#1
|
|||
|
|||
Güreş hakkında..
Güreş Hakkında
[FONT='Arial','sans-serif']Türklerin en eski sporlarından biridir. Güreş sözcüğünün kökeni, Özbek ve Başkurt Türklerinin “kures” sözcüğünden gelmektedir. Zorlu doğa koşulları ile mücadele eden ilk insanların çoğunda olduğu gibi Türklerde de güreş, adeta günlük hayatın bir parça olmuştur.Türkler ayrıca totem inanış ve göçebe yaşam biçiminin de etkileri ile, doğaya ve kuvvete düşkün kişiler olduklarından yakın mücadeleyi her zaman ön planda tutmuşlar, güçlerini topluma kanıtlamak amacıyla güreşe çok sık başvurmuşlardır. Düğünlerde, ünlü kişilerin cenaze törenlerinde, ölüm yıldönümlerinde ve diğer özel günlerde at yarışları ve koşuların yanında güreş, çok önemli bir yer tutmuştur. Eski Türklerde büyük bir tutku olan ve günlük yaşamdan ayrılmayan güreşin, başlangıç yılları tam olarak belirlenememiştir. Ancak Koryakların tahtadan yaptıkları süs eşyalarının üzerinde güreşçi figürlerinin bulunmasına bakılırsa, güreşin ne kadar eski bir spor olduğu anlaşılabilir. M.Ö. 13. yy.da yaşamış Hiyung-Nu Türkleri’nde güreş, en yaygın mücadele sporuydu. Sümerlerde de güreşin yaygın olduğu ve hatta yılın belli dönemlerinde güreş bayramları yapıldığı tarihi buluntularla kanıtlanmıştır. Oğuz Türkleri’nde güreşin her türüne yer verildiği de Dede Korkut Destanları’ndan anlaşılmaktadır. Gılgamış ve Dede Korkut Destanları, Sümer, Akat tarihleri ve tüm buluntular, güreşin ilk kez Türkler tarafından yapıldığının kesin kanıtlarıdır. Göç yolları aracılığıyla batıya yayılan güreş, Türklerin Anadolu’ya göçü ile birlikte Anadolu’ya getirilmiştir. Türklerin getirdikleri güreş stilleri, bu yöredeki güreş stilleri ile kaynaşmış, özellikle Ege ve Trakya’da yaygın olan yağlı güreş, Türkler arasında da benimsenmiştir. Selçuklular ile başlayan yağlı güreş, Osmanlılarda bir gelenek haline gelmiş ve günümüze kadar sürdürülmüştür. Osmanlı İmparatorluğu’nda da güreşe özel önem verilmiş, vakıf niteliğinde olan özerk güreş örgütleri oluşturularak bu sporun örgütlenmesi sağlanmıştır. Çeşitli bölgelerde kurulan güreş tekkelerinin çalışma yöntemlerinin günümüzde bile geçerliliğini koruyacak kadar ileri ve modern olduğu görülmüştür. Halk arasında en çok ilgi gören güreş türleri, Karakucak Güreşi ve Yağlı Güreş olmuş, halk dilinde Karakucak “Anadolu Güreşi”, Yağlı Güreş ise “Rumeli Güreşi” olarak adlandırılmıştır. Tanzimat Dönemi’ne kadar ödül olarak büyükbaş ya ad küçükbaş hayvan, tarıma elverişli arazi, halı, kilim gibi teşvik amaçlı ödüllerin ortaya konduğu güreş karşılaşmaları Tanzimat Dönemi’nden sonra para için yapılmaya başlandı. Bu durum profesyonel güreşin yapılmaya başlandığının açık bir ifadesi oluyordu. Osmanlılarda genç bir pehlivanın ilk defa kısbet giymesi, tıpkı sünnet gibi hayatının önemli bir olayını oluşturuyor ve bu özel gün çeşitli törenlerle kutlanıyordu. İyi pehlivanlar da, yetiştikleri bölge için önemli bir övünç kaynağı sayılır ve bu nedenle çevresi tarafından sürekli maddi, manevi destek görürdü. Osmanlı saraylarında özel padişah gösterileri için “Hasan Pehlivan Bölüğü” kurulmuş; özellikle, Sultan IV. Murat ve Sultan Abdülaziz dönemlerinde, ülke pehlivanlarına büyük önem verilmiştir. Padişah huzurunda yapılan güreşlere “Huzur Güreşi” denilmiştir. 19. yy. padişahlarından Sultan Abdülaziz ‘in güreşe duyduğu ilgi sayesinde, güreş altın çağını yaşamıştır. Bu dönemin güreşçileri arasında Koca Yusuf, Adalı Halil, Filiz Nurullah, Kurtdereli Mehmet ve Kara Ahmet bütün dünyada ; Kel Aliço, Çolak Molla Mümin, Kavasoğlu İbrahim, Pomak Hasan, Hergeleci İbrahim, Tophaneli Yusuf ve Kızılcıklı pehlivanlardır. Avrupa’da ilk defa yabancı pehlivanlarla boy ölçüşen güreşçimiz, Koca Yusuf’tur.1898 yılında Paris’te Fransız Paul Pons’u hiç bilmediği grekoromen stilinde güreşerek mağlup etmiştir. 1899 ‘da da Amerika’ya giden Koca Yusuf, Amerika’nın en ünlü pehlivanlarını teker teker yenmiştir. Aynı yıl Kara Ahmet Paris’te, Paul Pons ve Laurent de Bakerca’yı yenerek grekoromende Dünya Şampiyonluğu’nu kazanmıştır. Bunlar, dünya güreşindeki ilk önemli başarılarımızdır. Türkiye’de modern anlamda güreş, 1910 yılında grekoromen stildeki çalışmalarla başlamıştır. Modern güreş sporu konusunda güreşçilerimizi eğitmek üzere de Macar antrenör Raol Peter görevlendirilmiştir. 1922 yılında Cumhuriyet’in ilanından önce oluşturulan Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı bünyesinde yer alan Güreş Federasyonu sayesinde ülkede minder güreşi ile ilgili çalışmalar daha düzenli hale gelmiştir. İlk güreş federasyonu başkanlığını da Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü’nün kurucularından Ahmet Fetgeri Bey yapmıştır. Minder güreşine ilgi gösteren Fenerbahçe, Beşiktaş, Üsküdar, Anadolu, Kumkapı ve Haliç Fener kulüplerinde yer alan Türk güreşçilerinin bireysel çabaları, minder güreşinin yaygınlaşıp benimsenmesinde önemli rol oynamıştır. Ahmet Fetgeri, Kemal Türel, Tıbbiyeli Sami, Mazhar Kazancı , Dr. Emin Şükrü Kurt, Ressam Acar, Mızıkacı Danyal, Mehmet Ali Fetgeri, M. Sami Karayel, Hattat Şevket , Cemal Sek, Seyfi Cenap Berksoy, Dürrü Sade, Vehbi Emre, Celal Davut Arıbal , İlhami Polater minder güreşine öncülük eden Türk güreşçileri olmuşlardır. Türk güreşinin yönetiminde en üst basamağı oluşturan Türkiye Güreş Federasyonu, 1922 yılında TİCİ (Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı) bünyesinde kurulmuş, 1923 yılında FILA (Federation İnternationale de Lutte Amateur)’ya üye olmuştur. 1924 Paris Olimpiyat Oyunları, Türk güreşçileri için uluslar arası alandaki ilk ciddi deneyim olmuştur. Bu olimpiyatlara katılan takımımız Seyfi Cenap Berksoy, Fuat Akbaş, Dürrü Sade, Mazhar Çakar ve Tayyar Yalaz’dan oluşmuş ve takımımızı hazırlayan Raol Peter adındaki Macar antrenör Türkiye’deki minder güreşinin kurucusu olmuştur. 1928 Amserdam Olimpiyatları’nda Tayyar Yalaz 67.5 kiloda dördüncü, diğer güreşçilerimizden Nuri Boytorun, Çoban Mehmet kilolarında altıncı olarak uluslar arası alanda isimlerini duyurmuşlardır. 1932 yılında güreşçilerimiz ilk kez Balkan Şampiyonası’na katılmış, 5 altın ve 2 gümüş madalya kazanarak takım halinde de 1.liği elde etmişlerdir. 1935 yılından itibaren grekoromen stil yanında serbest güreş şampiyonası düzenlenmiştir. Güreşçilerimiz, serbest stile o kadar çabuk adapte olmuşlardır ki, aynı yıl içinde Türkiye’ye gelen Alman Milli Takımı’nı 7-0 gibi ağır bir yenilgiye uğratmışlardır. Artık serbest güreşi de öğrenen Türk güreşçileri, 1936 Berlin Olimpiyat Oyunları’na hem grekoromen hem de serbest stilde katılmışlar ve grekoromen stilde 61 kg güreşçimiz Yaşar Erkan altın madalya kazanarak olimpiyatlardaki ilk birinciliğimizin sahibi olmuş, serbest güreşte 79 kiloda Mersinli Ahmet Kireççi de bronz madalya kazanmıştır. Bundan sonraki uluslar arası karşılaşmalar yoğunlaştırılmıştır. 1938 yılında Estonya’nın başkenti Tallin’de yapılan Avrupa Güreş Şampiyonası’nda yapılan Avrupa Güreş Şampiyonası’nda ağır siklet güreşçimiz Çoban Mehmet Avrupa üçüncüsü olmuştur. Bu Avrupa Güreş Şampiyonası’ndaki ilk derecemizdir. 1939′da Türk güreşçileri Avrupa Serbest Güreş Şampiyonası’na katılmış, Yaşar Doğu (66 kg) ve Mustafa Çakmak (87 kg) iki gümüş madalya kazanarak güreşte yeni bir dönem başlatmışlardır. 1940-1945′te ,İkinci Dünya Savaşı yıllarında uluslar arası karşılaşmalara ara verilirken, sadece yurt içi karşılaşmalarla yetinmişlerdir. 1946 yılı Ekim ayında Stockholm’de yapılan Avrupa Serbest Güreş Şampiyonası’nda Türk güreşçileri; 3′ü altın, 2’si gümüş ve 2’si de bronz olmak üzere yedi madalya kazanmışlardır. Bu madalyalar Türk güreşçilerine ilk Avrupa Şampiyonluğu’nu getirmiştir. 1947 yılında Prag’da yapılan Avrupa Grekoromen Şampiyonası’nda güreşçiler 1 altın, 2 gümüş ve 1 bronz madalya kazanmışlardır. Vehbi Emre gibi tecrübeli ve saygın bir Federasyon başkanı Nuri Boytorun gibi mükemmel bir hoca ile geliştirilen sağlam temel sayesinde güreşçilerimiz 1948 Londra Olimpiyatları’nda 6 altın, 4 gümüş, ve 1 de bronz madalya kazanarak dünya minderlerinde “en büyük” olduklarını kanıtlamışlardır. İstanbul Spor ve Sergi Sarayı’nın açılışının da yapıldığı 1949 Avrupa Serbest Güreş Şampiyonası’nda ise Türk güreşçiler sekiz sıkletin yedisinde altın, birinde gümüş madalya almışlardır. 1950 yılında Stockholm’de yapılan Dünya Grekoromen Güreş Şampiyonası’na ilk kez katılan millilerimiz 1 altın, 4 gümüş, 2 bronz madalya kazanırken, 1951 yılında Helsinki’de yapılan Dünya Serbest Güreş Şampiyonası’na ilk kez katılan güreşçilerimiz, üstün bir başarı göstererek sekiz sıkletin altısında altın, birinde bronz madalya kazanmış ve takım sıralamasında Dünya 1. ligine ulaşmıştır. 1952 Helsinki Olimpiyat Oyunları kadrosunda bulunan şampiyonların amatörlük belgelerinin önce Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi, ardından Uluslararası Olimpiyat Komitesi tarafından onaylanması ve T.M.O. Komitesi Genel Sekreteri Burhan Felek’in azledilmesi Türk güreşinde “1952 Olayları”olarak yer almıştır. Her şeye rağmen güreşçilerimiz, bu olimpiyatlarda serbest stilde 2 altın ve 1 bronz madalya kazanmışlardır. Tokyo’da yapılan 1954 Dünya Serbest Güreş Şampiyonası’nda Türk güreşçiler;2 altın, 3 gümüş ve 1 bronz madalya ile Sovyetler Birliği’nin önünde Dünya Şampiyonu olmuşlardır. 1956 yılında ise ilk kez İstanbul’da Dünya Kupası Güreş Müsabakaları düzenlenmiştir.İnönü Stadı’nda düzenlenen bu karşılaşmalarla Türk güreşi yeniden yükselişe geçmiştir. Aynı yıl Melbourne’de yapılan olimpiyatlarda güreşçilerimiz 1′i grekoromen, 2’si serbestte 3 altın, 2 gümüş ve 2bronz madalya kazanmışlardır. 1957 yılında yine İstanbul’da yapılan Dünya Serbest Güreş Şampiyonası’nın her sikletinin seremonisinde bir Türk güreşçisi şeref kürsüsünde yer almıştır. 4 altın, 2 gümüş ve 2 bronz madalya ile 42 puan alan Türk güreşçiler yeniden Dünya Şampiyonluğu’na ulaşmışlardır. 1958 yılında Budapeşte’de yapılan Dünya Grekoromen Güreş Şampiyonası’nda güreşçilerimiz 2 altın, 2 gümüş ve 1 bronz madalya kazanarak takım halinde 2. olmuşlardır. 1959 yılında Tahran’da yapılan Dünya Serbest Güreş Şampiyonası’nda güreşçilerimiz 2 altın, 2 gümüş ve 2 bronz madalya ile yurda dönmüşlerdir. 1960 Roma Olimpiyat Oyunları’nda 7 altın, 2 gümüş madalya kazanan güreşçilerimiz, 1962′de Toledo’da yapılan Dünya Şampiyonası’nda grekoromende iki altın, serbestte 1 altın madalya ve 1963 yılında Helsingborg’da yapılan Dünya Grekoromen Güreş Şampiyonası’nda ve Sofya’da yapılan Dünya Serbest Güreş Şampiyonası’nda 1′er altın ve 1′er bronz madalya almışlardır. 1964 Tokyo Olimpiyatları’nda ise 2 altın, 2gümüş, ve 3 bronz madalya elde etmişlerdir. 1965′te Manchester’da düzenlenen Dünya Serbest Güreş Şampiyonası’nda Ahmet Ayık 97 kiloda Dünya Şampiyonu olmuş, 1966 yılında Toledo’da yapılan Dünya Serbest Güreş Şampiyonası’nda 78 kiloda Mahmut Atalay altın madalya almış, şampiyonada 3 gümüş ve 2 bronz madalya daha kazanan Türkiye 4. kez Dünya Şampiyonu olmuştur. Aynı yıl yeniden başlayan Avrupa Şampiyonaları (son kez 1949′da yapılmıştı) Türk ve dünya güreşine yeni bir canlılık getirmiş, Karlsruhe’deki Avrupa Serbest Güreş Şampiyonası’nda güreşçilerimiz 2 altın, 3 gümüş, 3 bronz madalya ve ekip halinde 2. olarak yurda dönmüşlerdir. İstanbul’da 1967 yılında yapılan Avrupa Serbest Güreş Şampiyonası’nda 3 altın, 1 gümüş ve 1 bronz madalya kazanan Türk güreşçileri Avrupa Şampiyonu olmuşlardır. Aynı yıl Bükreş’te yapılan Dünya Grekoromen Güreş Şampiyonası’nda 78 kiloda Sırrı Acar Dünya Şampiyonluğu’nu kazanmıştır. 1968 Meksika Olimpiyatları’nda güreşçilerimiz grekoromende 2 altın, 2 gümüş, ve 1 bronz madalya almışlardır. 1970′li yıllarda başlayan ve 1983 yılına kadar süren duraklama döneminde Türk güreşi uluslar arası alanda ancak dört altın madalya kazanmıştır. Bunlar; 1970 Dünya Serbest Güreş Şampiyonası’nda (Edmonton) 52 kiloda Ali Rıza Alan, 1970 Avrupa Şampiyonası’nda 100 kiloda Ahmet Ayık, 1972 Avrupa Serbest Güreş Şampiyonası’nda (Katowice) 48 kiloda Sefer Bayram ve 1983 Avrupa Serbest Güreş Şampiyonası’nda 82 kiloda Reşit Karabacak’a aittir. Bu dönemin tek olimpiyat madalyasını ise 1972 Münih Olimpiyatları’nda serbest 62 kiloda Vehbi Akdağ kazandırmıştır. (gümüş) Dönemin bir diğer başarılı güreşçisi ise 1975-79 Akdeniz Oyunları Şampiyonu ve 1977-81 ve 1982 yıllarında dünya ikincisi olan Salih Bora’dır. 1985 yılında Halil Atanın Güreş Federasyonu Başkanı olmasıyla modern güreş kabuk değiştirmiştir. 1985 Avrupa Şampiyonası’nda Reşit Karabacak ve Fevzi Şeker Avrupa 2.si olurken ekibimiz takım halinde 4. sırada yer almıştır. Yalçın İpbüken ve Esat Güçhan dönemlerinde federasyonda eğitime ve bilime ağırlık veren atılımlar yapılmıştır. 1988 yılında Manchester’da yapılan Avrupa Serbest Güreş Şampiyonası’nda kazanılan 2 gümüş madalyayı 1989′da Ankara’da yapılan Avrupa Serbest Güreş Şampiyonası’nda Ahmet Ak’ın aldığı altın madalya izlemiştir. 1990′lı yıllar ise Türk güreşi için yeni bir yükseliş döneminin başlangıcı olmuştur. Yeniden yapılanmaya gidilmiş, alt yapıya, eğitime ağırlık verilmiş ve yeni yabancı hocalarla anlaşılmıştır. 1991 yılı güreşte başarılı bir yıl olmuştur. Avrupa Şampiyonası’nda 62 kiloda Metin Kaplan ve 100 kiloda Ali Kayalı altın madalya kazanmışlar, bunu 1992 yılında bir altın (Sebahattin Öztürk 82 kilo), 2 gümüş, 4 bronz madalya ile Avrupa Serbest Güreş Şampiyonası’nda takım halinde ikinci oluşumuz izlemiştir. Aynı yıl Barcelona’da yapılan Olimpiyat Oyunları’nda M. Akif Pirim grekoromen güreşte 24 yıl aradan sonra şampiyon olmuştur. 1993 yılında İstanbul’da yapılan Serbest Güreş Şampiyonası’nda 3 altın, 2 gümüş, ve 2 bronz madalya kazanan Milli Takım’ımız 26 yıl aradan sonra Avrupa Şampiyonluğu’na ulaşmıştır. Aynı yıl Kanada’nın Toronto kentinde yapılan Dünya Serbest Güreş Şampiyonası’nda 82 kiloda Sebahattin Öztürk 23 yıl sonra Dünya Şampiyonluğu’na ulaşan güreşçimiz olmuştur. Ali Kayalı’nın gümüş madalya kazandığı bu şampiyonada Türkiye 51 puanla takım halinde 3.’lük kazanmıştır. Stockholm’de yapılan Dünya Grekoromen Güreş Şampiyonası’nda ise 82 kiloda güreşçimiz Hamza Yerlikaya, 26 yıl sonra Türkiye’ye Dünya Şampiyonluğu getirmiştir. 1994′te Roma’da düzenlenen 37. Avrupa Serbest Güreş Şampiyonası’nda 62 kiloda Muharrem Demireğen altın, 74 kiloda Turan Ceylan ve 130 kiloda Mahmut Demir gümüş, 100 kiloda Ali Kayalı bronz madalya kazanırken Türkiye takım sıralamasında üçüncü olmuştur. Aynı yıl yapılan 41. Avrupa Grekoromen Güreş Şampiyonası’nda 57 kiloda Şeref Eroğlu, 74 kiloda Erol Koyuncu altın madalya alırken grekoromen güreşçilerimiz 25 yıl aradan sonra bir Avrupa Şampiyonası’nda ilk kez 2 altın madalya kazanma başarısını göstermiştir. 1994 yılının bir diğer önemli sonucu ise Budapeşte’de düzenlenen Dünya Gençler Grekoromen Güreş Şampiyonası’nda sporcularımız 2 altın, 1 gümüş, ve 1 bronz madalya kazanarak tarihinde ilk kez takım halinde birinci gelmesidir. Ağustos ayında İstanbul’da düzenlenen 30. Dünya Serbest Güreş Şampiyonası’nda Türkiye iki altın (74 kilo Turan Ceylan, 130 kilo Mahmut Demir), bir gümüş (82 kilo Sebahattin Öztürk)madalya ve 53 puanla 28 yıl aradan sonra 5. kez takım halinde Dünya Şampiyonu olmuştur. 1995 yılında Fransa’da yapılan 42. Avrupa Grekoromen Güreş Şampiyonası’nda ise Milli Takım’ımız bu kez sadece bir gümüş (130 kilo Şaban Donat) madalya ile yetinmek zorunda kalmıştır. Aynı yıl İsviçre’de yapılan Avrupa Serbest Güreş Şampiyonası’nda 130 kiloda Mahmut Demir altın, 74 kiloda Turan Ceylan , 68 kiloda Yüksel Şanlı ve 52 kiloda Metin Topaktaş gümüş madalya kazanmış, ekibimiz takım sıralamasında Avrupa 3. lüğünü elde etmiştir. 1995 yılında ABD’nin Atlanta kentinde düzenlenen Dünya Serbest Güreş Şampiyonası’nda ise güreşçilerimiz 57 kiloda Harun Doğan’ın kazandığı tek bronz madalya ile yetinmişlerdir. Çek Cumhuriyeti’nin Prag kentinde yapılan Dünya Grekoromen Güreş Şampiyonası’nda 82 kiloda Hamza Yerlikaya ve 90 kiloda Hakkı Başar dünya şampiyonu olurken, Türkiye 33 yıl sonra dünya şampiyonasında iki şampiyon birden çıkarmıştır. Şubat 1996′da Ankara’da yapılan 24. uluslar arası Yaşar Doğu Serbest Güreş Turnuvası’nda Türkiye üç altın madalya ve 79 puanla takım sıralamasında birinci olurken , İsveç’te düzenlenen Grand Prix’te M.Akif Pirim ve Hamza Yerlikaya şampiyon olmuştur. Macaristan’ın Budapeşte kentinde düzenlenen 39. Avrupa Serbest Güreş Şampiyonası’nda ise tek altın madalyayı 130 kilo güreşçimiz Mahmut Demir kazanmıştır. 1 altın, 1 gümüş, (Harun Doğan 57 kilo )madalya kazanan Türkiye 35 puanla takım halinde beşinci olmuştur. 43. Avrupa Grekoromen Güreş Şampiyonası’nda güreşçilerimiz üç altın madalya (57 kiloda Şeref Eroğlu, 82 kiloda Hamza Yerlikaya, 74 kiloda Nazmi Avluca )kazanarak, Avrupa üçüncülüğünü elde etmiştir. [/FONT] Güreş, insanlık tarihinin en eski sporlarından birisidir. M.Ö. 708″de Yunanlılar, M.Ö. 2. yüzyılda Türkler, M.Ö. 22′ de Japonlar, M.Ö. 260′ da Sümerler, M.Ö. 2000-2470-2320 de Mısırlılar tarafından bu sporun yapıldığına dair belgeler bulunmuştur. Güreş İ.Ö. 900′lerde kurallara bağlanmıştır. İ.Ö. 704? deki 18. Olimpiyat oyunları programına kabul edilmiştir. Modern Olimpiyatların başlangıcı 1896 Atina Olimpiyatlarına Greko-Romen stil, 1904 St. Louise Olimpiyatlarına Serbest stil resmen alınmıştır. 1912 yılında FILA (Uluslararası Amatör Güreş Federasyonu) kurulmuştur. Sitiller Güreşte pek çok ulusal stiller gelişmiştir. Türkiye’de Yağlı Güreş, Hindistan’da Pehlwani, Japonya’da Sumo, Moğol Güreşi gibi. Bazı kanıtlar güreşin insanoğlunun en eski sporu olduğunu göstermektedir. Antik bazı tasvirlerde iki rakibin güreş tuttuğu sahneler yer almaktadır. Tevratta Yakub’un bir melekle güreş tuttuğu ifade edilir ve kendisine “Tanrı ile güreş tutan” adı verilir.Güreş ve Diğer Savaş Sanatları Güreş diğer savaş sanatlarının da birbiriyle bir araya getirildiği karşılaşmalarda önemli bir yer kazanmıştır. Çoğu dövüşçü kendilerini güreşle tanımlamaya veya sanatları arasına güreşi de katmaya başlamıştır. Güreş formları kendini koruma-karışık savaş sanatları sistemi içine alınmıştır. Bunlar arasında bazıları Shootfighting, Sambo, Pancrase. Randy Couture, Mark Coleman, Takanori Gomi gibi bazı başarılı dövüşçülerin de arkaplanında güreş vardır;Güreş Nedir : Türk spor tarihinde engin, Türk spor geleneğinde zengin bir yere sahip olan güreş sporu, insanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahiptir. Bütün sporların prototiplerinde olduğu gibi, güreşte eski devirlerde savaşa hazırlık amacıyla yapılmaktaydı. Eski Türklerde de bu amaç var olmakla birlikte özel ve genel toylarda (şenlikler/ merasimler), yuğ (yas) merasimlerinde, pazar ve panayır yerlerinde, yaylada konup göçüşlerde ve her türlü buluşma ve kaynaşma yerlerinde yapılmıştır. Diğer bir bakışla güreş, Türkler de siyasi ve askeri, dini, sosyal ve kültürel bir çok fonksiyonların yerine getirilmesinde en önemli aksiyonlardan biri olmuştur. Ayrıca, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik yapı ve yaşayışında ayrılmaz bir parçası görünümünü almıştır. Dolayısıyla sosyal bütünleşmeye ve sosyalleşme sürecine de büyük katkılar sağlamıştır. Böylece eski medeniyetlerin hemen hepsinde görülen güreş sporu, hiçbir zaman Türklerde ki kadar çok yönlü fonksiyonları icra etmemiştir (Balgambayev,1981). IXX. asrın ortalarından itibaren çağın değişmesine ve gelişmesine paralel olarak, Türk Güreşi de bünyesinde bulundurduğu bu çok yönlü fonksiyonların bir çoğunu, belki de tamamına yakınını kaybetmiştir. Ancak, spora olan ilgi bütün dünyada gün geçtikçe daha da artmıştır. Milli düzeyden milletlerarası düzeye çıkan ve uluslar arası spor halkasına eklenen branş sayısı her gün biraz daha artmıştır. Bunun en bariz örneği; İlk modern olimpiyatta (1886) yapılan spor branşları ile son olimpiyatta (2000) yapılan spor branşları sayılarında ki artışla görülebilmektedir. Olimpiyatlara katılan ulus sayısı da buna paralel olarak artmıştır. Fakat, milli düzeyden milletlerarası düzeylere çıkan sporlarda daha ziyade gelişmiş ülkelerin ağırlıkları görülmektedir. Bu durum sporun milletlerarası kültürel temaslarının yanı sıra, milletlerin birbirlerine siyasi ve kültürel propaganda yaptıklarını da göstermektedir. Milletlerarası spor halkasına yeni bir spor ekleyen uluslardan daha fazla, geçmişte bünyesinde bir çok sporu barındıran Türkler, bırakın bu sporları milletlerarası spor halkasına eklemeyi; milli kültür halkası için de bile yeterince barındıramamışlardır. Zamanla bir takım gelenekler ortadan kalkmış veya orijinalliğini yitirmiştir. Bu durum telafisi mümkün olmayan kayıplara yol açmıştır. Türk kültür hayatında büyük öneme haiz olan geleneksel güreşlerde, bu durumdan kendisine düşen payı almıştır. Kahramanmaraş yöresinde yakın tarihe kadar çok yaygın olan Şalvar Güreşi vardı ki, bu güreş her bakımdan günümüz minder güreşi ( özellikle serbest güreş) için çok önemli bir altyapı potansiyeliydi. Fakat, senede bir kez çok zorluklar altında ancak yapılabilmektedir. Yine Geleneksel Spor Dalları Federasyonu?na (GSDF) bağlı olarak Gaziantep ve Hatay yörelerinde yapılan Aba Güreşleri bulunmaktadır. Günümüzde az da olsa hala yapılmakta olan bu güreşlerden özellikle Hatay yöresinde yapılanı; günümüz Orta ve Kuzey Asya ile Kafkasya da hala çok yaygın olarak yapılan ( Abbotov, 1991; Bektenov ve Musim, 1978) aba güreşleriyle her bakımdan aynilik ve orijinallik taşımaktadır. Bu güreşlerin çok önemli bir yanı da, eski Türk geleneğinde olduğu gibi hala Orta ve özellikle Kuzey Asya Türk halklarının bayanlarının da yapmış olmalarıdır. Hatay usulü aba güreşlerinin diğer bir önemli yanı da, minder güreşiyle teknik ve fizyolojik açıdan benzer oluşudur. Bu bağlamda aba güreşi; hem alt yapı ve potansiyel açıdan hem de Türk bayan güreşini kalkındırmak bakımından önem arz ettiği görülebilmektedir. Güreş Federasyonu (TGF)?na bağlı olarak organize olan Karakucak ve yağlı Güreşlerde bulunmaktadır. Bunlardan karakucak güreşleri eskisi kadar yoğun yapılmamakla birlikte; eskiden beri serbest güreşin bölgesel potansiyelliği ve başarı grafiği ile paralel bir seyir izlediği bilinmektedir. Bu durum, karakucak güreşlerinin nazari-dikkate alınmasını gerektirmektedir. Yağlı Güreş yukarıda adı geçen aba, şalvar ve karakucak güreşleri kadar geleneksel Türk unsurlarını, rituel sujeleri vs. bütün proto özellikleri üzerinde taşımamaktadır. Aynı zamanda minder güreşlerine de bir alt yapı görünümünde değildir. Çünkü yağlı güreş fizyolojik açıdan minder güreşleriyle farklılık göstermektedir. Ancak, yağlı güreşin günümüzde dahi bazı bölgelerde birinci lig futbol derbi maçları kadar bir sektörü bulunmaktadır. Bu açıdan göz ardı edilmemesi kanaati hasıl olmaktadır. Minder güreşi (serbest ve Greko-Romen), Türkiye ye ilk geldiği yıllarda klasik (geleneksel) güreşlerin gölgesinde kalsa da, kısa sürede kendisini toparlamıştır. 1970?li yıllara kadar ülkenin en popüler ve sektörel bir sporu olan güreş, ondan sonraki yıllarda bu popülaritesini yavaş-yavaş yitirmiştir. Günümüzde çok şeyde olduğu gibi sporun popülaritesi de kitle iletişim araçlarına bağlıdır. Medya diye tabir edilen bu araçların Türk güreşine yeterli düzeyde yer vermediği açıktır. Buna sebep olarak Türk güreş camiası veya FILA gösterilebilir. Ancak, şöyle bir geriye dönüp bakıldığında; Türkiye?yi yurt dışında en iyi temsil etmiş branşın güreş sporu olduğu açıkça görülecektir. Dünyanın en büyük organizasyonu olan Olimpiyat oyunlarında şimdiye kadar Türkiye?nin aldığı toplam altın madalya sayısı 33?dür. Bunun 27?si güreşten gelmiştir. Dünya ve Avrupa Şampiyonalarında güreşin getirdiği altın madalya sayısı ise, yaklaşık bunun altı katıdır. Güreş camiasının bütün sporlara çok iyi gözle baktığı; güreşçilerin komple sporcu oluşlarıyla da ortadadır. Fakat, uluslararası düzeyde Türkiye ye hiç şampiyonluk yaşatmamış branşları saatlerce, günlerce, aylarca ve hatta yıllarca medyadan seyrederken; bu denli başarı kazandırmış güreşi, hiç denecek kadar az görmek veya hiç görememek; hem Türk güreş severleri üzmekte hem de Türk güreşinin bu ilgisizliği hakketmediği kanaati hasıl olmaktadır. Bazı yabancı uzmanların güreşe en yetenekli ve istekli insanların başında Türklerin geldiğini hem teoride (Sımakov,1984) hem de pratikte (Sapunov, 2001) belirtmektedirler. Türkiye de güreş sporunu yapacak çağda insanların çokluğu ve bu spora istekli pilot bölgelerin sıklığı herkes tarafından bilinmektedir. Bura da yetkili ve ilgililere, Türk güreşini dünyada hak ettiği yere getirebilmek için, maddi manevi imkanları en iyi şekilde değerlendirmek kalmaktadır. Elbette ki bu işte kolay değildir. Güreş alanıyla ilgili akademisyen ya da uzman kişilerin samimi veya özverili olmalarının da yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. Part-Time çalışmalarla Türk güreşinin bir yerlere gelemeyeceği özellikle son beş yılda yeterince anlaşılmıştır. Bütün olumsuzlukları olumlu yöne çevirmek; mevcut potansiyelleri en verimli veya başarılı hale getirmek; aynı zamanda profesyonellik gerektirdiği açıktır. Alanında uzmanlaşmış kişi veya akademisyenlerin zamanlarının tamamını veya bir çoğunu Türk güreşine ayırmalarının gerekli olduğu anlaşılmaktadır.
__________________
[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] ♥ ♥ ♥ Deli bir yağmur olsam seni yağdığım yerler kadar severdim. Deli bir rüzgar olsam seni estiğim yerler kadar severdim. Ama ben sadece deliyim ve seni aldığım her nefes kadar çok seviyorum. ♥ ♥ ♥ vizelerden sonra görüşürük..
|