meşin çarık giyerdi köylüler ayağına
Saygın meslek sahibi semercisi saracı
Anam şelek taşırdı odunu ocağına
Orak, tırpan bilenir öyle bekler hasatı
Döven dişlenir hazır herkes nallatır atı
Avrat uşak tarlada kızgın güneş altında
Emekler hâsılatın belki sekiz on katı
Gün oldu değişti çağ geldi makine devri
Medeniyet gelişti hızlandı yaşam seyri
Bilgisayar olayı damga vurdu sanala
Geçti bizden kalanlar rahat yaşasın gayri
Bir ömür böyle geçti alın sizlere devir
Yaşadık hayat buymuş tarihten sayfa çevir
Gün olur devran döner her şey döner aslına
Eseri ile eder kişi zamanda seyir.
YAFTA
Küçükken dediler sus evlat ayıp
Konuşulmaz büyüklerin yanında
Sesi kestik söyleneni anlayıp
Yüzümüz kızardı donduk anında
Zamanla bağlandı kaldı dilimiz
�Söz gümüşse sükût altın� dediler
Çil çil altınlarla doldu elimiz
Topladık çoğalttık, yemez kediler
Diller de bağladı, bakan gözleri
Cesaret, kişilik suya indiler
Savunmadık o güzelim tezleri
Böylece çoğaldı sessiz �hindiler�
Gözü dili bağlı hipnoza dalmış
Gütmesi çok kolay böyle toplumu
İtiraz edecek mecal mi kalmış?
Soramaz ki bunlar çöplü saplımı?
Işıkoğlu der ki bellidir sadet
Beyni dili kullananlar ön safta
Kalkmalıdır böyle töre bu adet
Yırtılıp atılsın eskimiş yafta.
DİLİN ÖNEMİ
Anlaşmak güç olur bozulursa dil
Anlamsız kargaşa dalar ortaya
Vahşi dikenlere esir olur gül
Esas mana gelir arkadan yaya
Yumurtayı parazitler aşılar
Adaleti saptırırlar yolundan
Kötü gözler ışıl ışıl ışılar
Doğruları alır atar kolundan
Hezimete uğrar ahlakla sanat
Esas değerlerin kıymeti olmaz
Bunalım yolsuzluk sürer saltanat
Muhabbet yıpranır saygınlık kalmaz
Bozmayalım bu güzelim lisanı
Yaşamda önemi o kadar mühim
Sınır ötesine aktarır san´ı
Bilinsin değeri edilsin fehim
Aslına köküne olmalı hakim
Anlamda kargaşa bozar arayı
Anlayışa göre verilmez hüküm
Herkes birbirine çalar karayı
Dil bozulur hal bozulur vesselam
Diken olur anlaşmanın yolları
Dostlar birbirinden esirger selam
İnsanlığın bağlı kalır kolları
ceyLin
27 November 2008, 17:05
Murat Küçükçiftçi
1988 yılında Konya’nın Kadınhanı ilçesinde dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. Kadınhanı İmam-Hatip lisesi’nde Birkaç İyi Adam isimli düşünce ve edebiyat kulübünü kurdu. Lisede su, öğretmen, Çanakkale, İstanbul konulu şiir yarışmalarında il ve ilçe birincilikleri kazandı.
Yazmaya İlkokul yıllarında taklitlerle başladı. Takvim yaprağından okuduğu Necip Fazıl şiirlerini taklit ederek…
Halen Ankara Üniversitesi Din kültürü Öğretmenliği Bölümü’nde 2.sınıf öğrencisidir. Üniversite hayatında ilk olarak arkadaşlarıyla Cebecy Times adlı bir mizah dergisi çıkardı.
ceyLin
27 November 2008, 17:06
Selman Ertaş (1985 - ?)
16 Temmuz 1985'te İzmir'de dünyaya geldi. Çok geçmeden öğretmen babasının tayini Bitlis'e çıktı. Burada yaklaşık 3,5 yıl yaşadı. 1990 yılında ailesiyle memleketi Kütahya'ya geri döndü. İlk, orta ve lise eğitimini Kütahya'da aldı. 2003'te Ankara Üniversitesi Orman Fakültesi'nde Orman Mühendisliği bölümünü kazandı.
Şiirle, televizyonda İbrahim Sadri'nin Adam Gibi klibi ile tanıştı. Çok etkilenmişti ve o günden sonra şiir onun için bir tutku oldu. 16 yaşında yazmaya başladı. İlk şiiri Düşle Edebiyat'ta yayınlandı (Şah Damarımdan Daha Yakın Gözlerin, 2007). Şiirleri ve denemeleri Kahraman Tazeoğlu tarafından Radyo 7'de okunmakla birlikte. Moral Fm, Edebiyat Fm ve Radyo Yenilgi'de okundu. Şiirleriye ön planda kaldı, adı duyuldu.
Zemheri Edebiyat, Mavi Ada, Suskun Kalemler, Otuzuncu Harf, Sayha Dergisi, Darülfünun, Tabut, Düşle, Körpe Kalemler gibi dergi ve edebiyat ortamlarında deneme, öykü, şiir ve mektupları mevcuttur.
Ne zamana kadar yazacaksın sorusuna ''ölünceye ve öldürünceye kadar yazacağım'' diyor şair...
vBulletin v3.8.4, Copyright ©2000-2025, Jelsoft Enterprises Ltd.