PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Medeniyetler Tarihi


eLanuR
11 January 2009, 11:01
Abazalar


Kafkas Daglari'nin kuzeyinde, Abhazistan dolaylarinda yasayan bir kavimdir. Abhazlar da denir. Bu kavmi eski Yunanlilar "Abaskiler", Ortaçag Bizans tarihçileri ise "Abasgiler adiyla anardi.

Abazalar, 17. yüzyildan itibaren anayurtlarinda Kafkas Daglari'nin kuzeyine dogru göç etmeye baslamislardir. Ruslar 1810 yilinda Abhazya'yi, 1830'da da Kuzey Kafkasya'da Abazalarin bulundugu bölgeyi isgal ettiler. Bunun üzerine yarim milyona yakin Abaza Türkiye'ye sigindi. Abazalar, kültür bakimindan Çerkezlerin etkisi altinda kalmislardir. Abhazca adi verilen dili konusurlar.Abbasiler


Hz. Muhammed’in amcasi Abbas’in soyundan gelen Ebul Abbas’in kurdugu halife hanedani (750-1258).

Emeviler halifeligi, Hz. Muhammed'in amcaoglu ve damadi, dördüncü halife Ali'den zor ve hile kullanarak almislar, bununla da yetinmeyerek peygamber ailesine karsi kanli bir siyaset gütmüslerdi. Bu yüzden Emevilere karsi düsmanlik artmis, özellikle Hicaz, Irak ve Iran'da büyük hosnutsuzluklar bas göstermisti. Abbasogullari bu düsmanliktan yararlanarak, halifeligin peygamber ailesinden en lâyik olana geri verilmesi gerektigi yolunda propagandaya giristiler.

Emevilerin, özellikle çogunlugu Türk olan bölgelerde (Horasan, Toharistan, Sogd) uyguladiklari vergi soygunculugu ve Arap olmayanlari asagi görme siyaseti bu propagandayi daha da güçlendirdi. Horasanli Ebu Müslim adinda bir Türk, Emevilere karsi ilk ayaklanmayi baslatti. Önceden Türklerin Müslüman olanlari ile olmayanlarini baristirmis ve bunlari Iranli Siilerle birlestirerek güçlü bir birlik hazirlamis olan Ebu Müslim, Arap ordularini yenerek Emevi saltanatina son verdi.

Peygamber sülâlesinden Ebul Abbas Seffah halifelige getirildi (750). Ilk Abbasi halifesi olan Ebul Abbas, Emevileri acimadan yok ettigi için kendisine kan dökücü anlamina gelen el-Seffah adi verildi.

BERMEKOGULLARI

Abbasiler ilk dokuz halife zamaninda (özellikle Harun Resit [786809] ve Memun [813833]) bütün Islâm dünyasini kapsayan (Endülüs hariç) bir egemenlik kurdular. Ancak Anadolu'ya ve Akdeniz Bölgesi'ne hiç bir zaman egemen olamadilar.

Türkler ve Iranlilar tarafindan iktidara getirilen Abbasiler, Araplara güvenemediklerinden yönetim islerinde Türklerden ve Iranlilardan yararlandilar. Yeni devletin maliye ve yönetim isleri, özellikle Toharistanli Bermekogullarinca düzenlendi. Bagdat bu dönemde kuruldu ve baskent oldu (762); kisa sürede saraylar, resmi kurumlar ve askeri kislalarla donatildi.

Daha sonra gelen halifeler döneminde Abbasi egemenligi zayifladi, Islâm Imparatorlugu'nda bagimsiz hükümetlerin sayisi çogaldi (Samanogullari, Karahanlilar, Büveyhogullari, Fatimiler v.d.). Kurulustan 150 yil sonra, Bagdat'in egemenligi sadece Irak ve Iran bölgelerinde geçerliydi. Zamanla Abbasi halifelerinin yalniz manevi degeri kaldi. Büveyhogullari 945'te Bagdat'i ele geçirdiler, siyasi çikarlarini düsünerek, Abbasi hanedanini yikmadilar, ama onlarin elinde halife unvanindan baska bir yetki de birakmadilar.

1055'te Selçuklular, Bagdat'i ele geçirerek Büveyhogullari Devleti'ne son verdiler, ama yine halifeleri hos tuttular. Mogol istilâsi ile Abbasi hanedani kesin olarak son buldu. Hulâgu, Bagdat'i alarak son Abbasi halifesi Mustasim'i öldürdü (1258). Öldürülmekten kurtulup kaçan Abbasogullarindan biri, Misir'da Memlûklere siginarak orada halife oldu.

Abbasiler döneminde Islam’in Arap ve Iran kesimi büyük ölçüde birlige kavustu. Halifelik Arap özelligini kaybederek, Sasani Kralligi'nin kurumlarini, saray geleneklerini ve uygarlik zenginligini edindi.

ABBASI SANATI

Abbasiler dönemi Islâm Imparatorlugu’nun en parlak dönemidir; öyle ki, bu dönemde hemen her bölge bagimsiz bir sanat merkezi durumundadir. Bu dönemde edebiyat (özellikle siir), bilim, fen, müzik, kisaca bütün güzel sanatlar büyük bir gelisme gösterdi. Yunan, Süryani, Fars ve Sanskrit dillerinde yazilmis bilim, fen ve felsefe kitaplari Arapça’ya çevrildi. IX. yüzyilda halifelerin oturmus oldugu Samarra'da bulunan kalintilar, Abbasi sanatinin baslica özelliklerini yansitan belgelerdir.

eLanuR
11 January 2009, 11:02
Artuklular

Kültür ve sanatiyla iz birakmis uzun ömürlü beyliklerden biri Artuklu Beyligi'dir. Oguzlarin Döver boyundan ünlü bir Türkmen Beyi olan Artuk Bey, Anadolu'nun fethi sirasinda büyük hizmetler görmüstü. Fakat, Tutus'la Süleymansah'in arasindaki savasta Tutus'tan yana olarak savasi ona kazandirmis ve Süleymansah'in intiharina sebep olmustu.

Tutus, Artuk Bey'in yardimina karsilik olarak onu Kudüs valisi yapmisti. Ölüm yili olan 1091'e kadar bu görevde kaldi. Artuk Bey ölünce Kudüs Fatimi'lerin eline geçti. Fakat Artuk Bey'in ogullari Sökmen ve Il-Gazi, Selçuklu hükümdari tarafindan kendilerine verilen bölgelerde beylikler kurdular. Artuk Bey'in ogullari tarafindan kurulan bu beylikler üç kol halinde gelisti. 1. Hisn Keyfa ve Amid, 2. Mardin ve Meyyafarikin, 3. Harput'da Üç kol halinde hüküm sürmüs bir Türkmen sülalesidir.

Artuk Bey önce Sultan Alp Arslan'in hizmetinde bulunmus ve Malazgirt savasina da istirak etmisti 1071 Anadolu'nun Türklere açilmasinda rol oynayan emirler arasinda Artuk Bey de bulunuyordu. Daha sonra Artuk Bey, Sultan Meliksah tarafindan kendisine ikta edilen Huvan'a çekildi. Ahsa ve Bahreyn Karmatilerini itaat altina almak görevini basariyla sonuçlandirdi.

Artuk Bey'in bir süre sonra Sultan Meliksah'a küskünlügü, Suriye Selçuklu Meliki Tutus'un hizmetine girmesine yol açti. Tutus da ona Kudüs ve havalisinin valisi yapti (1085-6). Artuk Bey 1091 yilinda bu sehirde öldü. Ancak ogullari Sökmen ve Ilgazi Kudüs'ü muhafaza edemediler. Emiru'l-cüyus Efdal kumandasindaki bir Fatimi ordusu kirk günlük bir kusatmadan sonra sehri aldi (1098).

Mu'in ed-Din Sökmen, Ceziret-i Ibn Ömer sahibi Çökürmüs tarafindan kusatilan Musul hakim Musa'nin yardimina kostu ve bu hizmetine karsilik 10.000 dinar ve Hisn Keyfa kalesini aldi. Böylece Sökmen, Artuklularin "Hisn Keyfa ve Sökmeniyye" denilen ilk subesini kurmus oldu (1102).

Eyyubi hükümdari Melik Kamil önce Amid'i sonra da Hisn Keyfa'yi zabt ederek Artuklularin Hisn Keyfa kolunu ortadan kaldirmisti (1231-2). Necmeddin Ilgazi Nisan 1105'de Bagdad sahneliginden azledildikten sonra Mardin'e gelerek bu sehre hakim olmus ve burada Artuklularin "Mardin veya Ilgaziyye" denilen subesini kurmustur (1108).

Ilgazi yavas yavas bu bölgedeki Selçuklu topraklarina hakim oldu, 1117'de Haleb'i ele geçirdi. Beraberinde Bitlis ve Erzen hakimi Togan Arslan'in bulundugu 20.000 kisilik ordu ile harekete geçerek Tell Afrin savasinda Antakya persi Roger'in kumandasi altindaki Haçlilara karsi büyük bir zafer kazandi (1119). Bunu Tell Danis'de Kral II. Baudouin'e karsi kazanilan takip etti.

Selçuklu sultani Mahmud ise Ilgazi'ye Meyyafarikin sehrini ikta etmisti (1121). Daha sonra Mardin Artuklulari bazan Eyyubilere bazan da Tükriye Selçuklularina tabi olarak varligini sürdürdü. Kara Arslan el-Muzaffer (1260-1292) ise, Mogollarin hakimiyetini kabul ederek baris yapti. O bu sayede hanedanin devamini sagladigi gibi Mardin sehrini de bir felaketten kurtarmisti. Bu kolun son hükümdari Melik el-Salih Mardin'i müdüfaa edemeyecegini anlayinca bu sehri Karakoyunlularin reisi Kara Yusuf'a teslim etti (1409). Bu suretle Artuklular Devleti sona erdi.

Artuklularin üçüncü kolu 1185 yilinda Harput ve havalisinde kurulmussa da fazla uzun ömürlü olmamisti.Sultan I. Ala ed-Din Keykubad 1234 yilinda Harput'u zabtederek, Artuklularin bu koluna son vermisti.Artuklular büyük Türkmen kitlelerine dayanan bir Türk devleti idi. Bu sebepten milli teskilat ve ananelerini muhafaza etmislerdi.

Alp, Inanç, Kutlug gibi eski Türkçe unvanlari kullanmakla da bu ananelerini koruduklarini göstermislerdir. Artuklular devlet anlayisinda eski Türk hukukuna göre devletin hanedanin ortak mali oldugu görüsün de uyguladilar. Ilgazi ve Belek gibi kudretli sahsiyetlerin mevcudiyeti Artuklu Devleti'nin siyasi birligini saglayabilmis, aksi takdirde ayri beylikler halinde hükün sürmüslerdir.

Artuklu hükümdarlari gerek Müslüman ve gerekse hristiyan halka adaletle hizmet etmisler, idareleri altindaki ülkelerde düzen ve emniyeti saglamislardi. Ayrica ticari ve iktisadi hayatin gelismesine büyük ölçüde yardimci oldular. Bu maksatla bazi sehirlerdeki ticari vergileri kaldirmislardir. Bu iktisadi gelisme mimari eserlerden de anlasilmaktadir.

Artuklular, bir kismi bugüne kadar mevcudiyetlerini koruyan, birçok mimari eserler sözgelisi; külliyeler, camiler, medreseler, hamamlar, köprüler, sivil ve askeri yapilar yapmislardir. Onlarin devrinde mimaride görülen gelisme sebiyle bugün güneydogu Anadolu bölgesinde her önemli eser Artuklulara baglanmak istenmektedir.

Artuklu ülkesindeki Meyyafarikin, Amid ve Mardin gibi sehirler birer ilim ve kültür merkezi haline gelmisti. Bu hanedana mensup hükümdarlar ilim ve sanat adamlarini himaye etmisler, bunun neticesinde de onlar adina bazi eserler yazilmistir.
Altinordu Devleti



Dogu Avrupa'da 1241-1502 arasinda yasamis Türk-Mogol devleti, Islâm kaynaklarinda «Kipçak Hanligi» diye anilir.

Cengiz Han'in torunu Batu Han (Cuci'nin oglu) batiya yaptigi seferlerde üst üste parlak zaferler kazanmis, imparatorlugun sinirlarini Karpatlar'a kadar genisletmisti (1241). Imparatorlugun batisinda, Karadeniz, Kafkasya, Hazar Denizi, Aral Gölü, Urallar ve Kuzey Rusya arasinda kalan ve Altinordu adi verilen bu yerleri, Büyük Han'a bagli olmakla birlikte Batu Han bagimsiz bir sekilde yönetiyordu.

1255'te Batu Han ölünce yerine kardesi Berke Han geçti. Berke'nin zamaninda devlet daha bagimsiz oldu. Islâmligi kabul eden Berke Han, gene bir Cengiz kolu olan Ilhanli hakani Abaka Han ile savasirken öldü (1266). Berke'den sonra gelen hanlar Islâm olmadilar, ama Islâmlik Altinordu ülkesinde gene de hayli yayildi. Ancak Özberk Han'in (1312-1342) Islâm olmasindan sonra bu din bütün Altinordu'ya yayildi.

Ünlü gezgin Ibni Battuta'in anlattigina göre, Özberk Han zamaninda devlet merkezi Saray (bugünkü Volgograd yakinindaydi) yüz bin nüfuslu bir kültür ve sanayi merkeziydi. Altinordu Hanligi Rus tarihini ve devlet örgütlenmesini oldukça etkilemis. Islâmligin Türkler arasinda yayginlasmasini kolaylastirarak Türk-Rus karismasini önlemistir.

eLanuR
11 January 2009, 11:02
Augustus


Roma Imparatoru (M.Ö. 63-M.S. 14).

Önceleri Octavius, daha sonra Octavianus adiyla tanindi. Roma imparatorlarinin hemen hemen en yücesi oydu. Julius Sezar öldürüldügü zaman ancak on dokuz yasindaydi. Sezar, dogumla degil de evlât edinme yoluyla aileye giren Octavianus'un büyük amcasi oluyordu.

Görünüste, siska çelimsiz bir hali vardi ama gerçekte, demir gibi bir iradeye sahipti ve büyük hirslari olan bir gençti.

Ikinci Triumvira döneminde, Antonius ile Lepidus devleti yönetti. Ama M.Ö. 31 yilinda Antonius'a karsi kazanilan Actium Zaferi, onu Roma âleminin mutlak hâkimi yapti.

Octavianus önce princeps yani birinci vatandas unvaniyla yetindi. Gerçekte bütün yetkiler elindeydi ve Augustus adini M.Ö. 27 yilinda aldi (Latince, «rahipler tarafindan kutsanmis» anlamina gelir). Kirk yil süreyle çok büyük isler yapti: komsulariyla barisi sürdürdü, güçlü bir hükümet kurdu, maliyeyi, idareyi, orduyu yeniden örgütledi. Bir yandan da din reformlarina giristi, Roma'da çok önemli bayindirlik isleri yaptirdi ve, danismani Maecenas'in yardimiyla, Vergilius ve Horatius gibi yazarlari korudu. Romalilar onu, bir tanri gibi saygiyla anarlar.Attila


Hun imparatoru (400-453).

Amcasi Küba'nin ölümünden sonra, Dogu Hun Imparatorlugu'nun yönetimini ele aldi (434). Batida hüküm süren agabeyi Bleda'yi 445'te öldürerek imparatorlugun tek hâkimi oldu. Sahip oldugu genis topraklarla yetinmedi. Hükümdarligi süresince Bizans'i ve Bati Roma Imparatorlugu'-nu ele geçirmege çalisti. Bunun için de sürekli bir anlasmazligi körükledi. Bizans'i vergi ödemek zorunda birakti; Bati Roma'da hak iddia ederek toprak istedi, istekleri yerine getirilmedikçe de saldirdi.

Üstün savas gücü sayesinde Roma ve Bizans'a korkulu günler yasatti. 450'de Roma ordusuyla birlesen Gotlar karsisinda çarpisarak Roma'ya kadar ilerledi. Bati Got Kralligi'nin sinirlarini zorladi, Catalaunum Ovasi'nda yapilan kanli çarpismalarda her iki taraf da kayip vermisti ama, Attilâ 452'de Italya'ya ikinci bir saldiri yapmaktan vazgeçmedi. Milano'yu aldi. Roma'ya dogru ilerledi. Fakat açlik ve salgin hastalik yüzünden ordusunun kirilmasi onu papa Leo'nun teklifini kabul etmek zorunda birakti. Üçüncü bir saldiriya geçemeden de öldü.



Attilâ bir diktatördü, çevresinde âdeta dini bir korku uyandirirdi, ama adalete saygili ve iyiliksever bir yöneticiydi. Gururluydu, pek az gülerdi. Hurafelere inanir, durmadan falcilara danisirdi. Roma'yi ele geçirmekten vazgeçmesine de bos inançlara bagliligi sebep oldu

eLanuR
11 January 2009, 11:03
Aydinogullari


XIV. yy.da Aydin ve Izmir yöresinde egemenlik kuran beylik. Germiyanogullarindan Aydinoglu Mehmet Bey tarafindan Menderes yöresinde kuruldu (1330). Oglu Umur Bey zamaninda beylik en canli dönemini yasadi. Yunanistan, Mora ve Ege adalarina seferler yapildi, ganimetler elde edildi. Fakat papa tarafindan gönderilen Haçli ordusunun Izmir'i almasi (1344) ve Umur Beyin öldürülmesiyle gerileme dönemi basladi. Kardesi Ayasuluk emîri Hizir Bey Haçlilarla anlasmak zorunda kaldi, 1390'da da beylik tamamen Osmanli egemenligine girdi
Avarlar

Ikinci Türk Imparatorlugu'nu kuran kavim (lll.-IX.yy.).

Hun Imparatorlugu'ndan sonra Orta Asya'da, Avar Imparatorlugu kuruldu (M.S. III. yy.). Kore Yarimadasi'na kadar yayilan bu devlet önce Çinlilere yenildi (458), sonra Göktürkler tarafindan yikildi (522).

Bu yenilgiden sonra, Avarlarin büyük bir bölümü batiya göç etti. Bir süre Volga dolaylarinda ve Güney Rusya'da yasadiktan sonra, Macaristan merkez olmak üzere Tuna yöresine yerlestiler ve yine büyük bir imparatorluk kurdular. 573-882 yillari arasinda toprak anlasmazligi yüzünden Bizans ile birkaç kere savastilar, bu savaslarin çogu yenilgiyle sonuçlandi. Böylece Avarlar zayif düstüler, sonunda Sarlman (Büyük Kari) Avar Imparatorlugu'nu ortadan kaldirdi, Avar kavmi Islavlara karisarak eridi.

Avarlar da birçok Türk kavmi gibi göçebe bir kavimdi. Devlet çesitli kabilelerden olusan bir federasyon biçimindeydi. Bir asker ve savas düzeni içinde yasayan Avar Devleti'nin basinda bir kagan bulunurdu. Genellikle atli olan Avarlarin baslica silâhi ok ve yaydi, ama kiliç da kullanirlardi. Avarlarin bir kismi zamanla göçebelikten çikip yerlesik hayata girmistir. Bunlardan bir kismi ticarette basari göstermistir. Macaristan'da kazilan on bes bin kadar Avar mezarinda, Avarlarin yasayisi ile ilgili pek çok eser bulunmustur.

AVAR KAVALI

Macaristan'da Janoshida (Szolnik ili) bölgesinde 1933 yilinda yapilan bir kazida, bir erkek iskeletinin el kemikleri arasinda bulunan bu çifte borulu kavalin ses delikleri 2+5 seklindedir. Benzerlerine Kafkasya. Volga ve Türkistan dolaylarinda bugün de rastlanir.

eLanuR
11 January 2009, 11:04
Bambaralar



Afrika'da yasayan toplumlar arasinda elde edilen en iyi ve en eksiksiz mitoslar Bambaralarinkidir. Bu toplulukla ilgili mitoslar dünyanin yaradilisi ve gelismesini temellendiren mitoslardir. Bambara mitoslarina göre baslangiçta gla denilen sonsuz bir bosluk vardi. Gla'da meydana gelen bir iç devinimle ortaya saglam ve parlak cisimler çikti. Bu cisimler, birbirini izleyen iki evrede eridiler. Bu erimeden sonra gla ile ikiz kardesi dya dört yönü belirlediler. Bu yönlerden ilki, varliklarin ilk kaynagi olan yöne, yani doguya yöneldi. Bundan sonra gla asagiya ve yukariya dogru yaptigi devinimlerle zincirlerini kopardi ve böylece varliklar birer ruha kavustu.

Ayni anda, iki gla arasinda meydana gelen temas sonucu büyük bir patlama oldu; bu kez ortaya "saglam ve güçlü bir madde" çikti. Bu madde henüz yaratilmamis nesnelerin üzerine çöktü, ve her nesneyi adlandirdi. Bundan sonra da bütün nesneler gla'nin düsüncesine uygun olarak yavasça devinmeye basladi.

Kisa süre sonra, gla'dan bir baska unsur daha ayrildi ve varliklarin üzerine gelip kondu: bu, insan bilincinin sembolü olan "insan ayagi"ydi. Baslangiçta birbirine benzeyen hersey gla'larin "zo"ya sorumluluk yuKiemesiyle degismeye basladi. Zo, her nesneye gelecekte bir özgürlük tanimakla yükümlüydü. Zo, kendisine verilen bu görevi kabul etti ve nesnelere sahip çikarak onlarin ilkelerini "görünmeyen Yo" anlamina gelen "Yo yebali" adli genis bir küre içinde toplandi. Yo, ruh, daha dogrusu "bir düsünce ve devinim"di.

Evrenin yaratilisi yo'dan baslayarak "düsünce"nin bir bilesimi olarak kabul edilmektedir. Bu "düsünce" üç bölümden olusmaktadir: yo, iç söz; o, sessizlikten isitilebilecek seye geçis; yereyereli, yaratici titresim. Bu gelisim, 7 isaretle gösterilmekteydi. 7, insani temsil eden bir rakamdi: 3 (erkegin isareti) ile 4 (kadinin isareti) rakamlarinin toplamayla meydana gelmisti.

Yo, bir ruh olarak, kararlarinda ve yaratici iradesinde özgürdü. Tam bes kez dört yöne gitmis ve uzay fikrini yaratmisti. 22 rakamiyla temsil edilen uzay, Yo'nun bir ruh olarak içerdigi bütün niteliklere sahipti: Nugu, (iç) kendinde bütün varliklari ve insani bulundururdu; yala "havanin tohumu" idi ve bütün bosluklari uzayin dört bir tarafina yerlestirirdi; faya "rüzgârin tohumu", sani "suyun tohumu", yere "atesin tohumu", yelegu ise oyeryüzündeki maddelerin tohumu "ydu. Bu son dört terim ayni zamanda yaradilisin dört temel ögesi olan hava, toprak, ates ve suyu da belirtirdi.

Hava ve ates erkek, su ve toprak ise disiydi. Yo, kendi çevresinde yirmiiki kere dönerek uzayi yaratmis ve dört dünya düsünmüstü; Dye mana, "dünyanin tösâi"; dye, gale, "ilk dünya"; dye bana, "istenmeyen dünya"; dye nata, "gelecegin dünyasi". Yereyereli'nin bagrinda ruh (miri) bulunuyordu. Ruhun içinde "vali" adi verilen eylem vardi; eylemin içinde nesnelerin gelisimi, nali yatmaktaydi. Nali'de ise, nesnelerin kökeni bulunuyordu.

Miri, ayni zamanda, içinde doganin yattigi dünyanin yumurtasiydi. Miri, birbirinin içine geçmis üç oval ile temsil edilirdi. Dye ko (dünyanin kapisi) adi verilen dis oval devamli devinim durumundaydi. Boga'nin dogusu ve ölüsüne uygun olarak o da kendi ekseni çevresinde dönerek genisler yada daralirdi. So de (evin oglu) adi verilen orta oval'den sonra Dye vali gale (dünyanin ilk devinimi) denen ve verimliligi temsil eden iç oval gelirdi. Parçalanip düzenli bir biçimde uzaya dagilan 22 öge dis oval Dye ko'dan dogmustu. Bambaralarm anlayisina göre bu ögelerin siniflandirilmasi çok çesitliydi.

Bu 22 ögenin ilk yedisine bomiana adi verilmekteydi ve bunlar, varliklarla nesnelerin genel karakterlerini özetlemekteydi: Kelena, birlik; Makari, dindarlik, merhamet; Mako, gereklilik; Sinaya saldirganlik, kiskançlik; Fadena, rekabet; Maloya, utanç; Sia, irk, tür, soy.

Baugini adi verilen 12 öge, insanlarin nitelik ve alinyazilarini belirtirdi: Ma ye ma ye, yetenek, imkân, egilim; Mako, karsilikli hizmet, sadelik, agirbaslilik, bilgelik, egitim; Sebaya, kuvvet, kudret, egemenlik; Dyuguya, kötülük, güçlük; Kunanguya, kötü talih; Sira, yol, kilavuz, itaat, disiplin; Nafolo, zenginlik, bereket, saglik; Adama-dena, kardeslik, insanlik, özgürlük, iyilik; Dahirime, gida, mal mülk; Saya, ölüm, hastalik, sakatlik, delilik; Su, gece, karanlik ve isik, sir, büyü; Kle, gün, günes. Jiginî adi verilen son üç öge ise sunlardi: Kun, dünyayi düsünen kafa; Ba, kendisini meydana getiren kalip; Fo, kendisini yaratan söz.

eLanuR
11 January 2009, 11:04
Babür Imparatorlugu


Hindistan'da kurulan büyük Türk devleti (1526-1858).

Baba tarafindan Timur'un, ana tarafindan Cengiz Han'in soyundan gelen Zahirüddin Muhammet Babür, Fergana hükümdari oldugu zaman (1494) on bir yasinda bir çocuktu. Bu yüzden saltanat iddiasinda bulunan amcasinin, dayisinin ve daha baskalarinin hücumuna ugradi. Hepsiyle çarpistiysa da sonunda tahtindan oldu (1501).

TAHT PESINDE

Babür bu çarpismalar içinde pismis cesur, iradeli, ince zekâli bir adamdi. Yenilgisinden yilmadi, yanindaki askerleri ile birlikte Afganistan'a geçti, büyük bir güçlükle karsilasmadan Kabil'i ele geçirdi (1504). Merkezi Kabil olmak üzere küçük bir devlet kurdu, Fergana ve Semerkant'tan kaçip gelen Türkleri de buralara yerlestirdi. Bir süre eski ülkesini geri almak, egemenligini Türkistan'a yaymak için savastiysa da bir sonuç alamadi. Bunun üzerine gözünü Hindistan'a çevirdi.

HINT PADISAHI BABÜR

O zamanlar Hindistan kargasalik içinde bir ülke, bir ülkeden de öte âdeta bir kitaydi. Babür bunu firsat bilerek güneye yöneldi. Zaten o sirada Delhi padisahligi için kendisine basvurmuslardi. Bu firsattan yararlanarak Hindistan'a yürüdü, 1524'te Pencap'i, 1526'da kanli bir çarpisma sonunda Delhi'yi ele geçirdi. Art arda öteki büyük sehirleri de ele geçirerek 1528'e kadar Kuzey Hindistan'in fethini tamamladi.

Babür'ün kurdugu imparatorluk 1858'e kadar 332 yil sürdü. Babür'ün ölümünden sonra yerine geçen Hümayun devrinde imparatorluk sarsinti geçirdiyse de onun oglu Ekber Sah zamaninda en yüksek kudretine ulasti. Avrupalilarin Büyük Mogol Imparatorlugu adini verdikleri bu büyük Türk-Hint Imparatorlugu Babür ve Ekber sahlarin attigi saglam temeller sayesinde yüzyillarca yasadi.

BABÜRNAME

Babür, ayni zamanda sairdi. Basindan geçenleri, basarilarini ve yenilgilerini bu eserinde anlatmistir. Türkçe'nin Çagatay diyeleginde yazilmis olan Babürname büyük dillerin hepsine çevrilmistir.

eLanuR
11 January 2009, 11:05
Bizans Imparatorlugu



Imparator

Bizans'in imparatorluk kavrami Roma ve Helen kaynaklidir. Tanri-imparator anlayisi ve uygulamasi Hiristiyanlasmis haliyle karsimiza çikmaktadir. Imparator, Tanri iradesiyle gönderilmis bir kisidir. Tanri'nin seçilmis kuludur ve onun himayesinde hüküm sürmektedir. Kilise ve imparator bir bütündür ve imparator kimsenin sorgulayamayacagi ve buna cüret edemeyecegi son derece önemli bir sahistir.

Bu özellikler tasiyan kisinin basinda oldugu imparatorluk da, tüm devletlerin, kavimlerin içinde oldugu ortaçag hiyerarsisinin tepesinde bulunmaktadir. Törenler hipodromda yapilir ancak hükümdarlik ünvaninin verilisinin en önemli asamasi, taç giyme, Ayasofya'da gerçeklesirdi. Patrik yeni hükümdara tacini giydirir ve hükümdar kendini " Tanri'nin sevgili ve yeryüzündeki vekili" olarak tanitirdi.

Hukuk

Imparator, adalet örgütünün basiydi. 14.yüzyilin baslarina kadar en yüksek mahkeme imparatorun baskanlik ettigi mahkemeydi. Üyeleri yüksek memurlardan seçilirdi. Agir suçlar burada görüsülür ve karara baglanirdi. Bu yüksek mahkemenin disinda, yüksek daire baskanlarinin yönettikleri mahkemeler ve ayrica kentlerde birçok ilk mahkemeler bulunmaktaydi.

Ordu

Bizans ordusu kara ve deniz kuvvetlerinden meydana geliyordu. Imparatorlugun kuruldugu dönemde kara ordusu iyi örgütlenmis ve iyi egitim görmüstü. Kara ordusu sinirlarda oturan birliklerle merkezde bulunan ve her cepheye gönderilen esas kuvvetlerden olusurdu. 7. yüzyilda ordu ordu örgütünde önemli degisiklikler oldu.

Thema sistemi ile eyaletlerdeki askeri birlikler yeni bir sisteme baglandi. Strategos, ayni zamanda themasinin askeri birliklerinin komutaniydi. Kara ordusu piyade ve süvari olmak üzere iki kola ayrilmisti. Silah olarak kiliç, kalkan, mizrak, zirh ve çesitli savas baltalari, manciniklar kullaniliyordu. Bizans Imparatorlugu kuruldugu zaman düzenli bir donanmasi olmadigi gibi 7. yüzyila kadar Bizans'in denizlerde kuvvetli bir düsmani da yoktu. Fakat Müslüman donanmasinin kurulmasindan ve Bizans'a karsi ilk basarilari kazanmasindan sonra donanmanin önemi anlasilmis ve deniz kuvvetleri esasli bir biçimde örgütlenmisti.

Herakleios reformlari ile bütün deniz kuvvetleri tek bir ad altinda birlestirildi. 3. Leon zamaninda deniz kuvvetleri Istanbul donanmasi ve deniz themalari donanmasi olarak ikiye ayrildi. 10. yüzyilda donanma 3-5 Dromondan meydana gelen birliklere ayrildi. Rum atesi en önemli silahlariydi. 11. yüzyildan itibaren Bizans donanmasi zayifladi. 2. Andronikos donanmayi kaldirinca denizlerde üstünlük Venedik ve Cenova'ya geçti. 3. Andronikos donanmayi tekrar kurmaya çalistiysa da basarili olamadi.

Bilim

Bizans Imparatorlugu'nda bilim ve fikir hayati ilk iki yüzyil boyunca Antik Yunan ve Latin dünyasi arasindaki iliskilere siki sikiya baglidir. Büyük Constantinus ile birlikte Hiristiyanlik resmen kabul edilmekle beraber Antik gelenegini devlet ve fikir hayati üzerinde birinci derecede etkili oldugu kesindir.

Putperestligin son kalintilari 6. ve 7. yüzyilda kaybolmus, Antik dsüncenin son kalesi olan Atina Okulu 529 yilinda kapatilmistir. Bu arada Hellenistik düsüncenin devam ettigi Misir, Suriye ve Filistin'in müslümanlar tarafindan alinmasi ile bütün bilim ve kültür hayati Istanbul'da toplanmistir.

Tarihçilik

Bizans Imparatorlugu'nda tarihçilik çok önemli idi. Bizans tarihçilerinin eserleri yanliz Bizans Imparatoru için degil, iliskide bulundugu kavimlerin tarihi içinde degerli bilgiler içermektedir. Bizans tarihçiligi kilise tarihi ve dünya tarihi ile baslar. Örnegin: Eusebios'un Khronogrophia'si, Theophanes'in Khronogrophia'si, Skylitzes'in Synopsis Historion adli eserleri.

Genel dünya tarihine paralel olarak Antik tarzda yazilan monografilerde Bizans'in kurulusundan yikilisina kadar olan dönem konu alinir. Prikopius'un Gizli Tarih'i ve Yapilar adli eserleri. Tip, matematik, astronomi, kimya, botanik, zooloji gibi bilim dallarinda ise çok fazla eser yoktur.

Edebiyat

Bizans edebiyati, diger konularda oldugu gibi ilk zamanlar Antik edebiyatin bir devamidir. Hiristiyanligin devlet dini olarak kabul edilmesine ragmen eski putperest edebiyat hemen ortadan kalkmamistir. Ancak Hiristiyan düsünüsü çok geçmeden edebiyatta da agirligini ortaya koymustur. Sekil olarak eskiye bagli kalmakla beraber ruh bakimindan Hiristiyan idi. Bizans yazarlarinin çogunda Kitab-i Mukaddes'in bilinmesi, Antik eserlerin bilinmesi kadar önemli sayilirdi.

Bizans edebiyati en parlak dönemini Justinianos zamaninda yapmistir. Istanbul merkez olmakla beraber Anadolu, Suriye, Filistin ve Misir'daki kentlerde de canli bir edebi faaliyet göze çarpiyordu. Tarih, hukuk, bilim ve teknoloji siirin konusunu olusturuyor ve her çesit düz yazi siire çevriliyordu.

Önemli sairler arasinda Nannos, Romanos, Musaios, Patrik Sergios'u sayabiliriz. 7. yüzyilin ortalarindan itibaren Bizans edebiyatinda bir duraklama dikkati çekmektedir. Özellikle ikon-oklazma yanliz kutsal resimleri yok etmekle kalmamis ayni zamanda bilim ve edebi faaliyetlerin de durmasina neden olmustur. Bu dönemde çogunlukla din konulari islenmistir. Ayrica din ugruna ölenlerin biyografileri de bu dönemde oldukça yogun islenen konular arasindadir.

Bizans'in ilk kadin sairi Kosia bu dönemde yasamistir. Iki yüzyil devam eden duraklama döneminden sonra yeni ve parlak dönem Istanbul Üniversitesi'nin yeniden kurulmasiyla (863) baslamistir. Antik ve Bizans eserleri toplanmis ve incelenmis, özetlerini içeren ansiklopediler yazilmaya baslanmistir. Bunun en önemli örnegi Suidas'dir.

Bu dönemde ayrica milli destanlar, epigramlar, ilahiler, manzumlar yazilmistir. 12. yüzyildan itibaren halk diliyle yazilmis didaktik, satirik, lirik siirlere, atasözlerine ve hikayelere rastlanir. Diger yandan eski mitolojik konular halk edebiyari üzerinde etkili olmustur.

Egitim

Ögretim yaygin degildi. Daha çok erkek çocuklar okula gönderilirdi. Ögretimde Antik Yunan yazarlarinin metinleri okutuluyor ve açiklaniyordu. Orta ögretimin amaci memur yetistirmekti. Büyük Constantinus'un, Istanbul'u baskent yapmasindan sonra imparatorlugun çesitli bölgelerinden, özellikle de Atina, Misir ve Suriye'den gelen bilginler burada toplaniyor ve burasini bir bilim merkesi haline getiriyorlardi.

2. Thedosius döneminde Istanbul'da ilk yüksekokul kurulmustu. Egitim süresi 5 yildi. Sonraki dönemlerde kapatilan bu okul, 863 yilinda tekrar açilmistir. Burada felsefe, matematik, astronomi, gramer ve müzik okutulmaya baslandi. Istanbul'da Thedosius'tan itibaren kurulan ve kapatilan üniversite ve yüksekokullarin disinda patrikhaneye bagli olan ve teoloji ögretimi yapan okullar da bulunuyordu. Burada dini derslerin yaninda Eski Yunan felsefesi, dil ve edebiyati, matematik gibi dersler de veriliyordu.

Din

Bizans Imparatorlugu'nda dinin ve dolayisiyla kilisenin önemi çok büyüktü. Hiristiyanligin resmen kabulünden sonra kiliseye karsi zaman zaman imparatorlarin önlem almasina ragmen kilise her zaman sayginligini korumustur. Patrik imparator tarafindan seçiliyordu ve patrik imparatora taç giydiriyordu.

Kiliseye bagli olarak genis bir manastir agi kurulmustu. Halkin manastirlara olan ilgisi oldukça fazlaydi. Kimileri hayati boyunca buraya kapanirken kimileri de maddi destek sagliyordu. Bizans Imparatorlugu'nda manastirlarin böyle önemli olmasini nedeni; çesitlilik gösteren, esnek ve akiskan bir kurum olmasi, toplumun ihtiyaçlarini karsilar nitelikte olmasi, her siniftan insana açik olmasiydi. Insanlar buraya gelip, Tanri'ya olan borçlarini ödemekte ve ayni zamanda huzur, mutluluk ve güven dolu bir hayat yasamaktaydilar.

Ekonomi

Bizans Imparatorlugu'nda ekonomik hayatin temelini tarim meydana getiriyordu. Toprak devletin maliydi. Themalara bölünmüstü ve buralara askeri valiler atanmisti. Valinin görevi themasi içinden gelen toprak gelirlerini imparatora iletmektir. Devlet tarim yapmasi için kisiye toprak verir o da burayi isler, böylece hem ailesinin ihtiyacini karsilar hem de ürün fazlasini satarak vergi giderlerini karsilardi.

Genel olarak bugday, üzüm, tahil ürünleri, meyve, pamuk yetistirilir; aricilik, hayvan yetistiriciligi (koyun, keçi, sigir ve at) yapilirdi. Bizans sanayisi deyince akla tekstil gelmektedir. Basta pamuklu ve ipekli dokumacilik olmak üzere ketencilik ve halicilik ileri düzeydeydi. Madencilik, camcilik, kuyumculuk da oldukça gelismistir. Her sanayi kolu loncalar seklinde örgütlenmis ve siki devlet kontrolü altinda idiler.

Konstantinapolis

Büyük Constantinus, dogudaki baskent olarak, Antik dönemin devami olabilecek sehirleri degil, Istanbul'u (konstantinapolis'i) seçti. Her taraftan isçi, sanatçi ve malzeme getirtti. Roma, Atina, Iskenderiye, Efes ve Antakya'nin en güzel tapinaklari yeni kenti süslemek için kullanildi.

Yeni merkezi Roma'ya benzetmek için elinden geleni yapti ve 330 yilinda sehri büyük bir törenle açti. Imparator, dogudaki baskent olarak Antik devir devami olabilecek sehirleri degil, Konstantinapolis'i seçmisti. Bunun nedenleri arasinda kentin cografi konumu, ekonomik ve siyasal kosullari sayilabilir.

eLanuR
11 January 2009, 11:05
Bilge Kagan

Bilge Kagan, 683 yilinda dogdu. Babasi Göktürk Devleti'ni yeniden kuran Ilteris Kutlug Kagan, annesi Ilbilge Hatun'dur. 8 yasinda babasini yitiren Bilge, 24 yil boyunca Göktürk Devleti kaganligi yapan amcasi Kapagan Kagan'in elinde büyüdü.

Bilge Kagan, amcasi öldügünde yerine geçen oglu Inal'i devirerek 32 yasinda Göktürk Devleti'nin basina geçti. Devletin yönetimini ele alan Bilge'nin ilk isi iyi bir yönetim olusturmak oldu. Bunun için, ordunun basina 31 yasindaki kardesi Kül Tegin'i, vezirlige de Tonyukuk'u getirdi.

Bilge Kagan'in en büyük hayali milletini yerlesik hayata geçirip onlari sehirlerde oturtmak idi. Ama buna vezir Tonyukuk karsi çikarak, "Türkler, Çinlilerin yüzde biri kadar bile degildiler. Su ve otlak pesindedirler. Avcilik yaparlar. Belli bir yerleri yoktur ve savasçidirlar. Kendilerini güçlü görünce, ordulari yürütürler. Güçsüz bulunca kaçarlar ve gizlenirler. Çinlilerin sayi üstünlüklerini böylece etkisiz kilarlar. Türkleri surlarla çevrili bir kentte toplarsaniz ve bir kez Çin'e yenilirseniz, onlarin tutsagi olursunuz " dedi.

Bilge Kagan, bir dönem de Türkler arasinda Budizm'i yaymak hevesine kapildi. Tapinaklar yaparak Türkleri Budist yapmak arzusunu tasidi. Vezir Tonyukuk, bu düsünceye de karsi çikarak, Budizm'in insandaki hükmetme ve iktidar duygusunu zaafa ugrattigini, kuvvet ve savasçilik yolunun bu olmadigini, eger Türk milletinin yasamasi isteniyorsa bu din ve tapinaklarin ülkeye sokulmamasi gerektigini söyledi. Bilge Kagan, çok itibar ettigi Veziri Tonyukuk'un tavsiyelerine uyarak, aklindan geçen bu planlari yapmadi.

Bilge Kagan döneminde Göktürk Devleti'nin sinirlari Çin'in San-Tung ovasindan, Iç Asya'da Karasar bölgesine, kuzeyde Bayirku sahasindan Ani irmagi havalisi ve Bati Demir Kapi'ya (Ceyhun Irmagi'nin yakininda Semerkant-Belh yolu üzerinde) kadar ulasti. Önce veziri Tonyukuk'u sonra kardesi Kül Tegin'i kaybeden Bilge Kagan'i, Çinlilerle isbirligi yapan bakani Buyrak Cor zehirledi. Yataginda hasta yatarken, kendisini zehirleten bakan ve yardimcisini öldürten Bilge Kagan, 25 Kasim 734'de öldü. Bilge Kagan'in cenazesi 22 Haziran 735 tarihinde büyük bir törenle defnedildi.

eLanuR
11 January 2009, 11:06
Cengiz Han


1167 yilinda dogdu. Mogol Kagani ve Mogol Devleti'nin kurucusudur. Asil adi Temuçin’dir. Temuçin, 13 yaslarinda iken, babasini kaybetti. Henüz küçük oldugundan, kabilesi, onu birakip Tayciutlar’a katilmak istedi. Annesi Helün Hatun, binbir çaba ile kabilenin küçük bir bölümünü geri çevirebildi. Nice güçlük ve sikintiya ragmen, varliklarini sürdürebildiler. Bütün bu olaylar sirasinda, Temuçin’deki önderlik yetenekleri kendisini belli ediyordu.

Cengiz, han olduktan sonra Çin’deki Kitün/Chin Sülalesi'nin, kuzey sinirlarinda Tatarlar’a karsi giristigi bir harekete katildi ve Tatarlar ezildi. Ona göre Tatarlar, atalarina kötülük edip, ölümüne neden olmuslardi. 1202’te Tatar kabileleri ile savasti ve onlari yendi.

Cengiz Han, Mogolistan’in tek gücü durumuna gelmisti. 1206 Ilkbahari'nda, Onon Irmagi boylarinda bir kurultay toplandi. Bu kurultay, bütün kabilelerin temsilcileri Han Cengiz’i, bakanliga (Kagan) getirdiler. Cengiz unvani da bu sirada verilmis olmalidir.

Cengiz Kagan, Çin’den batiya giden ticaret yolunu denetimlerinde tutan Tangutlar’la savasti. 1209’da kendisi de sefere katildi. Baskent Ning-hia düsmediyse de, Tangutlar denetim altina alindi. Cengiz Kagan, Asya’nin dogusunda büyük bir güç olarak ortaya çikarken, Orta Asya’nin kudretli devleti de Harezmsahlar’di. Iki ülke arasinda birçok elçiler gidip gelmisti. Cengiz, iki ülke arasinda özellikle ticaretin gelismesinden yana oldugunu belirtmis, Harezmsah'tan gelen kervan mallarini uygun fiyatlarla satin almisti.

Cengiz, 1218’de bir kaç elçisi disinda tamami Müslüman olan tacirlerin yönettigi 450 kisilik bir kervan hazirlatip gönderdi. Cengiz’in Mogollar’i tek bir devlet altinda toplamasi sonucu, eski Göktürk topraklarindaki bazi Türk Boylarinin Bati’ya dogru göçü baslamistir.

Asya’daki dinler mücadelesinde, Cengiz’in Saman inancinda olmasina karsin, siyasal açidan Islamiyet’e yakinlasmasiyla Islamiyet’e destek saglamistir.

Cengiz’le birlikte Asya’nin iktisadi yasami da degisime ugramistir. Ülkelerarasi ticaret yeni boyutlar kazanmis, sinirlar ve gümrükler ortadan kalkmistir. Asya’da tek bir devletin egemen olmasiyla, Asya’nin batisi ile dogusu arasindaki ticari iliskiler gelismistir. Cengiz Han, 1227 yilinda ölmüstür.

eLanuR
11 January 2009, 11:07
Büyük Iskender



Makedonya krali (M.Ö. 356-323). Asya içlerinde fethedilmis binlerce kilometre, genis yankilar uyandiran bir dizi zafer, uçsuz bucaksiz bir imparatorlugun tek sahibi... Ilkçag'in en büyük fatihi Büyük Iskender'in serüveni kisaca böyle özetlenebilir. Iskender, daha çocuk denecek yaslarda, babasi Makedonya krali Filip'in (Philippos) sarayinda zekâsi ve canliligiyla kendini göstermeyi bildi.

On üç yasina geldiginde, ünlü Yunan filozofu Aristoteles onun egitimiyle görevlendirildi. On bes yasindayken, kendi gölgesinden bile ürken ve kimseyi sirtina bindirmeyen Bukephalos adli ata binmeyi basardi. 336 yilinda kral oldugu zaman henüz yirmi yasindaydi.

Zafer Pesinde

Iskender tahta çikar çikmaz, muhtesem bir düsü gerçeklestirmeyi, doguyu fethetmeyi aklina koydu. 334 yilinin ilkbaharinda, 37,000 askerle Hellespontos'u (Çanakkale Bogazi) geçip Pers krali Darius (Dara) III'ün kalabalik ordusunu yendi. Gordion'da, o güne dek kimsenin çözemedigi ünlü Gordion dügümünü bir kiliç darbesiyle kesiverdi: kentin kehanetinde, bu dügümü çözecek kisinin bütün dünyaya egemen olacagi söylenmisti.

Birkaç ay sonra, Issos Ovasi'nda Pers kralinin ordularina karsi yeni bir zafer kazanip hükümdarin paha biçilmez hazinelerini ele geçirdi. Bu savastan sonra Misir'a dogru indi, Iskenderiye sehrini kurdu, çölde ilerledikten sonra tekrar kuzeye dogru çikti. Dicle ve Firat'i asti, Arbela'da (Erbil) Darius'un son ordusunu da bozguna ugratti (331).

Hindistan Yolu

Artik bütün kentler ona kapilarini açiyor, birbiri ardina bütün dogu eyaletleri ona bas egiyordu. Ne var ki, bunca zafer fatihin basini döndürmüstü: bir çesit zafer sarhoslugu içinde, bundan böyle herkesin önünde secdeye kapanmasini istedi. Kolayca öfkeleniyor, kendisine karsi çikanlara, direnenlere hiç tahammül edemiyordu. Fetih açligi artik sinir tanimaz hale gelmisti: Asya'nin içlerine daldi, Hindistan'a ulasti.

Fakat 326 yilinda, yürümekten, iklimin sertliginden ve sürekli savaslardan bitkin düsen askerleri baskaldirdilar ve onu geri dönmege zorladilar. Indus Irmagi'ni izleyerek Hint Okyanusu'na kadar indi, sonra Babil'e geldi ve buradaki sarayinda, görülmemis bir lüks içinde, bütün dünyadan gelen elçileri huzuruna kabul etti. 13 Haziran 323'te, 33 yasindayken, tahta bir vâris bile birakmaksizin, bu zenginlik içinde yüzen sehirde öldü. Imparatorlugu da onunla birlikte yeryüzünden silinecekti.

eLanuR
11 January 2009, 11:07
Dandanakan Savasi


Sultan Mes'ud, Selçuklularin artik kendi devleti için ne kadar büyük bir tehlike oldugunu anlamis ve onlar üzerine sefere çikmisti. Nihayet Sultan Mes'ud ilk iki savasta Selçuklulari maglup ettti (1039). Ancak bu Gazneliler için Selçuklulari tamamiyle itaat altina alabilecek kesin bir zafer degildi. Bu bakimdan Selçuklulara baris teklif edildi.

Selçuklular tarafinda da kabul edilen bu teklife göre; Gazneli ordusu Herat'a gidecek, Nesa, Baverd, Fevare sehir ve hududlari Selçuklulara teslim edilecek, Selçuklular ele geçirmis olduklari Nisabur, Serahs ve Merv'i tahliye edeceklerdi. Iki tarafin da bu geçici barisi kabul etmelerinin sebebi, dinlenmek ve yeniden savasa hazirlanmakti.

Selçuklular baris sartlarina uymadiklari gibi, Gazneli topraklarina yeniden akinlara basladilar. Sultan Mes'ud tekrar Selçuklulara karsi harekete geçti. Selçuklular ile Gazneliler arasinda devam eden savaslarin en büyügü ve önemlisi Merv civarindaki Dandanakan kalesi yakininda oldu.

Selçuklular, Sultan Mes'ud idaresindeki ordu karsisinda kesin sonucu alarak Gaznelileri hezimete ugrattilar (24 mayısis 1040). Dandanakan savasini kazandiktan sonra Selçuklu Beyleri toplanarak Tugrul Bey'i "Horasan Emiri" ilan ettiler. Artik Horasan'da tamamen bagimsiz bir devlet kuruyorlar ve büyük bir imparatorluk için ilk adimlarini atiyorlardi. Ayrica devrin adeti geregince civardaki hükümdarlara zaferlerini bildiren "fetih-nameler" gönderdiler.

Selçuklu reisleri ayni ay içinde Merv sehrinde toplanan Kurultay'da bir araya gelerek mühim kararlar aldilar. Bu toplantida alinan kararlardan birisiyle Abbasi Halifesi Kaim bi-Emrillah'a sadik olduklarini ve Horasan'da adaleti tesis edeceklerini bildirdiler. Bundan sonra Selçuklular hakim olduklari ve ayrica ilerde ele geçirmeyi tasarladiklari ülkeleri yine eski Türk gelenegi geregince bölüstüler.

Bu bölüsmeye göre; Tugrul Bey "sultan" sifati ile Nisabur'u alarak batiya Irak tarafina gidecekti. Çagri Bey'e "Melik" unvani ile merkez Merv olmak üzere Ceyhun ile Gazne arasindaki bölge, Musa Yabgu'ya, Büst, Herat ve Sistan havalisi verildi. hanedana mensup sehzadeler de birer bölgenin zabti ile görevlendirilmislerdi.

Selçuklular bu esas üzerine fetihlere giristiler ve bu sür'atle gerçeklestirdiler. Çagri Bey Gaznelilere karsi basarili savaslar yaparak, onlari Horasan'dan tamamen uzaklastirdi. Bir Gazneli ordusunu maglup ederek Belh sehrini ele geçirdi (1040 yili sonbahari). Tugrul Bey ile beraber Harezm'e yürüdüler ve ezeli düsmanlari Sah Melik'i maglup ederek, geçmiste ugradiklari baskinin acisini çikardilar ve Harezm ülkesini Selçuklu Devleti'ne bagladilar (1043). Daha sonra Çagri Bey oglu Alp Arslan'in yardimi ile basarisini sürdürdü ve Karahanlilari maglup etti.

Ele geçirdigi bölgelerde Selçuklu hakimiyetinin taninmasi ve buralara Karahanlilarin saldirmamalari sarti ile basarili bir anlasma yapti (1050). Çagri Bey ayrica Gazneliler sultani Ibrahim ile de Hindikus daglari arada sinir olmak üzere anlasti (1059). Iki devlet arasindaki bu anlasma yarim asir kadar devam etmistir.

Selçuklu Devleti'nin kurulusunda büyük rolü olan Çagri Bey, yetmis yasinda Serahs sehrinde öldü (1060). Ailenin en büyügü Musa Yabgu, Dandanakan savasindan sonra Herat'i zabtetti (1040). O Sistan bölgesini idaresi altinda bulunduruyor ve daha çok Herat'da oturuyordu. Ancak onun hanedanin öteki üyeleri kadar basarili olmadigi anlasiliyor. Nitekim 1064 yilinda Sultan Alp Arslan'a isyan etti. Neticede Herat kalesinde yakalanarak Alp Arslan'in yanina götürüldü ve böylece siyasi hayati sona erdi.

eLanuR
11 January 2009, 11:08
Danismendliler


Anadolu'da fetihlere memur edilen Gazi Ahmed Bey, Türkmenlere hocalik, ögretmenlik yaptigi için "Danismend" lakabi ile aniliyordu. Danismend Gazi Ahmed Bey, Kizilirmak ve Yesilirmak dolaylarini ele geçirmisti. Emir Danismend'in Bizanslar ile bir savasta ölen Battal Gazi (öl. 740)'nin neslinden geldigi söylendigi gibi, onun Anadolu fatihi Sultan Süleyman b. Kutalmis'in dayisi oldugu da rivayet edilmektedir.

1086'da Süleymansah ölünce gücünü arttirdi. I. Kiliçarslan'in Haçlilarla yaptigi Savaslara katilarak basari gösterdi. Antakya Prensi Bohemond'u esir aldi ve Malatya'yi ele geçirdi. Bu prensin serbest birakilmasini isteyen Kiliçarslan'la arasi açildi ve aralarinda savas çikti. Bu savasta Gazi Ahmed Bey yenildi ve 1106'da öldü. Bu Türkmen hanedaninin kuvvet merkezi aslinda, Kuzey Anadolu'da Tokat, Amasya ve Sivas çevresinde idi.. Ancak Danismend'in asil adinin Taylu oldugu ve hocalik yaptigi biliniyor.

Buna göre Emir Danismend 1080 yilinda Sivas'a gelmis ve hiçbir mukavemetle karsilasmadan burada yerlesmisti. Daha sonra Yesilirmak havzasinda fetihlerde bulundu, Niksar'i muhasara ve zabtetti (1097'den önce). Emir Danismend Anadolu'daki emirler arasinda mücadelelerden yararlanarak devletinin hudutlarini genisletmis, Haçli Seferleri'nin baslamasi ile batidan gelen bu yeni düsmana karsi çetin mücadelelere katilmistir.

Türkiye Selçuklu sultani I. Kiliç Arslan, Iznik önünde doguya çekildikten sonra, Haçlilara karsi Emir Danismend ve Kapadokya Emiri Hasan ile birlestiler. Bu müttefik Türk ordusu 1 Temmuz 1097'de Darylaeum (Eskisehir) civarinda Haçlilara karsi savasa tutustu, fakat Türkler agir kayiplar vererek çekilmek zorunda kaldilar. Haçlilarin ulasamadiklari yerlerde Danismendliler faaliyetlerini sürdürdüler ve 1098 yilinda Bayburt'u aldilar.

1101 yilinda muhtelif batili prenslerin idaresindeki üç büyük Haçli ordusu pespese Anadolu'ya girdi. Emir Danismend, Haçlilara karsi I. Kiliç Arslan ile birleserek onlari perisan etti. Danismend Gazi bu zaferlerden sonra derhal Malatya'nin üzerine yürüyerek orayi zabtetti (1103).

Danismend Gazi 1106 yilinda öldü. Yerine ogullarindan Emir Gazi geçti. I. Kiliç Arslan ise Danismend'in ölümünden yararlanarak Malatya'yi ele geçirmisti (1105). Ancak Türkiye Selçuklularinin bu üstün durumu I. Kiliç Arslan'in ölümüne kadar sürdü (1107). Emir Gazi Selçuklu sehzadelerinin taht kavgalarina karismis ve bu sehzadelerden damadi olan Mes'ud'u destekleyerek, onun Konya'da sultan olmasini saglamistir (1116).

Daha sonra 1127'de Kayseri ve Ankara'yi zabtetti. Böylece Emir Gazi, Sultan Mes'ud'un arazisi disinda, Firat'dan Sakarya kaynaklarina kadar uzanan Orta ve Kuzey Anadolu'ya hakim oluyor ve Danismendliler Anadolu'daki devletlerin en kudretlisi haline geliyordu. Emir Gazi daha sonra Çukurova'ya girerek Ermeni Leon'u itaate mecbur ediyordu (1131).

Bizanslilar, Haçlilar ve Ermenilere karsi zaferleriyle Türk-Islam dünyasinda hakli bir söhret ve hürmet kazandi. Bu sebeple Bagdat Halifesi el-Müstersid ve Büyük Selçuklu sultani Sencer onun "melik" unvanini tasdik etmislerdi. Yerine geçen oglu Melik Muhammed de Haçlilar ve Ermeniler ile savasti.

Melik Muhammed'in ölümü ile (1142), Danismend Devleti'nin temelleri taht mücadeleleriyle sarsilirken, Anadolu'da üstünlük yavas yavas Selçuklulara geçiyordu. Muhammed'in ogullari ile kardesleri arasinda taht mücadeleleri basladi. Kardesi Yagi-basan Sivas'da kendisine hükümdar ilan ederken, öteki kardesi Ayn ed-Devle, Elbistan ve Malatya'da ayni yolu takip etmisti.

Oglu Zu'n-Nun ise Kayseri'yi aldi. Böylece bir müddet için Danismendlilerde birbirine rakip üç sube meydana çikti. Danismendlilerin üçe bölünmesi Türkiye Selçuklu sultanlari için bulunmaz bir firsatti. Bu durumdan yararlananlarin basinda II. Kiliç Arslan geliyordu. O, muhtelif zamanlarda Sivas subesinin isine karisti. Nihayet 1169'da Kayseri ve Zamanti'yi zabtetti.

Zu'n-Nun, Suriye'de Atabeg Nur ed-Din Mahmud'un yardimi ile tekrar Anadolu'ya döndü ve Sivas sehri ile Danismendli ülkesinde hüküm sürmege basladi. Ancak Nur ed-Din Mahmud'un ölümü II. Kiliç Arslan iyi bir firsatti. Zu'n-Nun'u ortadan kaldirmak için önünde artik hiçbir engel kalmamisti. Derhal harekete geçerek Danismendlilere ait Sivas, Tokat, Niksar ve Amasya gibi sehirleri zabtetti (1175). Zu'n-Nun ise Bizans imparatoruna sigindi.

Malatya'da ise 1162'de ölen Zülkarneyn'in üç oglu arasinda anlasmazlik mevcuttu. Bunlardan Nasir ed-Din Muhammed, bir süre II. Kiliç Arslan'in vassali olarak hüküm sürdü. Daha sonra II. Kiliç Arslan 1178'de Malatya'ya giderek, Danismendlilerin burada hüküm süren koluna da son verdi ve böylece Anadolu'nun birligini saglamis oldu. Bundan sonra Danismendli ailesine mensup emirlerin bir kismi Selçuklularin hizmetine girdiler.

Danismendlilerin XII. yüzyilda yaptiklari camiler orijinal sekilleri ile zamanimiza kadar gelmemistir. Onlara ait olduklari tespit edilen birkaç cami, medrese ve kümbet vardir. Camilerden; Niksar Ulu Camii, Kayseri Ulu Camii, Kayseri Kölük Camii ve Sivas Ulu Camii degisiklikler ve ilavelerle zamanimiza kadar gelmistir.

Danismendlilerden Yagi-basan biri 1151-2'de Tokat'da, öteki 1157-8'de Niksar'da olmak üzere iki medrese yaptirmistir. Danismenlilerden zamanimiza alti kümbet (türbe) kalmistir. Bunlardan hanedanin kurucusu Emir Danismend'e nisbet edilen türbe Niksar'dadir ve ötedenberi bir ziyaretgah kabul edilmektedir.

eLanuR
11 January 2009, 11:09
Deniz Kavimleri



Misir yazili kaynaklarina göre MÖ 13. yy sonlari ile 12. yy baslarinda birçok Yakindogu devletinin yikimina neden olan ve "kuzeyden ya da kuzeydeki denizden gelen halklar"in göçü olarak nitelenen "Kavimler Göçü" olayi gerçeklesmistir.

Tarihte daha çok "Deniz Halklari Göçü" adiyla taninan bu göç hareketi, "Deniz Budunlari Göçü", "Deniz Kavimleri Göçü", "Ege Göçleri", "Ege Halklari - Budunlari, Kavimleri - Göçü" ya da yalnizca "Kavimler Göçü" gibi farkli adlarla da anilirlar. Gerçekte "Sea People" yani "Deniz Halklari" terimi, Fransiz bir Misir tarihi ve dili uzmani olan Gaton Maspero tarafindan ilk kez 1881 yilinda ortaya atilmis "yeni" bir adlandirmadir. Misir yazitlari üzerinde genellikle "adalardan" ya da "denizin ortasindan" geldikleri ifade edilen bu halklarin tek tek isimleri de verilmistir.

Adlandirma tartismalari ne olursa olsun, bu olayin incelenmesi söz konusu oldugunda göçten önce, göç olayinin seyri sirasinda ve sonrasinda, Ege Havzasi, Anadolu, Kuzey Suriye ve Dogu Akdeniz'deki ne kadar halk ve devlet adi ve varligi varsa hepsi isin içine girer ve bunlarin tarihsel, toplumsal, siyasi, kültürel ve konumlanmalarina (lokalizasyon) iliskin durum ve tartismalar da kendiliginden konuya dahil oluverir.

Toplumlarin yer degistirmesi olayina, bir de söz konusu bölgeleri ve çagi ilgilendiren kronolojik, teknolojik degismeler ve gelismeler ve toplumlararasi iliskiler boyutu da eklendiginde, gerçekte çok genis bir bölge ve karmasik bir dönemin sorgulandigi açikça ortaya çikar.

Bu olayla birlikte Tunç Çaglar'in bittigi ve Anadolu'nun dogusu hariç tümünde Demir Çaglar'in basladigi kabul edilir. Demir ya da daha dogru bir deyisle metal isleme teknolojisindeki köklü dönüsümler ve sonucunda meydana gelen savas aletlerindeki degisim, yeni baslayan dönemin özelliklerini ve önemini gösterir. Tüm bu olgulara ek olarak bu göç olayinin, eski ve köklü dogu dünyasinin karsisina yeni bir Ege dünyasinin dogusunu hazirlayan etmenleri içinde barindirmis ve Eski Dogu ile Eski Bati arasindaki iliskileri birbirine daha çok yaklastirmis olmasi da, konunun bir çok arastirmaci tarafindan ilgiyle incelenmesine neden olmustur.

Ege Göçleri'nin ve konuyla ilgili çalismalarin bir baska özelligi ise, 13. yy sonlarindaki tüm Yakindogu'nun Tunç Çag kültürleri ve göçler sirasinda adi geçen halk, devlet ve ülke isimleriyle, olaylarin gerçeklestigi dönemden sonraki gelismeleri "Karanlik Çaglar" ve hatta 400 500 yil sonrasindaki Frig, Muski, Lydia vb. uygarliklarin tarihini ve onlarla ilgili bazi sirlari da ilgilendiriyor olmasidir.

Yukarida aktarilan tüm bu olgulari ortaya koyabilmek için, bu göçlerin nereden ve ne sebeple basladigini, nasil bir gelisim çizgisi izledigini ve ne gibi sonuçlan oldugunu ortaya koymak oldukça ayrintili ve uzun süren bir arastirma süreci isteyecegi gibi, konuyu aydinlatabilmek için simdikinden daha güvenilir ve zengin arkeolojik verilere de ihtiyacimiz oldugu ortadadir.

Bu nedenle bu çalismada daha çok göçler öncesi Ege ve Yakindogu Dünyasi ile Göç olaylarina iliskin bilgi veren yazili ve arkeolojik kaynaklar ve Göç'lerin etki ve sonuçlan üzerinde genel nitelikleriyle durulacak ve konunun detaylari ve özellikle de lokalizasyon tartismalari üzerinde çok fazla yogunlasilmayısacaktir.

eLanuR
11 January 2009, 11:09
Dürziler


Dürzilik, Fatimi halifesi Hakim Biemrillah’i tanri olarak kabul eden ezoterik bir inanç akimidir. XI. Yüzyilda Suriye’de ortaya çikan bu akimin adini kurucularindan Ebu Abdullah Muhammed bin Ismail Anustegin ed-Derezi’ den aldigi ileri sürülmektedir. Kimi arastirmacilar Dürziligi Islam’in Batini akimlari arasinda saymalarina karsin, Sünni seriatiyla oldugu kadar Sii-Batini anlayisla da çatisan taraflari vardir.

Dürziler bugün Lübnan, Suriye, Israil ve Ürdün’de daginik topluluklar biçiminde yasamaktadirlar. En yogun olarak yasadiklari bölge Lübnan’in daglik yöreleridir. Dürziler uzun yillardan beri Lübnan daginin güneyi ile Anti-Lübnan daglarinin batisi arasinda kalan; kuzeyde Beyrut’tan güneyde Sur’a ve Akdeniz kiyilarindan Sam’a kadar uzanan bölgede oturmaktadirlar. Ayrica az sayida da olsa Avrupa, ABD ve hatta Avustralya’da da Dürzi topluluklari bulunmaktadir. Dünya üzerinde toplam sayilarinin yaklasik 350.000 kadar oldugu sanilmaktadir.

Müslümanlar, Dürzileri Müslüman olarak görmezler. Oysa Dürziler kendilerini Müslüman olarak, hatta Müslümanlarin en dogru inançlisi biçiminde degerlendirirler. Kendilerini “Muvahhidin” (Tanri’nin birligine inananlar) olarak adlandirirlar.

Dürziligin Kökeni

Dürziler’in irk olarak kökenleri konusu tartismalidir ve oldukça farkli köken kuramlari ileri sürülmüstür. Bir görüse göre Dürziler’in kökeni Hititler’e ya da Galatlar’a kadar geri götürülür. Bazi arastirmacilar, eski Iran kavimlerinden Persler’in ve Medlerin inançlari olan Mazdeizm ile Dürzilik arasindaki benzerlikleri kanit sayarak, Dürziler’in bu kavimlerin soyundan geldiklerini ileri sürerler. Kimi etnograflar ise Dürziler’in Asurlular tarafindan sürgün edilmis barbar bir kavmin devami olduklarini savunurlar.

Dürziler’in kökeni hakkinda bir baska görüs, bunlari Fenikeliler ile ve özellikle Eski Ahit’te I. Krallar 5:6’da sözü edilen ve Süleyman Tapinagi’nin yapimi sirasinda Lübnan daglarindan kereste saglayan Sayda'li isçilere baglamaktadir. Uzun yillar boyunca Lübnan’da yasamis olan Haskett-Smith, “The Druses of Syria” (Suriye Dürzileri) adli yapitinda: Dürziler, kendilerinin Süleyman Tapinagini yapanlarin torunlari olduklarini ileri sürüyorlar; oysa Eski Ahit ve Yahudi tarihi hakkinda bilgileri pek sinirli” diye belirtmektedir.

Dürziler, kendilerini Arap irkindan sayarlar. Dürzilerin kökeni konusunda en çok yandas toplamis olan görüs, Dürziler’in Yemen’deki Süryani kökenli Araplar olduklari biçimindedir. Bu görüse göre Dürziler, büyük bir sel felaketinden sonra Yemen’den ayrilarak kuzeye göç ettiler. Islam’in yayilmasi sirasinda bu yeni dini benimseyerek, Lübnan’in daglik yörelerini yurt edindiler.

Dürziler’in kökeni hakkinda Bati’da gelistirilmis olan bir söylenceye göre Dürziler, Haçli Seferleri sirasinda Lübnan daglarina yerlesmis olan Dreux Kontu ve adamlarinin soyundan gelmektedirler. Bu toplulugun torunlari kendi dil ve dinlerini tümüyle yitirmislerdir. Dürzi sözcügünün kökeni de Dreux’den türemistir.

Söylenceye göre, XII. yüzyilda yörede kalip, memleketlerine dönemeyen bu Haçlilar, Müslümanlarin baskisi karsisinda Comte de Dreux’nün komutasi altinda daglara çekilmisler ve yerliler ile evlenerek ayri bir topluluk olusturmayısi basarmislardir. XVII. Yüzyilda bu söylence daha da gelistirilmis ve Dürziler’in basinda bulunan Emir II. Fahreddin’in Lorraine hanedani ile kan bagi bulundugu ve bu yolla ilk Kudüs Haçli Kralina baglandigi ortaya atilmistir. Fahreddin’in 1613-1618 yillari arasinda Floransa ve Paris’te kaldigi, hem Medici hanedani hem de Fransa Krali XIII. Louis ile Osmalilar’a karsi ittifak kurdugu bilinmektedir.

Dürziligin inançsal kökeni Misir’daki Fatimi devletine dayanmaktadir. Arastirmacilar Dürziligin tarih sahnesine çikisini, Fatimi halifesi Hakim Biemrillah’in kendisinin tanri oldugunu ileri sürdügü 1017 yili olarak kabul ederler. Bu yil Dürzilerce takvim baslangici biçimde degerlendirilir.

Hakim’in veziri olan Hamza bin Ali, Hakim’in tanriligina dayanan bu yeni inanci yaymak görevini üstlenir ve Hakim’in imamligini ve tanriligini savunan iki risale kaleme alir. Bu risalelerde Allah’in yedi imama hulul ederek insan biçimine büründügünü, Hakim’in özünde Allah’i bulunduran son imam oldugunu iddia eder. Hamza, Hakim’in tanriliginin yanisira, kendisinin de peygamber oldugunu ortaya atar. Hamza bu yeni inançlari yaymasi amaciyla Anustegin ed-Derezi’yi Suriye’ye gönderir.

Anustegin, Suriye ve civarinda yaptigi propagandalarda oldukça basarili olur. Diger taraftan 1020 yilinda Hamza, Kahire’de bir camide inançlarini açikça duyurur ve bunun üzerine Hamza karsiti büyük bir ayaklanma baslar. Hamza, bir süre Hakim tarafindan korunur ve sonra ortadan yok olur. Halife Hakim ise, giderek genisleyen ayaklanma karsisinda özellikle Fustat kentine karsi müthis bir intikam hareketine girisir. Ne var ki tam bu sirada halife Hakim de 23 Subat 1021 gecesi esrarengiz biçimde ortadan kaybolur. Hakim ve Hamza’nin yandaslari Misir’i terketmek ve Suriye’de Anustegin ed-Derezi tarafindan olusturulan topluluklara katilmak zorunda kalirlar.

Zamanla güçlenen Dürziler, Haçli Seferleri sirasinda Ismaililer ile birleserek Islam ordularina karsi Hiristiyanlarin yaninda yeralirlar. Ancak bu dönemde o yörede yasayan Ismaililer ile Dürziler arasindaki iliskiler hakkinda açik bir fikir edinmek olanakli degildir. Bir çok arastirmaci bu iki mezhebi birbirine karistirmistir. Kesin olarak bilinen her iki mezhebin de Haçli Seferlerinin sonuna kadar Hiristiyanlarin müttefiki olarak kaldiklaridir.

Haçli Seferlerinden sonra yörede varliklarini sürdüren Dürziler, Kaysiler ve Yemanilerdiye iki kola ayrildilar. Yemaniler Mercidabik savasinda (1516) Osmanlilar’in yaninda yeraldi. Daha sonraki yillarda sik sik çikardiklari ayaklanmalar ve kargasaliklarla Osmanli Imparatorlugundaki sorunlu topluluklardan biri olma özelliklerini sürdürdüler. Birinci Dünya Savasi sirasinda diger Arap kabileleri gibi Osmanlilar’a karsi harekete geçtiler ve Fransiz isgali sonucu (1918) Osmanli yönetiminden ayrildilar. Fransizlar Dürziler’in yasadiklari yörede özerk “Cebel-i Dürz Emirligi”ni kurdular (1921). Dürzi Emirligi 1936 yilinda kaldirildi ve Dürziler’in bir kismi Suriye’ye bir kismi Lübnan’a baglandi.

Inançlari

Dürziligin inançsal temeli Hamza bin Ali tarafindan olusturulmustur ve dört temel ilkeye (farz) dayanir.

1. Hakim’i Allah Bilmek: Hakim, hem Allah hem de insandir (Lahut-Nasut). Bu iki nitelik birbirinden ayrilmayısacak ölçüde içiçe geçmistir. Allah’in tüm isleri anlamli ve bilgecedir. Insan akli O’nu ve islerini kavrayip tanimlayamaz. Allah, bir çok kez insan biçiminde zuhur etmistir; en son olarak Hakim biçiminde kendisini göstermistir. Kötülükler ve bozukluklar ortadan kalktiginda gizlendigi yerden bir kez daha ortaya çikacak, Dürzileri ödüllendirip inançsizlari cezalandiracaktir.

2. Emri Bilmek: “Kaim al-Zaman” olarak da adlandirilan emir, Hamza bin Ali’nin kendisidir. Hamza, Allah’in ilk yarattigi, ilk cevheridir. Evren ve tüm diger varliklar ondan yaratilmistir; bu nedenle Hamza, yaratiklarin en onurlusu ve Allah’in elçisidir. Dünya ve Ahiret islerini yöneten, ceza ve ödül veren odur. Allah’in öz nurundan yaratildigi için, imamlarin imami olup, kiyamet gününde sevap ve ikab onun eli ile yapilacaktir. Yer, içer, el ile tutulur. Babasi ve anasi vardir. Karisi ve çocuklari yoktur. O, nedenlerin nedeni ve tümel akildir(Akl-i Külli).

3. Hududu Bilmek: Tanrisal emirleri ögreten ve yayanlara “Hudud” denir. Hudud’un basi Hamza’dir ve onunla birlikte sayilari bese ulasir. Bunlara “Vezir” de denilir. Hamza’dan sonra gelen dört hudud yaratiklarin en onurlularidir, evlenmedikleri gibi her türlü günahtan uzaktirlar. Bunlar disinda hudud sayilan üç grup daha vardir: “Dai”ler, “Mezun”lar ve “Mukassir”ler.

Dinin önderleri diye adlandirilan “hudud” aslinda bes tanrisal ilkeyi temsil etmektedir. Bes Dürzi önderin de kisiliklendirilen bu bes ilkeden ilki erkek ilke olan Evrensel Akil’dir ve Tanri’nin ilk yarattigi varlik olan Hamza bin Ali tarafindan temsil edilir. Ismail bin Muhammedtarafindan kisiliklendirilen ikincisi Evrensel Ruh’tur (Nefs) ve disi ilkedir. Bunlarin ikisinden, Muhammed bin Vehb’te kisiliklenen, Söz (Logos) türemistir. Söz ve Evrensel Ruh’tan üreyen ve Selame bin Abdullah’da kisilik kazanan dördüncüsü ise Sag Kanat (el-Cenahu’l-Eymen) ya da Yöntem’dir. Sag Kanat’tan ayni biçimde üreyen ve Bahaeddin Muktena’da kisiliklenen Sol Kanat (el-Cenahu’l-Yesar) ya da Izleyen besincileridir. Bunlar, ayni on sefirotun Kabalacilar’in gizem agacini olusturmasi gibi, Dürziligin dinsel hiyerarsisini olustururlar. Büyük olasilikla Dürziler bu kavramlari Kabalacilar’dan almislardir.

Dürzilerin kutsal simgesi bes köseli bir yildizdir. Bu yildizin her bir kösesi ayri renkte olup, bes hududu ve onlarin niteliklerini temsil eder:

Yesil: Gerçegin anlasilmasi ve kavranmasi için gerekli olan “Akil” dir. Allah’in iradesini temsil eder.

Kirmizi: “Nefs”dir ve varligin sinirlarini belirler. Akla yardimcidir.

Sari: Gerçegin en yalin ifadesi olan “Söz”dür. Ilk ikisine yardimci olmaktadir.

Mavi: “as-Sabik”tir. Iradenin düsünsel gücünü temsil eder. Söz’e yardimci olmak ve onu her türlü kötülükten koruyarak, evreni uyum ve düzen içinde tutmak üzere yaratilmistir.

Beyaz: “al-Tali”dir. Mavi’nin gerçeklesmesi ve gücün maddelesmesidir.

4. Vasiyetlere Uymak: Bazi ahlak kurallarindan olusan ve “Hasil” da denilen vasiyetlere uyulmasi zorunludur. Bu kurallar:

Dogru sözlü olmak (Sidk al-Lisan).

Kardeslik, mezhep üyelerini koruma (Hifz al-Ihvan).

Önceki tüm ibadetlerin ve dinsel inançlarin terk edilmesi.

Iblis’ten ve tüm kötülerden uzak durmak.

Hakim’in tek tanri olduguna inanmak (Tevhid al-Hakim).

Hakim’in buyruk ve eylemlerine boyun egmek.

Hakim’in iradesine teslim olmak.

Ögretileri su sekilde özetlenebilir: Yalnizca tek bir Tanri vardir. O, bilinmez ve bilinemez, tahayyül edilemez. Yalnizca O’nun varligini, varoldugunu dogrulayabilir ya da bilebiliriz. Tanri insan biçiminde dokuz kez görünmüstür. Bunlar, bedenlenme (incarnation) biçiminde degildir, zira Tanri bir bedene gerek duymaz, bu belirmeler daha çok bir insanin elbise giymesi gibi Tanri’nin beden giymesi tarzinda olmustur.

Dürziler’de bilgelige yalnizca belirli bir dinsel egitimi tamamlamis olan seçkin kisilerce ulasilir; bunlara “akillilar” anlamina gelen “Ukkal” denir. Bunlar baslarina beyaz sarik sararlar ve kendi aralarinda özel toplantilar düzenlerler. Dürzilikte “Ukkal”in uygulamakta oldugu dokuz dereceli bir hiyerarsik yapilanma bulunmaktadir. Inisiyasyonun ilk yilinda deneme süresini tamamlayan aday asil üyelige kabul edilebilir. Çiraklik devresini tamamlayan Dürzi’nin ancak ikinci yilda inancinin simgesi olan beyaz sarik takmasina izin verilir ve mezhebin tüm gizem törenlerine katilmayısa hak kazanir.

Çogunlugu olusturan digerleri Dürzi inançlarinin yalnizca sinirli bir bölümünü bilirler ve bunlara da “cahiller” anlamina gelen “Cuhhal” denilir. Bunlar ancak herkese açik ibadet yerlerinde bulusurlar. Böylelikle iki katli bir inançsal yapiya sahip olan Dürzilik, kendine özgü bir ezoterik yapi ortaya koymaktadir. Bu tür iki katli inançsal yapilarin özellikle Manicilik, Bogomiller, Paflikyanlar ve Bati’da Katharlar’da bulundugu bilinmektedir.

Dürzilerin inançsal ilkelerinin yalnizca bir tür inisiyasyondan geçmis kendi mezhep üyelerine açiklanan gizler olmasi nedeniyle, inanç ve ögretileri tam olarak bilinmemekle beraber Musevilik, Hristiyanlik ve Islamiyet karisimi bir uzlasimci sentez gibi degerlendirilmektedir.

Tapinmalari gizli oldugundan törenleri hakkinda güvenilir bilgilere sahip degiliz. Yüksek agaçliklar arasinda veya daglarin tepelerinde gizlenmis kutsal yapilarinda hemen hiç süsleme yoktur. Belirli bir ritüelleri ve okuduklari bir dualari da yoktur, ama törenler sirasinda ilahiler söyler ve kutsal kitaplari okurlar.

Son olarak, sanki gizli bir örgüte benzerliklerini tamamlamak için, Dürziler’in birbirlerini taniyabilmek amaciyla benimsedikleri isaret ve sifreler oldugunu ve bunlarin karsilikli olarak alinip verilmemesi halinde gizemlerine dair tek sözcük etmedikleri bilinmektedir.

Tampliyeler ve Dürziler

Haçlilar’in Kutsal Topraklar’da egemen olduklari dönemde, Tampliyeler’in karsilastigi Dogu’ya özgü birçok gizemci inanç akimlarindan biri de Dürzilik’tir. Dürziler’in inanç sisteminin ve ezoterik uygulamalarinin Tampliyeler’i etkiledigi sikça ileri sürülen bir savdir. Bu sava göre Tampliyeler, daha sonra Avrupa’ya aktarilan ve zamanla Masonluk sistemine yerlesen bir takim inanç ve geleneklerinin esinini Dürziler’den almislardir.

Tampliyeler’in Dürziler ile bagintisinin hem tarihsel hem de geleneksel bir takim kanitlari olmakla beraber, bunun Masonluk ve Tampliyeler üzerinde ne gibi etkileri oldugu konusunda yalnizca varsayimlarda bulunulabilir.

Leonard W. King’in Gnostikler ile ilgili yapitinda ileri sürdügüne göre: “Misir halifesi Hakim’in mezhebin kurucusu oldugu ileri sürülmesine karsin Dürziler’in, Procopius’un VI. yüzyilda Lübnan ve Suriye’de hizla çogaldiklarini söyledigi Gnostik mezheplerin kalintilari olmalari daha akla yakindir. Komsulari arasindaki yaygin kaniya göre Dürziler, dana seklindeki bir puta tapinmakta ve gizli toplantilarinda Roma döneminde Ophitler’e (yilani kutsallastiran ve ona tapan bir tarikat), Ortaçagda Tampliyeler’e ve çagimizda da Masonlar’a atfedilen törenler yapmaktadirlar.”

Bu görüsün baska yazarlarca da onaylandigi görülüyor. Ancak King’e göre, önemli ve ilginç olan nokta: “Dürziler’in kendi önderlerinin Iskoçya’da gizlendigine inanmalaridir”. Kuskusuz bu, Tampliyelerin o yörede çok güçlü olduklari dönemlerden kalma bir inanistir.

eLanuR
11 January 2009, 11:10
Ege ve Yunan Medeniyetleri


Girit Adasi, Yunanistan, Makedonya, Trakya, Bati Anadolu ve Ege Adalarinda yasayan topluluklarin meydana getirdigi medeniyettir.

Girit Medeniyeti

Ege ve Yunan Medeniyeti'nin ilk ortaya çiktigi yer Girit Adasi'dir. Bu medeniyet, buradan diger adalara, Mora ve Yunanistan'a yayilmistir. En önemli eserleri Knossos Sarayi'dir.

Miken (Akalar) Medeniyeti

Anadolu'dan M.Ö. 2000'de Yunanistan'a gelen Akalar tarafindan kurulmustur. Sehir devletleri halinde yasamislardir. En önemli sehirleri Miken'dir. Bu yüzden Miken Medeniyeti diye anilir.

Akalarin siyasi tarihinin en önemli olayi Truva Savaslari'dir. Bogazlarin egemenligi için Mikenlilerle Truvalilar arasinda yapilmistir. Truva Savaslari tarihte ilk defa bogazlar sorununu ortaya çikarmistir. Homeros'un Ilyada adli eserinde bu savaslar anlatilir. Önemli mimari eserleri Miken ve Tirins Satolari'dir. Miken Uygarligi, Dorlar tarafindan yikilmistir.

Yunan Medeniyeti

Akalar'a son veren Dorlar tarafindan kurulan bir medeniyettir. Yunan Medeniyeti, kendinden sonraki Hellen ve Roma Medeniyetleri üzerinde etkili olmustur. Polis adi verilen sehir devletleri kurmuslardir. Önemli sehir devletleri Atina, Sparta ve Korint'dir.

Yunan sehir devletleri, güç olarak birbirlerine denk olduklarindan, birbirlerine karsi üstünlük saglayamamislardir. Bu nedenle Yunanistan'da Ilkçag'da milli bütünlük saglanamamistir. Sadece ülkelerini ele geçirmeye çalisan Persler'e karsi birlik saglamislar ve Peleponnes Savaslarinda Persler'i yenilgiye ugratmislardir.

Yunanistan'da halk; soylular, tüccarlar, köylüler ve köleler olmak üzere siniflara ayrilmisti. Bu sinif farklari. siniflar arasi çekisme ve mücadeleyi dogurmustur

eLanuR
11 January 2009, 11:10
Fenikeliler



Suriye ve bugünkü Lübnan kiyilarina yerlesmis olan Ilkçag halkidir. Milattan önce III. binyilda Akdeniz'in dogu kiyisina yerlesen Fenikeliler, bugday ve zeytinyagi üreten mükemmel çiftçilerdi. Kurduklari sehirler (Sur, Sidon, Biblos, Ugarit), zamanla büyük limanlara dönüsmüstü. Yasadiklari dar kiyi seridinden denize yönelmisler, gemiler yaparak serüvenlere atilmislardi.

Gemici ve Tacirler

Fenikeliler astronomi bilgilerinden yararlanarak, üç yüzyil boyunca Akdeniz'i enine boyuna dolastilar, Kibris'ta (orada bakir buldular), Girit'te, Sicilya ve Sardinya'da ticari koloniler kurdular. Ispanya'ya kadar gittiler, Cebelitarik Bogazi'ndan asip Fas'a, hattâ Kamerun'a vardilar. M. Ö. IX. yy.da hizla geliserek, Roma'ya rakip olacak Kartaca sehrini de Fenikeliler kurdular.

Islenmis bronzu, fildisini, seramigi, dogu camini ve özellikle lal renginde bir deniz kabuklusundan elde edilen boyayla boyanmis kumaslari her yörede tanittilar. Siteleri çok zengin oldu, ama ayni krallar tarafindan yönetilen bu siteler, birlesmeyi bilemediler ve M.Ö. VI. yy.da Perslere boyun egmek zorunda kaldilar.

Fenikelilerin dini Yunan ve Roma inanislarini, tapinislarini etkiledi. Fenikeliler, tanri Baal'e genç çocuklari kurban eder, böylelikle denizlerde onun himayısesini saglamaga çalisirlardi. Güzel tapinaklar yapar, heykel yontar ve kuyumculugu iyi bilirlerdi. Batililara çok sey ögretmisler, özellikle alfabeyi de onlar icat etmislerdi.

Fenike Dini

Doga güçlerine, Bereket Tanriçasi Astart'a, Daglar Tanrisi Hodad'a, Gök Tanrisi Baal'e, vahsi bir yerde veya açikhava tapmaginda taninirlardi Dikili bir tas, bir kazik veya bir agaçla temsil edilen ilâhlara bazen bir çocuk kurban ederlerdi.

eLanuR
11 January 2009, 11:11
Eski Yunan


Yunanca «Helias»tan dolayi «Helenler» de denen, Yunanistan Yarimadasinda yasayan kavimler ve onlarin kurdugu eski devlet ve uygarliktir.

Çiftçi bir halk olan Helenler ya da Eski Yunanlilar, tarihlerinin baslangicinda çok sade bir yasam sürerler, sirtlarina kendilerinin dokudugu yünden bir gömlek, ayaklarina sigir derisinden çarik giyerlerdi. Köylüler tek bir odadan ibaret olan kulübelerde oturur, evcil hayvanlarla birarada yatarlardi. Soylular sinifi ömürlerini savas, av, eglence ve yarismalarla geçirirlerdi. Deniz kiyisinda yasayanlar ise pek de dayanikli olmayısan teknelerle balikçilik yaparlardi.

Savasçi kavimler olan Akalar ve Borlar tarafindan istilâ edilmeden önce, Yunanistan Yarimadasi'ndaki daglarla çevrili küçük ovaciklarda birbirine rakip bagimsiz siteleri olusturan topluluklar yasiyordu. Bu sitelerden özellikle Atina ve Isparta'nin, Eski Yunan uygarliginda özel bir yeri vardir.

Eski Yunan halki M.Ö. VI. yüzyilda Anadolu kiyilarinda ve Akdeniz'de (Güney Italya, Sicilya) yeni kentler kurdular. Siteler arasinda büyük geçimsizlikler ve rekabet olmasina karsilik Eski Yunan topluluklari din ve dil bakimindan bir birlik olusturuyordu ve bu birlik sayesinde siteler, Persleri geriye püskürtmüsler, Isparta ordusunun Termopil'de (Thermopylai) ezilmesine ragmen Perslere karsi iki büyük zafer kazanmislardi: Maraton Zaferi (M.Ö. 490) ve Salamis Deniz Savasi (M.Ö. 480).

Iste bu olaylardan sonra Eski Yunan uygarligi gelismis ve özellikle Atina, mimarlari, bilginleri, filozoflari, sairleri, müzikçileri, tiyatroculari ve heykelcileriyle bu uygarligi ebedîlestirmisti.

V. yüzyilin sonlarina dogru siteler yeniden birbirine düsünce Atina ve Isparta, ayri ayri bütün Yunanistan'a hâkim olmak istedi. Bu yüzden çikan Peloponnes Savasi, tüm ülkeyi kasip kavururken veba salgini da Atina halkini kirdi. Böylece Atina, Isparta'nin baskisi altina girdi ve kendi yasalarindan vazgeçmek zorunda kaldi (M.Ö. 404).

Bu kavgalardan yararlanan Persler Anadolu'yu ele geçirdiler ama Yunanistan topraklarini elde edemediler. Ama az sonra Makedonya krali Filip (Philippos) II Yunanistan'i fethetmekte hiç bir güçlükle karsilasmayısacakti (M.Ö. 337).

Iskender Imparatorlugu

Filip'in oglu Büyük Iskender baskaldiran sitelere boyun egdirdi (Thebai yerle bir edildi) ve hirsla fetihlere giristi. On yila yakin bir süre içinde, Akdeniz'den Hindistan kiyilarina kadar uzanan genis bir imparatorluk kurdu. Darius III'ün tahtina yerlesti, onun kiziyla evlendi, yeni danismanlar edindi ve birçok dogu âdetini benimsedi. Ne var ki Iskender Imparatorlugu'nun zayif birligi, ardillari arasindaki rekabete dayanamadi. Imparatorlugun parçalanmasiyla asil Yunanistan'in gücü de son buldu; onun yerini Antakya, Bergama ve Iskenderiye gibi kentler aldi.

Romalilardan Türklere

Yunanlilar Kelt saldirilarina bir süre karsi koydular, ama Romalilarin gücüne dayanamayısarak sonunda onlara boyun egdiler (M.Ö. 146). Eski Yunan uygarligi öylesine zengindi ki Roma bu zenginligi ve sanat hazinelerini yagma etmekle kalmadi, onu taklit etmege de çalisti: Yunan edebiyat, sanat ve mitolojisi Romalilar için en geçerli kaynak oldu ve sonunda onlarin uygarligini belirli bir biçimde degistirdi. Siyasal bakimdan ise Eski Yunanistan artik prokonsüllerce yönetilen iki eyalet haline geldi. Roma Imparatorlugu'nun büyük iktisadî dolasimi disinda kaldi, onlara yazlik oturma yeri oldu.

Yabanci istilâlari (Vizigot, Ostrogot, Islav, Bulgar) bu baris dönemini altüst ederek Yunanistan'in yikilip dagilmasina yol açti (III. yüzyildan X. yüzyila kadar).

Siteler ve Yurttaslar

Eski Yunan'da sitelerin kurulmasi 2.500 yillik bir olaydir ve bu uygarligin temeli sitedir (polis). Her site az sayida (bes-on bin) yurttastan olusurdu; sitede yasayan yurttaslar sirayla çesitli görevler (maliyeci, asker) yüklenerek devlet yönetimine katilma hakkini elde eder ve yasalarin güvencesinden yararlanirlardi.

Sitede oturanlar siyasal açidan esit degillerdi: yabancilarla kölelerin hiç bir hakki yoktu. Asagilik sayilan ve elemegine dayanan isler bunlara yaptirilirdi.

Yurttaslar sehrin merkez kesiminde otururlardi; burasi savas sirasinda müstahkem bir kale, baris günlerindeyse siyasal, düsünsel, dinsel ve ekonomik yasamin merkeziydi. Her sitenin kendi tanrilari ve yalniz kendi yurttaslarinca uygulanan dinleri vardi.

Egitim de sitelere göre degisikti. Isparta'da çocuklar çok siki, âdeta askerî bir egitim görürdü. Yeniyetmelikten çikma sirasinda, sogukkanliliklarini ve duyarsizliklarini ispat etmek için köleleri (heilos) öldürebilirlerdi. Ve ömür boyu savasa hazir askerler olarak kalirlardi.

Eski Yunan sehirleri çok canliydi; buralardaki alisveris yerleri simdiki Yakindogu sehirlerinde görülen çarsi ve pazarlara benzerdi. Bütün yurttaslar, hattâ köleler sehrin ortasinda bulunan ve agora denen büyük bir meydanda toplasip bulusurlardi. Sebze, sarap ve balik saticilarinin çigliklari, hali-kilim ve koku sergileri arasinda, neseli bir ugultu içinde karsilasir, söylesir, tartisir, itisir-kakisirlardi.

Atina'da yurttaslar Ekklesia denen halk meclisinde toplanir, bu toplantilarda sitelerinin sorunlarini tartisir, savas ya da baris konusunda karar alirlardi.

Sofokles'in, Aiskilos'un, Euripides'in trajedilerinin ya da Aristofanes'in komedilerinin oynandigi açikhava 'tiyatrosu, halkin tek eglencesiydi.

Yunan uygarligi M.Ö. V. yy.da en yüksek düzeye ulasti; III. yy.da Iskender'in fetihleriyle her yana yayildi. Ordunun bozguna ugramasina ragmen Yunanistan'in etkisi Roma'ya kadar uzandi ve Roma uygarliginin gelismesinde büyük payi oldu.

Hasmet ve Sefalet

Anit yapilarin güzelligi, edebiyatin göz kamastirici parlakligi bizi yaniltmamalidir. O zamanlar Yunanlilarin çogu köylerde harap kulübelerde, sehirlerde basit evlerde ve ilkel kondularda yasiyorlardi. Kaldirimsiz, isiksiz dar sokaklarda lagim sulari akardi. Her taraf sinek, sivrisinek, fare doluydu. Atina ya da Isparta'ya disaridan gelen bir kimse önce pislikle ve agir kokularla karsilasirdi.

Perikles Çagi

'Perikles (M.Ö. 495-429) döneminde Atina, sosyal ve kültürel alanda kazandigi basarilar sayesinde öteki Yunan sitelerine üstünlügünü kabul ettirdi. «Perikles çagi» tarih (Herodotos), felsefe (Sokrates ve Eflatun), tiyatro (Aiskilos [Aiskhylos], Sofokles, Euripides) ve özellikte sanat (heykelci Pheidias'in Akropolis'teki çalismalari) alaninda olaganüstü bir gelisme gösterdi.

Isparta

Atina'nin büyük rakibi Isparta aristokratik bir rejimle yönetiliyordu. Ahalisi üç siniftan olusuyordu: heilos (savasta tutsak alinan ve topraklari isleyen köleler), perioikos (Isparta'ya boyun egmis Akalar) ve esitler (tamami yurttas sayilan savasçilar sinifi). Yedi yasindan baslayarak sert ve siki bir egitim gören esitler, Isparta'yi Med Savaslari'na kadar Yunanistan'in en güçlü devleti yaptilar.

Sitede Din

Din, sitedeki yasamin bir parçasiydi. Yüksek görevlilerin yönettigi din törenlerine sitenin bütün ahalisi katilirdi. Ayinler kesin kurallara bagliydi ve candan katilmayısi gerektirirdi: Yunanlilar, candan katilmazlarsa, kiskanç ve alingan olan tanrilarin kendilerini korumayısacagina inanirlardi.

Aristofanes

Aristofanes (M.Ö. 445-386) kirk kadar komedi yazmistir; baslicalari sunlardir: Bulutlar, Yaban Arilari, Kuslar, Lysistrata, Plutos ve Kadinlar Meclisi. Aristofanes, buluslarla dolu usta bir üslûpla savasa, hasimlarina, paraya saldirir ve Atina mahkemelerini gülünçlestirir. Kullanmaktan sakinmadigi edepsizce sözler, herkesi, siradan insanlari oldugu kadar seçkinleri de güldürürdü

eLanuR
11 January 2009, 11:12
Franklar ve Clovis



M.S.V. yy.da Galya'yi fetheden Germen kavimleridir. Main Irmagi, Kuzey Denizi, Elster ve Elbe irmaklari arasindaki bölgelerden gelen Franklar, Roma Galyasi'ni fetheden müthis savasçilardi. Fransa'ya bugünkü adini onlar verdi. Bati uygarligini ancak VII. yy.da benimseyen Franklar aslinda, çiftçilik nedir bilmez, savasçi ve yagmaci insanlardi.

Franklar iki ayri kavimden olusuyordu: Ripüerler ve Salienler. Ama Salienler zamanla Franklari egemenlikleri altina aldilar, bu halkin Galya'ya girmesi yavas yavas oldu. III. yy.da Franklar, Roma ordusunu desteklediler ve agir agir imparatorlugun içlerine sizdilar. Böylece, Cambrai ve Kuzey Galya'yi isgal ettikten sonra Luvar Irmagi'na kadar indiler.

Clovis

V. yy. sonunda, Roma Imparatorlugu'nun çöküsü sirasinda, Franklarin krali, hirsli ve akilli bir savasçi olan Clovis'ti (465-511). Clovis bütün Galya'ya, askerlerinin kahramanligi ve Kilise'nin yardimi sayesinde kisa zamanda hâkim oldu. Kilise onu Hiristiyanligi kabul ettigi için destekliyordu. Paris'i baskent yapan Clovis, hükümdarliginin sonuna kadar genç Frank ulusunu, otoritesi altinda birlestirmege gayret etti, böylece de Frank Kralligi'nin kurucusu kabul edildi.

eLanuR
11 January 2009, 11:12
Feodalite

Roma Imparatorlugu yikildiktan sonra barbar kavimler, Avrupa'nin çesitli bölgelerinde devletler kurdular. Krallar, Roma kanunlari ile kendi geleneklerini birlestirerek yeni düzenlemeler yaptilar ve ülkelerini kontluklara, onlari da daha küçük idari birimlere ayirdilar. Buralara barbar seflerini atayarak bazi ayricaliklar verdiler.

Kavimler Göçü'yle baslayan karisikliklarin etkisiyle büyük toprak sahipleri ve çiftçiler, hayatlarini devam ettirebilmek için güçlü kisilerin korumasi altina girdiler. Halkin himayesi altina girdigi kisilere süzeren, himaye edilen halka da vassal adi verildi. Senyörler, bagliliklari karsiliginda sahip olduklari topragin isleme hakkini kira karsiliginda verdiler.

Feodalitenin temel özelligi siyasi bölünmüslük ve sosyal esitsizliktir. Senyörler, topraklarinda yasayan insanlarin üzerinde mutlak haklara sahiptirler. Her senyör, ayri bir silahli güce sahiptir ve her senyörün bölgesinde ayri kurallar geçerlidir.

Avrupa'da siyasal ve sosyal bölünmüslük, bölgesel ekonomik faaliyetler, insanlar arasinda dil, davranis ve dünya görüsü bakimindan farkliliklar dogmasina neden olmustur.

Feodalite, bütün Ortaçag boyunca devam etti. 15. yüzyilda; barutun atesli silahlarda kullanilmasiyla sona erdi. Feodalitenin yikilmasi, mutlak kralliklarin güçlenmesini sagladi. Yeniçag basinda Almanya disinda feodalite yikildi. Almanya'da ise Yakinçag'da ortadan kalkti. Feodalite devam ettigi süre içerisinde Avrupa'da sosyal adalet kurulmamis, bu nedenle halk, çesitli siniflara ayrilmistir:

Asiller

Ortaçag Avrupasi'nin en imtiyazli sinifi asillerdi. Bunlarin en üstünde senyör denilen derebeyleri bulunurdu. Senyörlerin en büyügü kraldi. Derebeylerden sonra sirasiyla dükler, kontlar, baronlar, vikontlar ve sövalyeler yer almistir. Asiller, her türlü hakka sahipti.

Rahipler

Asillerden sonra en imtiyazli sinifti. Papa'ya bagli olarak çalisirlardi. Kilise topraklarinda senyörler gibi yasarlardi. Ortaçag'da önemli miktarda toprak elde ederek zenginlesmislerdi. Vergi ve askerlikten muaf tutulmuslardi. Hem devlet hem de din isleriyle ugramislardir.

Burjuvalar

Kasaba ve sehirlerde oturup ticaret ve sanayi ile ugrasanlara burjuva denirdi. Senyörlere belli miktarda para vererek onlarin himayesinde yasarlardi. Zamanla zenginlesen burjuvalar, senyörlerden para ile bagimsizliklarini satin alarak tam serbestlik gibi imtiyazlar elde etmislerdir.

Köylüler

Ortaçag Avrupasi'nda en kötü sartlar altinda bulunan sinifti. Köylüler iki kisma ayrilmisti. Serf adi verilen köylülerin hiçbir haklari yoktu. Efendileri için tarlalarda çalisirlar ve kazançlarini onlara verirlerdi. Toprakla beraber alinip satilirlardi. Araziden ayrilma imkânlari kesinlikle yoktu. Serbest Köylüler, ekip biçtikleri topraklardan kazandiklarinin bir kismini senyöre vergi olarak verirlerdi. Istedikleri zaman baska bir yere gidebilirlerdi. Mallari da çocuklarina kalirdi.

eLanuR
11 January 2009, 11:13
Galya ve Galyalilar


Fransa'nin eski adidir. Eski Galya, asagi yukari bugünkü Fransa topraklarinin ancak, Ren Irmagi'na kadar uzanan kismini kapsar. Bu genis bölgede yasayan Galyalilar aslinda, M.Ö. I. binyilda Güney Almanya'dan gelen ve Galya'yi istilâ eden Keklerdir. M.Ö. VI. yy. sonlarinda ikinci bir Kelt istilâsi olmus, bu istilâcilar önceden yerlesmis halklara karisarak, Galyalilar adi verilecek olan yeni bir halk olusturmuslardi. M.Ö. III. yy. sonlarinda, Ren Irmagi'ndan Pireneler'e, Mans Denizi'nden Provence kiyilarina kadar Keltler, yerlesmelerini tamamlamis oluyorlardi.

Kelt uygarligi

Galyalilarin birçok tanrisi vardi. Onlara açiklanamaz gibi gelen her seye, gökcisimlerine, rüzgârlara tapinirlardi. Ruhun ölümsüzlügüne de inaniyorlardi. Çok iyi çiftçiydiler, topragi tekerlekli sabanla sürüyorlardi; dökmecilik, kuyumculuk, çömlekçilik sanatinda usta zanaatçilardi. Ticaretleri de gelismisti. Bugday ve tuzlama etin sarap ve zeytinyagi ile takas edilmesi, M.Ö. III. yy.da paranin kullanilmasina yol açacakti.

Roma Fethi

Massalia'daki (Marsilya) Foça kolonisi, Galya'yi fethetmek için, Romalilara baslangiç noktasi oldu. Romalilar M.Ö. 154 yilinda, bu sitenin çagrisi üzerine, onlari komsu kabilelere karsi korumak için, ise karistilar. Böylece Galya'nin güneyine yerlesip yavas yavas Akdeniz kiyisini isgal ettiler, yönetim merkezi Narbonne olan Provence eyaletini kurdular ve Ispanya'ya giden bir ticaret yolu açtilar.

Zaten sarsilmis bulunan Galya, Kimber ve Toton istilâsiyla (M.Ö. 109-101) bir defa daha sarsilmis, yakilip yikilarak pek zayif düsmüstü. M.Ö. 60'a dogru, Germenler tarafindan tehdit edilen Galyalilar, Provence valisi Sezar'dan yardim istediler ve Sezar, istilâcilari püskürttü. Roma'nin fethi gerçek anlamiyla, askerlerini Galya'nin hemen hemen her yerine yerlestiren Sezar ile baslamis ve M.Ö. 54 yilina dogru, Sezar kendisini bu ülkenin hâkimi sayabilecek duruma gelmisti.

Galyalilar bagimsizliklarini yitirdikleri zaman genç Vercingetorix'in ardinda toplandilar, ama bu önder düsmana yenildi (M.Ö. 52) ve Romalilar, Galya'ya kesinlikle egemen oldular.

V. yy .da, göçmen kavimler Galya'yi istilâ edince Roma Imparatorlugu dagildi. Ortaya çikan kargasaliktan, ülkenin ekonomisi büyük zarar gördü. Ama çok geçmeden eski Galya, Frank krali Clovis'in buyrugunda yeniden birlesecek ve yavas yavas Fransa haline gelecekti.

Alesia

M.Ö. 52 yilinda Alesia'ya çekilen Vercing6torix ordulari, Sezar ile lejyonlari tarafindan kusatildi. Romalilar sehri kusattilar, hendekler kazdilar, çitler, tahta perdeler diktiler, insan tuzaklari kurdular. Galya'nin her yanindan akin akin yardim gönderildi, ama Vercingetorix son bir çatismadan sonra, yurttaslarinin canini kurtarmak için teslim olmaga karar verdi.

eLanuR
11 January 2009, 11:13
Frigya Uygarligi


(MÖ 750 - MÖ 300) Frigler, Ege Göçleri ile Anadolu'ya gelen Balkan kökenli boylardan biridir. Ancak siyasi bir topluluk olarak ilk defa MÖ 750'den sonra ortaya çikmislardir, Midas döneminde ise (MÖ 725-695/675) bütün Orta ve Güneydogu Anadolu'ya egemen, güçlü bir krallik düzeyine ulasmislardir. Hint-Avrupa kökenli olduklari halde kisa bir süre içinde Anadolululasmislar ve bir yandan Helen, öbür yandan Geç Hitit etkileri altinda kalmis olmakla birlikte özgün ve Anadolulu bir kültür olusturmuslardir.

Friglerin maden ve agaç isçiliginde, dokumacilikta ürettikleri eserler Helen piyasasinda begeni kazanmis ve Helenli ustalar tarafindan taklit edilmislerdir. Makara kulplu bronz tabaklar ve bronz kazanlar; dönemin "teknolojik" bir basarisi olan altin, gümüs ve bronzlardan yayli çengelli igneler (fibulalar); degerli madenlerden giysi kemerleri, tokalar ve zengin bezemeli tekstil ürünleri; geometrik desenlerle süslü mobilya esyasi bunlar arasindadir. Frigler, Helenlere ayrica müzik alaninda da esinlenme kaynagi olmuslardir.

FRIGLERIN TARIHI

Güçlü bir uygarlik kuran Friglerin tarihi ve sosyal yasami ile ilgili bilgilerimiz ne yazik ki yeterli degildir. Bu konudaki ilk bilgileri antik yazarlardan ögreniyoruz. Tarihçi Herodot ile cografyaci Strabon'a göre Frigler, Avrupali bir kavimdi ve Anadolu'ya gelmelerinden önce "Brigler" olarak aniliyorlardi. Friglerle ilgili bu yazili kaynaklari ve bölgedeki kazi sonuçlarini degerlendiren bilim adamlari Friglerin, büyük olasilikla MÖ 1200'lerde Trakya ve Bogazlar üstünden Anadolu'ya geldikleri, ilk yillarda Trakya ve Güney Marmara Bölgesi'nde geçici yerlesim merkezleri kurduktan sonra Bati Anadolu'nun iç kesimlerine yayildiklarini ileri sürmektedirler. Friglerin Anadolu topraklarinda ilk siyasal birligi kurmalari MÖ 750 yillarina rastlar.

Friglerin bilinen ilk krali ülkenin baskenti Gordion'a adini veren Gordias'tir. Daginik Frig topluluklarini siyasal bir birlik altina toplamayi basaran bu kral ve yasadigi dönemin siyasal olaylariyla ilgili bilgilerimiz yok denecek kadar azdir. Tarihçi Arianos'a göre Gordias Thelmessos'lu (Fethiye) bir kadinla evlenmis ve Midas adini verdigi bir oglu olmustur. Midas Friglerin bilinen tek kralidir (Arastirmacilar Frig krallarinin hepsine Midas denildigini belirtmektedirler). Midas'in ünü kendi ülkesinin sinirlarini asip, Bati Anadolu kiyilarindaki Yunan kentlerine, hatta Kita Yunanistani'na dek yayilmistir.

Baslangiçta Eskisehir, Afyon, Ankara ve Sakarya vadilerini içine alan bir bölgede yerlesen Frigler, sonralari Kütahya'dan Kizilirmak'a, Ankara'dan Denizli'ye dek olan bölgede güçlü bir uygarlik olusturmuslardir. Midas'in Frig tahtina geçtigi ilk yillarda ülkenin en önemli düsmani Asurlar'dir. Midas, Asurlar'la baris yaparak Güneydogu sinirlarini güvenceye aldiktan sonra bati ülkeleriyle dostça iliskiler kurmaya yönelir (Bati Anadolu kentlerinden Kyme kralinin kiziyla evlenir). Öte yandan fildisi tahtini Yunanistan'daki Delphoi Apollon Tapinagi'na armagan ederek Kita Yunanistan'i ile iliskileri güçlendirir. Gordion'da yapilan kazilarda ele geçen Yunan çanak-çömlekleri bu iliskilere ait diger örneklerdir.

MÖ 700 yillarina dogru, Kafkaslar üzerinden Dogu Anadolu'ya giren Kimmerler, önce bölgedeki Urartular'i güçsüzlestirdikten sonra Kizilirmak'a kadar uzanirlar. Frig-Kimmer savasi sonunuda Frigya tamamen tahrip olur. Kral Midas ise öküz kani içerek yasamina son verir (MÖ 676). Batiya kaçan Frigler, küçük beylikler halinde bir süre daha varliklarini sürdürürlerse de Lidyalilarin egemenligine boyun egerler. Frigler, baslica Gordion (Yassihöyük), Pessinus (Ballihisar), Dorylaion (Eskisehir) ve Midas'da (Yazilikaya) yerlesmislerdir.

FRIGYA UYGARLIGI

Dil ve Yazi

Frig uygarligini kuranlarin, bir türlü aydinliga kavusturulamayan yazi ve dilleri üstüne bilgilerimiz oldukça sinirlidir. Friglerin basli basina bir yazi sistemi vardi. Kaynagi ve gelisimi henüz aydinlatilmamis olan bu yazi bir taraftan Arami, diger taraftan Ege yazi sistemlerinin etkisi altinda meydana gelmise benzemektedir. Frig yazisi henüz tümüyle çözülememis olmasina karsin okunabilmektedir. Ancak bu okuma, "Midas" ya da "Ana Tanriça" gibi çok bilinen sözcükler için geçerlidir.

Gordion'da bulunan bronz vazolarin bazilarinda Erken Yunan yazisinin alfabesine benzeyen Frigçe yazilar görülmüstür. Kayalara yazilmis yazitlarda da ayni yazilari görmek mümkündür. Bunlarin hepsi, tarih olarak MÖ VII. yüzyila kadar çikar. Frig ve Yunan alfabelerinin ayni Fenike kaynagindan gelmesi olasidir. Frig alfabesi MÖ V. yüzyila kadar kullanilmistir. Frig dili ise Yunanca ile karisarak MS II. ve III. yüzyillara kadar yasamistir.

Frig diline ait kalintilarla Yunan yazarlarindan gelme otuz kadar sözcük bu dili tam olarak açiklamaya yetmemektedir. Fakat genel olarak bu dilin Hint-Avrupa dilerinden oldugu ve içinde Islav, Arami ve hatta Frig öncesi Hitit dillerinden de sözcükler bulundugu söylenebilir. Onlardan kalan yazili belgeler yok denecek kadar az oldugundan, edebiyatlari hakkinda da bir bilgimiz bulunmamaktatir; fakat Frigyalilar hayvan öykülerinin buluculari olarak kabul edilir.

Mimari

Frigya sanat ve mimarisi konusunda bilgi edinebilmek için, Anadolu'nun çesitli yerlerinde, özellikle Gordion, Midas sehirleri ve Pazarli'da tümülüs seklindeki mezarlarda veya kayalar içine oyulmus zengin cepheli binalarda yapilan kazilara basvuruyoruz. Frigler, özellikle maden isçiliginde çok ileri gitmislerdi. Kaya ve tas mimaride kullanilan malzemeyi islemek için madenden çesitli aletler yapiyorlardi. Frigler zamaninda korunakli kalelerin varligi, Pazarli kazilarindan anlasilmistir.

Yüksekçe bir tepenin üzerine yapilmis olan bu kalenin içinde muntazam dörtgen seklinde küçük evler vardi. Evlerin temelleri tastan, üst kisimlari tahta hatillarla desteklenmis kerpiçten yapilmisti; damlar ise ahsapti. Çati ve dis cephelerin bazi kisimlari boyali kabartmalarla süslü toprak levhalarla kaplanmisti. Bu türden toprak levhalara Pazarli'dan baska Anadolu'nun çesitli yerlerinde ve özellikle Gordion'da rastlandi. Bunlardaki resimler ve nakislar Frigya sanatinin, Anadolu'da eskiden beri köklenmis geleneklerin, dogudan (özellikle Mezopotamya) ve batidan (Ionya ve Yunanistan) etkilerle gelistigini göstermektedir.

Bu mimarinin en iyi örnekleri Eskisehir ve Afyonkarahisar arasindaki eserlerde görülür. Bunlar zengin süslemeli tapinak kalintilaridir. Alinliklarinda bir pencere bulunmaktadir. Frig ahsap mimarisinin Likya'da da görülen bir çesidi Eski Bronz Çag prototiplerine kadar gider. Bu mimari ayni zamanda erken dogu mimarisini de etkilemistir. Klasik gelenege göre frizi ilk defa Frigler kullanmistir.

Amerikalilarin Gordion'da son yillarda yaptiklari kazilarda MÖ. VIII. yy.'da Frig evlerinin bazen tastan, bazen de tahta çerçeve kullanarak kaba tugladan yapildigi anlasilmistir. Bu evlerin bazilarinin plani megaron tipindedir. Gordion'da sehrin etrafini çeviren surlar, sehir kapisi ve çesitli binalar ortaya çikarildi. Frigler, dogu komsulari Urartular gibi kaya mimarliginda çok ileri gitmislerdir, kayalar içinde hücreler, odalar, koridorlar, neye yaradigi henüz tam olarak anlasilamayan yüksek kademeli merdivenler ve sunaklar yapmislardir.

Ayni zamanda kayaliklarda, çogu hallerde direkli ve alinlikli binalari bulunan cepheler olusturmuslardir. Üzerinde birtakim geometri ve ya hayvan motifleri yer alan bu kaya cephelerinin Frig devletinin parlak devrinde yapildigi anlasilmistir. Yalniz bu yapilarin mezar olup olmadigi konusunda bir fikir birligi yoktur. Gerilerinde mezar odalari seklinde hücreler bulunan bazi cepheler mezar olarak kabul edilmektedir. Fakat, Midas'in mezari olarak gösterilen Yazilikaya'daki bir cephenin mezar olmadigi ve sadece bir tapinak cephesi olarak kullanildigi düsünülmüstür. Bu mezar odasi semerdanli idi.

Saray depolari, hizmet yerleri ayri yapilar halindedir. Bazilarinin tabani renkli taslardan yapilmis mozaiklerle kaplidir. Üzerinde zengin geometrik motifler bulunan süslemeler, Anadolu'da bugüne kadar bilinen en eski mozaik süslemeleridir. Içlerinde mobilya parçalari, fildisinden özenle islenmis sanat eserleri, insan ve hayvan kabartmalari, çesitli çanak çömlek bulunmustur. Kimmer istilasi sirasinda yikilan sehir, yeniden yapilirken tapinaklarin dis cepheleri kabartmali, renkli, pismis topraktan levhalarla süslenmistir. Lidya devletinin hakimiyeti, dogu Yunan sanantinin Gordion'a girmesine neden oldu.

Mitoloji, Din ve Kibele Inanisi

Frigya uygarligi denildi mi akla ilk gelen Kral Midas olur. O zamandan günümüze Kral Midas ile ilgili iki efsane ulasmistir. Bunlardan ilki söyledir:

"Midas Frigya Kraliydi. Pek öyle akilli biri degildi; ama akilsizliginin cezasini sadece kendisi çekmistir. Birgün Midas'in adamlari sarayin yakinlarindaki gül bahçelerinde yasli Silenos'u buldular. Dionisos'u ararken yolunu kaybetmisti Silenos. Her zamanki gibi zil zurna sarhostu yine. Agaçlarin arasinda sizip kalmisti. Midas'in adamlari, tepeden tirnaga güllerle süslediler onu, sonrada krala götürdüler. Midas, güler yüzle karsiladi Silenos'u, tam on gün on gece agirladi. Yedikçe yedi Silenos, içtikçe içti. Sarhos oldu, sarkilar söyledi, sizdi, ayildi... Onuncu günün sonunda da Frigya krali elinden tutup tipis tipis Dionisos'un yanina götürdü onu.

Dionisos, Silenos'a yeniden kavustuguna öyle sevindi öyle sevindi ki, "Midas, dile benden ne dilersen." dedi. Kral, hiç düsünmeden, "Aman Dionisos", diye cevap verdi, "Her dokundugum altin olsun; baska birsey dilemem". Tanri bu dilegini yerine getirdi onun; ama aksam olunca yemekte basina neler gelecegini düsündükçe kis kis güldü. Zavalli Midascik... Karni acikip da sofraya oturunca ne kötü bir dilekte bulunmus oldugunu anladi. Agzina her götürdügü sey altina dönüveriyordu. Ekmegi mi tuttu, al sana altin bir ekmek... Elmaya mi dokundu, iste sapsari, kaskati bir elma...

Hemen Dionisos'a kostu Midas. Yalvardi yakardi. "Ne olursun bu büyüyü boz" diye göz yasi döktü. Dionisos, "Git de Paktolos irmaginda yikan. O zaman büyü bozulur" diye cevap verdi. Frig krali, Paktolos irmagina kostu hemen, bir güzel yikandi. Ondan sonra da sarayina dönüp tikabasa yedi içti. Simdi onun yikandigi irmaga bakanlar, altin kum tanecikleri görürler sularda."

Bir ikinci öyküsü daha vardir Midas'in. O da Apollonla ilgilidir. Yüce tanri, Frigya kralinin kulaklarini esek kulaklarina çevirmisti. Bir suç isledigi için degil de aptalligi yüzünden bu cezayi görmüstür Midas: "Apollon ile Pan arasinda yapilacak bir çalgi çalma yarismasinda Midas, yargiçlardan biri olarak seçilmisti. Kir tanrisi, kavaliyla hos sesler çikariyordu; ama Apollon'un gümüsten lira'si her çalgidan üstündü. Bir çalmaya baslamasin Apollon; Musalar bile durup kendini dinlerdi. Yargiçlardan ikincisi dag tanrisi Tmolos, yengi çelengini Apollon'a verdi. Ama yüce musikiden ne anlasin Midas, tuttu oynak havalar çalan Pan'i kazandirdi. Apollon da kizip onun kulaklarini esek kulaklari yapiverdi.

Midas bir süre, tanrinin armaganlarini koca bir külah içinde sakladi. Sakladi ama onun saçlarini kesen berber sonunda kulaklarini gördü. Kulaklari gördügünü kimseye söylemeyecegine yemin etti. Berber bu, konusmadan durur mu, gitti bir çukur kazdi sazlarin arasinda, usulca "Kral Midas'in kulaklari esek kulaklari." diye fisildadi. Aradan zaman geçti. Çukurun çevresinde büyüyen sazlar yel estikçe, "Kral Midas'in kulaklari esek kulaklari!" diye bagirmaya basladilar. Böylece herkes gerçegi ögrendi." Bu olaydan sonra, Midas sunu ögrenmistir herhalde: Iki tanri yarisirken begendigini tutma güçlü olani tut.

Frigya uygarliginin yaratildigi dönemde "Ana Tanriça Inanci" etkisinin doruguna çikmis, Ana Tanriça adina tapinaklar, kutsal alanlar yapilmis, dinsel törenler düzenlenir olmustu. Bu dönemde Ana Tanriça ile ilgili olarak anlatilan bir efsane, Tanriça'ya nasil tapildigini da anlatmaktadir.

Efsaneye göre, Ana Tanriça (Kibele), Attis adli bir delikanliya asik olur. Attis, Ana Tanriça'nin kendisine karsi duyduklarindan habersiz, Pessinus (Ballihisar) kralinin kiziyla evlenme hazirligindadir. Dügün yeri kurulmus, dügüne çagrili tüm konuklar yerini almistir. Gözünü ask bürüyen Ana Tanriça, olanca görkemiyle birden dügün yerinde ortaya çikar. Ve tanrisal gücünü kullanarak sevdigi erkek Attis'i çildirtir.

Bir anda çilgina dönen Attis, bir yandan dans eder, bir yandan da biçagini çekerek erkeklik organini keser. Attis'in kasiklarindan fiskiran kanlar topragi sular, topraktan bitkiler fiskirir. Attis'in kendisi de ölüp bir çam agacina dönüsür. Ana Tanriça da onun hiç bozulmamasini saglar. Çam agacinin, yaz-kis hiç bozulmadan kalmasi böyle bir efsaneye baglanir.

Friglerde Ölü Gömme Gelenegi

Frig beyleri ölülerini ya kayalara oyulmus mezarlara ya da tümülüslere gömerlerdi. Kaya mezarlarinin çogu soyulmus olduklari için mimari disinda fazla bilgi vermezler. Buna karsin tümülüsler, yani yigma mezar tipleri Frig ölü gömme gelenegini ögrenmemizde önemli rol oynarlar. MÖ 8. yüzyil baslarindan MÖ 6. yüzyil ortalarina kadar kullanildiklari sanilan tümülüslerin büyük bölümü Gordion'dadir. Bu yigma toprak mezarlari kentin sirtlarinda yer alir ve sayisi 100'e yaklasir.

Bu türde ölü gömme teknigi gelismis olarak birden ortaya çikar. Bu durum tümülüs mezarlarinin Frigya'ya disaridan gelmis olduguna isaret eder. Gerçekten de Arnavutluk ve Makedonya'da soylu kisileri gömmek amaciyla tümülüs mezarlarin MÖ 1800-1500'den itibaren kullanildigi bilinmektedir.

Frigya tümülüslerindeki mezar odalarinin ahsap yapisi çok ileri bir teknigin eseridir. Ölüler önceleri yakilmadan ahsap sedirler üzerine uzatilmis, MÖ 7. yüzyilin sonlarindan itibaren de, Yunanistan'dan gelen etkilerle yakilmaya baslamistir. Ahsap mezar odasina ölü ve ölü armaganlarinin birakilmasindan ve ahsap çatinin kapatilmasindan sonra, odanin üzeri büyük bir yigma tepeyle örtülmüstür.

Toprak yigininin ahsap mezar odasina yapacagi baskiyi en aza indirmek için mezar su sekilde yapilirdi: Ahsap mezar odasinin üstü moloz taslarla kaplanmis, bunun üzerine kalitesi ve direnci fazla olan, sulandirilarak bulamaç haline getirilmis kil serilmis , sonra da kuru kilden tepe yigilmisti. Toprak kümesi, altindaki nemli kilin iyice kurumasindan sonra yigilmis olmalidir; çünkü islak kil kuruyunca mukavemeti artiyordu. Tümülüslerin yüksekligi gömülen kisinin önemine göre 2-3 ile 60-70 metre arasinda degismektedir.

Frig tümülüslerini, Lidya ve Yunan mezarlarindan ayiran; mezar odalari yapiminda tas yerine tahta kullanilmasi, yigma tepe topraginin çevreye yayilmasini önlemeye yarayan krepis duvari ve mezar odasinina geçit veren dromos kullanilmamasidir. Toprak yigini altinda kalan mezar odalarinin yeri büyük boy tümülüslerde ortada, alçak tümülüslerde ise mezar soyguncularina karsi alinan önlemle merkezden uzak yerlerde olurdu.

Soylular için kentlerin disinda görkemli yigma mezarlar yapilirken, genis halk kitleleri için gösterissiz mezarlar kullanilmistir. Pazarli halki, ölülerini kalenin içindeki basit mezarlara, sirt üstü yatirarak gömmüslerdi. Bogazköy halki ölülerini yakip, küllerini küpler içine koyarak gömmüslerdi. Ayrica Bogazköy'de çocuk mezari olarak kullanilan bir vazo bulunmustur.
Bu Bogazköy ve Pazarli'daki ölü külleriyle iskeletlerin tümü geç Frig dönemine aittir ve sürekli kent içine gömülmüslerdir. Ancak Ankara'da yakilmis ölülerin küpler içinde gömüldügü kent disi mezarlar da bulunmustur. Bu Ankara'da bugünkü Hacibayram Camisi çevresindeki Frig kentinde yasayan farkli halk siniflarinin varligini gösterir.

BÜYÜK TÜMÜLÜS

Gordion'daki büyük tümülüs, mezar odasinin çukur içinde degil de zemin yüzeyinde yapilmis olmasiyla dikkat çeker. Mezar odasi (iç boyutllari 5.15x6.20, yüksekligi 3.25m), kireç tasindan kaba bir duvarla çevrilmistir. Bu 53 metre boyundaki tümülüsün yapilis teknigine gösterilen özen, tam mezarin Friglerin en güçlü döneminde yasayan bir krala ait oldugunu düsündürmektedir. Çesitli iddialara göre mezar ya Midas'a ya da Midas'in babasi Gordias'a aittir.

"Anadolu'nun piramitleri" denilen tümülüslerden biri olan Büyük Tümülüs'ün 53 metre altindaki mezar odasinin bozulmadan ortaya çikarilisi 20. yüzyilin ikinci yarisinda ortaya konulan basarili arkeolojik uygulamalardan biridir. Kazi baskani Roudney S. Young eski tümülüsün 250 metre çapinda ve 70-80 metre yüksekliginde olabilecegini tespit etmistir.

GORDION (YASSIHÖYÜK)

Frig Kralligi'nin baskenti Gordion'un kalintilari Ankara-Eskisehir karayolu ve Sakarya ile Porsuk nehirlerinin birlestigi yerin yakininda Polatli'nin kuzeybatisinda bulunmaktadir. Gordion'un geçmisi MÖ 8. yüzyil ortalarina kadar gider. Sehir en parlak dönemini MÖ 725 ve 675 yillari arasinda yasamistir. Midas bu kentte oturmustur. Gordion, MÖ 7. yüzyil baslarinda Kimmer saldirisina ugramistir. Sehir, Büyük Iskender tarafindan bagimsizligina kavusturuluncaya kadar 6.yy ortalarindan baslayarak Pers istilasi altinda kalmistir. Ayrica Büyük Iskender çözenin Asya fatihi olacagina inanilan gördügümü Gordion'da kiliciyla kesmistir (MÖ 334).

Kent Höyügü:

350x500 metre ölçüsündeki yassi bir höyük durumundaki Frig kenti, Sakarya irmaginin hemen dogusunda yer almaktadir. Arkeologlar, anitsal bir kapi ile birlikte kral ailesine ait bir çok yapi ve evlere kent duvarlarina iliskin kalintilar ortaya çikarmislardir. Bunlarin tümü Frig kralligina en parlak dönemine (MÖ 725-667) tarihlenmektedir.

Kent Kapisi:

MÖ 8.yüzyilin sonunda yapilmistir. Yumusak kireç tasindan 9 metre yükseklikteki kismi günümüze kadar korunmus anitsal bir yapidir. Kente asil giris 9 metre genisliginde ve 23 metre uzunlugunda üstü açik bir koridorla saglaniyordu. Kapinin iki yaninda yer alan kulelerin kente açilan birer kapisi vardir. Tamami kazilan kuzey avlu depo olarak kullaniliyordu. Güney avlusu ise Pers kapisinin büyük güney duvarinin korunmasi amaciyla kazilmadan birakilmistir.

Kent Merkezi:

Höyügün orta kismi saraylara ayrilmistir. Kerpiçten bir duvar (B) dört yapiyi içeren sarayin birinci avlusunu kent kapisindan ayirmaktadir. Daha kalin bir duvar (E1, E2, E3) iç avluyu kuzey, bati ve güney yönlerinden çevirmektedir. Olasilikla bu duvarlar saray yapilarinin dogu yönünce de uzanmakta ve böylelikle onlari disaridan tümüyle ayirmaktadir.

Saraylar:

Birinci avludaki iki yapi birer megarondur. Megaron 2, geometrik desenli bir mozaik ile dösenmistir. Bu mozaik, bilinen en eski çakil tasi mozaik örnegidir ve bugün bir kismi Gordion Müzesi'nde sergilenmektedir.

Megaron 3:

Bu, günümüze kadar Gordion'da çikarilmisken önemli yapidir. Iç avluda yer alan yap Frig akropolünün en büyük binasidir. Yapi, iki sira ahsap direkle bir orta ve iki yan nefe ayrilmistir. Arkeologlara göre orta bölüm tek katli ve yüksek bir salondu. Yan kisimlar ise iki katli ahsap galeriler seklindeydi. Megaron 3, MÖ 8. yüzyilin ikinci yarisinda insa edilmis en eski yapilardan biri olmalidir.

Teras Yapisi:

Terasin bati kesiminde her biri 11x14 metre ölçülerinde yan yana siralanmis 8 adet megaron yer alir. Her birinde ortada bir ocak ve yanlarda direklerle desteklenen ahsap galeriler bulunmaktadir. Büyük olasilikla bunlar sarayin günlük islerinin görüldügü yapilardir. Megaron 3'ün yanina yapilan bir merdivenle yeni olusturulan terasa geçis saglanmistir.

PESSINUS (BALLIHISAR)

Pessinus ören yeri, Ankara-Eskisehir karayolu üzerinde Sivrihisar yakinlarindaki Ballihisar'da bulunmaktadir. Pessinus, tanrilarin anasi Kibele olarak anilan tanriçanin ünlü kutsal yerlesmesiyle birlikte "Rahipler Devleti" seklindeki antik bir Frig yerlesmesiydi. Ana Tanriça'nin sekilsiz tastan yapilmis kült heykelinin (Baitylas) gökten indigine inaniliyordu.

Kent, Bergamalilar'in egemenligi altinda kalmisti, fakat Galatlar'in saldirisina ragmen buradaki rahipler sinirli bir özgürlüge sahip olabilmislerdi. Kenti bes Frigyali ve bes de Galat rahiple birlikte bir bas rahip yönetmisti. MÖ. 204 yilinda Roma senatosunun Pessinus'a elçiler gönderip Kibele'nin kült heykelini Roma'ya getirtmesi ve orada insa ettirilen bir tapinaga bu heykelin yerlestirilmesiyle kent çok büyük bir üne kavustu. MÖ. 25 yilinda Augustus, Galatia eyaletini kurunca, Pessinus Romalilarin yönetimine geçmistir.

TAPINAK:

Yapi çok ilginç bir plana sahiptir. Dar kenarlarinda alti, uzun kenarlarinda on bir sütun bulunan peristasis (antik tapinagin etrafini çeviren sütun dizisine verilen ad) Hellen tapinaginin degisik bir uygulamasini göstermektedir. Yapiyla iliskisi olan ve bir theatron (Antik Yunan tiyatrosunda seyircilerin oturdugu kisma verilen ad) islevi gören gösterisli bir basamak sirasi ortaya çikarilmistir. Bu nedenle Belçikali arastiricilar onu bir tiyatro-tapinak olarak tanimlamislardir.

Buna ragmen Ekrem Akurgal söz konusu basamaklarin Kibele kültü ile ilgili oldugunu düsünmektedir. Çünkü tapinagin yeralti bölümü Aizonai Tapinagi'nda oldugu gibi buna isaret etmektedir. Mimari süslemelerine göre tapinak MS. 1. yy'in ilk yarisinda yapilmistir. Açik bir alani üç yandan çeviren portiko (çatisi sütunlarla tasinan hol) kalintilari buranin bir agora olarak düzenlendigi görünümünü vermektedir. Yapi, eski Anadolu kültürleriyle iliskili Hellen tapinaklari seklinde batiya bakmaktadir.

NEKROPOL:

Kentin nekropolünde yapilan kazilarda ön yüzleri kapi seklinde olan Geç Roma mezarlarinin güzel örnekleri bulunmustur. Nekropol seramigini inceleyen Inci Bayburtoglu'na göre halen Ballihisar'daki yerel bir depoda korunan mezar taslari MS. 3. ya da 4. yy'a tarihlenebilir. Bunlarin içinde en önemlisi üzerinde bir aslan heykelinin yer aldigi steldir.

Belçikali arkeologlar Pessinus'un sig vadisinde yapilmis genis ve olasilikla uzun bir kanali da ortaya çikarmislardir. Bu kanalin her iki yani basamaklidir ve söz konusu basamaklar yazin kanaldaki su düzeyi asagi indiginde vatandaslara kolaylik sagliyordu. Bundan baska kanalin kuzey ucundan Roma çaginda varolan derenin suyunu düzenleyen kapatma sistemini de Belçikali arkeologlar bulmuslardir.

eLanuR
11 January 2009, 11:14
Germenler




Denizci bir kavim olan Germenler, Iskandinavya'nin güneyinden gelerek Keltleri yerlerinden sürdüler ve M.Ö. III. yy .dan itibaren bugünkü Almanya'ya yerlestiler. Sonra, Miladin ilk yüzyillari boyunca, Germanya dedikleri topraklarini, Urallar'a ve Karadeniz'e kadar genislettiler.

Germenler her seyden önce savasçiydi: silâh olarak mizrak (kargi), çift yüzlü balta ve uzun kiliç kullanirlardi. Val-Hall veya Walhalla adli bir cennete ve bu cennette ölülerin tanrilarla birlikte yasadigina inanirlardi; bu tanrilarin en güçlüsü, Wotan da denen Odin'di. Germenler, Roma Imparatorlugu'yla iliski kurunca, Hiristiyanligi benimsediler: M.S. IV. yy.da Kutsal Kitap, Gotlarin piskoposu Ulfilas tarafindan dillerine tercüme edildi.

IV. yy .a kadar Ren ve Tuna boylarini ellerinde tutan Germenler 376 yilinda Hun istilâlarina karsi koyamadi ve bu, Avrupa'da büyük kavimler göçünün baslangici oldu.

Avrupa'yi Istilâ Edenler

Vizigotlar («Bilge Gotlar») Tuna'yi astilar, Roma'yi yagma ederek 410'da Galya'nin güneyine yerlestiler: Akitanya'da bir krallik kurdular. Sonra Ispanya'yi istilâ ederek (476) Arap fethine kadar (711) burada kaldilar. Vandallar da ayni yolu izleyerek Kuzey Afrika'ya ulastilar.

Burgondlar Ron vadisinde durdular (Burgonya adi buradan gelir); Alamanlar ve Vizigotlar gibi bunlar da bir gün Franklar tarafindan ezilecekti. Ostrogotlar Italya'da, isikli sanati ve ince uygarligi bakimindan ilgi çeken Ravenna Kralligi'ni kurdular. Nihayet Angllar ve Saksonlar da Ingiltere'yi istilâ ettiler. Böylece, Roma imparatorlugu tamamen fethedildi ve yikildi.

Kelt sanatindan ve Gotlar araciligiyla dogu sanatlarindan etkilenen Germen sanatinin örnekleri arasinda, mine islemeli mücevherler, bunlarda yer alan hayvan figürleri, günesi temsil eden gamali haçlar sayilabilir.

Büyük Germen Kavimleri

Alamanlar, Burgondlar, Franklar, Ostrogotlar, Vandallar, Vizigotlar.

eLanuR
11 January 2009, 11:14
Gazneliler




Müslüman Türk devleti (963-1187).

Gazne Devleti'ni, Samanogullarinin hizmetinde bulunan Türk komutanlarindan Alp Tigin kurdu. Samanogullari Devleti'nin yanibasinda, Afganistan'da bulunan Gazne'yi kendine baskent yapti. Ölümünde yerine oglu geçtiyse de ordu komutanlarindan Bilge Tigin ile Sebük Tigin yönetime elkoydular.

Bilge Tigin'in ömrü kisa sürdü, ama Sebük Tigin, Gazne Devleti'ni güçlendirerek sinirlarini genisletti. Gaznelilerin en parlak dönemi Sebük Tigin'in oglu Mahmut zamanidir. Mahmut döneminde Gaznelilerin siniri doguda Ganj Nehri'ne, batida Mezopotamya ve Kafkasya'ya kadar dayaniyordu. Mahmut, Hindistan'i yagma ederek getirdigi hazinelerle Gazne kentini zenginlestirdi. Camiler, medreseler yaptirarak, ünlü bilginleri, sairleri yanina çagirarak Gazne'ye ün kazandirdi.

Ömrünün son yillarini, gittikçe Horasan dolaylarinda güçlenen Selçuklularla ugrasarak geçirdi. Son Hindistan Seferi'nden dönüsünde öldü. Mahmut'un ölümünden sonra yerine geçen oglu Mesut babasinin yerini tutamadi. Selçuklularin karsisinda tutunamadi; Dandanakan'da üç gün süren çetin savasta büyük bir yenilgiye ugradi (1040). Horasan ve Irak'i onlara birakmak zorunda kaldi. Mesut'tan sonra gelen Gazne hükümdarlari devleti bir süre daha sürdürdülerse de basarili olamadilar. Gazne Devleti, Afganistan'in yerlileri olan Gurlular tarafindan 1187 yilinda ortadan kaldirildi.

Gaznelilerde Sanat

Gaznelilerden günümüze kalan en önemli sanat eseri, Afganistan'in Büst kentindeki Lesgeri Bazar Sarayi'dir. Son yillarda, gene ayni çevrede cami kalintilari da bulunmustur. Mimarlik yaninda süsleme sanatlari da Gaznelilerde önem kazanmisti. Buna yazi sanatina duyulan ilgiyi de eklemek gerekir: kûfi yazi en olgun biçimini Gazneli Sultan Ibrahim (1059-1099) döneminde almistir. Gazneli sanati Selçuklu ve Hint sanatlarini etkilemistir.

Gazneli Mahmut

Dogu dünyasinin büyük hükümdarlarindan biri olan Gazneli Mahmut (967-1030), babasinin ölümü üzerine kardesini öldürerek tahta geçti. Hindistan'a 17 kez sefer yapti. Devletin sinirlarini çok genisletti, Iranli ünlü sair Firdevsi, Sehname'sini ona sunmustur.

eLanuR
11 January 2009, 11:15
Gronikos Çatismasi /


IÖ 334 yazi baslari), Pers Imparatorlugu'nun istilasi sirasinda Büyük Iskender'in kazandigi bir zafer. Sayilari büyük olasilikla 40 bini bulan Persler, Granikos irmagi (Kocabas Çayi) kiyilarinda mevzilenmisti. Iskender'in hücum tabur, karsi kiyidan yagan kargilara karsin irmagin sig yerinden öbür tarafa geçti. Onlari izleyen Iskender, Pers hattinin sol merkezini vuracak biçimde yerlestirdigi komutanlarini harekete geçirdi.

Iskender, Pers Krali III. Dareios'un iki akrabasini öldürdü; kendisi ise süvari birligi komutani Kleitos (Kara) sayesinde ölümden kurtuldu.. Persler bundan sonra dagildi. Iskender'in biyografisini yazan Arrhionos'a göre (IS 2. yy) bu savasta Makedonyalilar yalnizca 115 kayip verdiler.

BÜYÜK ISKENDER'IN GRANIKOS SAVASI

(Valerio Massimo Manfredi'nin Büyük Iskender adli romanindan. Can Yayinlari) Peritas yüzünü yalayarak sahibini uyandirdi; Iskender ayaga firladiginda, zirhini giydirmek için yardimina gelmis iki askerini gördü. Leptine, gümüs bir tepside ona 'Nestor Lokmasi' getirmlsti; kahvaltisi peynir, un, bal ve sarapla çirpilmis çig yumurtaydi.
Hükümdar zirhi ve dizlikleri baglanir, kemeri beline geçirilir, kilici takilirken, ayaküstü kahvalti etti. "Bukefalos'u istemiyorum," dedi çikarken. "Irmagin kiyilari fazlasiyla kaygan ve o çamura gömülebilir. Bana doru Sarmaçya atimi getirin."

Yardimcilari onun seçtigi ati almaya gittiler. Iskender tolgasini sol kolunun altina sikistirip kamp alaninin ortasina dogru yürüdü. Adamlari sira sira dizilmislerdi; her an yeni askerler gelip arkadaslarinin yanindaki yerlerini aliyorlardi. Iskender getirilen atina bindi, önce Makedon ve Thessaliali süvari birliklerini, sonra Yunan piyadelerini denetledi.

Uç birliklerinin süvarileri kampin ötesinde, dogu kapisina yakin bir noktada, mükemmel düzende bes sira olmus bekliyorlardi. Krallari geçerken, sessizce mizraklarini havaya kaldirdilar. Iskender hareket buyrugunu verdigi anda, Kara onun yanindaki yerini aldi. Yürümeye baslayan binlerce atin ve savasçilarin mizraklarinin sesi karanlikta yankilanmaya basladi.

Granikos'un birkaç stadyon ötesinden gelen nal seslerinin ardindan dört haberci karanliktan siyrilip Iskender'in önünde durdular. "Kralim," dedi en öndeki, "barbarlar henüz yerlerinder kimildamadilar; irmaktan üç stadyon ötede alçak bir tepenin üzerine yerlestiler. Kiyida Med ve Iskit gözcüler var onlar bizim kiyiyi da gözlem altinda tutuyorlar. Onlari bütünüyle habersiz yakalayamayacagiz."

"Elbette hayir," dedi Iskender, "ama onlarin ordulari dogu kiyisiyla aralarindaki üç stadyonu kapatana dek bizler irmagin sig yerinden karsiya geçmis olacagiz. O nokta da olan olacak zaten." Sonra özel korumalarina yaklasmalari için isaret etti. "Elverisli bir yer bulur bulmaz karsiya geçecegimizi tüm birlik komutanlarina bildirin. Borazanla çalar çalmaz kendimizi irmaga atacagiz ve olanca hizimizla karsiya geçecegiz. Önden süvariler gidecek."

Korumalar uzaklastilar; az sonra piyadeler durarak yanlarindaki süvarilere, Granikos'a dogru ilerlemeleri için yol verdiler. Gökyüzü, dogudan hafifçe aydinlanmaya baslamisti. "Günesin gözümüzü yakacagini saniyorlardi, ama ay bile göremedik," derken, Iskender Phrygia tepelerin ardindan, güneyden batan hilali gösteriyordu. Elini kaldirarak yaninda Kara ile birlikte atini irmaga sürükledi; tüm Uç Birligi onunlaydi. Ayni anda karsi kiyi da bir nara isitildi, sonra bagirislar giderek çogalip kalabaliklasti; sonunda bir kornonun sesini uzaktan gelen sesler yanitlamaya basladilar. Med ve Iskit gözcüler alarm veriyorlardi.

Irmagin ortasinda olan Iskender, "Borazanlar!" diye haykirdi. Ve borazanlar boguk, iç paralayici tek bir nota ile çalmaya basladilar. Sanki karsi kiyiya yanit verir gibiydiler; çevredeki tepelerde hem kornolarin, hem borazanlariN sesleri yankilaniyordu.

Hükümdar ve askerleri olabildigince çabuk karsi kiyiya geçmeye çalisirlarken Granikos (Kocabas çayi) köpürüyordu. Bir bagiris isitildi ve bir Makedon asker yaralanarak suya devrildi Med ve Iskit kesif kollari kiyiya yigilmis, hedef bile almadan ok yagdirmaya baslamislardi. Baska askerler de boyunlarindan, karinlarindan, gögüslerinden yaralandilar. Iskender kalkanini kaldirdi, doru atini mahmuzlayip asker kalabaligindan siyrildi. Simdi disaridaydi!

"Ileri!" diye haykirdi. "Ileri! Borazanlar!"

Borazan seslerinin daha tiz ve etkileyici olarak yükselmesiyle, atlarini kamçilayarak suyun girdabindan kurtarmaya çalisan binicilerin bagirislarina, karmasadan dolayi heyecana kapilan atlarin kisnemesi de katildi. Simdi üçüncü ve dördüncü sira sudan çikmisti; dördüncü, besinci ve altinci sira süvariler irmaga giriyorlardi. Iskender bu arada kendi birligi ile kaygan kiyiyi tirmanmaya baslamisti.

Arkasindan savas düzeninde yürümekte olan piyadelerin haykirislari ona eslik ediyordu. Düsman öncüler, oklari tükenince atlarina atlayarak, son hizla kamplarina dogru kaçmaya basladilar; kamptan da gürültüler, silah sesleri geliyordu. Savasçi gölgeleri ellerinde mesalelerle, karanligin her yaninda kosuyor, havayi degisik dillerde naralar dolduruyordu. Iskender, Uç Birligi'ni savas düzenine sokup basina geçti.

Bu arada iki hetairoi birligiyle iki Thessaliali süvari birligi onu arkadan ve yanlardan komutanlarinin buyruklarina göre korumaya aldilar. Makedonlara Krateros ile Perdikkas, Thessalialilara Prens Amyntas ve subaylari Enomaos ile Ekekratides komuta ediyordu. Borazancilar, hareketi baslatmak için Hükümdar'in buyrugunu bekliyorlardi.

"Kara!" diye seslendi Iskender. "Bizim piyadeler neredeler?"

Klitos, saflari sonuna dek gözden geçirdikten sonra irmaga dogru bakti ve, "Tirmanmaktalar, Kralim," dedi. "Tamam o zaman, haydi borazanlar! Dörtnala ileri!" Borazanlarin yeniden çalmasiyla on iki bin süvari ayni anda ileri atildilar; atlar kisniyor, Iskender'in gösterisli ve agir Sarmaçyali dorusunun adimlarina uyarak ilerliyorlardi.

Öte yanda, Pers süvarileri telasla toplanirlarken belli bir karmasa yasamiyor degillerdi: Düzene girmis olanlar Komutan Spithridates'in buyrugunu bekliyorlardi. Iki öncü heyecan içinde onlarin yanina varip, "Saldiriyorlar efendim!" diye bagirdi.

"Haydi, beni izleyin!" diye buyurdu Spithridates, daha fazla oyalanacak zamani olmadigini anlamisti. "Su yauna'lari kovalim, onlari yeniden sulara döküp baliklara yem edelim! Haydi! Ileri!"

Kornolar çaldiginda toprak, atesli atlarin yeri çekiç gibi döven nallari altinda titriyordu. Ilk sirada Medler ve çift kivrimli büyük yaylariyla Horazmiler vardi, arkadan kivrik palalariyla Oksian ve Kaduslar, en arkadan da Sakalar ve ellerinde devasa kiliçlariyla Drancanlar gelmekteydiler. Süvariler yola çikinca, çoktan düzene girmis olan Yunan parali askerleri de onlari siki saflar halinde izlemeye basladilar.

"Anadolu'nun askerleri!" diye bagiran Memnones, onlari yüreklendirmek için mizragini havaya kaldirdi. "Satilik kiliçlar! Sizin geri dönecek bir eviniz ve vataniniz yok! Siz yalnizca kazanabilir ya da ölebilirsiniz. Bunu unutmayin, bizlere kimse acimaz, çünkü Yunan da olsak, Büyük Kral'in yaninda savasmaktayiz. Erkekler, bizim ülkemiz onurumuzdur, mizragimiz ekmegimizdir. Caniniz için sava-sin: Elinizde kalan bir tek budur!

Alalalái! Sonra öne atildi; önce hizli adimlarla, sonra kosarak ilerlemeye baslayinca adamlari da ona yanit verdiler: Alalalái!

Cephe düzenini bozmadan komutanlarinin arkasindan giden askerlerin ayaklari topraga degdikçe, müthis bir demir ve bronz gürültüsü duyuluyordu. Iskender bir stadyon uzakliktan beyaz toz bulutunu gördü ve borazancilara bagirdi: "Savas adimlari!" Borazan öyle bir çaldi ki, Uç Birligi iyice costu. Süvariler mizraklarini indirip öne atildilar. Sol elleriyle atlarinin dizginlerini ve yelelerini tutuyor, böylece çarpisma âninda, insanlarla hayvanlar birbirlerine dehset verici seslerle bagirir, disbudak ve kizilciktan yapilmis mizraklar birbirine çarpar, Pers ciritleri havada uçarken hayvanlarina destek oluyorlardi.

Iskender, kilici al kana boyanmis Spithridates'in öfkeyle sag yaninda savastigini gördü, dev Rheoniithres onun solunu korumaya almisti; bunun üzerine atini o yana sürdü. "Dövüs barbar! Cesaretin varsa Makedon Krali'yla dövüs!"

Bunun üzerine Spithridates de atini Kral'a dogru sürüp kilicini sallamaya basladi. Kilicin ucu Iskender'in zirhinin omuzlugunu siyirip boynu ile kaval kemigi arasina batti, ama kilicini kinindan çeken Hükümdar ötekine öyle siddetle saldirdi ki, atinin üzerindeki dengesini bozdu. Vali, yere düsmemek için atina tutunmak zorunda kalinca yani açikta kaldi: O anda Iskender kilicini onun kolunun altina sapladi, ama artik tüm Persler ona dogru gelmeye baslamislardi. Bir ok doru atini yaralayinca, hayvan dizleri üstüne çöktü; o da Rheomithres'in baltasindan kurtulamadi.

Kalkani, darbeyi bir noktaya kadar engelleyebildi; balta metali yardi, keçesini kesip kafa derisine çarpti; bunun üzerine artik atiyla yere düsmüs olan Kral'in basindan fiskiran kanlar yüzüne akmaya basladi. Rheomithres baltasini yeniden havaya kaldirdi, ama Kara o anda deli gibi bagirarak onun üzerine atildi ve agir Illyria kiliciyla kolunu kökünden kesiverdi. Barbar, çigliklar atarak atindan yuvarlandi; kesik koldan fiskiran kan onu henüz öldürmemisti; o anda yeniden ayaga dikilen Iskender, kilicini gögsüne sokarak ona öldürücü darbeyi vurdu.

Sonra Kral, alanda basibos kosan bir ata atlayip tekrar kalabaligin içine daldi. Komutanlarinin ölümüyle korkuya kapilan Pers askerleri gerilemeye basladilar; bu arada Uç Birligi'ne destege gelen hetairoi'ler ve Amyntas'in komutasindaki Thessaliali süvariler de çarpismaya katildilar.

Perslerin süvarileri cesurca savastilarsa da, giderek içeri dalan Uç Birligi yüzünden dagilmaya basladilar; Makedonlarin hafif süvarileri de yanlara dogru dalga dalga yayilmaya baslamislardi. Bunlar hayvan gibi yabanil Trakyali ve Triballi savasçilardi; ok ve mizrak yagmuruna aldirmadan ilerliyorlardi; düsmanla yüz yüze gelip onu kan revan içinde birakmak için atiliyorlardi. Iskender'in arkadaslari Krateros, Philotas, Ephestione, Leonnatos, Perdikkas, Ptolemaios, Seleukos, Lysimakhos krallarini örnek alarak ön safta savasiyor, büyük kayipla veren düsman komutanlarla yüz yüze gelmeye çalisiyorlardi. Bunlarin aralasinda Büyük Kral'in yakin akrabalari di vardi.

Sonra Pers süvarileri kaçmaya baslayinca hetairoi'ler Thessalialilar, Trakyalilarla Triballilerin hafif süvariler onlarin pesine düstüler. Simdi önde pezhetairoi zirhli piyadeleri, bir de Memnones'in saflarini bozmadan, omuz omuza, gövdelerini büyük disbükey kalkanlarla yüzlerini Korinthos tarzi maskeyle koruyan parali askerleri vardi. Her iki ordu avaz avaz:

Alalalái! diye bagirip mizraklarini uzatarak öne atildilar. Memnones'in bir buyruguyla Yunan parali askerleri mizRaklarini hep birlikte kaldirip düsmanin üzerine firlattiktan sonra, ellerini bellerindeki kiliçlara attilar. Piyadelerin toparlanmasina firsat vermeden aralarina daldilar. Düsman cephesini yarmak için Makedonlarin kendilerine özgü o uzun mizraklarini kirmaya ugrasiyorlardi. Parmenion, tehlikeyi sezerek vahsi Agrianlari isin içine soktu; Agrianlar saldirinca, Memnones'in parali askerleri savunmaya geçtiler.

Böyle olunca Makedon piyadeler de toparlanip ön cepheden mizraklar firlatmaya basladilar. Yunan parali askerleri ise Persleri kovalamis geri gelen süvariler tarafindan da kusatildilar ama son soluklarina dek savastilar.

Günes ovayi isinlariyla aydinlattigi zaman cesetler yerde üst üste yigilmisti. Veterinerler yarali dorusuyla ilgilenmeye baslayinca, Iskender Bukefalos'unu istedi ve atiyla muzaffer ordusunun önünde bir geçit yapti. Basindaki yaradan ötürü yüzü kan kirmizisiydi; zirhi Spithridates'in kiliciyla yirtilmisti; bedeni de ter ve toz içindeydi ama o anda askerlerinin gözünde o bir ilahti. Hepsi birden, Philippos'un onun dogusunu müjdeledigi gün yaptiklari gibi mizraklarini kalkanlarina vuruyor,

Iskender! Iskender! Iskender! diye coskuyla bagiriyorlardi. Kral gözlerini pezhetairoi saflarinin en arkasina çevirip yetmis yasindaki General Parmenion'un, bedeninde eski savaslarin izleri, elinde kiliciyla yirmilik bir asker gibi durusunu seyretti. Onun yanina gidip atindan indi, generalini kucaklarken askerlerinin haykirislari gökyüzüne ulasiyordu.

eLanuR
11 January 2009, 11:16
Germiyanogullari


Ilk zamanlarda, XIII. asirda Selçuklular'in uç beyleri arasinda Karamanogullari'ndan sonra en kudretlisi ve en büyügü, Germiyanogullari idi. Beylik, 1260 yillarindan 1390'a kadar takriben 130, sonra 28 Temmuz 1402 Ankara muharebesinden 1429 Subatina, kadar tekrar 27 yil olmak üzere takriben 156,5 sene devam etmistir.

Germiyan asireti XIII. yüzyilda ilk defa Malatya taraflarinda görülür. Daha sonra Germiyanogullari, muhtemelen Mogollarin baskisi üzerine Kütahya bölgesine göç etmislerdir. Germiyanogullari bu bölgede Türkiye Selçuklu sultani II. Giyaseddin Mes'ud ve Mogollara karsi bagimsizliklari için mücadele ettiler.

Bu beyligin asil kurucusu Kerimüddin Alisir'in oglu I. Yakub'dur. Yakub Bey ikinci kez sultan olan Giyaseddin Mesud 1302-1310'a tabi olmayarak Ilhanlilarin hakimiyetini tanidi. Kurdugu beyligin merkezi Kütahya idi. Yakub Bey'in idaresindeki Germiyanogullari, Anadolu beyliklerinin en kuvvetlilerinden birisi olup, Bizans bu beylige her yil muayyen bir vergi ve hediyeler göndermekte idi. Devletin baskenti Kütahya sehriydi. 1381'de Kütahya, Simav ve Tavsanli, Osmanlilar'a verilmis, Germiyanogullari, Kula'ya çekilmislerdir.

Germiyanogullari, Bati Anadolu'da mühim yerleri kesin sekilde Bizanslilar'dan fethedip Türklestiren Türkmen hanedanlarinin basinda gelir. Onun için prestijleri çoktu. En genis sekliyle beylik, bugünkü Kütahya, Usak, Denizli, Afyon vilayetleri ile Manisa vilayetinin dogusunu kapliyordu. Bu topraklar 44.000 km2 eder. Aydinogullari'nin da Germiyanlilar'a tabi oldugu düsünülürse, beylik, Ege'ye dayaniyor demektir. 1360'a dogru beylik, 37.000 km2 kadardi.

Germiyanogullari, Afyon ve çevresini Sahib Ataogullari'ndan almislardir. Denizli'de 92 yil saltanat süren Inançogullari, Germiyanogullari hanedanindandirlar. Yakub Bey ise 1314'de Alasehir'i zaptetmis ve haraca baglamistir. Ayni yil içinde Anadolu'ya gelen Ilhanli beylerbeyi Emir Çoban'a itaat etti.

Süleymansah 1361-1387'in saltanatinin ilk yillari sakin geçti. Fakat onun Karamanlilar ile Hamidogullari arasindaki mücadelede, Hamidogullarindan Ilyas Bey'in tarafini tutmasi, Karamanlilar ile arasinin açilmasina sebep oldu. Süleyman Sah bu baski sebebiyle Osmanlilar ile anlasmak istedi. Bu maksadla da kizini Sultan I. Murad'in oglu Bayezid'e vermeyi ve çehiz olarak da bazi sehir ve kasabalari Osmanlilara birakmayi teklif etti.

Yakub Bey 1399'da tutuklu bulundugu Ipsala'dan kaçarak Timur'un yanina kadar gitmeyi basarmistir. Ankara savasi 1402'ndan sonra Timur ona ülkesini iade etti. II. Yakub Bey böylece Timur'un hakimiyetini tanimis oluyordu. Osmanli sehzadeleri arasindaki taht mücadelesinde ise, yegeni Çelebi Mehmed'in tarafini tutmustu. Karamanlilardan Mehmed Bey'in iki yil üst üste yaptigi sefer neticesi ülkesini terke mecbur kalan Yakub Bey, Çelebi Mehmed'in Karamanlilari yenmesi üzerine tekrar beyliginin basina geçmisti (1414).

Kisa bir sükunet devresinden sonra, Yakub Bey ile Karamanlilar, Sultan II. Murad'a karsi Çelebi Mehmed'in öteki oglu Mustafa Çelebi'nin tarafini tuttular. Mustafa Çelebi'nin Iznik'te öldürülmesinden (1423) sonra, Yakub Bey Osmanlilar ile iyi geçinmeyi tercih etti. Yakup Bey erkek evladi bulunmadigi için ülkesini ölümünden sonra Osmanlilara birakti.

Ölümünden sonra Germiyanogullari Beyligi tamamiyla Osmanli Devleti'nin idaresi altina girmis oldu (1429) Germiyanogullari, zamanimiza kadar gelmisler ve Osmanli hizmetinde sadrazamliga, damatliga kadar yükselen birçok sahsiyetler yetistirmislerdir. Germiyanogullari 1. Kerimeddin Ali Sir Bey (12607-1264) 2. I. Yakub Bey (1264-1325) 3. Mehmed Bey (13257-1360) 4. Süleyman Sah Bey (Adil) (13607-1387) 5. II. Yakub Bey (1387-1390) Germiyanogullari sarayi bilim adamlarinin ve sairlerin yüksek himayeye nail olduklari bir yerdi.

Bilhassa Süleyman Sah ve II. Yakub Bey zamanlarinda iktisadi ve sosyal hayat çok gelismis, Kütahya Anadolu beylikleri içinde kültür bakimindan en üst seviyeye ulasmisti. Mimari eserlerin büyük kismi Kütahya'dadir ve bunlardan en önemlisi II. Yakub Bey'in yaptirdigi kendi türbesini de içine alan, medrese ve imaretten ibaret külliyedir.

eLanuR
11 January 2009, 11:16
Göktürkler


Ilk defa Türk adini tasiyan Türk devletidir. Göktürkler, Türklerin atli uygarlik ya da bozkir uygarligindan yerlesik uygarliga geçis döneminde, Türk boylarinin basina geçerek hüküm süren bir hakan sülâlesidir (552-745). Kurduklari devlete de Göktürk Devleti denir.

Baskentleri Orta Asya'da Karakurum yakininda Ötüken kentiydi. Devlet baskanlarina «kagan», hakan soyundan olanlara «tigin» derlerdi. Devletin kurulusunda kagan, Bumin'di. Ülkenin dogu kesimini yönetiyordu. Bati kesiminde ise kardesi Istemi Kagan vardi, ama gelenege göre o, dogu kaganina bagliydi.

Bumin öldügünde yerine ogullarindan biri degil, Istemi Kagan geçti. Göktürkler, saltanati Avarlarin elinden alarak devletlerini kurmuslardi. Bu iki kagan ve onlarin ogullari zamaninda Göktürkler, doguda Kingan Daglari'ndan batida Demirkapi'ya kadar bütün Orta Asya'ya egemen oldular. Iran Sasani hükümdari Hüsrev Nusirevan ile anlasarak Çin ipek ticaret yollarim ellerine geçirdiler. Türk egemenliginin batida yayilmasinda ve Bati Türkistan Türkmenlesmesinde önemli rol oynadilar.

VII. yüzyilin ilk çeyreginde bir durgunluk geçiren Göktürkler, Kutlug Ilteris Kagan zamaninda yeniden canlilik gösterdiler. Ama bu sirada dogudaki Çin tehlikesine, batidan gelen ve Sasani egemenligine son veren bir de Arap tehlikesi eklendi.

VIII. yüzyilin baslarinda, 706'da Kapagan Kagan komuta ettigi Türk ordusu Çinlileri yenerek Türk devletinin durumunu düzeltirken, batida Kültigin Kagan ordusuyla Buhara yakinlarina kadar ilerledi (707). Böylece Türkler batida Araplarla karsi karsiya" geldiler.

Kapagan Kagan 716'da ölünce ogullariyla yegenleri Bilge ve Kültigin arasinda iktidar mücadelesi basladi. Yegenler bu savasi kazandilar ama, ayrilikçi Türk boylari ve Çinlilerle uzun uzun ugrasmak zorunda kaldilar. Kültigin 731'de, agabeyi Bilge Kagan ise 734'te öldüler. Genis bölgeyi elde tutmak iyice güçlesti. Arap baskisina doguda Mogol baskisi eklenince iç ayriliklarin da etkisiyle Göktürk Devleti son buldu (745).

Uygarlik

Göktürkler dönemi, Türklerin bozkir göçebe uygarligindan yerlesik tarim uygarligina geçis dönemidir. Bu dönemde hayvanciligin yani sira tarim da yapilmis, etrafi duvarlarla çevrili kentler meydana getirilmistir.

Kaya resimlerinden anlasildigina göre Göktürkler deri veya keçe çizme ve uzun kaftan giyerlerdi. Savasirken baslarina tulga geçirir, uzun ve egri kiliçlar kullanirlardi.

Göktürklerin, Türk dilinin özelliklerine uygun bir yazilari vardi. 38 harften olusan Göktürk alfabesinde satirlar sagdan sola yazilirdi. Bu alfabe ile yazilmis olan Orhon ve Yenisey yazitlari Türk dilinin VII. yüzyilda gelismis bir kültür dili oldugunu gösterir.

Göktürkler Türklerin ulusal dini olan Samanliga bagliydilar. Basta Gök Tanri olmak üzere doga güçlerine taparlardi. Hakanin hizmet yetkisini Tanri'dan aldigina inanilir, bu görevi iyi bir sekilde yerine getirmesinin de bir Tanri buyrugu oldugu kabul edilirdi.

Yazitlardan anlasildigina göre Göktürklerde ölen bir kimsenin ruhunun bir kus gibi uçup gittigine inanilir ve onun için «yug» denilen törenler yapilir, ardindan agitlar yakilirdi.

Bilge Kagan Yaziti

Bilge Kagan ölümünden sonra oglu tarafindan diktirilmis (735), yazisini da yegeni Yollug Tigin yazmistir. Yazit, piramit biçiminde büyük bir tas kütlesi üzerindedir. Tasin dogu cephesinde 41, dar olan kuzey ve güney cephelerinde 15'er satir vardir.

Bati cephesindeki yazilar Çincedir. Asil metin ve bugünkü sekil olarak yazittan bir örnek: «Üze kök tengri asra yagiz yir kilmdukda ikin ara kisi ogli kilinmis. Kisi oglinda üze eçüm apam Bumin Kagan istemi Kagan olurmis. Olurupan Türk budunung ilin törüsin tuta birmis, iti birmis». (Üstte mavi gök, altta kara yer yaratilinca, ikisi arasinda insanoglu yaratilmis, insanoglunun üzerine atalarim [babam ve dedem] Bumin Kagan ve istemi Kagan tahta geçmisler. Oturmuslar, Türk milletinin ülke ve kanunlarini idare ve tanzim etmisler).

Orhon ve Yenisey Yazitlari

Mogolistan, Sibirya ve Yedisu eyaletlerinde, Orhon ve Yenisey irmaklari yöresinde bulunan bu Türkçe yazitlar, Türklerin devlet anlayisi, yurt sevgisi, devlet görevlilerinin sorumluluklari v.b. konularda da açiklamalar yapar. Orhon'dan Tuna'ya, Yakutistan'dan Gobi'ye kadar olan bölgeye yayilarak, bu bölgenin Türk kültürünü meydana getiren bu yazitlarin ilk zengin grubunu Kuzey Mogolistan yazitlari olusturur.

Bu gruba giren Ongin, Kuli-Çur, Selenga, Karabalasagun, Suci v.b. yazitlarindan baska, büyüklükleri bakimindan su üç yazit çok önemlidir: Bilge Kagan tarafindan 732'de diktirilen Kültigin yaziti, Bilge Kagan oglu tarafindan 735'te diktirilen Bilge Kagan yaziti ve Tonyukuk'un ihtiyarlik yillarinda bizzat diktirdigi (720-725) Tonyukuk yaziti. Diger gruplarda söyle siralanabilir: Yenisey havzasi yazitlari, Altay yöresi yazitlari, Lena ve Baykal yöresi yazitlari, Dogu Türkistan yazitlari, Orta Asya yazitlari, Dogu Avrupa yazitlari.

eLanuR
11 January 2009, 11:17
Harzemsahlar


Türkistan'da Ortaçag'da kurulan Türk devletidir. Türkistan'da Amuderya dolaylarina Ortaçag'da Harizm veya Harezm denirdi. XI. yüzyilin sonlarina dogru bu bölgede kurulan Türk devletine Harizmsahlar ya da Türkçe kolay söylenisiyle Harzemsahlar adi verilir.

Selçuklular Zayif Durumdaysa...

Harzemsahlar soyu Harizm'i yöneten Selçuklu valisi Anus Tigin ve onun oglu Kutbeddin Muhammet ile baslar. Otuz yil Selçuklular adina Harizm'i yöneten Kutbeddin iyi bir yönetici, anlayisli bir siyaset adami idi. Onun zamaninda Harizm büyük bir gelisme gösterdi.

Kutbeddin'den sonra oglu Kizilarslan Atsiz, Harzemsah olarak görevlendirildi. Atsiz ilk zamanlarda Selçuklulara bagli kaldi. Ama bir süre sonra Sencer ile arasi açildiginda bunu firsat bilerek bagimsizligini ilân etti (1142). Fakat bu çok sürmedi. Bir ara gene Sencer'e yenilip ona baglandi. Atsiz böylece, Selçuklular zayif oldugu zaman bagimsizlik ilân edip Selçuklu güçlenince ona baglilik gösterme siyasetini birkaç kez tekrarladi.

Atsiz'in ve Sencer'in art arda ölümünden (1156 ve 1157) sonra Harzemsahlar soyunu sürdüren Atsiz'in oglu Ilarslan ve özellikle onun oglu Tökis, ailenin büyük hükümdari olarak ün kazandilar.

Cengiz'in Karsisinda

Onun oglu Alâeddin Muhammet, Karahitaylari yenerek egemenlik altina aldi (1207). Fakat kurdugu büyük imparatorlugu devam ettiremedi. Bir Mogol kervanini vurmasi üzerine Cengiz ile arasi açildi. Cengiz büyük bir ordu ile Türkistan'a yürüdü (1219). Harizm ordusunu perisan etti.

Alâeddin Muhammet güçlükle kaçip kurtuldu ve Hazar kiyisinda yokluk içinde öldü. Yerine geçen oglu Celâleddin Harzemsah da Cengiz ile savasti, ancak, yenilerek batiya çekilmek zorunda kaldi. Dogu Anadolu'da bir kurt tarafindan öldürüldü ve Harzemsahlar Devleti de böylece sona erdi (1230).

eLanuR
11 January 2009, 11:17
Hitit Mimarisi



Hitit Kralligi mimarisi, eski Dogu Yapi Sanati içinde, hem Bati Anadolu, hem de Mezopotamya mimarligindan ayrilan, önemli ve kendine özgü bir gelisim gösterir. Bu mimarligin kökenleri Anadolu yaylasinin yapi geleneklerine dayanir ve en geç I.Ö. 3. binde, Ilk Tunç Çagi'nda belirgin biçimini almistir.

I.Ö. 2. bin sonunda, Bati Anadolu'nun özgün ev biçimi olan bagimsiz uzun dikdörtgen, önavlulu evi, (Megaron) Iç Anadolu'ya ne denli az girebilmisse Hititler'in büyük tas bloklarindan örülmüs bindirme kemer yapma sanati da tas yönünden zengin olan Troya'da o denli az kullanilmistir. Mezopotamya da çok bol sayida zorlayici bir bakisimlilik sistemiyle yapilmis tapinak ve saray mimarligi da yine Iç Anadolu'daki Hitit Kralliginin ana ülkelerinde görülmez.

Bir yandan karsilikli canli bit ticaret, öte yandan komsu ülkelerle belirgin bir kültür iliskisi kurulmus olmasina karsin, mimarlik alaninda karsilikli etkilenme çok kisitli bir ölçüde gerçeklesmistir. Yalniz, kisa bir süre sonra Hitit egemenligi altina girecek olan Kilikya - Kuzey Suriye bölgesinde karisik mimarlik ögeleri ortaya çikmaktadir. Bu ögeler Hitit Kralligi sona erdikten sonra 1. bin Geç Hitit - Arami Küçük Kralliklari döneminde de varliklarim sürdürmüslerdir.

Bugün, 3. binyil ve 2. binyil basina tarihlenen çok sayida büyükçe yerlesmenin varligi bilinmesine karsin, bunlarin yalniz birkaçi arastirildigindan, yapi sistemleri, görünüsleri ve özellikle yapilari üstünde konusmak olanagi yoktu?. Tüm Önasya'da oldugu gibi, burada da genellikle en eski yerlesme yerleri varligini sürdürmüstür. Bu yerlesmeler ovalara ya da koyaklara açilan dag sirtlarinda, çevrenin kolaylikla gözlenebilecegi yerlere kurulmustur. Bu Höyük ya da Teli olarak adlandirilan yerlesmelerin özgün bir örnegi Firat'in yukari kesiminde Altinova'daki Norsuntepe'dir.

Bu höyük üstünde Iç Anadolu'nun Son Tunç Çagina iliskin simdiye dek bilinen tek sarayi kazilarak ortaya çikarilmistir. Bu sarayda en büyük bölümün erzak depolarina ayrilmis olmasi çok ilgi çekicidir. Bu döneme tarihlenen baska belirgin tapinak ya da kutsal alan simdiye degin bulunmamistir. Savunma sisteminde bir yenilik yoktur: Tarsus'taki testere biçimli sur duvarlariyla agir bir savunma sistemi olusturan Ilk Tunç Çagi sistemi II, 5. binyilda görülen Mersin sistemi ile (Tabaka XVI) karsilastirilabilir. Konutlar kural olarak dikdörtgen, ender olarak da yamuk planli, gelisigüzel yanyana dizilmis odalari kapsamaktadir. Her avlunun kendi dis duvari vardir. Yapi gereci olarak çamur ve kerpiç kullanilmistir, ancak 3. binyil sonuna dogru tastan alçak temellere rastlanir.

2. binyilin ilk yüzyillarindaki örnekler, öncelikle Eski Asur Ticaret Kolonilerinin evleri, is yerleri ve bunlarin kurulmasinda destek saglamis yerli prenslerin saraylari olarak karsimiza çikmaktadir. Kanes, Karahöyük ve Acemhöyük saraylari, bugün bildigimiz kadariyla bir orta mekân ya da avlu çevresine dizilmis odalardan olusmustur.

Kültepe'deki temelleri bulunmus bir yapinin saglam köse çikmalari, yapi ustalarinin anitsal yapi kurma yetenegini kanitlamaktadir. Bogazköy'de de daha sonra Hitit kral sarayinin kurulacagi Büyükkale tepesinde yerli bir prensin konagi (Tabaka IV d) bulunmaktadir. Bu prensin destekledigi Asurlu tüccarlarin kurdugu Karum Hattus bu kale tepesinin etegindedir.

En eski tabakalarindaki mimarlik Bati Anadolu bölgesi kapsami içine giren Beycesultan'da hem Girit mimarligi hem de yukarida adi geçen ve daha geç döneme tarihlenen Hitit sistemleriyle bir dizi benzerlik gösteren bir saray bulunmaktadir (Tabaka V). Karum Kanes ticaret kolonisi evleri tüm yapilariyla Orta Anadolu gelenegindedir : Dörtgen bir avlu çevresinde az ya da çok gelisi güzel dizilmis degisik sayida odalar. Simdiye degin avlunun bir bölümünün üstünün, bir ön avlu olusturacak bir biçimde kapali oldugu görülmüstür, ancak bu Bati Anadolu'daki örneklere benzemez.

Yapilarin kurulmasinda ahsap önemli bir yer tutmaktadir. Duvarlarin önüne dikilmis olan ahsap destekler kerpiç ve kiriktas duvarlarin beslenmesine ya da sik sik rastlanan üst katin agirligini tasimaya yariyordu. Bu dönemin kült yapilarinin varligi yazili kaynaklarla kesinlikle kanitlanmissa da, görünüsleri konusunda bir sey bilinmemektedir. Bunlar kurallara uygun tapmak yapisi olamazlar, daha çok biçimi eve benzeyen kült hücresi ya da bir evin bir odasi olabilirler.

I.Ö. 1600 dolaylarinda Hitit Kralliginin kurulmasiyla yapilarda da birtakim yenilikler" gözlemlenmektedir. Evlerde oda düzenlemeleri ve yapi gereçleri genellikle degismemistir, ama savunma yapilarinda yenilikler vardir. Alisar'da daha çok önce, yan yana dizilmis, çok hafif karsilikli kaydirilmis, düzenli araliklarla burçlarla desteklenmis sandik duvarlardan olusmus anitsal bir duvar sistemi ortaya çikmisti. Bu yapiya Konya Karahöyük'de ve Korucutepe'de daha belirginlesmis olarak rastlanmaktadir; burada Hitit Kralligi'nin tipik sandik duvar sisteminin tüm ögelerinin temel çizgilerinin kuruldugu görülüyor.

Bu kenemden Bogazköy ve Alacahöyük'de saraylar bilinmektedir, ancak bunlar daha sonra Büyük Krallik dönemindeki genis yapi girisimleri sirasinda genis ölçüde yikilmistir. Alacahöyük'de 14 ve 13. yüzyillara özgü ayakli geçitlerle çevrili orta avlu ve bunu çeviren ayri oda topluluklarindan olusan evlerin bu dönemdeki örneklerine yapi kalintilarinda rastlanir. Bunlarin duvar yapisinda bol ocak tasi kullanilmistir.

14 ve 13. yüzyillarda, daha dogrusu Hitit Büyük Kralligi çaginda mimarlik kesin ve yerlesmis özellikler gösterir. Hattusa merkezi bir yönetim sisteminin baskenti olarak mimarlik ve sanat yaraticiliginin odak noktasidir. Burada, hem islevleri açisindan (savunma sistemleri, tapmak, saray) hem de yapi teknigi ve kurulusu açisindan (duvar yapisinin yapisal ve biçimsel kurulusu), yapi sanatinin en etkileyici örneklerine rastlanir.

Yukaridaki Büyükkale ile kentin en alt terasi arasinda 14. yüzyilda kurulmus, Poterneli Sur adim tasiyan kent duvarinin yeniden yapimi sirasinda, yigma toprak üstünde iki kabuklu, tas örgüsünden olusmus bir sandik duvar kurulmustur. Bu duvar düzenli araliklarla dizilmis burçlar ve kulelerle doldurulmus ve poternelerle donatilmistir. Bu poterneler, kenti ana duvarlar altindan öndeki araziye baglayan, Dindirme tekniginde saglam kemerlerden tünel gibi yapilmis, duvarlarin önündeki hendege açilan gizli kapilardir (huruç kapisi).

Biraz degisik bir yapida olmakla birlikte, buna benzer daha eski bir poterneye Alisar'da, daha sonra da Korucutepe, Alacahöyük ve Büyükkaya tepesinde (Bogazköy) ve ayrica Kuzey Suriye'deki birkaç savunma sisteminde rastlanmistir. Hitit baskentinde, 13. yüzyilda bir kez daha bu tür poternlere kentin rahatça genisletildigi yukari kentin savunma sisteminde rastlanmistir. Bu dönemin birkaç kapi sistemi baska bir görünümdedir: Hattusa ve Büyükkale Yukari Kent kapilan, Alacahöyük Sfenksli Kapisi, Alisar Güney Kapisi bir ön avlu bir oda ve iki anitsal kule arasinda çift kapi kanadindan olusur.

Bunlann duvari ya büyük tas bloklarindan çokgen oluklu örülmüstür ya da kesme tas olarak tabakalanmistir; iki çesidin birbirine karistigi da görülür. Kapi söveleri ortostatlidir, bunun üstüne ya tek bir tastan yontulmus kapi kirisi uzatilmistir ya da Hattusa Yukari Kentindeki dört kapida oldugu gibi bindirme tekniginde parabol biçimli bir kemer oturtulmustur. Bu kemer biçimi, kabartma duvar süsleri, duvarin kente bakan yüzündeki genis duvar ayaklari ve kapilarin bakisimli plani Hitit mimarlarinin yaraticiligini kanitlar.

Büyük Hitit Kralligi saraylar da bu konuda benzer kanitlar vermistir. Büyükkale ve Alaca Höyük'de saraylardaki bagimsiz yapilarda düzgün bir oda planlamasi uygulanmasi ve bagimsiz kurulmus geçitlerle çevrili avlular çevresine toplanmis bagimsiz yapilarin ustalikla birlesmesi gibi özellikler görülür. Büyük Hitit tapinaklari da ayni özellikleri gösterir. Simdiye degin bulunmus bes yapi da kralligin baskentindedir, hepsi ayni oda gruplarindan olusmus ve ayni düzende kurulmustur.

Dis görünüsleri bakimindan birbirlerinden kesinlikle ayrilmalari ise, yapi ustalarinin kati yapi kurallarina bagli kalmadiklarinin yeterli bir kanitidir. Kapi, avlu, önavlu, cella, cella ön odasi ve yan odalari tüm yapilarda kullanilmis ögelerdi?. Kapidan geçen yol dogrudan dogruya avluya girer. Cella'ya hiçbir zaman dogrudan dogruya Önavludan girilmez, ancak önavluya açilan birkaç yan odadan girilir.

Kült odalarindan olusan grup tüm yapinin içinde belirgin olarak ayrilir. Odalara ve oda gruplarina ne de tüm yapiya bir bakisim düzeni egemen degildir. Yalniz Tapinak Tin kapisi ve depolarin olusturdugu çembere giris bakisimli yapilmis ve bu nedenle de kent kapilari gibi anitsallik kazanmistir.

Temiz bir isçilikle yerlestirilmis .ve birlesme oluklari iyice kapanmis yer yer bes metreyi geçen kireçtasi bloklardan kurulmus ortostatli duvar döseginin yapi özellikleri el becerisi, ustalik, etkileyici bir görünüme ve dayanikliliga ulasma istegi belirtir. Tapinagin ve depolarin tüm dis duvarlarini bölen genis duvar çikintilari da özgün biçimlendirme ögeleridir.

Kütlesel temel dösekleri üstünde bugün de görüldügü gibi, bu çikintilar kerpiç duvar boyunca dama kadar yükselmekteydi. Bunun disinda bu çikintilara ya da duvar ayaklarina hem birtakim odalarin iç duvarlarinda hem de Hattusa Yukari Kent surlarinin kapi ve kulelerinde rastlanmaktadir. Bu, baskentin büyük devlet yapilarinda birkaç kâti kapsayan yüksek duvarlarinda kullanilmis bir yapi türü, ahsap hatil sistemiyle desteklenmis kerpiç duvar yapisidir.

Bu tür duvarlarin ayrintili biçimi konusunda kanitlar azdir. Keramikler üstündeki betimler ve kabartmalar duvarlarin bölümlenmesi, pencere burç ve mazgallarin biçimleri için ipuçlari verir. Yazili belgelerde üstüne çikilabilen düz damdan sik sik söz edilmektedir. Bu anitsal tapinaklar disinda simdiye degin çok az sayida Hitit kült yeri kanitlanmistir. Yazilikaya, bir grup dogal kaya odasinin kabartmalarla süslenip ek yapilarla genisletilmesi sonucunda olusmus bir dogal kutsal alandir.

Eflatunpinar aniti bir kaynak kutsal yeridir. Alacahöyük'deki sarayin bir bölümü de tapinak olarak yorumlanabilir, çünkü Hitit Büyük Krallik Çaginda bile konutlarda tek odali kült hücreleri oldugu varsayilmalidir.Yapi sanatinin Anadolu yaylasi disina yansimasi sinirli olmustur. Hatti kralligina siki sikiya bagli Kilikya'da Mersin savunma sistemi ve Tarsus saraylari baskent mimarligiyla kesin iliskiler gösterirken, Kuzey Suriye bölgesinde benzer etkilerin önemsiz kaldigi gözlemlenmektedir. Kargamis ve Sam'alda 2. binyil tabakalarinda yapi üslubu daha kazilarda ortaya çikarilmadigindan bu sav simdilik çekingenlikle geçerlidir.

I.Ö. 1200'de Büyük Hitit Kralliginin yikilmasindan sonra Iç Anadolu Bati'nin etkisine girer. Bu, bundan sonraki yüzyillarin mimarligina yansiyan bir gelismedir. Güneydoguda Geç Hitit-Arami beylikleri kurulmustur. Kuzey Suriye, Hitit ve Arami özelliklerinin birlesmesi sonucu mimarlikta kisa süreli bir olgunluk çagi yasanmistir.

Karkanus'tan iki örnekte görüldügü gibi, tapinak yapisinda Kuzey Suriye'nin küçük tek odali sisteminin gelenegi sürdürülmektedir. Hatay bölgesinde Teli Tayinat'daki önavlu, adyton (en kutsal oda) ve cella planiyla Ege bölgesinin Megaron'unu animsatan uzun dikdörtgen tapinagin bu bölgede I.Ö. 2. binyil içine tarihlenen öncüleri vardir. Saraylar genellikle ön avlu, buna genislemesine yerlestirilmis ana oda ve birkaç yan odayla Hilani olarak karsimiza çikmaktadir.

Hilaninin kapali biçimi, genislemeyi olanaksiz kiliyordu, ancak birkaç Hilaninin birlestirildigi büyük yapilar vardir. Önyüzü iki ya da üç sütunla bölünmüs olan Hilani önavlusu Büyük Krallik döneminin tapinaklarinin önavlusuna, Hilammar'a benzerlik göstermektedir. Savunma sistemlerinde, örnegin Sam'al'da Anadolu yaylasinin iki yüksek kule arasinda dar kapi odali kapi tipine rastlanirsa da, ana kapi arkasina genislemesine yerlestirilmis odasi olan kapi daha yaygindir.

Bu sistemde, Karatepe'de elverissiz arazide oldugu gibi, kapi odasinin kulelerden uzaga çekildigi de görülmüstür. Kent planinin, örnegin" Sam'alda oldugu gibi, geometrik bir biçim almasi da degisik bir özelliktir. Bu dönemin mimarliginda, özellikle çok sayida resmi yapi, saray, tapinak ve anitsal kapilardaki ortostatlarda görülen kabartma süslemelerde bakisimli düzenlemelerin kullanilmis olmasi degisik bir yaraticilik gücünü göstermektedir. Buna karsilik Hitit ana ülkesinden yalniz Alaca Höyük'de Sfenksli Kapi'da bu tür kabartma süslerin varligi bilinmektedir.

Kuzeydeki 2. binyil süssüz sütunlan yerine, Toroslarin bu tarafinda 1. binyilda yontularla ve geometrik bezemelerle süslü tabanlara oturtulmus sütunlar ortaya çikmistir. Büyük Hitit Krallari'nin baskentinin agir ve içe dönük yapi sistemleri karsisina güneyde 400 yil sonra süslü, bagimsiz yapilardan olusmus hafif dokuda bir mimarlik çikmistir.

eLanuR
11 January 2009, 11:18
Hazarlar



Ortaçag'da Güney Rusya'da imparatorluk kuran Türkler (468-965). Hazarlar, Bati Hun Devleti yikildiktan sonra onun kalintilari üzerinde devlet kurdular. Devletin agirlik merkezi Kirim ve Volga dolaylariydi. Bu durumda doguda Sasanîlerle (Iran), batida Bizanslilarla iliskileri vardi.

627'de yapilan Bizans-Iran savasinda Hazarlar Bizans'i tuttular. VII. yy.da sürekli olarak Müslüman Arap saldirilari karsisinda kalan Bizans Imparatorlugu Hazarlardan yardim istedi. Bizans'in yardimina kosan Hazarlar bu yüzden Müslüman Araplarin düsmanligini üzerlerine çektiler.

Arap-Hazar çatismasi

Doguda Hazarlarin etkisi Kafkaslar'in güneyinde Kura Irmagi'nin ötesine kadar uzaniyordu. Araplar bu kesimde Hazarlara saldirdilar. Mervan bin Muhammet kumandasindaki güçlü bir Arap ordusu Hazar illerine girdi, Hazar ordusunu yendi (737). Bu yenilgi sonucunda Hazarlar kuzeye çekildiler. Fakat bir süre sonra güçlenen Hazarlar yeniden güneye sarkarak Ermenistan ve Azerbaycan'i ele geçirdiler (765).

Hazarlar IX. yy.in sonlarina dogru zayifladilar. Sürekli Rus saldirilari sonucunda Hazar Devleti dagildi. Bir ara Musevîligi kabullendikleri için Hazar krallarinin çogunun adi Yahudi adidir: Hizkiya, Menase, Hanuka, Ishak, Harun, Menahem, Benyamin v.b.

Hazar Uygarligi

Hazarlar yari göçebe, yari yerlesik yasayan Türk boylarinin meydana getirdigi bir kavimler topluluguydu. Genellikle yazin kirsal alanlarda çadirlarda, kisin kentlerde otururlardi. En büyük kentleri Itil, Saksin, Belencer, Sarkil ve Semender'di. Baskent Itil (simdiki Astrakhan) Volga agzinda çok büyük bir ticaret merkeziydi. Itil'de hakanin tugladan yapilmis bir evi vardi; hakandan baskasi tugladan ev yaptiramazdi. Hazarlar ölülerini Oguz Türklerinde oldugu gibi suya atarlardi.

eLanuR
11 January 2009, 11:19
Hunlar


Orta Asya'da ve Avrupa'da devlet kuran Türk boyudur. Osmanli hanedani disinda Türklerin basinda hüküm süren en uzun ömürlü ve en önemli hanedan Hunlardir. Onlari dört önemli topluluk olarak ele alabiliriz.

Orta Asya Hunlari, ilk büyük Hun hakanligidir (M.Ö. 220-M.S. 216). ilk büyük hükümdarlari Teoman Yabgu'dur. Oglu Mete (Oguz Han da denir), M.Ö. 209'da Teoman'in yerine tahta geçti. 35 yil hükümdarlik etti. Bütün Türk, Mogol, Tonguz, Altay Türklerini buyrugu altinda topladi. Devletinin sinirlari Büyük Okyanus'tan Hazar Denizi'ne, Tibet ve Kesmir'den Kuzey Sibirya'ya uzaniyordu.

Volga Hunlari, M.S. 48'de devlet ikiye bölündü, sonra da göçler sonucu dagildi. Çesitli Türk boylarinin birbiri üzerine yaptigi baskilarla zayiflayan önemli Hun boylari batiya göç etmege basladilar. Bunlarin bir bölügü Volga ile Ural irmaklari arasinda bir devlet kurdu (M.S. 374). Hakanlari Balamir Han'di. Avrupa Hun Devleti, M.S. 425'te kuruldu. 454'e kadar yasayan bu devletin en büyük hükümdari Attilâ idi. 9 yil süren saltanati sirasinda 4 milyon km2'lik bir toprak üzerinde dünyanin en büyük imparatorlugunu meydana getirdi.

Hindistan Hunlari (Akhunlar), ise Mogollarla karisarak güneye inen ve orada VII. imparatorluk hanedanini kuran Hunlardir. 3,5 milyon km2'lik bir bölgede 71 yil Hindistan'a egemen olduktan sonra dagildilar.

Attilâ ve Azizler

Attilâ iktidarindan ve Hun gücünden korkan Hiristiyan inancina göre Attilâ'nin atinin bastigi yerde ot bilmezmis. Attilâ'nin Avrupa'ya saldigi korku yüzünden, kilise ona direnme cesaretini gösterenleri azizlige yükseltti: Paris'i kurtaran Azize Genevieve; Romalilari yardima çagiran Orieans piskoposu Aziz Aignan, Roma'ya ilismemesi için Attilâ ile pazarliga girisen papa Leo I bunlar arasindadir.

Hun uygarligi

Ordu örgütlemeyi, savasmayi, at yetistirmeyi çok iyi bilen Hunlar, büyük bir uygarliga sahipti. Tahta evlerde oturur, deriyi isler, dokuma yapar, siir ve edebiyatla ugrasirlardi. Avrupa'ya Asya uygarliginin önemli ögelerini ve özelliklerini onlar götürdüler.

eLanuR
11 January 2009, 11:19
Hititler


Hititler'in Anadolu'ya göç tarihleri kesin olarak bilinmemektedir. MÖ 2000 yillarinda Hint-Avrupa kavimlerinin doguda Kafkasya üzerinden Anadolu'ya girdikleri en kabul gören tezlerdendir. Tezlerden bir digeri Çanakkale Bogazi'ndan, bir baskasi ise, Karadeniz'den geldikleri varsayimidir. Yeni gelenler yerli Anadolu Hatti Beylikleri'ni egemenlikleri altina almislar, kismen politik ve askeri, bir dereceye kadar da ekonomik gücü ellerinde tutmuslardir.

MÖ II.bin baslarinda, Yukari Mezopotamya'daki Assur sehrinin zengin tüccarlarinin Anadolu ile yogun bir ticari iliskiye girmis olduklarini görüyoruz Orta Anadolu'nun genis topraklari üzerinde kurulan küçük krallik veya beylikler, "Karum" adi verilen pazar yerleri ile son derece canli birer ticaret merkezleriydiler.

Assurlu tüccarlarla birlikte gelisen bir baska ve çok önemli olgu ise, MÖ II. bin de Anadolu'da bilinmeyen fakat Mezopotamya'da MÖ 3000 yilindan beri kullanilan çivi yazisinin Anadolu'ya gelisidir. Böylece Anadolu tarihi çaglara girmektedir. Kilden yapilmis tabletler üzerine yazilan mektuplardan, Assurlu tüccarlarin Anadolu'ya kumas, koku ve kalay madeni getirerek yerli krallara ve halka sattiklarini, karsiliginda altin, gümüs ve bazi tunç malzeme aldiklarini ögreniyoruz.

Koloni Çagi'ni izleyen Eski Hitit (M.Ö. 18.yy.) ve Büyük Hitit Kralligi dönemleri sonunda, takriben 1200 yillarinda batidan gelen ve Deniz Kavimleri diye adlandirilan topluluklarin istilasi ile Hitit Imparatorlugu son bulmus ve Hititler yasamlarina sehir beylikleri halinde devam etmislerdir.

Baskentleri: Hattusa

Anadolu'da ilk kez organize devlet kuran Hititleri'in baskenti olan Bogazköy (Hattusa), daglik-engebeli bir arazi kurulmus olup Çorum,a uzakligi 82 km'dir. Bogazköy'ün gerçek tarihi M.Ö. 1900'den az sonra baslar. Geç Hitit ve Asur belgelerinden ögrendigimize göre Bogazköy; Hattustu ve Pijusti adli krallarla son bulan bir hanedanligin merkezi idi. M.Ö. 19. ve 18. yy.'da Hitit öncesideki dönemde Bogazköy'de, Hattiler ve Asurlu tüccarlar da konaklamaktaydilar.

Sehirde Asurlu tüccarlarin ticaret yaptiklari "karum" denilen bir pazar yeri bulunmaktaydi. Bogazköy, M.Ö. 1200 yillarina kadar Hititler'in baskenti olma özelligini korumustur. Ilk Hitit krali olarak Hattusa'li anlamina gelen Hattusili'yi görüyoruz. Kentin asil merkezini büyük kale teskil eder. Büyük kalenin kuzeybati yamacinda Hitit Imparatorluk dönemine ait özel evler ile Büyük Mabed'in yer aldigi "asagi sehir" bulunmaktadir.

Sehrin güney kismini teskil eden "yukari sehir"; M.Ö. 13. yy krallari tarafindan yapilmis sandik seklindeki surlarla çevrilmistir. Bu surda Kral Kapisi, Potern, Sfenskli Kapi, Aslanli Kapi yer almaktadir. Yukari sehir içinde Yenice kale ve Sarikale tahkim edilmis olarak yapilmistir. Hitit Kralligi; M.Ö. 1200'deki Deniz Kavmi Göçleri sonunda Trak asilli kavimlerin baskilari sonucu yikilmis olup, dolayisiyla Bogazköy de baskent olma özelligini kaybetmistir. M.Ö. 750 yilinda Friklerin yerlesimine sahne olmustur.

Hellenistik çagda ise Bogazköy; büyükçe bir yerlesim alani olmaktan öte gidememistir. Bizans çaginda da iskan edildikten sonra Bogazköy'e 18. yy.'da bugünkü sakinleri yerlesmistir. Antik Hattusa harabeleri ile Yazilikaya Açik Hava Mabedi birer açik hava müzesi olarak önem tasimakta olup, ayrica; Milli Park projesi kapsamina alinmis ve Dünya Kültür Mirasi listesine dahil edilmistir.

COGRAFYA

Küçük Asya'ya I.Ö. 2. binyilin baslarinda gelen Hititler egemenliklerini I.Ö. 13. yüzyil sonlarina kadar sürdürdü. Bu uygarliga ait kalintilar Anadolu'nun büyük bir kesimine yayilmis olmakla birlikte, günümüzde özellikle dikkat çekenler Bogazkale, Yazilikaya, Alacahöyük ve Ortaköy gibi Hitit merkezleri.

Konya'nin Halkapinar ilçesine bagli Aydinkent köyü yakininda Ivriz Kaya Kabartmasi, Kayseri'nin Develi ilçesine bagli Gümüsören köyündeki Fraktin Aniti gibi Hatti kalintilarinin yani sira Gaziantep'in Islahiye ilçesindeki Zincirli Höyük, Karkamis, Adana'nin Kadirli ilçesindeki Karatepe gibi geç Hitit beyliklerine ait kalintilar da görülmeye deger. Hitit kazilarindaki buluntularin büyük bir kisminin sergilendigi Ankara Anadolu medeniyetleri Müzesi, Hititlerin izini sürenlerin ilk duragi.

KÖKENLERI

Indo-German kökenli Hititlerin tarih sahnesine çikip Isa'nin dogumundan 20 yüzyil önce KüçükAsya topraklarinda yaptigi islerde, Isa'nin dogumunda 20 yüzyil sonrasinin insanlari bizler için de ibret alinacak çok sey bulunur. Çünkü Hititolog Albrecht Götze'nin dedigi gibi "Avrupali uluslarin kültür dünyasinda görünmeleri Hititlerle baslar; bu da onlarin ilginçligini daha da arttirmaktadir" Hititler kuzeydogudan mi gelmislerdi, yoksa kuzeybatidan mi?

Bunu henüz kesinlikle ögrenemedigimiz gibi, geldikleri zaman asil adlarinin da ne oldugunu bilmiyoruz. Kuskusuz birkaç bin kisiden fazla degildiler, fakat buranin yerli halki Proto-Hatti'lerden daha gelismis ve daha becerikli olduklari hemen anlasiliyor. Meydana çiktiklari andan itibaren siyasal yönetim ile askeri güç arasinda çok ender dengesizlikleri var. Baska bir deyisle, öylesine güç kazaniyorlar ki, yayilmalarina karsi çikmayi kimse göze alamiyor. Ayrica siyasal açidan büyük yetenek sahibi olduklari besbelli. Öyle ki, çigneyip geçtikleri uluslari köle yapmiyorlar, aksine onlari bir sadakat iliskisi içinde eritmeyi basariyorlar.

BOGAZKÖY (HATTUSAS)

Orta Anadolu'da küçük bir sehrin I.Ö. 1700'lerde sonu gelmis gibiydi. "Hattus sehrini geceleyin yaptigim bir saldiri ile aldim. Yerine yaban otu ektim. benden sonra her kim kral olur ve Hattus'u yeniden iskan ederse Gökyüzünün Firtina Tanrisinin laneti üzerine olsun" Kussara sehri krali Anitta bu dilegini bir tablet üzerine çiviyazisiyla yazdirdi. Ancak Hatti kralligi'nin ve baskenti Hattus'un yerle bir edilisi üzerinden yüz yil bile geçmeden, yine Kussara kökenli bir soylu, sonradan aldigi adiyla 1. Hattusili, bu tehdidi kulak arkasi yaparak burayi Hitit Kralligi'nin baskenti yapti ve 400 yildan uzun bir süre, antik dünyanin süper gücü olarak varligini sürdürecek bir imparatorlugun merkezi haline getirdi.

1834'te Texier, Bogazköy harabelerini görmüs, Hattusas'i tanimisti, ve 1907'de Winckler Hattusas'in Hitit Imparatorlugun baskenti oldugunu tanitladi Medeniyetlerin yogruldugu bir kazandi Anadolu, Hattusha da tam ortasindaydi onun. Geçtigimiz yüzyilda fark edildi, ancak yüzyilimizin basinda Hitit baskenti olarak tanimlandi. Bugün, UNESCO'nun Dünya Kültür Miraslari listesinde ve bu kazilar Anadolu'nun Karanlik Çag'ini aydinlatmayi sürdürüyor.

ANADOLU'NUN DILI

Hattusa'da bulunan belgeler, Anadolu'da ayni dönemde (I.Ö. 2. bin yilda) Hint-Avrupa dillerinin en eskisi Hititçeden baska, yine ayni dil grubuna ait Luvi ve Pala dillerinin, ayrica Hurrice, Hattice ve Akadca'nin yazi dili olarak kullanildigini gösterir. Hepsi de çiviyazisiyla yazilan bu dillerde her isaret bir heceyi simgeler. Hititlerin kullandigi bir baska yazi da Luvi dilinde yazilan ve hiyeroglif denen resim yazisiydi.

Misir hiyerogliflerinden tamamen farkli olan bu biçimde heceler hatta kelimeler tek bir isaretle temsil edilebiliyordu. Hiyeroglif daha çok mühürlerde ve kaya anitlari gibi büyük yazitlarda tercih edilirdi ve büyük olasilikla daha büyük kesim için anlasilabilir nitelikteydi. Hititlerde okuryazarligin yalnizca küçük bir gruba ait beceri oldugu kabul edilir. Çiviyazisini krallarin bile okuyamadiklari, aldiklari mektuplarin sonunda yer alan ve yaziciya hitap ettigi anlasilan "sesli oku" ibaresinden anlasilir.

BIN TANRILAR TOPRAGI

Antikçagin pek çok toplumunda oldugu gibi Hiitlerin de çok tanrili inanç sistemleri vardi. Yendikleri komsularinin tanrilarini kizdirip, gazaba ugramaktansa, armagan ve dualarlaonlara saygilarini dile getirip panteonlarina, yani kendi tanrilari arasina almayi gelenek haline getirmislerdi. Bu da zamanla yabanci inançlarin Hitit dininde etkinlik kazanmasina sebep oldu. Hitit inancinda, özellikle komsu Mitanni ülkesi halki Hurrilerin etkisi önemli boyutlardaydi. Hatta bir dönem kendi tanrilarini bile Hurrice adlarla andilar.

Her sehrin bir bastanrisi, her kralin bir koruyucu tanrisi vardi. Ülkenin en büyük iki tanrisi Göklerin Firtina Tanrisi Tesup ile Günes Tanriçasi Hepat'di. Bunlar bölgelere göre degisik isim aliyorlardiysa da, ayni tanri-tanriça esasina dayanan bir inanç tüm ülkede geçerliydi. Devletin en üst düzey yöneticisi, askeri önder ve yüksek yargiç olan Hitit krallari, ayni zamanda Firtina Tanrisi'nin yeryüzündeki temsilcisi sayilir, öldüklerinde de tanri katina yükselir.

KADES SAVASI

Misir'in üstünlügünü yeniden kurmakta olaganüstü atilimlara girisen II. Ramses ve eskiçagin bu en güçlü hükümdarinin karsisina dikilmesi gereken de Muvattalis'ti. Yalnizca piyadelerin savastigi dönemler, I.Ö. 2000. binyilin ortalarinda kalmisti, çünkü artik savas arabalari kullaniliyordu.

Misirlilarin hafif ve sürücü disinda yalnizca bir savasçinin binebilecegi arabalarina karsi, Hititlerin daha agir ve sürücü disinda iki savasçi tasiyabilen arabalari vardi. Bu arabalar, Misirkilarinkinden daha agir olmakla beraber, üzerindeki savasçi sayisi açisindan orduya üstünlük sagliyordu. Misir kaynaklarina göre Kades savasina giden Hitit ordusunda 3 bin 500 araba, ve 17 bin yaya asker bulunuyordu.

KRONOLOJI

Krallarin egemenlik sürelerini gösteren tarihler Dr. Sidney Smith ve Prof. Albrecht Götze'nin çalismalarindan alinmistir. Kesin yillarin eksik oldugu yerlerde, ortalama insan ömrüne göre yapilmis bosluklari zaman bakimindan ihya edilmesi çalismalari Dr.O.R. Gurney'e aittir. Dr. Gurney 1590 ve 1335 tarihlerini her bakimdan güvenilir saglam yillar saymaktadir. Öteki tarihlerin hepsi, yaklasik olarak dogru kabul edilmektedir.

Tesup: Boga, Hititlerin en büyük tanrisi Tesup'un kutsal hayvani ve simgesiydi. Bogazköy'de bulunan, sunu kabi formundaki bir çift boganin kosum kayislariyla betimlenmesi, Firtina Tanrisi'nin arabasina kosulu olabileceklerini akla getiriyor.

eLanuR
11 January 2009, 11:20
Karamanogullari



Orta Anadolu'nun güneyinde yasayan bir Türkmen boyunun kurdugu beylik.

Mogol istilâsindan kaçarak Anadolu'ya gelen bu Türkmen boyu, Keykubat I tarafindan Ermenek bölgesine yerlestirilmisti (1228). Selçuklu Devleti yikilinca Karaman Bey bagimsiz bir beylik kurdu. Karamanogullari Selçuklularla, Mogollarla ve Osmanlilarla uzun süre mücadele halinde kaldilar.

1397'de Yildirim Bayezit Konya'yi alarak Karamanoglu Ali Beyi öldürterek beylige son verdi. Fakat, Ankara Savasi'ndan sonra Karamanoglu Mehmet Bey beyligi yeniden kurdu (1402). Mehmet Bey 1407'de Türkçe’yi resmî dil ilân ederek Fars-çayi resmiyetten kaldirdi. Murat II'nin Anadolu Seferi Karamanogullarini da bas egmek zorunda birakti. Osmanlilarla anlasma yapilarak Kosova Savasi'na asker gönderdi. Fakat Murat II ölünce genç Fatih'in tahta geçmesinden yararlanmak isteyen Karamanogullari yeniden baskaldirdilar. Fatih Sultan Mehmet buna saldiriyla karsilik verdi; bu saldiri sonunda Karaman halki Istanbul'a sürülerek sehirler yagmalandi. 1471'de yapilan ikinci saldirida Aksaray, Eregli ve Çarsamba halki da Istanbul'a sürüldü.

Fatih 1473'te Otlukbeli'nde, Uzun Hasan'i yendikten sonra Karaman ülkesini temelli ele geçirdi. Sadece Içel'de beylik süren Karamanoglu Kasim Bey kaldi; o da Cem Sultan'in tarafini tutunca Bayezit II tarafindan öldürtüldü (1483).

eLanuR
11 January 2009, 11:20
Karahanlilar




Bati Türkistan'da kurulmus Türk devletidir (X.-XI. yy.).

Karahanlilar adi, hem bir Türk hükümdar sülâlesinin, hem de bu sülâlenin kurdugu devletin adidir. Bu hanedandan Abdülkerim Satuk Bugra Han'in kurdugu devlet Îslâm dinini benimsemekle Türk tarihinin uzun yillar süren Samanlik dönemini kapatmis oldu. Bu devletin bir baska önemli yani da, Türklügün agirlik merkezini Türkistan'in daha batisina, Yakindogu'ya dogru kaydirmis olmasidir. Bu olay bir süre sonra Yakindogu'da baslayacak olan ve Anadolu'nun Türklesmesine yol açan Selçuklu hareketine olanak hazirlamistir.

Karahanlilar, VI. büyük Türk hakanligi hanedanidir. Kurduklari imparatorluk Aral Gölü'nden Çin sinirina kadar uzaniyordu. Baskent baslangiçta Kâsgar'di. Karahanlilar Büyük Kagan'i tanimakla birlikte bagimsiz bir devletti. Ama çok geçmeden dogu ve bati olmak üzere ikiye ayrildi.

Satuk Han'dan sonra, daha yedi hanin idaresinde yüz yillik bir egemenlik süren Karahanlilar XI. yy.in ortalarina dogru (1040) Selçuklulara bagli bir devlet oldu. Büyük hakanlik taci böylece Selçuklulara devredildi. Karahanlilar Devleti'nin dogu bölümü Karahitaylarin, bati bölümü Selçuklularin himayısesinde bir süre daha yasamistir.

Türk Dilinin Ilk Anitlari

Türk uygarlik tarihinde Karahanlilarin yeri çok önemlidir. Çünkü, tarihin ilk en büyük edebî anitlari Karahanlilar döneminde ve o zaman Kâsgar'da konusulan Hakaniye diyelegiyle yazildi. Bunlar, Kâsgarli Mahmut'un yazdigi Divanü Lûgat-it-Türk (Türk Dili Sözlügü), Yusuf Has Hacip'in Kutadgu Bilig (Kutlu Olma Bilgisi), Edip Ahmet'in Atebet-ül-Hakayik (Gerçeklerin Esigi) adli eserleridir.

eLanuR
11 January 2009, 11:21
Keltler



Tarihöncesi ve ilkçag döneminde yasayan Avrupa kavimlerinin bir bölümüdür. Dört bin yil kadar önce Keltler, anavatanlari olan Orta Avrupa'dan göç ederek özellikle Britanya Adalari'na, Ispanya'ya ve Galya'ya yerlestiler. Savasçi ve avci olduklari kadar mükemmel çiftçiydiler. Tekerlekli pullugu ve fiçiyi icat ettiler. Yayilmalari batida, Bronz Çagi'nin sonuna ve Demir Çagi'nin basina denk gelir. Sayisiz göçleri sirasinda Yunanlilarin, Etrüsklerin, Italyotlarin tekniklerini benimsediler; kazanciligi ve çömlekçiligi gelistirdiler. Onlarin yaptigi yollara sonradan Romalilar tas döseyecekti.

Çogu zaman birbirine rakip kabileler ve klanlar halinde toplanmis olan Keltler, gerek yasama biçimi, gerek kültür yönünden özgün bir halkti. Ürünlerin koruyucusu sayilan kir tanrilarina taparlar, geleneklerin koruyucusu olan hem kâhin, hem yargiç niteligindeki din adamlarinin (drüitler) yönetiminde yasarlardi.

M.S. I. yy.da Romalilar tarafindan kismen yikilan Kelt uygarligi, gene de, Ortaçag'a kadar yasayageldi. Bugün bile, bazi Breton ve Irlanda törelerinde bu uygarligin varligini sürdürdügü görülür.

eLanuR
11 January 2009, 11:22
Kavimler Göçü


M.Ö. III. yy. ile IV. yy. arasinda Avrupa'yi istilâ eden, Akdeniz dünyasina yabanci kavimlerin akimi.

Miladin ilk yüzyillarinda, Roma imparatorlugu döneminde, Ren ve Tuna nehirlerinin ötesinde Germenler yani, Burgondlar, Franklar, Alamanlar, Vizigotlar, Ostrogotlar yasiyordu. Bunlar mükemmel savasçi olduklarindan kendilerinden korkulan kavimlerdi. Kabileler halinde toplanmislardi ve kaynaklari yetersiz, yoksul topraklardan geçimlerini saglamaga ugrasiyorlardi. Açligin dürtüsüyle, yeni yeni otlaklar aramaga çiktilar ve II. yy.dan itibaren, zenginlikleri karsi konulmaz biçimde onlari çeken Roma Imparatorlugu topraklarina zorla girmege basladilar.

Sinirlarda ve Imparatorlukta

Miladin ilk yüzyillarinda Avrupa'ya korku salan ve kendilerine batililarca barbarlar da denen (Yunanca «yabanci» [Yunanli olmayan] anlamina, barbaros sözcügünden) bu kavimlerin yikici akinlarini önlemek için, Roma imparatorlari sinirlari tahkim ettiler. IV. yy .a kadar, Germenleri püskürtmeyi basardilar ve aralarindan birçogunu tutsak aldilar. Bu tutsaklari, ya ekilmemis topraklarda köle olarak ya da orduyu güçlendirmek için asker olarak kullandilar. Böylece, bu yagmacilarin bazilari köylü oldu; bazilari da, bati ordulari baskomutanligina kadar yükselen Vandal Stilicho (360-408) gibi. Roma subayligi rütbesine çiktilar.

Büyük Istilâlar

IV. yy. sonlarinda, Ren ve Tuna nehirleri boyunca, büyük bir barbar baskisi kendini göstermege basladi. Bu baski, krallari Atillâ'nin yönetiminde, Asya'dan gelen Hunlarin etkisiyle olusmustu. Hunlardan kaçip kurtulmak için Vizigotlar 376 yilinda Tuna Nehri'ni astilar. «Got zehiri» artik, imparatorluga girmis oluyordu: 200,000 savasçi, Roma eyaletlerini yagma etti ve 410 yilinda Roma'yi ele geçirdi.

Bu tarihten kisa bir süre önce, çesitli kavimler, 406 yillarindan itibaren, Ren Nehri'ni asmis, Galya'ya girmis, sonra Ispanya ve Kuzey Afrika'ya geçmislerdi. Bir yüzyil sonra. Bati Roma Imparatorlugu ortadan kalkti, topraklari istilâcilarin eline geçti. Barbar krallar artik duruma egemen olmuslardi. 496 yilinda Hiristiyanligi benimseyen Clovis, Frank monarsisini kurarak Galya'da hüküm sürdü. Barbarlar yeni bir dünya düzenlediler ve böylece Ortaçag basladi.

eLanuR
11 January 2009, 11:22
Lelegler




Antik çaglarda Ege'de "Karia" olarak adlandirilan bölge, Bodrum Yarimadasi dahil, kabaca günümüzdeki Mugla ilini içine alan bir bölgeydi. Bati Anadolu'da eski Yunanlilar'dan önce "Mis"ler, "Leleg"ler ve "Kar"lar oturuyorlardi. Misler Anadolu'nun kuzeybatisinda, Karlar güneybatida, Lelegler de Bodrum Yarimadasi'nda yasiyorlardi. Eski Yunan kaynaklarina göre bu iki halk, (Karlar ve Lelegler), Pelasg'larla birlikte Ege'nin en eski halkiydi. Daha sonralari Karia'mn kuzey kiyilarini Ionlar, güney kiyilarini da Dorlar ele geçirmislerdi.

Lelegler hakkinda bilgi veren ilk en önemli kaynak, ünlü tarihçi Herodot... Onun anlattigina göre, eski Yunanlilar Miletos'a ilk geldiklerinde burada Karialilar bulunuyordu. Giritliler, ona "Karialilar'm eskiden adalarda oturdugunu, destanlarda adi geçen Girit Krali Minos'a bagli bulunduklarini ve daha o zamanlarda bile 'Lelegler' diye anildiklarini" kendi masalsi bilgilerinden aktarmislardi. Tarihçinin Giritlilerin agzindan yaptigi bu aktarmanin önemi, daha sonra ayni bilgiyi Karialilar'm agzindan da yapmis olmasinda yatiyordu. Herodot, yapitinda Lelegler'le Karialilar arasinda hiçbir ayrim gözetmemisti. Üstelik yapitinin bir yerinde "Karialilar'a eskiden Leleg denildiginden de söz etmisti...

Lelegler çok eski bir dönemde yasadiklari için bunlar hakkindaki tüm veriler antik yazar ve tarihçilerin verdigi bilgilere dayaniyor. Günümüz kazilarinda her ne kadar Miken agirlikli seramikler çikiyorsa da, kimi uzmanlar Miletos'un da Lelegler tarafindan kuruldugunu savunuyor. Bütün bunlarin yaninda Lelegler'i ilginç yapan en önemli konu, kireçsiz ve harçsiz yapilarinin tüm izlerinin binlerce yil sonra bile hala izlerinin sürülebiliyor olmasi... Günümüz bati kültürüne kaynaklik ettigi öne sürülen Eski Yunan uygarliginin tüm baskisina ragmen bunlarin silinememis oldugu gözleniyor.

Lelegler hakkinda ilk ve temel bilgileri veren Herodrot "Su üç seyi onlar bulmuslar ve Yunanlilar da onlardan almislardir" deyip basliyor anlatmaya... "Savas basliginin üzerine konan sorguç, kalkan üzerine isaretler kazimak bize onlardan geçmistir. Kalkani tutmak için kulp yapmak da yine onlarin bulusudur. O zamana kadar kalkan elle kulpundan tutulmaz, boyundan geçirilen bir kayisla sol omuz üstüne alinir ve böyle kullanilirdi..."

M.Ö. IV. yüzyil, yarimadaya ve Lelegler'e büyük degisiklikler getirmis, Karia bu siralarda yeniden Pers denetimi altina girmisti. Bölge büyük Pers kralinin atadigi bir "satrap" tarafindan yönetiliyordu. Yüzyilin baslarinda satrap olan Hektadomos, M.Ö. 377 yilinda satrapligi oglu ünlü Mausolos'a birakmisti. Mausolos da, o sirada küçük bir yerlesim yeri olan Halikarnassos'u askeri savunmaya uygun bulup, baskentini Mylasa'dan buraya tasidi. Satrap, burada yeni ve büyük bir baskent kurmayi tasarlamaktaydi. Mausolos'un bu amaçla yaptigi islerden biri de, komsu Leleg kasabasinin halkini, kimi zaman zor kullanarak yeni baskente, yani Halikarnassos'a getirip büyük alana yerlestirmesiydi.

Bu olaydan sonra Lelegler'in sayisi yarimada üzerinde azalmaya basladi. Ancak Myndos ve Syangela varliklarini sürdürdüler. Fakat Mausolos, bu iki kenti de daha büyük alanlarda yeniden kurdu. Böylece Myndos ile Syangela Mausolos'un yeni baskentine baglanmamislardi. Syangela giderek Thiangela'ya dönüstü ve Leleg özelligini yitirdi. Böylelikle hemen tüm Karia Yunanlilasarak bir Yunan ili durumuna geldi. Myndos'ta ise bir nüfus azalmasi sorunu yasaniyordu. Kent nüfusu bir türlü beklenilen sayiya ulasmamisti. Söylentiye göre, bu siralarda kenti ziyaret eden filozof Diogenes, kapilarin kente oranla çok büyük oldugunu görerek, Myndoslular'a, "Kentin akip gitmemesi için kapilarini kapali tutmasini önermis"ti...

Lelegler'in yanmada üzerinde çok sayida yerlesmeleri vardi. Günümüzde, Bodrum Yarimadasinin en bati ucunda bulunan Gümüslük, bir zamanlar "Eski Myndos" adiyla anilan bir Leleg yerlesim yeriydi. Ancak, yapilarinda harç kullanmadiklari için zaman içinde hemen tamami yerle bir oldu. Sadece yanmada üzerinde bugün Lelegler'e ait dokuz büyük yerlesme kalintisi bulunuyor.

M.Ö. 1500 ile M.Ö. 400 yillarina kadar varliklarini sürdüren bu toplumun bölgede kurduklan kentlerin adlan söyleydi: Eski Myndos'tan baslamak üzere, yarimada üzerinde "Termera", "Uranium", "Telmissos", "Madnasa", "Side" ve "Pedasa"... Yarimadanin ya da bir baska deyisle, Bodrum'un (Halikarnassos) batisinda da iki büyük kent kalintisindan da söz etmek mümkün... Bunlar da "Syangela" ile "Thiangela" adindaki kale kentler..

Fakat, bunlar birbirinin devami gibiler. Ünlü cografyaci Strabon ise Bodrum Yarimadasi'nda Lelegler'in 8 kent kurdugunu yaziyor. Plinius ise yarimadada Lelegler'e ait 6 kentin adini veriyor. Ancak, bu kale kentlerin disinda yarimadada çok sayida küçük yerlesmeler ve yapilar da mevcut. Bu, kasaba ya da kale yerlesmesi seklinde nitelendirilebilecek kentlerin "kurgan" ya da "birlesik yapilar" olarak adlandirilan ilginç mimari yapilar vardi.

Gümüslük limaninin önünde bulunan ve kenti dogal kale gibi örten küçük yarimadanin üzerindeki uzun sur kalintisi arkeologlarca "Leleg Suru" olarak taniniyor. Yerine göre yaklasik 1-3 m. eninde ve 200 m. uzunlugundaki bu surun günümüzde çok az temel kalintisi görülebiliyor. Yöreyi ayrintili bir biçimde arastiran George Bean'e bile, "Yarimadayi böylesine ikiye bölmenin anlami neydi?" diye sordurtan bu dev duvarin, 3.500-4.000 yil önce Lelegler tarafindan, bugün bile sorun olan Kardak dahil tüm diger Yunan Adalan'ndan gelecek bir tehlikeye karsi yapildigina hiç kusku yok...

Leleg mimarisiyle ilgili bir diger ilgi çekici nokta da, tüm yerlesmelerin daglarin en yüksek doruklarinda kurulmus olmalari ve bu yapilarin genel planlarindaki ortak yöndü. Günümüzde issiz ve uzak ören yerleri olarak bilinen bu yerlesim alanlarinin tepe doruklarindaki konumlan, denizi ve çevre adalarini gözetlemede çok stratejik bir öneme sahipti. Kiyilari gözetleyen tüm Leleg kent ve kasabalari dumanla haberlesiyordu. Bugün kimi yasli yöre insaninin yakin zamanlarda bile bu tepelerden dumanla haberlesildigini hatirlamasi, bu gelenegin binlerce yildan günümüze aktarildigini kanitliyor.

Günümüzü ilgilendiren bir baska ilginç yön ise, bu kalintilarin hiçbirinde Lelegler'e ait kazi çalismasinin yapilmamis olmasi... Lelegler hakkinda bugüne kadar yapilan en kapsamli yüzey arastirmasi, ünlü Alman arkeolog Dr. Wolfgang Radt'a ait... Uzun yillardan beri Bergama kazisi baskanligini yapan Dr. Radt, 1960'k yillarda Bodrum Yarimadasinin Lelegler'e ait önemli bir bölümünü mimari açidan arastirmisti. Doktora tezi kapsaminda yaptigi çalismasini da daha sonra Leleg mimarisiyle yapilmis en kapsamli arastirma olarak yayimlamisti.

Dr. Radt'a göre, Leleg mimarisi "arkaik ve bölgesel bir yapida"... Yapilarin ilginç bir yani, taslarin arasinda hemen hiç harç kullanilmamis olmasi... Bu nedenle büyük taslarin disinda kalan yapi elemanlari, Diogenes'in dedigi gibi adeta akip gitmis... Fakat Dr. Radt, "Bu arkaik ve primitif özellikli Leleg mimarisinde öyle bir yapi türü var ki, simdiye kadar hiç bir mimari tarzda bulunmuyor" diyor... "Bunlar, daglarin yüksek yamaçlarinda insa edilmis yuvarlak ve çok amaçli yapilar. Iç içe iki surdan olusan bu yapilar arasinda yariçapi 20 m. olanlar var. Iç içe geçmis surlar birbirlerine içteki bir noktadan degecek biçimde insa edilmis ve üstleri kapali...

Burada çobanlar yasiyor olmali; ortadaki genis avluda da hayvanlar... Ancak, yapinin tamaminin üstünün örtülü olup olmadigim bilemiyoruz. Belki belli bir yükseklikten sonra agaçlarla örtüyorlardi. Hayvanlarini hem korsanlardan hem de kaplan gibi vahsi hayvanlardan korumak için bu yapilarin duvarlarini çok kalin ve yüksek insa ediyorlardi. Bunlarin çaglar içinde, M.Ö. 8-7 yüzyildan baslayip Roma dönemine kadar adim adim degismeler gösterdigine tanik oluyoruz. Özgün Leleg tipinde olanlar bütünüyle yuvarlak bir plan sergiliyor. Bölgenin Helenlesmesine paralel olarak, bu yapilarda köseli ilaveler ve kulemsi görüntüler ortaya çikiyor. Yani, bir tür evrimlesme basliyor. Roma dönemine gelindiginde ise bu özgün tip yapilar kendi özelliklerini iyice yitiriyorlar..."

Lelegler, Roma çaglarina dogru geldikçe, yalniz mimari açidan degil, toplum olarak da giderek erimisler. Izleri neredeyse kaybolmak üzere bir Anadolu yerli halki olan Lelegler'in özellikle de simdiki Bodrum Yarimdasi'nda yasamalari ilginç .. Çünkü, günümüzde böylesine popüler olan bir bölgede binlerce yil önce yasamis eski bir halk karsisinda, hem Bodrum meraklilarinin hem de arkeologlarin ilgisiz kalmasi bir çesit ihanet... Insaninkendi geçmisine, kendi kültürüne,kendi gelecegine ihanet....

Mausolos'un kurdugu kent: Thiangela.

Bir dag kenti olan Thiangela'nm güney tarafi daha az sarp olup saldiriya açikti. Sehrin kuleli ana kapisi buradaydi ve bu yüzden sur yer yer kulelerle takviye edilmisti. Bu cephenin bati ucundaki tepeye disinda çok sayida da, "çiftlik evi", dört kuleli, kare planli bir hisar yapilmisti. Bu hisar sehrin zayif olan bati-güneybati tarafini güven altina aliyor ve bu yüzdeki sehir kapisini da koruyordu.

Surlarin plani burada hilale benziyordu. Hisar da bu hilalin bir ucunda yükseliyordu. Hisara sehirden, dirsekli ve üzeri yalanci tonozla örtülü bir kapidan giriliyordu. Güneydogudaki kulenin yaninda, sur duvarina açilan küçük bir kapi vardi. Bu kapidan, hisarin önündeki kavisli iki siper duvarina ulasmak ya da düsmana saldirmak mümkündü. Thiangela, Mausolos'un kurdugu bir kentti. Surlarin insa tarihi kesinlikle 4. yüzyilinikinci çeyregi olarak kabul edilebilir. Kent, ayni yüzyilin sonunda, Karia'da bir krallik kurmaya kalkisan ve kendi adina sikke de basan Makedonyali Eupolemos tarafindan kusatilmis ve sarta bagli olarak teslim olmustu.

Antik Çag'in NATO'su: Delos Birligi...

Hellespontos ve Bosphoros kiyilarinin Persler tarafindan ele geçirilmesinden sonra, Helen güçlerinin baskomutani olan Sparta Krali Pausanias'in sert davranislari, baglasik devletleri ondan sogutmus ve onlar da Atina çevresinde kümelenmislerdi. Atina, baslangiçta gönüllü bir nitelik tasiyan bu birligin önderi oldu. Birligin üyelerine düsen yükümlülükleri, hangi kentin ne sayida savas gemisi saglayacagini ya da ne tutarda yillik gider katkisi ödeyecegini saptadi. Toplanan paralar Delos Adasi'nda toplaniyordu.

Daha sonra Atinalilar ilk olarak Miltiades oglu Kimnon komutasinda bir donanmayla, Thrakia-Make-donya sinirinda, Strymon Çayi agzindaki Iran bagimlisi Eion kentini alip (M.Ö. 475) halkini kölelestirdiler. Ege Denizi'nde Skyros ve Euboia (Egriboz) Adasi'ndaki Karystos kentini ele geçirdiler. Bu sirada Naxos Adasi birlikten ayrilmak istedi, fakat adanin kenti Atina birliklerince kusatildi ve kent de birlige tekrar geri dönmek zorunda kaldi. Bu olay, Delos Birligi'nin bir Atina bagimlilari topluluguna dönüsmesinin ve gönüllü baglasiklar birligi olmaktan çikisinin baslangiciydi (M.Ö. 467)...

Bu arada Leleg kentleri de bu Delos Birligi'nin üyesiydiler. Myndos kenti birlige onikide bir talent haraç ödüyordu. Bu miktar Myndos'un küçük bir kasaba oldugunu gösteriyor. Pedasa kenti ise Delos Birligi'ne iki talent haraç ödemekteydi. Kiyidaki Halikarnas sos'un 1.65 talent ödedigi düsünülürse, daglik Pedasa'nin ödedigi miktar oldukça iyiydi. Termera kentinin ise birlige ödedigi iki buçuk talentlik haraç Mydos'un yükümlülügünün tam 30 katiydi. Madnasa kenti ise, birlige önceleri iki talentlik haraç ödemesine karsilik, sonralari bu haraç bir talente kadar düsürülmüstü.

Yarimadadaki bir diger Leleg yerlesmesi Side, ya birligin dikkatinden kaçmis olabilecegi ya daçok küçük oldugu için haraç ödemiyordu. Uranium adindaki kent debirlige bagli olmasina karsin çok önemsiz bir haraç ödüyordu. Syangela ise Delos Birligi'ne, kendisine bagli mynanda ile birlikte bir talent haraç ödüyordu.

Antik Çag duvar örgü biçimleri

Baliksirti duvar örgüsü: Küçük yassi tas bloklarinin bir sira saga, bir sira sola egik olarak tabaka tabaka dizilmesiyle olusan bir duvar örgüsü... Yaklasik M.Ö. 3000 yillarinda harçsiz örülmüs örnekleri görülür. Bati Anadolu'daki kazilarda toprak harçli örneklerine de rastlanmistir.

Bosaj duvar: Kenarlari dikdörtgenler prizmasi biçiminde yontulmus tas bloklarin ön yüzleri hafif dis bükey birakilmis ve kaba ya da düz olarak islenmis duvar örgü biçimi...

Kyklop duvar: Düzgün olmayan büyük boyutlu taslarla, harçsiz olarak yapilmis duvar örme sekli...

Poligonal örgü: Düzensiz duvarlardir, ancak bu teknikle çesitli irilikteki taslarin birbirine uydurulmasi için çok isçilik gerekir. Daha çok teras ve sur duvarlarinda görülür. Antik dönemden sonra kullanilmaz.

Psudo-Isodom: Ince ve kalin tas dizelerinin almasik olarak kullanilmasiyla olusturulmus, harçsiz Helenistik duvar örgüsü...

Isodom: Es yükseklikte blok tas siralarindan olusan harçsiz Helenistik duvar örgüsü... Derz uyumu (duvarlarda iki ögenin arasindaki distan çizgi biçiminde gözüken birlesme yeri) olmayabilir ya da birlesme derzleri bir ara ile birbirlerini dikey olarak izleyebilir.

eLanuR
11 January 2009, 11:23
Kommagene Kralligi



Kommagene Kralligi Türkiye'nin güneydogusunda, Dicle ve Firat Nehirlerinin yukari kiyilarinda kurulmustu. Bugün bu topraklar anlatilan o cennete ait ipuçlari vermiyor-cenneti çagristirmakta zorlaniyor. Yamaçlari kapladigi söylenen o agaçlar artik yok ve keçi sürüleri bitki örtüsünün son yesilliklerini tüketmekle mesgul. Baslatilan sulama kanallari mucizeler yaratacak ve verilen çabalar sonunda bölge yeniden agaçlanacak zira toprak burada çok verimli ve sayisiz dag pinari var.

Kommagene kömür, demir, altin ve petrol gibi mineral ve madenleriyle ünlü çok verimli bir bölgeydi. Bu zenginliklerin bir kismi bugün yeniden kesfedilmis durumda. Örnegin 1960larda bir arkeolog Firat'tan altin çikarmayi basardi. Diger bir kesif petrol ile yasandi. Son birkaç yildir bölgede yaygin olarak ham petrol sondaji yapiliyor.

Her yerde Türk Petrol Ofisi'nin kara altin çikaran petrol çikarma santiyelerini görmek mümkün. Ama artik zamanda yolculuk etme vakti. Kommageneyi ilk kez I.Ö. 850 civarinda yazili tarihin kayitlarinda görmeye basliyoruz. Bir Asur kralinin tutanaklarinda, halkin krala yillik vergi olarak altin, gümüs ve sedir agacindan yapilmis tahta verdigi yazili. Belli ki o günlerde degerli sedir agaçlari sadece Lübnan'da degil Kommagene topraklarinda da yetisiyordu. Kommagene Asurlularin bir uydusu haline geldigi dönemde.

I.Ö. 700 civarinda bir Kommagen Krali Asurlulara baskaldirir. Asur krali Sargon Kommagenleri yener ve yenilen asi krali: "Tanrilardan korkusu olmayan tanrisiz bir adam bu. Sadece kötü planlar yapan bir hilekar," diyerek suçlar. Kral Sargon'un nitelemesi fazlasiyla öznel görünebilir. Ancak Sargon sözlerine söyle devam eder: "karisini, ogullarini ve kizlarini, malini ve hazinelerini aldim ve son olarak halkini aldim ve onlari Mezopotamya'nin güneyine (bugün Irak) sürdüm." Anlasilan, yerlesik halklari yurtlarindan topraklarindan sürmek o zamanlarda da uygulanan bir yöntemdi.

I.Ö. 600 dolaylarinda Babilliler Asurlulari yenilgiye ugratirlar. Sonradan Kommagene kralligini baskenti olacak olan Samsat'da son kez savasirlar. Bu savasta Misir ordusu Asurlulara destek verir ancak Babilliler birlesik ordulari yenmeyi basarirlar. Kommagene halki I.Ö. 550 dolaylarinda, önce Babillileri yenen Perslerin sonra da Persleri yenen Büyük Iskender'in ordularinin istilasina tanik olur. I.Ö. 300'lerde Büyük Iskender'in veliahtlarindan biri olan Kral Seleukos 1. Nikator bölgesinde hüküm sürer. 1.Nikator Kommagene krallarinin Yunan atalarindan birisidir. I.Ö.130'larda Kommagene kralligi bagimsizligini kazanir.

Kral Mithridates I Kallinikos

Küçük Asya'da hüküm süren çogu krallik gibi Kommagene de dogu ve bati halklarinin kaynastigi bir pota oldu. Farkli kültürleri, gelenekleri olan farkli diller konusan insanlardi onlar ve dogal olarak kendilerini birlesmis tek bir halk olarak görmüyorlardi. Onlar için aile ve kan bagi Kommagene kralligi altinda birlesmis olmaktan daha önemliydi. Kral Mithridates bu tavri degistirmek için çok çalisti.

Örnegin her yil atalarinin onuruna Kommagene kralliginda Olimpiyat Oyunlari düzenledi. Bu oyunlar, Yunanlilarin Olimpiyat Oyunlariyla karsilastirilabilir nitelikteydi. Gençlik yillarinda Kral Mithridates de bu oyunlara katilmis ve Kommageneliler arasinda popüler olmayi basarmisti. Yetenekleri sayesinde Kral Mithridates pek çok ödül almis ve bunun bir sonucu olarak Güzellikle zafer kazanan' anlamina gelen Kallinikos' adini almisti.

Mithridates Laodike adinda bir Seleukos prensesiyle evlendi. Üç kizlari oldu ve dördüncü çocuklari da kiz olunca çift bir ogul sahibi olamama kaygisina kapildilar. Bir ogula sahip olmak kralligin kaliciligi açisinda çok önemliydi ve erkek evladi olmayan bir kralin veliahdi da yok demekti. Ogullari oldugunda tattiklari mutluluk ve rahatlik sonsuzdu ve çocuga Laodike'nin babasinin adi, Antiokhos, verildi.

Kommagene kralligi gücünü kat kat asan güçlerin tehdidi altindaydi ve Mithridates yardima muhtaçti. Yardim alma amaciyla Mithridates tanrilarla bir anlasma yapti. Bu tanrilarin gerçek mi hayali mi olduklari bilmiyoruz, ancak kralligin bagimsizligini korudugu dikkate alinirsa Mithridates'in anlasmasinin ise yaradigi söylenebilir.

Diger taraftan bu sözlesmenin halklar arasindaki uyumsuzluklari yumusattigi anlasiliyor. Kommagene Kralligi'ni olusturan bu baska baska köklerden gelen insanlarin kendilerini birbirleriyle baglantili hissetmeleri güçtü. Ancak tanrilarla yapilan sözlesmeden etkilendiler ve kendilerini tanrilarin korumayi kabul ettigi seçilmis insanlar olarak gördüler. Böylelikle, Mithridates kralligini meydana getiren halklar arasinda bir bag olusturulabildi.

Kral bu sözlesmenin onuruna ülkenin her yerinde, temenos denilen, küçük tapinaklar insaa ettirdi. Temenoslar ülkenin en göze çarpici noktalarinda kuruldu. Bu noktalardan tapinaklarin en önemlisi olan kutsal Nemrud Dagi'nin tepesindeki tapinagi görmek mümkündü. Bu tapinaklarin hepsinde tanrilardan biriyle el sikisan Kral Mithridates'in tasvir edildigi bes tablet bulunurdu.

Mithridates tanrilaraiYunanca ve Persce olan isimler verdi:

Apollo/Mithras
Artagnes/Herakles
Zeus/Oromasdes
Hera/Teleia
Helios/Hermes

Mithridates tanrilara her iki dilde isim vermesinin sebebi kralligini olusturan halklarin kendilerini tanrilara yakin hissetmelerini saglamakti. Bu tas tabletler stel olarak da bilinir. Bu steller sayesinde Kral Mithridates tebaasini sadece onun sayesinde koruma altida olabileceklerine inandirdi. Bur temenoslar kralin tanrilarla yaptigi anlasmanin sahitleriydiler. Apollo / Mithras, Artagnes / Herakles, Zeus / Oromasdes, Hera / Teleia ve Helios / Hermes'i karsilayan / ev sahipligi yapan Kral Mithridates'in bes steli.

Loos'un onuncu günü--14 Temmuz-- "Yüce Tanrilarin Tezahürü" günü olarak kabul edildi. O gün Kral Mithridates'in taç giydigi gün olarak da seçilmisti. Her yil o gün Kommageneliler köylerinin veya kasabalarinin yakinindaki tapinaklarinda biraraya gelerek kutlamalar yaparlardi. Bu kutlu günde Kral Mithridates Nemrud Dagi'nin zirvesinde Kommagene'nin asilzadeleri ve diger önemli sahsiyetleriyle bir araya gelir ve yüzlerce yurttasinin önünde tanrilarin temsilcilerini kabul ederdi.

Kral Antiokhus I Theos

Kral Mithridates'in oglu Antiokhos ailesinden Yunan ve Pers kültürün karisimi bir egitim aldi. Annesi Kraliçe Laodike Büyük Iskender'in soyundandi, babasi ise Perslerin krallarin krali' dedikleri 1. Darius idi. Antiokhos çok genç yastayken babasi onu bir Seleukos prensesi olan Isias Philostorgos, Sevgili' ile evlendirdi. Bu evlilik tamamen politik bir amaç ugruna plânlanmisti ve askla pek ilgisi yoktu.

Mithridates tahtini ogluna biraktiktan sonra onu gözetmeye devam etti. Nemrud DaGi'ndaki tapinagi birlikte tasarladilar. Tapinak Mithridates'in temellerini attigi tanrilarla yapilan sözlesmenin merkezi olacakti. Mithridates'in yaklasimi, her zaman oldugu gibi pragmatikti. Tapinak öylesine etkileyici bir anit olmaliydi ki tebaasi sözlesmenin önemini anlamaliydi.

Nemrud Dagi'nin bölgeye hakim konumu tapinagin ülkenin her yerinden kolaylikla görülmesini saglayacakti. Antiokhos ise idealistti. Ona göre sözlesme yeni bir dine besik, Nemrud Dagi da onun merkezi olacakti. Bu yeni din Nemrud'dan tüm medeni dünyaya yansiyacakti. Bir din yaratmanin verdigi güvenle olsa gerek, Antiokhos taç giyisinin hemen ardindan kendine Theos (Tanri) adini verdi. Ve kendince bir efsane oldu.

Antiokhos babasina çok derin bir saygi duyar ancak annesi Laodike'yi her seyin üstünde severdi. Bir çok yazitta kendisini annesini seven kisi' olarak kaydettirmistir. Annesine tanriça anlamina gelen Thea ismini verdi. Nemrud Dagi tanrilarinin heykelleri arasinda annesini kendisiyle birlikte ölümsüzlestirdi. Tanri Zeus'un soluna Kommagene Krali, Theos olarak kendisini, Zeus'un sagina da Kommagene'nin Anasi, Thea, olarak annesi Laodike'yi yerlestirdi.

Sanat

Kommagene'nin tamamen kendine özgü bir sanat gelenegi vardi. Bu gelenek Yunan ve Pers sanatlarinin essiz bir senteziydi. Antiokhos sanata destek verdi. Meclisinde sanatçilari ve bilginleri toplardi. Bunlara karalin arkadaslari' anlamina gelen philoi denirdi. Kral Mithridates zamaninda sanatta dogu etkisi agir basmaktayken Kral Antiokhos dönemi sanati daha dogalci (naturalist) ve daha az stilize (gelenege uygun) bir üslup kazandi. Antiokhos Yunan kültürünü tercih etmis ve kendine Yunanlilarin ve Romalilarin dostu' adini vermisti.

Dagin zirvesindeki heykeller Kommagene sanatinin ihtisamini belgeler. Orada dogu ve bati tam bir uyumla kaynasir. Bati Terasi'ndaki Antiokhos basinda formu bozabilecek tüm ayrintilardan arindirilmis çok güzel bir örnektir. Heykelde süslü bir sakal, taki ya da baska bezemeler yoktur. Sade ve dinamik bu eser bugün bile ebedi güzelligiyle görenleri heyecanlandirir.

Ticaret

Ticaret Kommagene Kralligi için önemli bir gelir kaynagiydi. Romalilar ile Partlar arasinda büyüyen sorunlar dogu ve bati arasindaki ticareti engelliyordu. Bu iki süper güç arasinda bagimsiz tek devlet olan Kommagene hem Romalilar hem de Partlarla ticari iliskiler kurmustu. Kommageneli tüccarlar özgürce Partlarin topraklarinda ticaret yapabilyorlardi. Çin'den ipek, Hindistan'dan egzotik hayvanlar ve baharatlar dahil pek çok malin ticaretini yapiyorlardi.

Antiokhos denetimi altinda tuttugu Toros Siradaglari ve Firat Nehri geçitleri sayesinde agir vergiler topluyordu. Zenginligi sayesinde Kommagene sadece bir geçis yeri degil ayni zamanda lüks mallarin tüketildigi bir ülke olmustu. Getirilen mallar baskent Samsat'da Romalilara ve zengin Kommagenelilere satiliyordu. Antiokhos devrinde Samsat dogu ile bati arasindaki ticaretin merkezi haline geldi. Partlar, Kommageneliler, Romalilar, Yunanlilar ve Araplar orada bir araya geliyorlardi.

Roma'yla Savas

Romalilar bati Anadolu'ya ilk adimlarini atar atmaz Bythinia, Pisidia, Galatia ve Cappadocia gibi Küçük Asya kralliklarini birer birer ele geçirmeye basladilar Pergamon'dan sonra I.Ö. 80 dolaylarinda Bythinia ve Pisidia'yi egemenlikleri altina aldilar. Ayni siralarda Partlar da Kommagene sinirlarina varmislardi. Romalilar I.Ö. 70 siralarinda en büyük düsmanlari Pontus Kralligi'ni devirdiler. Hemen arkasindan da Pontus'un güçlü müttefiki olan Arm kralligini yiktilar ve fetihlerini tamamlamak için süratle bölgedeki son bagimsiz krallik olan Kommagene'ye yöneldiler. Bu küçük ülkenin istilasi baslangiçta hiç de zor görünmüyordu.

I.Ö. 69'da Kommagene'nin baskenti Samsat kusatildi. Ancak hiç umulmayan bir sey oldu ve Roma savas makinesi durdu. Romali askerler daha önce hiç görmedikleri bir maddeyle bombalaniyorlardi. Romali tarihçi Plinius onun vurdugu asker silahiyla beraber yaniyordu.' Anlasilan Kommagene disinda bilinmeyen bu gizli silahin sebep oldugu korku çok büyük olmustu. Samsat düsmedi. Roma konsülü Lucullus ile Kral Antiokhos özel bir görüsme için bir araya geldiler. Bu görüsmenin kaydi yok ama toplanti sonunda Roma ordusu geri çekildi. Kommagene için durum gerginligini korumaya devam ediyordu zira bir yanlarinda sömürgeci savas tutkunu Romalilar diger tarafta güçlü Part ülkesi vardi.

I.Ö. 64'de Romalilar istilalarina devam ettiler. Seleukos devletinden kalanlar Suriye vilayetine dahil edildi. Bu devirde Roma'nin Kommagene Kralligi disinda Küçük Asya'da egemenligi altina almadigi devlet kalmamisti. Kommagene Seleukos devletinin yikilisindan küçük bir toprak parçasini ülkesine katarak yararlandi. Kommagene'nin stratejik konumu Roma'nin doguya dogru genislemesinde hayati önem tasimaktaydi. Ya burasi da istila edilecek ya da genislemekten vazgeçilecekti.

Antiokhos Partlarla iliskisini güçlendirmesi gerektigini biliyordu. Bu amaçla kizi Laodike'yi Part kralina es olarak verdi. Bu evlilikten bir erkek çocuk dünyaya geldi, Pakoros. O babasinin gözdesi ve tahtinin tek varisiydi. Küçük Asya'da savaslar sürüyordu. I.Ö. 53 yilinda Partlar Romalilari yenerek Suriye'yi fethettiler. Bunu firsat bilen Pontus Kralligi Roma'ya baskaldirma gücünü kendinde buldu.

Jül Sezar Küçük Asya'a yürüyerek ayaklanmayi bastirdi. Sezar'in tarihe geçen "geldim, gördüm, yendim' sözü bu zaferin ardindan söylenmistir. Sezar'in öldürülmesiyle Roma Imparatorlugu bölündü. Markus Antonius doguyu Oktavianus batiyi aldi. Markus Antonius meclisini, sevgilisi Kleopatra da yaninda oldugu halde, Tarsus'ta kurdu. Jül Sezar da Misir kraliçesinin güzelligi karsisinda ezilmistir.

I.Ö. 38'de Markus Antonius Part ordusunu yendi ve veliaht prens Pakoros'u öldürdü. Annesi Laodike ve Part Krali olan babasi derin bir aciya düstüler. Antiokhos kizi ve damadinin acisini paylasti ve onlara yardim etmek istedi. Antiokhos savastan kaçarak Kommagene'ye siginanlari himayesini altina aldi ve onlari Marcus Antonius'a teslim etmeyi reddetti. Savas istemeyen Antiokhos esirlere karsilik, 25 bin ton gümüse esit olan 1000 talens teklif etti. Zenginligiyle ünlü Kommagene'nin tüm altin ve gümüs varligina göz koyan Markus Antonius siginmacilara karsilik olarak Kommagene'nin tüm servetini istedi. Antiochus'un bu teklifi kabul etmesi söz konusu olamazdi.

Markus Antonius küçücük bir kralliktan gelen bu cevabi büyük bir hakaret olarak görerek askerlerine derhal Kommagene'yi kusatmalarini emretti; kendisi Tarsus'ta, meclisinin basinda, kalarak ordusundan gelecek iyi haberleri beklemeyi tercih etti. Ancak beklenenin aksine, Samsat kusatmasi istenildigi gibi gitmiyordu. Bunun üzerine gücünü arttirmak isteyen Markus Antonius Tarsus'daki keyifli yasantisini birakip yanina Judea Krali Herod da oldugu halde ordusunun basina geçti.

Zaferin yakin olduguna emindi. Belki de su gerçeklesti: Samsat kusatmasi boyunca Kommagene askerleri Kommagene'yi çevreleyen alanlarda yogunlasmayi sürdürdüler. Eli silah tutan her Kommageneli krallarinin çagrisina sadakat gösterdi. Yeterli sayiya ulastiklarinda Roma ordusunun malzeme kollarina saldiriya basladilar. Kisa bir süre sonra Roma ordusu malzeme sikintisi çekmeye basladi bunun üzerine Markus Antonius durumun düzeltilmesi için bölgeye kendi süvarisini gönderdi.

Kommagene konseyinin bekledigi hamle de tam buydu. Agir zirhli seçkin Kommagene süvarilerini devreye girdi. Kommagene ordusunu askerleri ve atlari kendileri adeta yenilmez kilan siyah çelikten zirlarini kusandilar. Sayilari ancak bir kaç yüz kadardi ancak saldirilarina hiç bir düsman dayanamazdi. Bu çelik kuvvet ordunun gözbebegiydi.

Kommagene atlilari sabah sisinde Roma süvarilerini bekliyorlar. Atlar sinirli sinirli topragi eseliyor. Aniden yürek titreten bir trompet sesi sisi yirtiyor. Bu isaretle Kommagene süvarileri harekete geçiyor. Saskinlik içindeki Roma ordusu için artik çok geç. Ilk saldiriya karsi koyabilmek için Roma süvarileri saflarini çekiliyorlar. Trompet sesleri ikinci kez duyuldugunda Kommageneli süvariler kosuya geçiyorlar.

Simsek gibi ilerleyen atlarin altinda yer titriyor. Agir zirhli atlilar hafif kusamli Roma süvarilerinin üzerine saldiriyorlar. Romalilar oyuncak askerler gibi yikiliyorlar. Soguk kanli ve yüksek disiplinli Roma süvarileri çabucak toparlaniyor ve sayica olan üstünlüklerine de güvenerek bu küçük çelik gücü çember içine almaya çalisiyorlar. Ve yine trompet sesleri.

Kommagene süvarilerinin iki yanindan bir kartalin kanatlarini andirircasina çikiveren okçu birligi Roma süvarilerine ok yagdirmaya basliyor. Hafif kusamli süvariler çelik ok yagmuru altinda çaresizler ve pek çogu yaralaniyor. Agir zirhli Kommagene atlilari Romalilari okçularin önüne dogru sürüyorlar. Okçular müthis bir hizla ok yagdirmaya devam ediyorlar. Romalilar önce akillarini sonra da hayatlari kaybediyorlar.

Günün sonunda Markus Antonius süvari birligini yitirmistir. Bir yanda Samsat surlari diger yanda Kommagene süvarileri olmak üzere Romalilar artik kusatan degil kusatilmis olandir. Böylece Markus Antonius Samsat kusatmasindan vazgeçmek zorunda kalir. Ortagi Herod savasin sonunu beklemeden kralligi Judea'ya döner. Markus Antonius çaresiz geri çekilir. Antiokhos durumu yumusatmak için Markus Antonius'a 300 talens verir. Sadakasizliktan nefret eden Antiokhos verdigi para karsiliginda Markus Antonius'dan kendisine bir vatan hainini teslim etmesini sart kosar.

Kommagene'nin Sonu

Bu olaylardan kisa bir süre sonra ölen Antiokhos Nemrud tapinagina, tahminen babasinin yanina, gömüldü. Antiokhos'tan sonra tahta oglu 2. Mithridates geçti. Kommagene Roma Imparatorlugu'na denk degildir artik. Mithridates'in yönetimindeki Kommagene Suriye'nin önce uydusu sonrada eyaleti haline gelir. Romalilara karsi verilen savasta oglunu kaybeden Part Krali'nin acisi o kadar derindir ki kendi arzusuyla tahtindan feragat eder. Veliaht prensin dedesi Antiokhos'un Kommagene'yi riske atarak kralligina siginan Part askerlerini korumasi da babanin üzüntüsünü hafifletmemistir.

Part Kralinin yerine ogullarindan biri geçer. Bu acimasiz bir hükümdardi ve tahtini tehlikeye atacagina inandigi, Laodike ve onun çocuklari dahil, kimseyi öldürtmekten kaçinmaz. 2. Mithridates kiz kardesini Kommagene topraklarindaki Karakus mezar tepesine gömer. Laodike'nin kabrine üzerinde ëo tüm kadinlarin en güzeliydi' yazan çok güzel bir tas yazit koyar.

Mithridates Karakus'u Kahta Çayi'nin kiyisinda yaptirmistir. Annesi Isias ve diger bir kiz kardesi Antiochis ve onu kizi Aka da orada yatmaktadirlar. Mithridates yazlik malikanesinin terasindan derin çaya inen bas döndürücü vadiyi ve Karakus'u seyreder böylelikle ölümlerinden sonra da sevdiklerini yaninda hissedebilirdi. Kiskanç kardes 2. Antiokhos 2. Mithridates'i tahttan indirmek istiyordu. Bu nedenle Roma senatosu 2. Antiokhos'u ölüm cezasina çarptirdi. I.Ö. 29'da Roma'da idam edildi.

Kommagene son olarak, kisa bir süre için, Kral 4. Antiokhos devrinde bagimsiz kalmistir. 4. Antiokhos I.S. 71'de Roma ordusuna yenildi. Kommagene'nin agir zirhli ünlü süvarileri ve muhtesem okçulari "cohortes Comagenorum" adi altinda Roma ordusuna dahil edilmek suretiyle küçük Kommagene ordusu lâgvedildi. Gelecekte çikabilecek isyanlara önlem olarak Kommagene Kralligi'nin yüceligini hatirlatan binalar ve heykeller yerle bir edildi. Kutsal Nemrud Dagi'ndaki tapinak yikildi. Kommagene devrinin kapanisiyla Nemrud sadece dag rüzgarlarinin ve yolunu kaybeden çobanlarin ziyaretleriyle irkilecegi uzun uykusuna daldi.

eLanuR
11 January 2009, 11:24
Lidya Uygarligi



(M.Ö. 700-300) Bati Anadolu'da Gediz ve Küçük Menderes yörelerinde oturan bu halkin nereden geldigi kesin olarak belirlenememistir. Antik dönem yazarlari onlarin güneydeki Karyalilar ile kuzeydeki Mysialilar ve Frigler ile akraba olduklarini söylerler. Hint-Avrupa karakterli bir dilleri olan Lidyalilarin Bati Anadolu'da M.Ö. 2. binyilin ikinci yarisindan itibaren varolduklari kabul edilmektedir. En ileri dönemlerindeki krallari asagida verilmektedir :

Gyges M.Ö. 680-652
Ardys M.Ö. 652-625
Sadyattes M.Ö. 625-610
Alyattes M.Ö. 610-575
Kroisos M.Ö. 575-546

Lidya'nin parlamasinin nedeni bölgede bulunan altin madenleriydi. Bu madenin M.Ö. 7. yüzyilin basindan beri Sardes'te isletilmeye baslamasi Lidya'lilari zenginlestirmis ve güçlendirmisti. Lidya'nin Anadolu'daki uygarliga katkisi daha çok ekonomi dalinda olmustur. Altin sikkeler basarak ticaretteki degis-tokus usulünü deger ekonomisine çevirmislerdir.

Lidya tarihinin bazi dönemlerinde Frigleri de yikan Kimmerlerin saldirisina ugradi ve Sardes kenti Kimmerlerle birlikte yine göçebe bir topluluk olan Trerler tarafindan da yagmalandi. Ayrica Medler ve Perslerle de çesitli kez savaslar yapmislardir. M.Ö. 28 Mayis 585 günü Medlerle yapilan savas sirasinda günes tutulmasi meydana gelmis ve savas böylece sona ermistir. Lidya devletine son veren Pers krali Kyros olmustur.

Lidya soylulari ölülerini, Friglerdeki gibi tümülüslere gömüyorlardi. Bu tümülüsler Sardes'in kuzeyinde Marmara Gölü kiyisinda yer alirlar. Bunlardan 355 m. çapinda ve 61 m. yüksekligindeki tümülüs Anadolu'daki en yüksek yigma mezar örnegidir. Çok zengin olan Anadolu mozayiginde sözü edilmesi gereken ve bugün de izlerine rastladigimiz baska uygarliklarda vardir.

Demir Çaginda incelenmesi gerekenler arasinda Karia ve Lykia uygarliklarini sayabiliriz. Hint-Avrupa ailesinden olan dilleri Hitit öncesi ögeler tasimaktadir. Karialilarin daha önceleri Bati Anadolu'da yerlesmis olduklari bilinen Leleglerden, Lykia'lilarin ise Luvilerden geldikleri sanilmaktadir. Lykia uygarliginin en özgün örnekleri arasinda kayalara oyulmus anitlar yer almaktadir.

Lidya devletinin M.Ö. 546 yilinda son bulmasiyla Iranlilar Ege Denizi kiyilarina kadar tüm Anadolu'yu ellerine geçirdiler. Pers egemenligi M.Ö. 333 yilina degin sürdü. Bu dönemden sonra yerli kültür gelisiminin yerini Batidan gelen yeni etkiler ve bunun sonucunda ortaya çikan bir kültür almaya basladi.

LIDYA TARIHI

Kökenleri konusunda kesin birsey söylenilemeyen Lidyalilar'in oturduklari yerlere MÖ 2. Bin yildan önce geldikleri bilim adamlarinin ortak görüsüdür. Dilleri nedeniyle Hint-Avrupa kökenli olduklari düsünülmektedir. Sonralari Lidce konusan bu halk kütlesinin MÖ 2000 ya da daha erken bir tarihte Hititler'den ayrildigi sanilir. Buna karsilik Lidya'da hiç olmazsa Kalkolitik çagdan baslayarak yerli bir halk kitlesinin oturdugu kesindir.

Lidyali'lar yerli halkla kaynasmis gibidir. Herodotos'tan ögreniyoruz ki "Yunanlilarin Lidya diye bildikleri ülkede eskiden ,Maionlar adinda, Lidlerden farkli, ama onlara tümüyle yabanci olmayan baska bir halk yasardi. Lidler, Maionlari yenip topraklarini alinca onlar da ya denizi geçip batiya kaçtilar ya da kalip yenenlere boyun egdiler".

MÖ 7.yy'in ilk yarisi içinde birdenbire parlayan Lidya kralligi, Önasya dünyasinin en ilginç kültürlerinden biridir. Bu krallik ne tam anlamiyla dogulu, ne de tam anlamiyla batili devletlere benzer; her iki blogun siyasal ve kültürel etkilerinden olusmus yeni bir Anadolu Kralligidir. Kaynaklara göre Lidya'da üç ayri sülale hüküm sürmüstür: Atyadlar, Heraklidler(Tylonidler) ve Mermnadlar.

Herodotos'a göre Atyadlar sülalesi Atys'in oglu Lydos ile baslar fakat Lydos'tan sonra krallarin siralari ve hatta adlari bile kesin degildir. Bu da 2.bin yilin ikinci yarisi içinde yasanmis olmasi gereken Atyad sülalesi krallarinin gerçekte var olmadigi, tüm eski çag toplumlarindaki gibi, Lidyalilar'in çok eski bir geçmise sahip olma istedikleri sonucunda ortaya çiktigi fikrinin olusmasina neden olmustur. Ama bu hanedana ait bir kral adi 'Meles' Hitit kayitlarinda geçmektedir.

Sardes'te yapilan kazilar Son Tunç Çagi'nda (MÖ 1400-1200) Lidyalilar'in, Yunanistan'dan gelip Bati Anadolu'ya yerlesen Mikenlerle ticaret yaptiklarini ortaya çikarmistir. Ayrica Hitit arsivlerine göre Hitit Imparatoru Tudhaliya IV (MÖ 1250-1220) "Assuwa Konfederasyonu" adiyla birleserek kendine karsi gelen bir takim devletlere sefer yapmis, bu ülkeleri yikima ugratmistir. Nitekim arkeolojik kazilar 2.bin yilin sonlarinda bir düsman güç tarafindan yakilip yikildigini göstermistir.

Atyadlar'i izleyen Heraklidler sülalesi Lidya'da 505 yil egemen olmustur. Baslangici MÖ 1192 yillarina uzanir. Bu tarih yeni Hint-Avrupa kabilelerinin Bogazlar yoluyla Anadolu'ya göç ettikleri ve Büyük Hitit Impartorlugu'nun ortadan kalktigi yillardir. Bu sülaleye Grekler'ce tanri Herakles'le iliskiye getirelerek "Heraklidler", Lidyalilarca kahramanlari Tylos ya da Tylon'un adindan "Tylonidler" adi verilmistir. Tylon'un Bati Anadolu'ya yeni gelen Hint-Avrupa'li Thraklar'in bir boyunca getirilmis olmasi olasidir.

Heraklidlerin daha önce bahsettigimiz Maionlar'a esitligi ve Demir Çagi'nin baslarinda Sardes'e "Hyde", ülkeye de "Maionia" adini verdikleri öne sürülmüstür. Çünkü son Heraklid krali Kandavles'in adinin Maionca oldugu kabul edilmektedir. Ayrica MÖ 1000 yillarinda Maionia denilen Lidya' da çanak-çömlekçilikte yeni bir boyali geometrik biçim meydana gelmistir ve bu Demir Çag Lidyasinda yüksek bir kültür ve artistik faaliyet oldugunun kanitidir.

Daha sonra Mermnadlar denen hanedanin ilk krali Gyges'in MÖ 685 yilinda Lidya tahtina çikisiyla ilgili oldukça heyecanli asil öykü baslar. Karisinin güzelligine hayranligini kanitlama derdindeki Kandavles'in kuskulu dostu Gyges'e yatmaya hazirlanan karisini gizlice seyrettirmesi ve çok kizan Kraliçe'nin kocasini öldürsün diye Gyges'i gizliden gizliye zorlamasiyla Gyges Kandavles'i öldürür ve kraliçeyle evlenerek tahta geçer. Böylece 141 yil sürecek olan Mermnad egemenligi baslar.

Lidyalilar eski Önasya' da birinci derecede önem kazandilar ve özgün eserler yarattilar. (MÖ 587-546) sirayla Gyges, Ardys, Sadyattes, Alyattes ve Kroisos Lidya devletini yönettiler. Bu dönemde Lidya'nin zenginlesmesi ve güçlenmesi de altin madeninin bulunmasi, islenmesi ve ticaretin yapilmasi çok önemli bir faktördür. Bu saydigimiz krallarin ilk adimda, güç politikasinin silahi olarak ekonomik kaynaklari kullandiklari sanilir. Ilk sikkelerin ortaya çikisinin asker ücretlerinin ödenmesiyle ilgili oldugu bile düsünebilir.

Gyges tarihe geçince Yunan kentlerine karsi askeri girisimlerde bulundu ve kuzeyden gelen Kimmer tehlikesiyle ugrasti. Ve onlari yenilgiye ugratti. Fakat ikinci Kimmer saldirisina dayanamayacak Sardes'in yikimiyla sonuçlanan savasta öldü. Bu dönemde Yunanistan'la ticaret iliskileri çok gelismistir.

Gyges'ten sonra gelen krallar döneminde de Kimmer akinlari devam etti. Fakat bunlara karsi Lidya devleti çok iyi direndi ve bu da ekonomisinin ne denli güçlü oldugunu gösterir. Yine Gyges'ten sonra gelen krallar Yunan kent devletlerine saldirilar düzenlediler. Alyattes Lidya tarihinin en büyük kisisi ve Mermnad hanedaninin en etkin kralidir. Bati And kiyilarini ele geçirdi ve Bati And'in kuzey kismini elinde bulunduran Kimmerleri Kizilirmak'in ötesine sürdü ve bu sayede Lidya Kralligi'nin gücü yeni boyutlara ulasti.

Kuzeyli barbarlardan zara görüp zayiflayan Phrygia Lidya'ya baglandi.Bu dönemin önemli olaylarindan biri de nedeni pek bilinmeyen Lidya-Med savasidir. Sonuçta Kizilirmak her iki devlet arasina sinir kabul edildi. Alyattes Lidyalilar'la Grekler arasindaki iliskilere çok deger verdi; Miletos'ta iki tapinak insa ettirdi; Delphi'deki kehanet merkezine armaganlar yolladi; Korint tirani Periandros ile dostluk iliskileri kurdu. Bu kraldan itibaren Grek etkisi açik bir sekilde görülmeye baslar, Hellenlesme bunu izleyen dönemlerde büyük bir hiz gösterir.

MÖ 560 yilinda oglu Kroisos basa geçti ve babasindan devraldigi güçlü ve zengin devlet sayesinde ününü tüm eski çag dünyasina duyurdu. Içerdeki taht kavgasini sona erdirdikten sonra Ephesos'a yöneldi ve tüm Grek kentlerine egemen oldu. Ephesos'taki Artemis tapinagini tekrardan insa ettirdi. Kroisos döneminde Lidya devleti zenginliginin ve kültürel gelisiminin doruguna ulasti. Dillere destan zenginligi kaynagini bagli bölgelerden alinan haraçlar, ticari gelirler ve ülkenin dogal zenginliklerinden aliyordu.

MÖ 6.yy'in ortalarinda beliren Pers tehlikesini gören ve önlemler alan Kroisos Sardes yakinlarina gelen Pers ordusuyla karsilasti ve yenildi. Sonuçta Iranlilar tüm Anadolu'ya hakim oldular ve Lidya devleti tarih sahnesinden silindi.

eLanuR
11 January 2009, 11:24
Mezopotamya



Güneydogu Anadolu'dan baslayarak, Basra Körfezi'ne kadar uzanan, Dicle ve Firat Nehirleri arasindaki bölgeye Mezopotamya denir.

Mezopotamya, verimli topraklara sahip olmasi, iklim sartlarinin uygun olmasi gibi nedenlerden dolayi, sik sik istila ve göçlere sahne olmus, insanlar arasindaki kültür etkilesimi fazla oldugundan medeniyet bu bölgede gelismistir.

Sümerler

Birbirinden bagimsiz, "site" denilen sehir devletleri halinde yasadilar. En önemli sehirleri, Ur, Uruk, Lagas'tir. Bu sehir devletleri, "ensi" veya "patesi" denilen rahip-krallar tarafindan yönetiliyordu.

Çok tanrili inanca sahip Sümerlerin, tapinaklarina ziggurat denirdi. Mezopotamya'da evler ve tapinaklar, tas az oldugundan kerpiç ve tugladan yapilmistir. Hem bu özelliginden, hem de sik sik istilalara ugradigindan bu yapilar, günümüze kadar ulasmamistir

Günümüz uygarliginin temeli olan yaziyi (çivi yazisi), ilk kez Sümerler bulmustur (M.Ö. 3500). Tarihte ilk yazili hukuk kurallari da Sümerler tarafindan olusturulmustur. Bu özellikleri ile Sümerlere, dünyadaki ilk hukuk devleti diyebiliriz. Lagas Krali tarafindan olusturulan ilk yazili kanunlar, "fidye ve bedel" sistemine dayaniyordu.

Sümerlerin en önemli edebiyat eserleri; Gilgamis Destani, Yaradilis Destani ve Tufan Hikayesi'dir.Sümerler ayni zamanda matematik ve geometrinin de temellerini atmislardir. Dört islemi bulmuslar, dairenin alanini hesaplamislar, çarpma ve bölme cetvelleri hazirlamislardir.

Sümerler, astronomide de gelismislerdir. Burçlari bulmuslar, bir ayi 30, bir yili 360 gün olarak hesaplamislardir. Ilk kez Aay yili hesabina dayanan takvimi, Sümerler bulmuslardir.

Örf, adet, gelenek ve dil yapilarina, kullandiklari aletlere bakilarak, Sümerlerin, Mezopotamya'ya Orta Asya'dan geldikleri, Türk olabilecekleri tahmin edilmektedir. Akkadlar tarafindan yikilmislardir.

Akadlar

Arap Yarimadasi'ndan Mezopotamya'ya gelen Sami kökenli bir kavimdir. Ilk sürekli ve düzenli ordulari kurmuslardir. Bu sayede, kisa zamanda Mezopotamya'nin tamamina sahip olmuslardir. Tarihte bilinen ilk büyük imparatorlugu kurdular. Kuruculari Sargon, baskentleri Agade'dir. Tapinaklarina da Agade denilirdi. En önemli mimari eserleri Zafer Aniti'dir.

Elamlilar

Elam, Güneydogu Mezopotamya'ya verilen addir. Baskentleri Sus'tur. Bilim ve teknikte ileri olmamalarina ragmen, güzel sanatlar ve süsleme alaninda gelismislerdir.

Babilliler

Ilk mutlak krallik anlayisi, Babil'de ortaya çikmistir. Ünlü krallari Hammurabi, ilk anayasa olarak bilinen "Hammurabi Kanunlari" ni olusturdu. Bu kanunlar, Sami geleneklerinden ve Urukagine Kanunlari'ndan yararlanilarak hazirlanmistir. "Babil Kulesi" ve "Babil'in Asma Bahçeleri" en önemli eserleridir.

Asurlular

Yukari Mezopotamya'da (Güneydogu Anadolu) kurulmuslar, Toroslar ve Kapadokya'ya kadar yayilmislardir. Anadolu'da ticaret kolonileri kurdular. Çivi yazisini Anadolu'ya ögreterek, Anadolu'da tarih devirlerini baslattilar. Tüm çivi yazili eserleri, baskentleri Ninova'da toplayarak, ilk kütüphanecilik ve arsivcilik faaliyetini baslattilar.