Seversintabi.com Türkiye'nin En Büyük Forumu Bence Seversin Tabi
 

Go Back   Seversintabi.com Türkiye'nin En Büyük Forumu Bence Seversin Tabi > Yaşamın İçinden > Bitkiler Dünyası
Yardım Topluluk Takvim Bugünki Mesajlar Arama

gaziantep escort gaziantep escort
youtube beğeni hilesi
Cevapla

 

LinkBack Seçenekler Stil
  #1  
Alt 31 July 2009, 10:54
sevqi emektir.. emekSe vazqeçmiCek kDr ama.. özqür ßırakaCak kDr sevmektir..
 
Kayıt Tarihi: 7 May 2009
Mesajlar: 13,636
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Fotosentez

Yeşil Mucize Fotosentez
GİRİŞ
İnsan hayatında çok önemli yeri olan bitkiler, 500 binden fazla çeşidiyle Allah'ın insanın faydasına sunduğu sınırsız bir hazinedir. Soluduğumuz tertemiz havanın, hayatta kalmak için ihtiyacımız olan besinlerin, kullandığımız enerjinin kaynağı bitkilerdir. Çarpıcı güzellikteki manzaraların, etkileyici kokuların ve gözalıcı renklerin kaynağı da yine bitkilerdir.
Bitkiler, ışığı besine çeviren fotosentez sistemleri, hiç durmadan enerji ve oksijen üreten, doğayı temizleyen, ekolojik dengeyi sağlayan mekanizmaları, tat, koku, renk gibi sadece insana hitap eden estetik özellikleriyle kendilerini yaratan Allah'ın sonsuz ilmini, sanatını, insanlara karşı olan şefkat ve merhametini gözler önüne seren özel canlılardır. Çok özel faydalar için çok özel sistemlere sahip olan bitkilerin bugüne kadar sadece 10.000 türü incelenebilmiş, bu araştırmalar sonucunda her bitkinin insanı hayrete düşürecek yaratılış özelliklerine sahip olduğu ortaya çıkmıştır.
Allah'ı tanımak, O'nun sıfatlarını görmek, O'na yakınlaşmak isteyenler için bitkilerdeki, hatta onların tek bir yaprağındaki yaratılış mucizelerine biraz daha yakından bakmak, onların harikalarla dolu dünyalarını tanımak çok faydalı olacaktır. Bu sayede, şimdiye kadar sadece bilim adamlarına özgü olduğunu düşündüğümüz çarpıcı gerçeklerin kapısının, samimi ve dikkatli bir ilgi ile tüm insanlara açılabileceğini görebiliriz.
İman edenler, Allah'ın kendilerine verdiği akıl ve anlayış ile O'nun bizim gözlerimizin önüne serdiği mucizeleri görebilirler. Bunun için varlıklara akıl ve hikmet gözüyle bakmak gerekir. Çevresine akıl ve hikmet gözüyle bakmayı öğrenen bir insan, bir çiçeğin renginde, şeklinde ve kokusunda gördüğü sanatın yanında çiçeği çiçek yapan bütün sistemleri de öğrenecek, Allah'ın üstün ilmine ve kudretine daha yakından şahit olacaktır.
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 31 July 2009, 10:58
sevqi emektir.. emekSe vazqeçmiCek kDr ama.. özqür ßırakaCak kDr sevmektir..
 
Kayıt Tarihi: 7 May 2009
Mesajlar: 13,636
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Cvp: Fotosentez

BİZİM İÇİN ÇALIŞAN YEŞİL FABRİKA

YAŞAM ENERJİSİNİ ÜRETEN FABRİKA
Güneş'in Dünya'ya gönderdiği bir günlük enerji, tüm insanlığın bir gün boyunca ihtiyaç duyacağı enerjinin neredeyse on bin katıdır. Gelişmiş ülkeler, Güneş'ten gelen bu bedava enerjiyi depolayabilmek için yapılan araştırmalara çok yüksek miktarlarda para harcarlar.
Bu amaçla yapılan araştırmalarda, şaşırtıcı bir gerçekle karşılaşılmış ve bitkilerin Güneş'ten gelen enerjiyi depolayan, mükemmel bir sisteme sahip oldukları anlaşılmıştır. Bitkilerin sahip olduğu bu sisteme fotosentez adı verilir. Bitkiler, fotosentez işlemini yapılarında bulunan güneş hücreleri sayesinde gerçekleştirirler. Bu hücreler, güneş enerjisini kimyasal enerjiye dönüştürerek bütün canlılığın temel besin kaynağı olan karbonhidratı üretirler.
Karbonhidratlar, tüm canlıların doğrudan veya dolaylı olarak enerji gereksinimini sağlayan temel besin kaynaklarıdır. Bu enerjiyi elde etmek için mutlaka bitkilerle beslenmek de gerekmez. Hayvanlar da bu bitkilerle beslendikleri için, aynı enerji hayvansal gıdalar yoluyla da insanlara ulaşabilmektedir. Örneğin koyunlar otla beslenir. Yeşil otlar, güneş enerjisini kullanarak, fotosentez yoluyla karbonhidrat moleküllerini sentezler. Güneş enerjisi bu şekilde bitkideki karbonhidrat moleküllerinin içine depolanır. Böylece, otları yiyen koyunlar, bunların içindeki enerji yüklü molekülleri vücutlarına almış olurlar. Daha sonra, karbonhidrat molekülleri hayvanın vücudunda yağa dönüşür. Dolayısıyla bu moleküllerin içerdiği enerji de hayvanın dokularına aktarılmış olur. Bu hayvanlarla beslenen insan da, Güneş'ten bitkilere, oradan hayvanlara, ardından da kendisine ulaşan bu enerjiyi alır ve vücudunda kullanır. Görüldüğü gibi her ne yolla gelirse gelsin tüm canlılar, yaşamlarını sürdürmek için fotosentez yoluyla güneş ışığından elde edilen enerjiyi kullanırlar.
Sadece besinler değil, günlük yaşantımızda kullandığımız maddelerin büyük bir bölümü de en başta fotosentez yoluyla elde edilen enerjiyi bize aktarırlar. Örneğin, petrol, kömür, doğal gaz gibi yakıtlar fotosentez yoluyla güneş enerjisinin depolandığı enerji kaynaklarıdır. Yakacak olarak kullandığımız odun için de aynı durum geçerlidir. Sadece bu maddeler açısından bakıldığında bile fotosentezin ne kadar hayati bir öneme sahip olduğu anlaşılır. Bilim adamları açısından fotosentezin sırlarının keşfedilmesi ve bu işlemde yer alan mekanizmaların gün ışığına çıkarılması çok önemlidir. Eğer bu süreç anlaşılabilirse; besin üretimini artırmak, doğayı en verimli şekilde kullanmak, güneş enerjisinden maksimum düzeyde faydalanmak, yeni ilaçlar geliştirmek, güneş enerjisiyle çalışan çok hızlı ve çok küçük makineler tasarlamak mümkün olacaktır.
Ancak hemen belirtmek gerekir, fotosentez hakkında bilinenler, onu taklit ederek güneş enerjisini depolayacak sistemlerin üretilebilmesi için henüz yeterli değildir. Buna rağmen, aklı ve şuuru olmayan bir yaprak için fotosentez çok kolay bir işlemdir. Akıl, eğitim ve ileri teknoloji sahibi insanlar bu sistemin taklidini dahi yapamazken, milyarlarca yıldır yüz trilyonlarca yaprağın tek tek fotosentez işlemini gerçekleştirebiliyor olması hayranlık vericidir. Bu kimyasal işlem, bitkiler tarafından ilk yaratıldıkları günden beri hiç aksamaya uğramadan gerçekleştirilmektedir. Yeşillik olan her yerde, güneş enerjisi kullanarak, karbondioksit ve sudan, şeker oluşturan bir fabrika çalışıyor demektir. Yediğiniz ıspanak, salatanızdaki maydanoz, balkonunuzdaki sarmaşık, siz farkında olmadan, sizin için sürekli üretim yapmaktadırlar. Bu, üstün ilim sahibi Allah'ın insanlara olan şefkatinin bir sonucudur. Allah, bitkileri insanların ve tüm canlıların yararına hizmet edebilecekleri şekilde yaratmıştır. İnsanın, bugünkü teknolojiyle bile kavrayamadığı bu kusursuz sistemi yapraklar milyonlarca yıldır işletmektedirler.

Bahçenizde gördüğünüz herhangi bir çiçekten sofranıza gelen bir yeşilliğe kadar gördüğünüz tüm bitkilerde, güneş enerjisi kullanarak, karbondioksit ve sudan şeker üretebilen bir fabrika aralıksız olarak çalışmaktadır.

Allah, tüm evreni üstün bir ilim ve sanatla yaratmıştır. Yeryüzündeki canlılığı meydana getiren bütün sistemler de bu eşsiz yaratılışın bir sonucu olarak birbirleriyle büyük bir uyum içindedirler. Uzaydaki yıldızlardan, tek bir atomun çevresinde dönen elektronlara kadar her sistem, her yapı bir diğerine bağlı veya bir diğerinin tamamlayıcısıdır.
Bu üstün tasarımda fotosentezin çok önemli bir yeri vardır. Şuursuz bitki hücreleri, toprağı, suyu, havayı ve Güneş'i kullanarak, toprağın içinden belirli oranlarda mineralleri ve suyu alarak, insan için besin üretirler. Güneş ışığından aldıkları enerji ile bu malzemeleri parçalar, sonra parçaladıkları malzemeleri besinleri oluşturacak şekilde biraraya getirirler. Burada kısaca özetlenen bu işlemin her aşamasında ayrı bir akıl, şuur ve planlama görülür. Bitkilerdeki bu hayranlık uyandıran sistem, ortaya koyduğu sonuçlarıyla, çok açıktır ki insanın faydası için özel olarak tasarlanmış bir yaşam kaynağıdır.
Her bitki, insanın faydası için özel olarak yaratılmış, kendi kendine çalışan, hava, su ve Güneş gibi en bol ve en masrafsız kaynakları kullanan bir enerji santrali ve bir besin fabrikasıdır. Yapraklar, bu santralin hem güneş enerjisini toplayan enerji panelleri hem de besin üreten fabrikalarıdır. Bitkiler bu kimyasal işlemlerin yanında tat, koku ve renkleriyle de üstün bir sanat ve estetiğin ürünüdürler. Her parçası büyük bir ilimle yaratılmış olan yaprağın ve fotosentezin aşamalarını incelemeden önce, yaprakların genel yapılarındaki mükemmel tasarıma bir bakmak gerekir. Bu sayede sadece fotosentez işleminin değil, bu işlemi yapan yapı ve sistemlerin de bilinçli bir tasarım ile yaratılmış olduğunu yakından görmek mümkün olacaktır.


FABRİKA NASIL ÇALIŞIYOR?
Çok gelişmiş mikroskoplarla bir yaprağı yakından inceleyecek olursanız, Allah'ın yaratma sanatı bütün ihtişamıyla bir kez daha karşınıza çıkar. Tek bir yaprağın içinde kusursuz bir üretim sistemi kurulmuştur. Bu sistemi daha iyi anlayabilmek için yaprak içinde görev alan yapıları günlük hayatta kullandığımız aletlere benzetebiliriz. Yaprağın detaylarını büyüterek incelediğimizde her an faaliyette olan tüpler, özel işlemler için inşa edilmiş odalar, dev bir düdüklü tencere gibi çalışan subaplar, binlerce işlemi kontrol eden sayısız düğme ve hiç durmadan koşuşturan işçilerle dolu otomatik bir besin fabrikası ile karşılaşırız. Daha dikkatli bakacak olursak, belirli noktalara yerleştirilmiş zaman ayarlayıcılarını, termostatları, nem ölçerleri, geri bildiri sistemlerini ve ısı kontrol mekanizmalarını da görebiliriz.
Her tarafı bir ağ gibi kaplamış olan boru hattı hammaddenin üretim birimlerine ulaştırılmasını ve üretim birimlerinde elde edilen ürünün bitkinin dokularına dağıtılmasını sağlar. Bu boru hattı bitkinin aldığı besin suyunu yukarı doğru çıkartırken, bir taraftan da yapraklarda üretilen şurubu bütün ağacın beslenmesi için iç bölgelere doğru gönderir. Bu kanalların hepsi yalnızca hayati sıvıları taşımakla kalmaz, aynı zamanda ağaçta ve yaprakta iskelet görevi görürler. Bu harika bir tasarımdır. Çünkü insanlar tarafından inşa edilen yapılarda, binaların taşıyıcı elamanları (kolonlar, kirişler vs) ve binanın su tesisatı ayrı ayrı inşa edilirler. Bitkilerde bu iki ihtiyacın tek bir kalemde çözüldüğü harika bir tasarım vardır. Bir sonraki bölümde bu tasarımın detaylarını göreceğiz.
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 31 July 2009, 11:00
sevqi emektir.. emekSe vazqeçmiCek kDr ama.. özqür ßırakaCak kDr sevmektir..
 
Kayıt Tarihi: 7 May 2009
Mesajlar: 13,636
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Cvp: Fotosentez

YAPRAKTAKİ TASARIM VE YAPRAK ÇEŞİTLERİ

Yaprağın hangi parçasını incelersek inceleyelim, sonsuz bir aklın ve sanatın izlerini görürüz. Yaprağa dıştan baktığımızda gördüğümüz biçim ve yapılar, belirli bir amaca yönelik bir tasarım içerir. Örneğin, yaprağın maksimum güneş ışını alması için düz durması gerekir. Ancak, yaprak böyle durabilmek için özel bir dizayna sahip olmalıdır. Yaprağı bir gazete ya da dosya kağıdına benzetmek yaprağın düz durması için gerekli olan bu dizayn hakkında daha iyi fikir verecektir. Bir düşünün, gazete ya da dosya kağıdını düz tutmak istediğinizde ne olur? Tabi ki kağıt kıvrılarak ikiye katlanır. Bu durumda yapmanız gereken kağıdı, ona yanlardan belirli bir kıvrım vererek dik tutmaktır. İşte, yaprakların dik durması için de böyle belli bir kıvrıma sahip olmaları gerekir.

Bir kağıdın dik durabilmesi için yanlardan bir kıvrım verilmesi gerekir. Güneş enerjisinden maksimum faydalanabilmek için dik durması gereken yaprakların da, böyle bir kıvrıma sahip olmaları şarttır. Nitekim yaprakları incelediğimizde bu özel tasarımla karşılaşırız.

Yaprakların dik durarak, güneş ışığından daha fazla yararlanmalarının bir nedeni de yapılarında bulunan "midrib" adı verilen ana damardır. Bu damar, yaprağın ortasından geçerek onu bitkiye bağlar. Ayrıca, midribden çıkarak yaprağın yüzeyine yayılan başka damarlar da vardır. Midrib ve bu yan damarlar, yaprağın düz durmasını sağlayan iskelet görevi görürler.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
Peki, yeryüzünde sayılamayacak çoklukta bulunan yapraklardan her biri ince bir hesap isteyen bir eğime ve düz durmaları için gerekli olan bir damar sistemine nasıl sahip olmuşlardır? Elbette, bir yaprağın kendi kendine, güneş ışığından maksimum oranda faydalanmasının daha iyi olacağını akletmesi imkansızdır. Ayrıca, yaprakların dik durmak için gerekli olan eğimi uç kısımlarına vererek yeşermeleri ya da ortalarında iskelet görevi görecek bir damar sistemi oluşturmaya karar vermeleri de mümkün değildir. Tüm bunların tesadüfen kendi kendine oluşması da kesinlikle imkansızdır. Sonuç olarak, yukarıdaki sorunun cevabı çok basittir: Yaprakların damar sistemini de, uç kısımlarındaki kıvrımı da tasarlayan ve yaratan Allah'tır.
Yaprak, mekanik bir destek gibi iş gören damarlar üzerine serilmiş bir kumaş parçasına benzer. Bu sistemin etkili olarak kullanılması için yaprağın, dokusunu desteklemek için kullanacağı enerjiyi en az seviyede tutması gerekir. Yaprak için bu çok kolaydır. Çünkü, yaprağın ortasından geçen bir ana destek ve bu destekten yaprakların kenarlarına uzanan ikincil destekler vardır. Özellikle, ana damarın bulunduğu yer yaprağın ağırlık dağılımını dengelemede çok önemlidir.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Şöyle ki, ana damarın kaldırma gücü, bağlantı noktasından uzaklaşıldıkça azalır, ağırlık ise uzaklaşıldığı oranda artar. Örneğin ağır bir kitabı kolunuzu ileri uzatarak tutarsanız, kolunuzun kitabı kaldırma gücünün azaldığını, kitabın kolunuza etki eden ağırlığının ise arttığını hissedebilirsiniz. Ancak, ana damar yaprağın tam ortasından geçtiği için üzerindeki ağırlık eşit miktarda dağılır.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]

Yaprakların dik durarak, güneş ışığından daha fazla yararlanmasını sağlayan, yapılarında bulunan "midrib" adı verilen ana damardır. Ayrıca yaprağın yüzeyine yayılan başka damarlar da iskelet görevi görür.

Bu sıradan bir olay değildir. Dikkat edin! Hiçbir denge kesinlikle tesadüfen oluşamaz. Bir düşünün, tuğlalar tesadüfen biraraya gelerek sağa sola yıkılmayan bir bina oluşturabilirler mi? Ya da herhangi bir köprü ağırlık merkezi hesaplanmadan inşa edilirse ayakta durabilir mi? Tabi ki, bu iki örnek ve daha bunların benzeri binlerce örnekte olduğu gibi madde tesadüfen biraraya gelerek belli bir düzen ve denge oluşturamaz. Canlı ya da cansız, her varlığı belli bir düzen ile yaratan Allah'tır. Allah, küçücük bir yaprağı da üzerinde milyarlarca insanın rahatlıkla yaşayabileceği kadar büyük olan Dünya'yı da üstün bir tasarım ile yaratmıştır. Bir şeyin büyük ya da küçük olması önemli değildir, Allah'ın yaratmasında hiçbir eksiklik olmaz.

prülerin ayakta durabilmeleri için ağırlık merkezleri büyük bir titizlikle hesaplanır. Aynı titiz hesap yapraklarda da bulunmaktadır. Yaprakta bulunan damarlar öyle yerleştirilmiştir ki, yaprak üzerindeki ağırlık eşit olarak dağılır ve böylece yaprağın dengesi sağlanır. Hiç kimse bir köprünün tesadüfen oluştuğunu iddia edemez. Bu karşılaştırma canlılardaki dengelerin de tesadüfen oluştuğunu söylemenin mantıksızlığını açıkça ortaya koyar.

Tüm bunların yanı sıra, bir yaprağın yapısal mekanizmasının tasarımında daha pek çok işlevsel mucize vardır. Yaprakların yapısal mekanizmalarını araştıran, Wisconsin Üniversitesi'nden Tom Givnish, bu konuyla ilgili şöyle demektedir:
Eğer bir tek mekanik verimlilik değerlendirmeye alınsaydı bütün yaprakların üçgen olması gerekirdi.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
Elbette yaprağın tasarımında sadece mekanik yapı değil, daha birçok kompleks yapı da devreye girmektedir. Bunun bir sonucu olarak yapraklar üçgen değildir, başka özelliklere de sahiptirler. Mesela yaprakların sıralanmasında ortaya çıkan matematiksel hesaplar bunlardan biridir. Yapraklar dizilirken biri diğerine gölge yapmayacak şekilde dizilirler. Givnish bu konuda şunları söylemektedir:
Üçgen yapraklar ince dallar boyunca güneş ışığını verimli olarak toplayacak şekilde dizilemezler, çünkü üçgenler sıkışık olarak biraraya gelemezler. Ancak yaprağın tabanı, uçurtma şeklinde iyice incelirse bir daire veya spiral şeklinde dizilerek birbirlerinin üstünü kaplamazlar.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
Yaprakların dalda sıralanmalarında özel bir matematiksel hesaplama vardır. Ayrıca yapraklar alt kısımlarına doğru bir uçurtmada olduğu gibi incelirler. Bu özel tasarım sayesinde yaprakların birbirlerinin üstünü kapatarak diğerine gölge yapmaları engellenmiştir.

Yaprakların özel tasarımı, bulundukları iklim koşuluna, hayat sürelerine ve saldırıya uğrama ihtimallerine göre de değişir. Örnek olarak çoban püskülünü alalım: Bu bitki keskin dikenlere sahiptir. Ancak bu dikenler, daha çok bitkinin alt kısmındaki yapraklarda bulunmaktadır. Üst taraftaki yapraklarda genellikle dikenli uca rastlanmaz. Bu tasarımın önemli bir nedeni vardır; alt taraftaki dikenler, yaprakları, yaprak yiyen hayvanlara karşı korumaktadır. Hayvanlar bitkinin üst kısımlarına erişemedikleri için, üst taraftaki yapraklar için böyle bir önlem almaya gerek kalmamıştır.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Birçok bitki, saldırılara karşı koymak için böyle keskin dikenleri kullanır. Dikenli yapraklara, her mevsim yeşil kalan ağaçlarda daha sık rastlanır. Bu yapraklar çok özel bir tasarıma sahiptirler. İğnemsi yapıları sayesinde don olaylarına karşı korunurlar. Ayrıca, topraktaki su donduğu zaman sıvı kaybetmemeleri için özel olarak kalın bir mumsu tabakayla kaplı olarak da yaratılmışlardır.

Diğer yandan, boru çiçeği veya asma gibi tırmanıcı bitkilerin büyük bir kısmı, tabanı kalp şeklinde olan yapraklarla kaplıdır. Bu bitkiler destek olarak kendi gövdelerini değil, başka bitkilerin gövdelerini kullanırlar. Tırmanıcı bitkiler, yapraklarını devamlı Güneş'e çevirmek zorundadır. Ancak, sarıldıkları bitki üstten gelen ışığı engelleyeceği için yaprak, aynı seviyede kalmak yerine bitki sapına en uygun açıya doğru yer değiştirir, böyle bir durumda yapraklar yüzlerini Güneş'in geldiği yöne doğru çevirirler.

Çoban püskülünün, hayvanların erişebildiği alt kısmındaki yapraklarında bulunan keskin dikenler, bitki için etkili bir koruma sağlar.

Yapraklardaki bir diğer tasarım mucizesi de rüzgarlı günlerde fark edilir. Bilindiği gibi bitkilerin yaprak yüzeyi genellikle geniş olur. Bu onların güneş enerjisini daha fazla alabilmeleri içindir. Ancak, şiddetli bir rüzgar ya da fırtına, bu geniş yüzeyler üzerinde yelken etkisi yaparak bitkinin savrulmasına ve parçalanmasına yol açabilir. Ancak bunların hiçbiri olmaz. Çünkü, yaprağın yapısal özellikleri, rüzgarın etkisini azaltacak şekilde yaratılmıştır. Bitkide iskelet görevi gören selüloz ve lif gibi dokular büyük bir esneme yeteneğine sahiptirler. Ayrıca yapraklar bitkinin uzama yönünde gelişirler. Bu özellikler bitkinin rüzgarın yıkıcı etkisinden korunmasına yardımcı olur. Çünkü bu sayede yaprak rüzgar yönünde eğilebilir.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
Yaprakları rüzgardan koruyan ikinci bir özellik ise, rüzgarın şiddeti arttıkça yaprağın içeri doğru katlanabilmesidir. Bu sayede yaprak, rüzgarın içinden aktığı, koni şeklinde aerodinamik bir yapı oluşturur. Dahası, yapraklar bu aerodinamik yapının rüzgara karşı gücünü artırmak için toplu olarak birbirlerinin içine geçebilirler. Yani bir dal boyunca çıkan yapraklar rüzgar yönünde eğildiklerinde bir sonraki yaprağı örtecek şekilde kapanırlar.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]

Bitkilerin yaprakları yaşadıkları ortama birebir uyumlu yaratılmıştır. Örneğin kara bitkilerinde iskelet görevi gören dokuların esnekliği, yaprağın içeri doğru katlanabilir olması, rüzgarın yıkıcı etkisini azaltır. (üstte) Yosun gibi denizaltı bitkilerinin kayalara yapışan kökleri çok sağlamdır. (solda) Asma gibi tırmanıcı bitkiler (altta) ise yapraklarını devamlı Güneş'e çevirmek zorundadır. Ancak, sarıldıkları bitki üstten gelen ışığı engelleyeceği için yaprak, aynı seviyede kalmak yerine bitki sapına en uygun açıya doğru yer değiştirir.


Bitkilerdeki tasarım mucizesi, karadakilerle sınırlı değildir. Karadaki bitkilerin rüzgara karşı koyacak şekilde tasarlanması gibi sudaki bitkiler de akıntının etkisini en aza indirecek şekilde tasarlanmışlardır. Suda akıntının rüzgara benzeyen bir etkisi vardır. Ancak, yosun gibi deniz altı bitkileri, dalgaların ve akıntıların gücüne, sahip oldukları özel tasarım sayesinde karşı koymakta zorlanmazlar. Bu bitkilerin karadakiler gibi kalın odunsu gövdeleri yoktur. Ama kayalara yapışan kökleri çok sağlamdır ve esnek gövdeleri ile dinamik yaprakları sayesinde dengelerini akıntının şiddetine göre ayarlayabilirler. Eğer dış etki dayanılmaz bir orana gelirse bitki ilk önce yaşlı yaprakları feda eder. Bu büyük yapraklar gittiğinde rüzgara veya akıntıya olan direnç azalır ve bitkinin daha fazla dayanmasına imkan tanır.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
Sonuç olarak, her bitkinin yapısal özellikleri bir diğerinkinden farklıdır. Bitkiler bir yandan fotosentez yaparak oksijen ve besin üretir, diğer yandan da sahip oldukları çeşitli özelliklerle, belirli görevleri yerine getirirler. Bu özel tasarımları sayesinde, bazı bitki yaprakları su ve besin depo ederken, bazıları dikensi yapılarıyla savunma yapabilirler, başka nesnelere sarılıp tutunabilirler, üreme yapabilirler ya da karmaşık tuzaklarla böcek gibi ufak hayvanları yakalayarak beslenebilirler. Bu yüzden hangi bitkiyi incelersek inceleyelim, birçok olağanüstü özelliğe sahip olduklarını görür, böylece, bitkilerin yaratılışındaki sonsuz ilim ve sanata şahit oluruz.

ÇÖL SICAĞINDAN ETKİLENMEYEN YAPRAKLAR

Çöl deyince aklımıza hiçbir canlının kolay kolay yaşayamayacağı bir ortam gelir. Gerçekten de çölde yaşayan canlıların sayısı oldukça azdır. Ancak bu zor koşullara rağmen çöl ortamında da hiç aklımıza gelmeyecek mucizelerle karşılaşırız. Bu kurak ortama daha yakından baktığımızda çeşitli özelliklere sahip bitkiler dikkatimizi çeker. Bu bitkiler, özel tasarımları ve farklı çeşitleriyle çok zor koşullarda rahatça yaşayabilmektedirler. Onlar bu iklim koşulları için özel olarak yaratılmış birer mucizedirler.
Çöl bitkileri, aşırı sıcakla ve susuzlukla başa çıkmak için iki yola başvururlar. Birincisi, sahip oldukları dayanıklı yapıyı kullanmak, ikincisi de uykuda kalmaktır. İlginç yapıları ve özel tasarımları sayesinde kurak iklimlerden zarar görmeyen bu bitkilerde yaprak; hem gövde, hem fotosentez organı, hem bir besin ve su deposu hem de kalın yapısıyla bir savunma organıdır.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
Bazı depo görevi gören yapraklar ise etrafta bulunan kayaları taklit eden yapılarıyla birer kamuflaj uzmanıdırlar. Çeşitli hayvanların kamuflaj yapması sık karşılaştığımız mucizelerden biridir.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Ancak bir bitkinin kamuflaj yapması fazla alışık olmadığımız bir durumdur. Çevresindeki kayaları taklit edebilen bir bitkinin hangi özelliklere sahip olması gerektiğini düşünürsek, ne kadar hayret verici bir olayla karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anlayabiliriz. Herşeyden önce bu bitkinin, çöl ortamını çok iyi bilmesi, çevre koşullarından haberdar olması gerekir. Buna göre etraftaki bazı hayvanlardan kurtulmak ve aynı zamanda aşırı sıcaklara karşı koymak için belirli bir şekil ve savunma sistemi planlamalıdır. Sonuç olarak kayaların kendisi için en ideal model olduğuna karar vermelidir. Kendini kayalara benzetirse göze batmayacağını ve taş gibi hacimli bir yapının depo görevini rahatça yerine getirebileceğini düşünmeli ve bütün kimyasal yapısını bu kararına göre değiştirmelidir. Ne bir akla, ne bir şuura, ne bir göze sahip olmayan bitkilerin, kendileri için böyle hayati önemi olan kararlar alamayacakları ve bu kararlarını uygulayamayacakları çok açıktır. Peki, bitkileri bulundukları ortam için en uygun yapıya ve şekle kavuşturan nedir? Tüm canlıların tesadüfler sonucunda meydana geldiğini iddia eden evrimciler, kaya taklidi yapan çöl bitkilerinin de, bu özelliğe tesadüfen sahip olduklarını iddia ederler. Bu iddiaları yukarıda anlatılan senaryodan çok daha mantıksızdır. Tesadüfen meydana gelen hangi olay, bir bitkiye kusursuz bir taklit yeteneği ve çöl sıcağında en çok ihtiyacı olan su deposunu kazandırabilir? Bu bitkileri tüm bu özellikleri ile yaratanın üstün bir ilim ve akıl sahibi olan Allah olduğu çok açıktır.

YAPRAKLARDAKİ SU DEPOSU


Birçok çöl bitkisi, kayaya benzeyen yapısıyla çöldeki düşmanlarından korunabilmektedir. Yukarıda resmi görülen taş kaktüsler bunun bir örneğidir. Solda ise çöl şartlarına uygun olarak, gövdelerine su depolayabilen kaktüsler görülmektedir.


Çöl bitkilerinin su ve besin maddelerini depo edecek şekilde tasarlanmış olan depo yaprakları, dam koruğu (Sedum) bitkisinde olduğu gibi silindir şeklinde veya makas otunda (Carpobrotus) olduğu gibi prizma şeklinde olabilir. Kurak bölgelerde yaşayan bu bitkiler su depolama özelliklerinden dolayı taze bir görünüme sahiptirler. Su, gövde ya da yapraklarda geniş, ince duvarlı hücrelerde korunmaktadır. Bu yaprakların kalın üst tabakası su kaybını azaltır. Çöl bitkilerinin kusursuz tasarımlarının bir başka özelliği ise küre şeklinde olmalarıdır. Çünkü küre, en küçük yüzey alanına sahip olması nedeniyle en etkili su depolama şeklidir. Çöl bitkilerinin kalın gövdeleri, küre şekilleri ve gündüzleri kapalı, geceleri açık olan gözenekleri, buharlaşma ile su kaybını azaltan bir yapı meydana getirir.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
Her bitki suyu farklı bölümlerinde depo eder. Örneğin, Yüzyıl bitkileri yapraklarında, gece açan Cereus bitkisi yeraltındaki soğanında, kaktüs ise tombul gövdesinde su depolar. Sabır otu gibi bitkiler ise nadir olarak yağan yağmurları yakalamak için oluk şekilli yapraklarını açık tutarlar. Bunun tam tersine Sarracenia minor gibi yağışlı bölgelerde bulunan bitkilerin yaprakları, aşırı yağmurdan korunmak için şemsiye gibidir. Her bitkinin bulunduğu koşullara uygun bir şekle sahip olması, Allah'ın kusursuz yaratışının bir göstergesidir.

Çöl bitkileri, su ve besin maddelerini depolayabilecek şekilde tasarlanmış yapraklara sahiptir. Bunlar, dam koruğu (Sedum) bitkilerinde (en üst sol ve altındaki resimler) olduğu gibi silindir şeklinde veya makas otunda (Carpobrotus) (sağ altta) olduğu gibi prizma şeklinde olabilir. Altta görülen Cereus bitkisi ise, yeraltındaki soğanında su depolar.

Kaktüsler ne silindir ne de küre biçimine sahiptirler. Yüzeyleri düzdür. Neredeyse hepsinin uzunlamasına çizgileri ya da yüzeylerinde çok sayıda dikenimsi çıkıntıları vardır. Bu bitkiler, çizgili yüzeyleri içlerinde depo edilen suyun miktarına göre daralma ve gevşeme özelliğine sahiptir. Kaktüs ısıyı yayabilen, su dolu gövdesini hayvanlardan koruyan ve dikleşen iğnelere sahiptir. Mumlu üst tabaka, sıcağın bitkinin içine işlemesini azaltarak bitkiyi korur. Ayrıca bu bitkilerin renkleri solgun ve parlaktır. Böylece üzerlerine düşen ışının çoğunu yansıtırlar; bazıları da güneş ışığını yansıtacak beyaz tüylerle kaplanmıştır. Her insan mutlaka bir kaktüs görmüştür. Ancak, kaktüse ait özelliklerin estetik dışında, birçok amaca yönelik olarak yaratılmış olması büyük bir mucizedir. Kaktüsün dikenlerinden üzerindeki beyaz tüylere kadar her bir parçasında bir plan, tasarım ve amaç vardır. Tüm bunlar kaktüslerin tesadüfen meydana gelmiş bitkiler olamayacağını, üstün bir akıl tarafından tasarlanarak yaratıldıklarını gösteren önemli delillerdir.
Bu bitkilerin bazı türleri, özellikle "pencere yaprağı" bitkisi tüm gövdesini toprağın altına gömer ve sadece yaprak uçlarını dış yüzeye çıkarıp gösterir. Yaprak uçları saydamdır ancak yaprak uçlarının biraz içeri tarafında yeşil fotosentez yapan hücreler bulunur. İnce çizgiler şeklinde dizilmiş olan bu hücreler pencere denilen yaprak uçlarından giren ışığı yakalayıp fotosentez işlemi için kullanırlar.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Bu çok özel tasarımları sonucunda su kaybını büyük miktarda azaltan ve toprağın altında kalarak kızgın güneşten kurtulan bitki, birçok canlının kısa bir süre bile dayanamadığı çöl sıcaklarında hiç sıkıntı duymadan yaşar. Çölde yaşayan bitkilerin özellikleri bunlarla da sınırlı değildir.
Çöl bitkileri, birçok özelliklerinin yanı sıra susuzluğa da son derece dayanıklı şekilde yaratılmışlardır. Örneğin Amerikan cüce sedir ağacı Peucephyllum ve geceleri biraz nem alıp aşırı kurak durumlarda bile yeşil kalabilen Capparis spinosa bitkisi susuzluğa tamamen dayanabilenlerdendir. Birçok çalı ve ağaç da kuraklığa karşı dayanıklıdır; çünkü dayanıklı yaprakları çeşitli özelliklere sahiptir. Örneğin bazıları küçük yapraklara sahiptir. Bunlar iğne ya da buket şeklindedir; küçük boyutları sayesinde Güneş'in sıcaklığına daha az yüzey alanı maruz kalır.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
Bazı kısa ömürlü bitkiler ise, yapraklarının sadece bir kenarında, genellikle üst kısımda, gözeneklere sahiptirler. Bu tasarım, özellikle rüzgarın yoğun olduğu koşullarda buharlaşma ile su kaybını önler. Bazı yaprakların her iki kısmında da gözenekler vardır; özellikle etrafta sis olduğu zamanlarda bu gözeneklerle havadan nem alırlar. Bazı bitkilerde özellikle Manzanitanın yaprakları dik durabilecekleri şekilde desteklenmişlerdir. Böylelikle yüzey kısımları Güneş'e daha az maruz kalır ve daha az su kaybı olur. Kaktüsler gibi yaprakları olmayan bitkilerden biri olan Paloverde de fotosentezi gövdesi ile yapar. Çünkü çöl ortamında fazla sayıda yaprağa sahip olmak daha fazla suyun buharlaşması anlamına gelmektedir. Görüldüğü gibi çöl ortamına dayanıklı olan bitkiler, birçok farklı özelliklere sahiptirler. Her birinin çöl sıcağına karşı aldığı benzersiz bir önlem vardır. Bitkilerin birbirlerinden farklı olarak, ayrı ayrı bu önemleri alamayacakları açıktır. Çünkü bitkilerin bunun için gerekli olan bilinç, akıl ve bilgi gibi özellikleri bulunmamaktadır. Her bitkiyi, bulunduğu ortama en uygun ve benzersiz özelliklerle yaratan Allah'tır.

Kaktüsün, dikenlerinden üzerindeki beyaz tüylere kadar her parçasında bir plan, tasarım ve amaç vardır. Tüm bunlar kaktüslerin tesadüfen meydana gelmiş olamayacağını, üstün bir akıl tarafından tasarlanarak yaratıldıklarını gösteren delillerden sadece birkaçıdır.



Çöl bitkilerinden Amerikan cüce sedir ağacı Peucephyllum (1-2) ve geceleri biraz nem alıp aşırı kurak durumlarda bile yeşil kalabilen Capparis spinosa bitkisi (3-4) susuzluğa çok uzun süre dayanabilirler. Manzanita (sağ altta) daha az su kaybedeceği bir yaprak şekline sahiptir. Paloverde ise (en sağda) fotosentezi gövdesi ile yapar. Bu bitkilerin tümünü çöl ortamına en uygun özelliklerde yaratan Yüce Allah'tır.



ÇÖL BİTKİLERİNİN UYKUDA KALMA YÖNTEMİ
Buraya kadar özel yapıları ile kuraklığa ve susuzluğa dayanabilen bitkilerden örnekler verildi. Ancak çöl ortamına dayanıklılık konusunda, bir de en başta söz edilen ikinci bir yöntem vardır: "Uykuda kalma"
Çöl ikliminde yağmur ve diğer koşullar son derece dengesizdir. Bu nedenle bitkiler, tohumlarının yeşillenebilmesi ve nesillerinin devam edebilmesi için çok farklı özelliklere sahiptirler. Örneğin acı kavun tohumu, sadece gömüldükten ve defalarca yağmur aldıktan sonra yeşillenir.
İşte bu ikinci yöntemi uygulayarak uykuya yatanlar "efemeral" bitkiler olarak bilinmektedir. Genellikle bir sene yaşayan ve kuraklık durumlarında tohum halinde uykuda kalarak susuzluktan kurtulan bu bitkiler, yağmurdan sonra çok çabuk bir şekilde tohumlarını açıp yeşillenirler. Ve fideleri çok hızlı bir şekilde büyür. Çiçeklenme çok kısa bir sürede oluşur ve böylece bitki, tohumdan tohum üretme aşamasına sadece birkaç hafta içinde geçebilir.
Çölde yağmur dengesizdir, bu yüzden efemerallerin eğer tüm tohumları tek bir yağmur ile yeşillense ve sonra birden gelen bir kuraklık ile ölseler, nesilleri tükenebilirdi. Ama bu bitkilerin çoğu, sadece büyük miktarda yağmur aldıktan sonra tohumlarının yeşillenmesini sağlayan mekanizmalara sahiptir. Bu bitkiler "tohum polimorfizmi" adı verilen ve tohumlarının yeşillenme zamanını farklılaştırabilen bir özelliğe sahiptirler. Ek olarak tohumlarda da yeşillenmeyi engelleyici bir madde vardır. Tohuma ilk defa su ulaştığında, onun yüzeye çıkma aşaması tamamlanır. Ancak tohumun yeşillenebilmesi için bu koruyucu maddenin etkisiz hale gelmesi gerekir. Bu işlem ise tohumun ikinci defa suyla buluşmasıyla meydana gelir. Eğer ikinci defa su gelmezse yani yağmur yağmazsa tohum filizlenmez. Bu nedenle tohumlar ıslanmak için iki evreye ihtiyaç duyar; ilki tohumların yüzeye çıkmasına neden olur, ikincisi de yenilenmeyi engelleyici maddeyi giderir ve ancak bu engelleyici maddenin gitmesinden sonra yeşillenme meydana gelir.

Ocotillo bitkisi (üstte), su kaynağı azalınca hemen küçük yapraklarını döker. Yağmur yağana kadar da uyku halinde kalır. Bazı çalılar ise özel dokularında (rizomlarında)
depolanmış su ve besinlerle yaşarlar. Rizom, kök gibi uzayan bir gövdedir. (üstte sağda) Süsen (altta), Manisa lalesi (sağda) gibi bitkilerin bu tür gövdeleri vardır.

Diğer efemerallerin tohumları, örneğin "acı kavun" cinsinin tohumları sadece karanlıkta yeşillenir. Bir seri ıslanma ve kurumanın ardından tohumun dış yüzeyi değişir ve oksijenin embriyoya serbest bir biçimde geçişini sağlar. Gerekli olan bu unsurların kombinasyonu, tohumun sadece gömüldükten ve defalarca yağmur gördükten sonra yeşillenmesine neden olur.
Bu bitkilerin oluşumunda kusursuz bir tasarım, plan ve hesap vardır. Herşey, her aşaması ile önceden belirlenmiştir. Tohumların ve filizlerin yok olmamaları için olası tüm şartlara uygun olarak tüm önlemler alınmıştır. Peki efemeral bitkilerinin oluşabilmesi için bu sistemi önceden belirleyen ve bu bitkileri içinde bulunduğu koşullara en uygun şekilde tasarlayan akıl ve ilim kime aittir? Bitkinin hücrelerine mi? Tohumun kendisine mi? Yoksa bu kusursuz ve eksiksiz sistem tesadüfen mi meydana gelmiştir? Tüm bu soruların mantıksızlığı ortadadır. Çevre koşullarına en uygun özelliklere sahip olan bu bitkiler alemlerin Rabbi olan Allah'ın üstün yaratışının eseridir.
Çöl bitkilerinin bir diğer grubu da kuraklıkta yapraklarını döken bitkilerdir. Bu bitkiler su kaynağı azalınca hemen küçük yapraklarını dökerler. Bunlara bir örnek Ocotillo bitkisidir. Bu bitki kuraklık uykusu haline girer ve yağmur düşene kadar bu halde kalır. Yağmur düştüğünde hemen bir dizi yeni yaprak yetiştirmeye başlar. Bazı çalılarda da bu özellik vardır; ama uykuya yatmazlar. Çünkü su desteği artana kadar özel dokularında depolanmış su ve besinlerle yaşayabilecek kadar dayanırlar. Bu dokular "rizom" adı verilen, toprak altında yatay olarak gelişen ve uzun süre yaşayan gövdelerdir. Süsen, Manisa lalesi, Ayrık otu gibi bitkilerin bu tür gövdeleri vardır.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
Buraya kadar incelediğimiz çöl bitkilerine topluca baktığımızda ortaya çok etkileyici bir manzara çıkmaktadır. Bazı bitkiler çölde yaşayabilmeleri için özel sistemler ve yapılarla donatılmışlardır. Çöl bitkileri su depolar, kamuflaj yapar ya da uykuya yatarlar. Bazıları da çeşitli kimyasal yöntemlerle tohumlarının yeşillenmesini engeller. Görüldüğü gibi çöl gibi her türlü mahrumiyetin ve güçlüğün hakim olduğu bir ortamda bile çok sayıda bitki çeşidi ve sıcağa karşı korunma yöntemiyle karşılaşırız. İnsanların ıssız sandığı bir ortamdaki bu bitkiler, üstün tasarımlarıyla Allah'ın sonsuz ilmini ve sanatını bir kez daha göstermektedir.
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 31 July 2009, 11:14
sevqi emektir.. emekSe vazqeçmiCek kDr ama.. özqür ßırakaCak kDr sevmektir..
 
Kayıt Tarihi: 7 May 2009
Mesajlar: 13,636
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Cvp: Fotosentez

YAPRAKTAKİ TASARIM VE YAPRAK ÇEŞİTLERİ


SULU ORTAMLARDAKİ BİTKİLERİN İLGİNÇ YAPRAKLARI
Göllerde, deniz kenarlarında, tuzlu sularda ve tuz oranı yüksek bataklıklarda yaşayan bitkiler de, çölde karşılaşılan zor koşulların benzeriyle karşı karşıyadır. Ancak, bu tür bölgelerde yaşayan bitkiler de, tüm canlılarda olduğu gibi yaşadıkları ortama uygun özelliklerle yaratılmışlardır. Büyük bir kısmı suyun içinde olan bu bitkilerin yaprak ve gövde yapıları bu ortamlarda yaşamalarına imkan verecek şekilde özel olarak tasarlanmıştır. Örneğin, tuzlu sularda yaşayan bitkiler, çöl bitkileri gibi kalın ve deriye benzer yapraklara sahiptirler. Bu sayede çok fazla miktarda su depolayabilme kapasitesine sahiptirler ve fazla sudan zarar görmezler.

Bütün bitkiler bulundukları ortamda rahatlıkla yaşayabilecek özelliklere sahiptir. Örneğin Samphire (üstte sağda) ve Seablite (en üstte) gibi bitkiler sıkça su baskınlarına maruz kalırlar. Baskınlar bitkilerde tuz birikmesine neden olur ve zarar verir. Bitkilerin zarar görmesini engelleyen ise özel tuz bezleridir. Glasswort gibi tuzlu bataklık bitkileri ise su yüzeyinde bulunan yaprakları sayesinde hayatta kalırlar. Nilüfer ve Elodea (altta) gibi su bitkilerinde ise oksijen, bitkinin suyun dışında kalan kısmından, yani gövde ve yapraklarından suyun içindeki kısımlarına iletilir.
Samphire ve Seablite gibi bitkiler ise bulundukları bölgelerde sıkça su baskınlarına maruz kalırlar. Bu ise, bitkinin gövdesine fazla miktarda tuz girmesine neden olur, bu da bitki için zararlıdır. Ancak bu bitkiler fazla tuzdan zarar görmezler çünkü fazla tuzu sürgünlerinden çıkaran tuz bezelerine sahiptirler. Bu tür şartlar altında yaşayan bitkilere "halofitler" denilir.

Glasswort gibi tuzlu bataklık bitkileri, düzenli olarak deniz suyu ile çevrilir. Bu tür bitkiler, su yüzeyinde bulunan yaprakları sayesinde hayatta kalırlar. Yaprakların su yüzeyinde kalmasını ise, yaprakların altında havayla dolu özel yapıların bulunması sağlar. Dev Amazon nilüferi de, bu tür yapraklara sahip olan bitkilerdendir.
Su çevresinde veya ıslak topraklarda bulunan bitki köklerinin tamamı su ile kaplıdır. Bu durumda, bitkinin nasıl hava alabileceği sorusu akla gelir. Kökü su içinde yaşayan bitkiler de, diğerleri gibi içinde bulundukları koşullara en uygun özelliklere sahiptirler. Örneğin bataklık bitkilerinin oksijen elde etmelerini sağlayan, suyun içine batan kısımlarındaki "aerenkima" adı verilen bir dokudur.
Bu dokulardaki hava bölmeleri genişleme özelliğine sahiptir. Nilüfer, Elodea gibi su bitkilerinde ise oksijen, bitkinin suyun dışında kalan kısmından, yani gövde ve yapraklarından suyun içindeki kısımlarına iletilir.
Görüldüğü gibi su bitkilerinin köklerindeki hava bölmeleri ve bu bölmelere dışarıdan oksijen taşıyan sistemler olmasa bu bitkiler asla yaşayamazlardı. Bununla birlikte hiçbir bataklık bitkisinin kendi kendine, hava bölmeleri genişleyen bir doku oluşturması mümkün değildir. Böyle bir yapının zaman içinde tesadüflerle meydana gelmesi de imkansızdır. Zaten, bataklıkta veya su içinde yaşayan bir bitkinin, tesadüfen gelişen olayların, milyonlarca yıl boyunca yavaş yavaş bitki köklerine oksijen taşıyacak bir sistemin oluşmasını bekleyecek vakti de yoktur. Çünkü bu sistem olmadan yaşamını sürdürmesi ve çoğalması mümkün değildir. Demek ki bitkideki bu oksijen taşıma ve depolama sisteminin daha bitki ilk yaratıldığı anda eksiksiz ve kusursuz bir halde var olması gerekir. Bu ise kör tesadüflerin değil, sadece kusursuzca planlanmış ve tasarlanmış muhteşem bir yaratılışın sonucunda gerçekleşebilir.

Bataklık bitkilerinin oksijen elde etmelerini sağlayan, suyun içine batan kısımlarındaki "aerenkima" adı verilen bir dokudur. (üstte küçük resim) Bu dokudaki hava bölmeleri genişleme özelliğine sahiptir.
YAPRAKTAKİ BİR BAŞKA MUCİZE: HAVALANDIRMA SİSTEMİ
Bazı bitkilerin sadece kökleri değil, gövdelerinin de büyük bir kısmı su içinde yaşar. Havayla temas edemeyen bu bitkilerin kökleri, kimi zaman 4 metreden daha derinde olur. Bu mesafeye oksijenin basit bir yolla ulaşması imkansızdır. Ancak, Allah bu bitkiler için de en uygun sistemi kusursuzca yaratmıştır. Kökü ve gövdesi suyun altında ve kökü çok derinlerde olan bu bitkilerin havalandırma sistemini, üç yüz metre uzunluğunda, yüz katlı bir gökdelenin yapısı ile kıyaslayabiliriz. Bu tip yüksek binalarda, mühendislerin çözmeleri gereken en önemli problemlerden biri binanın havalandırmasıdır. Bu tip binaların havalandırma problemlerinin çözülmesi için çok yüksek teknolojiler kullanılır. Bina daha proje aşamasındayken; havalandırma boşluklarının yerleri ve çapları, havalandırma motorlarının yerleştirileceği bölgeler, katlara temiz havanın nasıl dağıtılacağı, kirli havanın katlardan nasıl emileceği gibi bütün detaylar hesaplanır ve proje buna göre çizilir.
Bina inşa edilirken projede belirtilen bölgeler, hava kanallarını oluşturacak şekilde boş bırakılır ve bu bölgelere daha sonra havalandırma boruları yerleştirilir. Son olarak da merkezi havalandırma makineleri ve katlara özel h
Bitkilerin yapıları yakından incelendiği zaman, insanoğlunun modern gökdelenlerde kullandığı havalandırma sistemlerinin çok daha üstününün bitkilerin içlerinde kullanıldığı görülür. Bu elbette büyük bir mucizedir. Hiçbir aklı bulunmayan bir bitkinin iç yapısında, mimari ve mühendislik açısından harika olarak kabul edilecek bir havalandırma sisteminin kurulmuş olması, o bitkinin çok üstün bir akıl tarafından yaratıldığını ispatlamaktadır.
Bu havalandırma sisteminin motorları yapraklardır. Elbette bu havalandırma sisteminde de, bazı motorların temiz havayı içeri çekecek, bazı motorların da kirli havayı dışarı verecek şekilde çalışmaları gerekir ki, bina (bitki) içinde tam bir havalandırma sağlanabilsin. Nitekim gerekli planlama yine yapılmış ve yapraklar arasında mükemmel bir iş bölümü yapılmıştır. Genç yapraklar temiz havayı bitkinin içine çeken motorlar olarak görev yaparken, yaşlı yapraklar da bitkinin içindeki kirli havayı dışarı veren motorlar olarak görev yaparlar.
Ancak, motorların bulunması tek başına yeterli olmaz. Ayrıca, bir plan doğrultusunda kurulmuş hava kanalları sistemine de ihtiyaç vardır. Çünkü, motor gibi çalışarak temiz havayı içeri alan yapraklardan temiz hava alınarak, bitkide ihtiyaç duyulan yerlere götürülmelidir. Bu ayrıntı da düşünülmüş ve bitkinin içine mikro ölçekte havalandırma kanalları döşenmiştir. Üstelik bu kanalların planlaması bitkinin en derin noktalarına dahi hava götürecek şekilde yapılmıştır.
Şimdi Allah'ın yaratışındaki kusursuz tasarıma daha yakından şahit olmak için, yaprakların adeta bir motor gibi çalışmalarını ve bitki içindeki havalandırma sistemini daha yakından inceleyelim...
Genç yaprakların görevi rüzgar estiğinde havayı emme, yaşlı yapraklarınki ise havayı dışarı bırakmaktır. Bu emme ve üfleme işleminin çalışma sistemi son derece komplekstir.
avalandırma sistemleri monte edilir.
Bu tür yaprakların içindeki su buharlaştıkça, yaprakların ısısı azalır. Rüzgar ise buharlaşmayı artırır ve böylece yaprağın ısısı daha da düşer. Bu işlem güçlü rüzgarlarda daha da etkili bir hale gelir. Ancak bu soğuma, yaprağın içinde her bölümde aynı oranda hissedilmez. Yaprakların orta kısmındaki bölgeler dış yüzeylerinden daha sıcak kalır. Araştırmacılara göre bu sıcaklık farkı 1 veya 2°C daha fazla olduğunda oksijeni emme işlemi de tetiklenmiş olur.
Oksijeni emme işleminin tetiklenmesi şöyle gerçekleşir: Yaprağın içine daha yakından bakıldığında, genç yaprakların fotosentez yapan dokuları ile, onların altında yer alan gevşekçe paketlenmiş dokuların bitiştiği noktada çok küçük gözenekler bulunduğu görülür. Bu gözeneklerin açıklığı 0.7 mikrometreye (1 mikrometre, 1 metrenin milyonda birine eşittir) ulaştığında ve yaprağın içindeki ısı 1 veya 2°C'nin üstüne çıktığında, gazlar yaprağın içindeki soğuk bölgeden sıcak bölgeye doğru akmaya başlar. Bu sayede oksijen bitkinin içine doğru alınmış olur. Bu süreç "termoosmoz" olarak adlandırılır. Isı farkı ne kadar büyük olursa o kadar fazla gaz yaprağın içine akar. Örneğin, Amazon zambağında en yüksek oran saatte 30 litre gaz olarak ölçülmüştür.
Termoosmoz, "Knudsen difüzyonu" olarak anılan fizik kuralına dayanır. Normal şartlarda iki farklı bölmede bulunan gazlar gözenekli bir bariyerden geçerek serbestçe dolaşırlar. Ancak 1 mikrometreden (metrenin milyonda biri) küçük gözenekler bu akışı durdurur. Isı açısından denge durumunu sağlamaya çalışan gazlar soğuk bölümden daha sıcak olan bölüme doğru akarlar.
Termoosmoz motoru, havayı bitki içinde öyle güçlü bir basınçla iletir ki, bazen gazın köklerden baloncuklar yaparak çıktığı görülür. Bu emme-üfleme devresi, gazların yaşlı yapraklardan dışarı verilmesiyle tamamlanır. Bu yaşlı yapraklar artık havayı içeriye iletmezler; çünkü gözenekleri gereğinden fazla genişlediği için gazları tutamazlar, böylece gazlar bu yolla dışarı çıkarlar. Görüldüğü gibi bitkinin sahip olduğu her özellik onun için hayati bir önem taşımakta ve her birinin önceden hesaplanarak tasarlandıkları açıkça belli olmaktadır.
Bu havalandırma sistemi sadece su altındaki kökleri canlı tutmak açısından değil, ekolojik olarak da büyük öneme sahiptir. Derin suların dibinde biriken tortular çoğu zaman oksijensiz kalırlar. Bu yüzden demir hidroksit gibi, bitkilere zarar veren kimyasallar üretirler. Su bitkileri köklerinden sızdırdıkları oksijenle bu maddeleri okside ederek zararsız hale getirirler. Bu oksijen sızıntısı sayesinde köklerin etrafındaki toprak zenginleşerek canlıların yaşamasına müsait bir hale gelir ve böylece suyun dibi temizlenmiş olur. Bu da Dünya'daki tüm eko-sistemi doğrudan etkileyen ve canlılığı ayakta tutan karmaşık bir sistem oluşturur.
Görüldüğü gibi, yaratılışın en küçük ayrıntılarında bile iç içe geçmiş muhteşem ve kusursuz sistemler işlemektedir. Bu ayrıntıların her biri derin düşünenlere sonsuz ilim sahibi olan Allah'ın yaratışındaki ihtişamı göstermektedir.

SOĞUKTAN ETKİLENMEYEN YAPRAKLAR
Kuzey yarım kürenin büyük bir kısmı ormanlarla kaplıdır. Genelde kozalaklı ağaçlardan oluşan bu ormanlar daha çok soğuk iklim koşulları altındadır. Bitkilerin bu soğuk iklime karşı dayanıklı olabilmeleri içinse, diğer bitkilerden farklı bazı özelliklere sahip olmaları gerekir. Örneğin, kış mevsiminde, toprak donmuş haldeyken ağaç kökleri topraktan su alamazlar. Bu şartlar altında yaşayan ağaçlar, kış susuzluğuna dayanıklı olmalıdırlar. Bu dayanıklılığı ağacın yaprakları sağlar. Birçok kozalaklı ağacın dökülmeyen yaprakları sert ve dayanıklıdır. Yaprakların üzerindeki mumlu yüzey, suyun buharlaşma yolu ile kaybını azaltır, bu da yaprakların dökülmesini ya da su basıncı sebebiyle solmasını önler. Ayrıca kozalaklı ağaçların yapraklarının çoğu iğne şeklindedir ve dona karşı çok dayanaklıdır.
Yukardaki paragrafta yaprakların üzerlerinin mum benzeri bir madde ile kaplı olduğunu ve bu yüzden yaprakların su kaybetmediklerinden bahsedildi. Yalnızca bu nokta üzerinde düşünmek dahi bizlere yaratılışın delillerini gösterecektir.
Yaşayan her canlı gibi yaprak da hücrelerden oluşmuştur. Yaprağı oluşturan bitki hücreleri bütün diğer hücreler gibi şuursuz ve akılsız varlıklardır. Yaprağın üzerini kaplayan mumsu tabaka da yine şuursuz hücreler tarafından üretilmiştir. Oysa yaprak adeta dışarıdan fırça ile boyanmış ve verniklenmiş gibi pürüzsüz bir mum tabakasına sahiptir.
Bu durumda yaprağı oluşturan milyonlarca hücre biraraya gelip, yaprağın dış yüzeyini bu tabaka ile kaplama kararı almış olmalıdır. Sonra hücrelerin müthiş bir uyum içinde yaprağın dış yüzeyini özenle mum tabakası ile kaplamaları gerekmektedir. Bu durumda düşünen her insan şu soruları soracaktır:
Yaprakları oluşturan şuursuz hücreler, bu mum tabakasını üretmeyi nasıl akletmişlerdir?
Hangi akıl, bilgi ve yetenek ile yaprağın üzerini, hiçbir taşma, pürüz olmadan veya boşluk kalmadan, mum tabakası ile özenle kaplamışlardır?
Yapraklar bu mum tabakasının kendilerini soğuktan koruyacağını nereden bilmektedirler?
Elbette bu soruların tek bir cevabı vardır. Yaprak ve yaprağı oluşturan hücreler Allah tarafından yaratılmış ve bu hücrelerin genetik programlarına gerekli bütün bilgiler Allah tarafından yazılmıştır. Hücreler de bu bilgi doğrultusunda, en ideal formüle sahip mumsu maddeyi üretir ve bu maddeyi en ideal oranlarda hep birlikte salgılarlar. Böylece yaprağın üzeri pürüzsüz bir şekilde mum tabakası ile kaplanmış olur. Kışın yapraklarını döken ağaçların aksine, yapraklarını dökmeyen bu bitkiler her bahar mevsiminde yeni yapraklar açarak enerjilerini artırırlar. Yeteri kadar ılık bir hava olduğunda da fotosentez yapabilir ve kısa yaz aylarında enerji kaynaklarını üremek için yoğunlaştırırlar.
Dikkat edilmesi gereken bir başka nokta da kozalaklı ağaçların koni biçimindeki şekilleridir. Bu da - yeryüzündeki her detayda olduğu gibi-özel olarak yaratılmış bir ayrıntıdır.
Mimari ve inşaat mühendisliği alanında, özellikle binaların çatı bölümleri yapılırken, göz önünde bulundurulması gereken en önemli noktalardan biri kar yüküdür. Normal şartlarda yalnızca kendi yüklerini ve rüzgar yükünü taşıyan çatılar, yoğun yağan bir kardan sonra oldukça yüksek bir kar yükü etkisi altında kalırlar. Özellikle endüstriyel yapıların ve köprülerin tasarımlarında bu kar yükü etkisi büyük bir özenle hesaba katılmak zorundadır. Bu nedenle, çatılar özel bir eğim verilerek inşa edilir ve taşıyıcı sistemler kar yükü hesaba katılarak güçlendirilir. Özellikle kışın büyük bölümünün kar altında geçtiği İsveç, Danimarka, Norveç gibi kuzey ülkelerinde evlerin tamamına yakınının çatısı koni biçiminde ve bu mühendislik hesabı gözönünde bulundurularak inşa edilir. Yoksa kar yükü çatının ve binanın üzerinde ciddi hasarlara neden olur.
Kozalaklı ağaçların şekilleri incelendiği zaman insanoğlunun mühendislik hesaplarıyla, kar yüküne karşı aldığı önlemin, ağaçlarda zaten alınmış olduğunu görürüz. Ağacın koni şeklinin oluşturduğu eğim, üzerine düşen karın kolaylıkla yere dökülmesini sağlar. Böylece ağacın üzerinde aşırı miktarda kar toplanmaz; ağaç dallarının kırılması önlenmiş olur. Bu üzerinde düşünülmesi gereken bir noktadır. Soğuk iklimlerde, kar yükünün dallar üzerinde meydana getireceği etkiyi hesaplayan, buna göre ağaç dallarının en ideal açı ile büyümelerini sağlayan, böylece kar yükünün etkisini en aza indiren akıl kime aittir?

Kışın, soğuğa dayanıklı ağaçların koni biçimindeki şekilleri, özel tasarlanmış bir yapıdır. Ağacın koni şeklinin oluşturduğu eğim, üzerine düşen karın kolaylıkla yere dökülmesini sağlar. Böylece ağacın üzerinde aşırı miktarda kar toplanmaz; ağaç dallarının kırılması önlenmiş olur. Özellikle kış aylarında çok kar yağan bölgelerde, endüstriyel ya da mimari yapılarda ve köprülerde kar yükü göz önünde bulundurularak bu tasarımın aynısı kullanılır.

Alıntı ile Cevapla
Cevapla



Benzer Konular

Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Michelle Alves KaRdeLeN Mankenler - Modeller 0 10 January 2009 01:44
Kim Smith KaRdeLeN Mankenler - Modeller 0 10 January 2009 01:39


Saat: 05:53


Telif Hakları vBulletin® v3.8.9 Copyright ©2000 - 2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
gaziantep escort bayan gaziantep escort
antalya haber sex hikayeleri aresbet giriş vegasslotguncel.com herabetguncel.com ikili opsiyon bahis vegasslotyeniadresi.com vegasslotadresi.com vegasslotcanli.com getirbett.com getirbetgir.com
ankara escort ankara escort ankara escort bayan escort ankara ankara escort çankaya escort ankara otele gelen escort eryaman escort adana escort eryaman escort kızılay escort çankaya escort kızılay escort ankara eskort

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 PL2