#1
|
|||
|
|||
yapraklar
YAPRAĞIN İÇİNDE NELER OLUYOR? Yapraklarda her an gerçekleşen işlemler, en son teknoloji kullanılarak kurulan dev tesislerde bile gerçekleştirilemeyecek kadar komplekstir. Önceki konularda da örneklerini gördüğümüz gibi yaprak, üstün bir ilim ve sanatla yaratılmış bir tasarım harikasıdır. Birkaç milimetre kalınlığındaki herhangi bir yaprak, bir fabrika kadar büyütülseydi ve biz de onun içinde dolaşabilseydik, gördüklerimiz karşısında şaşkınlığa düşerdik. Örneğin küçük bir maydanoz yaprağının içinde dahi çok gelişmiş ve her tarafı sarmış bir boru ağı, yirmiden fazla kimyasal madde üreten ve bunları depolayan kimya merkezleri, güneş enerjisini hiç durmadan şekere çeviren enerji santralleri, bu işi başlatan güneş kolektörleri, her noktada karşımıza çıkan hava kontrol merkezleri, çok güçlü bir güvenlik ve haberleşme sistemi ve daha ne işe yaradığını bilim adamlarının da anlayamadığı pek çok bölümü içeren dev bir kimyasal tesisle karşılaşırdık. Burada çalışanları durdurup bilgi almak ise mümkün değildir. Çünkü yağ, karbon ve hidrojen gibi maddelerden oluşmuş işçilerin ne konuşacak ağızları, ne bizi görecek gözleri, ne söylediklerimizi kavrayıp anlayacak beyinleri ne de durup bize cevap verecek vakitleri vardır. İlk bakışta hiçbir tereddüte yer bırakmadan anlaşılan ise bu sistemin, sistemde çalışan işçilerin, sistemin kullandığı bütün malzemenin ve ürünlerin üstün bir aklın ve ilmin eseri olduğu gerçeğidir. Kesiti görülen bu bitki hücresindeki organellerin tümü görevlerini eksiksiz yerine getirir. Güneş ışığını nasıl kullanıp besini nasıl üreteceklerini, nasıl haberleşeceklerini çok iyi bilirler. Her parçası ayrı fonksiyonlara ve farklı bir tasarıma sahip olan bitki hücreleri Allah'ın ilminin bir benzerinin olmadığının delillerindendir. Bitkilerde merkezi sinir sistemi ve bu sistemi kontrol eden bir beyin yoktur. Bu yüzden bitkinin her parçası bir diğerinden bağımsız olarak gelişir, buna rağmen her parça ve her doku inanılmaz bir uyum ve işbirliği sergilemektedir. Bitki içinde hücrelerin nasıl haberleştiği, hücrelerin neden farklı dokular oluşturduğu henüz tam olarak çözülememiştir. Bu farklı yapıları oluştururken ortaya çıkan emir komuta zinciri ise bir sır olmaya devam etmektedir.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Yaprakta görülen kusursuz tasarımın temel elemanları hücrelerdir. Aslında biz bitkinin özelliklerinden ve faaliyetlerinden söz ederken, bitki hücrelerinin özellik ve faaliyetlerini anlatırız. Bitkinin yapısını oluşturanlar da hücrelerdir. Bitkiyi meydana getiren bu hücreler, zamanı geldiğinde farklı dokular oluşturmaya başlarlar. Bazıları biraraya gelerek yaprak ve yaprak damarlarını, bazıları bitkiyi ayakta tutan odunsu yapıyı, bazıları ise kimyasal işlemleri gerçekleştiren dokuları oluştururlar. Her doku belirli bir tasarıma, belirli bir göreve ve yapıya sahiptir. Hücrelerdeki bu farklılaşma sonucunda ortaya çıkan yeni organlar ise birbirlerini tamamlayarak yeni bir tasarımın parçaları haline gelirler. Bütün canlılarda meydana gelen ve aynı hücrelerin farklı görevlere göre farklı yapılara dönüşme süreci, bilinçli ve üstün bir tasarımın önemli delillerinden biridir. Yaprağı oluşturan dokular güneş ışığını maksimum toplayacak, her türlü dış etkiye dayanabilecek, en az malzemeyle en fazla işlem yapabilecek şekilde tasarlanmıştır. Ayrıca yaprak bir kağıt inceliğinde olmasına rağmen içine sığdırılmış olan milyonlarca özel hücreyi koruyacak ve içindeki kompleks ve yoğun trafiği kontrol edecek yapılarla donatılmıştır. Bu dokulardan bazılarını daha yakından görelim: |
#2
|
|||
|
|||
Cvp: yapraklar
YAPRAĞIN BÖLÜMLERİ
Üst ve alt epidermis (yaprağın kabuğu): Bu iki hücre katmanı mumsu dokuyu oluştururlar. Yaprağın en dış kısmını oluşturan bu doku çok farklı bir yapıya sahiptir. Özel hücreler tarafından üretilen mumsu yapı, yaprağın üzerinde su geçirmez bir tabaka oluşturur. Böylece aşırı su kaybını engeller. Güneş ışığını yansıtır. Bitkinin gözenekleri kapandığında, bu doku sayesinde bitki bir balon gibi içindeki havayı ve sıvıları hapsedebilir. Epidermis tamamen transparandır. Her yaprak, resimde de görülen birçok farklı parçadan oluşur ve her parçanın bitki için hayati önem taşıyan görevleri vardır. Mezofil : Bu dokunun da çok önemli işlevleri vardır. Fotosentez yapan iki hücre katmanından meydana gelir: "Palisad mezofil" (sütun şeklindeki hücreler) çubuksu hücrelerden oluşur, "süngerimsi mezofil" ise küresel hücrelerden meydana gelir. Bu hücreler fotosentez tesisleri olan klorofilleri barındırırlar. Bunun dışında çeşitli görevler için de özel yapılara sahiptirler. Hava boşlukları : Hem süngerimsi hem de çubuksu mezofil (yaprakların yumuşak iç dokusu) hücrelerinin arasında hava boşlukları vardır. Süngerimsi mezofildeki hava boşlukları daha büyük ve "stoma" adı verilen hava deliklerine daha yakındır. Ancak bu yerleşim gelişigüzel değildir. Bu sayede süngerimsi mezofil ihtiyacı fazla olduğu için, çubuksu mezofile göre daha fazla karbondioksit alır. Gözenek (stoma): Bunlar yaprağın alt yüzündeki küçük deliklerdir. Yapraklarının üst yüzeyinde gözeneğe sahip olan birkaç bitki de vardır. Bu gözenekler yaprağın en özel parçalarından biridir. Yaprağın dış dünyayla bağlantı kuran kapısı gibi, yaprağa havadan giren gazları, yapraktan çıkacak buharı, yaprağın içindeki basıncı denetlerler. Bunun yanında diğer görevleri ve açılıp kapanmasını sağlayan gözcü hücreleriyle birlikte bir tasarım harikasıdırlar. Bir ağaç daha fazla veya daha az hava almak istediğinde, yapraklarındaki burun delikleri gibi ayarlanabilen bu gözenekleri kullanır. Bunlar yaprağın yüzeyinde, özellikle de alt kısımda yer alan çok sayıdaki gözle görülemeyen mikroskobik açıklıklardır. Bunların her biri nem, ısı ve ışık gibi şartlarda otomatik olarak uyarılmak yerine, bir çift nöbetçi hücre tarafından kontrol edilir. Havanın çok kuru ve sıcak olduğu zamanlarda gözenekler sadece aralık kalırlar; ama nem, nöbetçi hücreleri şişirdiğinde aralıklarını artırmaya başlarlar. Soğuk ve yağmurlu havalarda ise gözenekler tamamen açılırlar; böylece kloroplastın havaya buharlaştırmak üzere fazla nemi olur. Kloroplast ise, ihtiyaç duyduğu havayı ve besini, gözeneklerden gelen güneş ışığı sayesinde karbondioksidi emerek elde eder. Yaprak yüzeyinin 1 milimetrekaresinde 50-700 kadar gözenek olabilir. Bir yaprağın tamamında ise gözenek sayısı milyonları bulabilir. Örneğin ayçiçeğinin tek bir yaprağında 13 milyon stoma sayılmıştır. Bu milyonlarca kapının her biri kendi başına hareket eden hücreler tarafından kapatılır veya açılır.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] İnsanların bu tür sistemler için karar veren haberleşme ve karar mekanizmaları varken, tek bir yerden kontrol edilmeyen ve sadece sıradan bir hücre olan bu yapıların yaptıkları işin ne kadar şaşırtıcı olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Bir stoma açılırken önce potasyum, sonra su, muhafız hücrenin içine girer. Bu, basıncı artırır ve stomanın açılmasına neden olur. b. Bir stoma kapanırken, önce potasyum, sonra su hücreyi terk eder. Bu, basıncı düşürür ve stomanın kapanmasına neden olur. Fotosentez sırasında üretilen oksijen de sadece açık bir stomadan çıkarak yaprağı terk edebilir. Bu gaz alışverişi sırasında büyük miktarlarda su kaybı da yaşanmaktadır. Yaprak yüzeyinin %1'ini kaplayan stomalar kaybedilen suyun %90'ından sorumludur. Mesela pamuk ağaçları, sıcak çöl günlerinde, saatte 400 litre civarında su kaybederler. Bu gibi çevresel faktörler de stomanın açılıp kapanmasını etkiler. Su miktarı, yaprak için uygun olan kritik noktanın altına düştüğünde kalan suyun buharlaşmasını önlemek için stoma kapanır. Stomaların açılıp kapanmasını kontrol eden gözcü hücreler içlerine potasyum iyonları aldıklarında, su hücrenin içine girer ve hücrenin şişmesine yol açar; böylece stoma açılır. Potasyum hücreyi terk ettiğinde ise su da hücreden çıkar ve stoma kapanır. Bu sistem, yapraktaki suyun basıncına göre, "absisik asit" adı verilen bir hormon tarafından düzenlenir ve yönetilir.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Çoğu bitkinin stoması gündüz açılıp gece kapansa da, bazı türlerin stoması gündüz kapanır, gece açılır. Bu türler genelde sıcak, kuru iklimlerde yaşayan kaktüs, ananas gibi bitkilerdir. Bu bitkiler geceleyin karbondioksiti içine alır ve 4-karbon asidine dönüştürür. Gündüz ise, stoma kapalı olduğunda, asitten karbondioksit açığa çıkar ve hemen fotosentezde kullanılır. Bu işlemin adına "crassulacean asit metabolizması" denir. Böyle bitkilere de "CAM" bitkiler adı verilir.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Pamuk bitkisi (üstte) ve ananas bitkisi (sağda) Yaprağın bölümlerinin arasında yalnızca stoma incelendiğinde bile insanda hayret uyandıran bir tasarım görülür. Bu birim, sadece kapıyı bekleyen bir bekçi değil, tek başına karar verebilen bir güvenlik merkezi, dışarıdaki ve içerideki ortamı aynı anda denetleyen bir meteoroloji uzmanı ve bitkinin tamamından haberdar olan bir acil çıkış noktasıdır. Damarsal kümeler: Yaprağın ortasından geçen ana damarın adı "midrib"tir. Bu damar ve ondan çıkarak yaprak yüzeyini kaplayan diğer damarlar damarsal kümelerden meydana gelir. "Ksilem", yaprak içinde çok önemli görevlere sahip odunsu bir dokudur. Bütün bitki içinde, vücudumuzdaki damarların görevini gören bu doku aldığı çeşitli görevlere göre değişik yapılar kazanır. Örneğin topraktan su ve mineral tuzlarını getirir; bazen depo görevindedir; bazen de oldukça sert bir odun haline gelerek bitkiye destek olur.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Bu damarların bitki ve yaprak içindeki dağılımları gelişigüzel değildir. Her yaprak ve yapraktaki her damar belirli bir tasarıma ve biçime sahiptir. Yaprağın düz ve dik durmasını sağlayan bu damarlar yaptıkları görev için belirli fiziksel formüllere uymaktadırlar. Floem (damar dokularının kalburlu boru kısmı): Bu borular aminoasit gibi organik besinleri yaprağa getirir, ayrıca şekerli sıvıyı yapraktan dışarı taşır. Fotosentezle üretilen glikoz, sakaroza çevrilir ve "floem" ile bitkinin diğer bölümlerine taşınır ya da nişastaya çevrilip depolanır.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Bitkinin hazine sandığı, "vakuol": Bitki hücresinin önemli bir bileşeni ise içi sulu bir karışımla dolu, hücreye ince bir zarla bağlı bir kese olan vakuoldür. Bu kesenin içindeki hücre özsuyu genellikle hafif asidiktir ve ergimiş atmosferik gazlar, organik asitler, şekerler, pigmentler, parfümlerin ve aromatik kokuların kaynağı olan uçucu yağlar, ilaç için kullanılan glikozitler, zehirli özellikleriyle bilinen alkaloitler, kristaller, mineral asit tuzları, bitkinin öz suyunda bulunan kauçuk, çay bitkisinde daha fazla görülen tanenler, çiçeklerin ve meyvelerin mavi, mor, sarı, erguvan rengini veren boya maddeleri flavonlar ve antosyanlardan ve daha nicelerinden oluşur. Bütün bu maddeler gözle görülmeyen bir hücrenin içindeki, ancak elektron mikroskobuyla görülebilen bir mekanda birbirlerine karışmadan, görev zamanlarının gelmesini beklemektedirler. Vakuol dolu olduğunda hücrenin içerikleri hücre duvarına basınç uygular, hücreyi şişik bir futbol topu gibi katı (veya şişkin) hale getirir ve sitoplazmayı hücre duvarlarına doğru iterek bitkinin dik durmasının sağlar. Kalın hücre duvarı ve odunsu gövde şeklindeki mekanik destekten yoksun otsul bitkiler, dik durabilmek için işte bu iç su baskısını kullanırlar; eğer bunu yapamazlarsa bitki solar. Vakuol aynı zamanda bir kısım reaksiyon için gerekli olan ıslaklık derecesini ve hücrenin ışığa göre eğilim hareketlerini ayarlar.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Ksilem boruları bitkinin en önemli desteklerindendir. Bu odunsu doku, bitkinin dik durmasını sağlayan sert yapısının yanı sıra, topraktan su ve mineral tuzlarını taşıma fonksiyonuna da sahiptir. Floem isimli borular, besinleri yaprağa getirirken, şekerli sıvıyı yapraktan dışarı taşırlar. Yandaki resimde, bu taşıma işleminin ayrıntıları görülmektedir. Vakuolün içindeki maddeler nasıl olup da biraraya geliyor ve birbirlerine karışmadan depolanabiliyorlar? Mesela bir kap alıp içerisine çeşitli parfümler, yağlar, alkoller, şekerli sular, çeşit çeşit boyalar, sıvı kauçuk, tuzlu su gibi maddeler koyarsak bu maddeler kısa bir süre sonra birbirine karışır. Eğer bu maddeleri balon gibi bir malzemenin içine doldurursak maddelerin karışması daha hızlı olur. Daha sonra ihtiyacımız olduğunda bu maddeleri balondan dışarı çıkartmaya çalışırsak bir sonuç elde edemeyiz. Artık bu maddeleri yeniden kullanılır hale getirmemiz için bir kimya laboratuvarında ayrıştırma işlemine başvurmamız gerekir. İşte vakuoller ilk yaratıldıkları günden beri bu karmaşık işlemi hiç hata yapmadan gerçekleştirirler. Çiçekler renkleneceği zaman boyayı, koku üretileceği zaman parfümleri çıkartıp gerekli yerlere gerekli miktarlarda ulaştırırlar. Bu işlemleri kusursuz bir şekilde gerçekleştiren vakuol hücreleri, diğer hücreler gibi karbon, hidrojen, oksijen gibi maddelerden oluşmuş ve ancak mikroskopla görülebilecek organizmalardır. Bu hücreler bir depocu gibi iş görmelerine rağmen, depocunun sahip olduğu hiçbir özelliğe sahip değildirler. Vakuol, bitki hücresine bağlı küçücük bir kesedir. Gözle görülmeyecek kadar küçük hücreden çok daha küçük olan bu kesenin içinde uçucu yağlardan organik asitlere kadar onlarca madde birarada depolanmıştır. Vakuol denen keselerin dolu olması, bitkinin dik durmasını sağlar. Yani hangi ürünleri kabul edeceğini, bunları nereye yerleştireceğini, bu ürünlerin nereden geldiğini, nereye gideceğini biliyormuş gibi davranmasına rağmen, aslında bunları görecek ve tanıyacak organlara sahip değildir. Bir başka deyişle biz bir ağacı alıp, değerli maddeleri sakladığımız bir deponun önüne dikip, onu bu maddelerin geliş gidişinden sorumlu yapamayız. İşte vakuol hücresi de, bu şuursuz bitkinin yine şuursuz ve gözle görülemeyecek kadar küçük bir parçasıdır. Yaptığı bütün işleri kendi iradesi ve aklıyla değil, onu yaratan Allah nasıl ilham ettiyse o şekilde otomatik olarak gerçekleştirmektedir. Bu saydıklarımız dışında yaprak içinde farklı görevler almış daha birçok yapı vardır. Bu yapıların her biri yukarıda sayılan bölümler gibi kompleks yapılara sahiptirler. İncecik bir yaprakta biraraya gelen bu sistemler daha ileride de göreceğimiz gibi canlı hayatı için çok önemli bir işlem olan fotosentezi gerçekleştirip dünyayı yaşanacak bir hale getirirler. Sonuçta bitkinin hangi parçasını ele alırsak alalım, belirli bir amaç için tasarlanmış olan özel bir makinanın hassas bir parçasını incelemiş oluruz. Bu tasarımda işe yaramayan, görevi olmayan tek bir doku dahi söz konusu değildir. Her biri kendi içinde farklı bir göreve sahip olan değişik sistemler biraraya gelerek ortak bir amaç için uyumlu bir çalışma yapmaktadırlar. Kendi kendine çalışan, yakıt olarak hava ve su kullanan, tek hedefi hizmet olan, her koşulda her ortamda kendi kopyalarını üretebilen, hayati özelliklerinin yanında kokusu, rengi ve şekliyle, üstün bir sanat eseri olan bu muhteşem makina, Allah'ın sonsuz ilminin ve hayranlık uyandırıcı sanatının bir örneğidir. |
#3
|
|||
|
|||
Cvp: yapraklar
EVRİMCİLERİN MANTIKSIZLIKLARI
Görüldüğü gibi bir bitkiye son derece milimetrik hesaplarla sığdırılmış kompleks yapılar vardır. Yapraklardaki tüm kompleks sistemler milyonlarca yıldır aynı kusursuzlukla işlemektedir. Peki bu sistemler nasıl olup da bu kadar küçük bir alana sığdırılabilmiştir? Yapraklardaki kompleks tasarım nasıl oluşmuştur? Bu kadar mükemmel ve örneksiz bir tasarımın kendi kendine oluşması mümkün müdür? Evrimcilerin yaprakların oluşumu ile ilgili olarak ortaya attıkları teorilerden biri olan "Telome Teorisi"ne göre yapraklar, sözde ilkel damarlı bitkilerin ayrılmış dallarının birleşmesi ve yassılaşması ile gelişmiştir.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Ancak, yeryüzünde trilyonlarca yapraktan tek bir tanesinin yapısındaki olağanüstü kompleks sistem dahi bu iddianın mantıksızlığını ispatlamaya yeter. Dahası, bu teori bir-iki tane kolay soruyla bile çürütülebilecek kadar temelsizdir. Örneğin: - Bu dallar niçin birleşme ve yassılaşma gereği duymuşlardır? - Bu birleşme ve yassılaşma nasıl bir süreç sonucunda gerçekleşmiştir? - Dallar ne tür tesadüfler sonucunda yapı ve tasarım olarak tamamen farklı yapıdaki yapraklara dönüşmüşlerdir? - Sözde ilkel damarlı bitkilerden nasıl olup da binlerce çeşitteki bitkiler, ağaçlar, çiçekler, otlar ortaya çıkmıştır? - Böyle bir çeşitliliğe neden ihtiyaç duyulmuştur? - Bu ilkel damarlı bitkiler nasıl olup da yoktan var olabilmişlerdir? Bugüne kadar hiçbir evrimci, bu soruların sadece birine dahi mantıklı ve bilimsel bir cevap verememiştir. Teorinin içinde bulunduğu çıkmazı anlayan bazı evrimciler, bu sefer de bitkilerin kökeni hakkında yeni bir mantıksız iddia ortaya atmışlardır. Bu iddialarına da, bilimsel bir görünüm verebilmek için her zaman yaptıkları gibi Latince bir isim vermişlerdir: "Enation Teorisi". Yaratılış gerçeğini bir türlü kabul edemeyen evrimcilerin bu teorilerine göre yapraklar, bitki saplarının tomurcuklarından evrimleşmiştir.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Bu iddiayı da yine sorular sorarak inceleyelim: - Nasıl olup da gövdenin belirli yerlerinde bir yaprak oluşturmak üzere tomurcuk gibi bir yapı meydana gelmiştir? - Daha sonra tomurcuklar nasıl yapraklara dönüşmüşlerdir? Üstelik de sayısız çeşide sahip kusursuz bir yapıya sahip olan yapraklara… - Biraz daha geriye gidelim. Tomurcukların çıktığı dallar ve hatta bu dalların bağlı olduğu bitkiler nasıl oluşmuştur? - Tomurcukların bazı cinslerde yapraklara, bazılarındaysa çiçeğe ve zamanla meyveye dönüşmesini sağlayan kompleks mekanizmalar rastlantıların eseri olabilir mi? Evrimciler her konuda olduğu gibi bitkilerin varoluşu konusunda da bütünüyle hayal gücüne dayalı senaryolardan başka bir açıklama üretemezler. Gerçekte her iki teorinin de anlatmak istediği özetle şudur: Bitkiler evrimcilere göre tesadüfen gelişen olaylar sonucunda ortaya çıkmışlardır. Tesadüfen tomurcuklar, dallar oluşmuş, bir başka tesadüf olmuş ve klorofil kloroplastın içinde var olmuş, başka tesadüflerle yapraktaki tabakalar oluşmuş, tesadüfler tesadüfleri kovalamış ve sonunda kusursuz ve son derece özel yapısıyla yapraklar ortaya çıkmıştır. Bu arada yaprakta tesadüfen oluştuğu iddia edilen bu yapıların hepsinin aynı anda ortaya çıkması gerektiği de göz ardı edilmemesi gereken bir gerçektir. Çünkü, yapraktaki yapı ve sistemlerin hepsi iç içe geçmiş ve birbirine bağlı olduğundan, tek bir tanesinin ya da birkaçının tesadüfler sonucunda ortaya çıkmış olması bir anlam ifade etmeyecektir. Çünkü eksik parçalarla sistem çalışmayacaktır. Bunun sonucunda da, yeni tesadüflerle diğer eksik parçaların tamamlanmasını bekleyemeden bitkiler yaşamlarını ve nesillerini sürdüremeyecek ve yok olacaklardır. Bu yüzden bitkinin yaşamını sürdürebilmesi için kökündeki, dallarındaki ve yapraklarındaki kompleks sistemlerin hepsinin aynı anda var olması gerekmektedir. Çevrenizde gördüğünüz bütün bitkiler fotosentez denen mucizevi işlemi gerçekleştirirler. Evrim teorisine göre kullanılmayan organlar yok olurlar. Görüldüğü gibi evrimcilerin bu kuralı, yine kendilerinin öne sürdükleri, "uzun zaman içinde ardı ardına gelen küçük tesadüflerle canlıları oluşturan parçaların ortaya çıktığı" iddiası ile açıkça çelişmektedir. Çünkü tüm parçaları tamamlanıncaya dek işlemeyen kompleks bir sistemin birkaç parçasının başlangıçta oluştuğunu varsaysak dahi, bunların uzun zaman içinde hayali "şanslı" tesadüflerin yardımıyla eksik parçaların tamamlanmasını beklemeleri söz konusu değildir. Çünkü bütün parçalar tamamlanıncaya dek daha önceden oluştuğu varsayılan parçalar ya da organlar kendi başlarına hiçbir işe yaramayacak ve evrimcilerin "dollo" kuralına göre yok olacaklardır. Dolayısıyla evrimin, zaman içinde meydana gelen küçük tesadüflerle bir canlının ya da canlılardaki kompleks bir sistemin oluştuğu iddiası hem akla hem mantığa hem de bilime aykırı olduğu gibi, evrimcilerin kendi koydukları kurallarla da çelişmektedir. Bu durumda geriye tek bir seçenek kalmaktadır: Canlılar bütün kompleks yapı ve sistemleriyle bir anda, eksiksiz ve kusursuz olarak ortaya çıkmışlardır. Bu da, onları sonsuz bir güç ve ilim sahibi olan Allah'ın yarattığı anlamına gelmektedir. Yeryüzündeki her canlıda olduğu gibi bitkilerde de tam anlamıyla kusursuz sistemler kurulmuştur ve ilk yaratıldıkları andan itibaren özelliklerinde hiçbir değişiklik olmadan günümüze kadar gelmişlerdir. Yapraklarını dökmelerinden kendilerini Güneş'e çevirmelerine, yeşil renklerinden gövdelerindeki odunsu yapıya, köklerinin varlığından meyvelerinin oluşmasına kadar tüm yapıları örneksizdir. Daha iyi sistemlerin oluşturulması hatta benzerlerinin oluşturulması (örneğin fotosentez işlemi) günümüz teknolojisiyle bile mümkün değildir. |
#4
|
|||
|
|||
Cvp: yapraklar
SONBAHAR RENKLERİ Sonbahar gelince ilginç bir olaya şahit oluruz. Ağaçların yeşil yaprakları birkaç gün içinde renklerini değiştirir, kısa bir süre sonra da bütün yapraklar dökülür ve ağaç dalları çıplak kalır. İlkbaharda yeniden dirilene kadar ağaç artık ölmüş sayılır. Çünkü bütün yaşamsal fonksiyonlarını minimuma indirmiştir. İnsana ölümü hatırlatan ve ayette belirtildiği gibi öldükten sonra dirilişin bir delili olan yaprak dökümü, birçok mucizevi olayın gerçekleştiği bir dönüşümdür. Yaprak tamamen ölüp ağaçtan düşmeden önce çeşitli aşamalardan geçer. Çok sayıda kimyasal bileşik biraraya gelip farklı sistemleri devreye sokarak yaprağı gövdeden ayırır. Bunu yaparken de hiçbir maddeyi israf etmeden, dökülme işlemini hem bitki hem de çevre için çok faydalı bir süreç haline getirir. Böylece sonbahar yaprakları bize ölümü ve yeniden dirilişi hatırlatmakla kalmaz, Allah'ın sonsuz ilim ve kudretini bir kez daha gözler önüne serer. |
#5
|
|||
|
|||
Cvp: yapraklar
YAPRAKLARIN RENKLENMESİ
Yazın yaprakların rengine pek dikkat etmeyiz; ama sonbahar gelince aniden renk değişiminin farkına varırız. Çünkü yaprakların renklerinin değişmesi ve dökülmesiyle karşımıza rengarenk manzaralar çıkar. Yemyeşil ağaçlar birkaç günde sarı, kırmızı, kahverengi renklere dönüşür. Peki ama yapraklar neden renk değiştirir ve neden dökülürler? İster sarı, kırmızı, ister mor ya da yeşil olsun bütün yapraklar ihtiva ettikleri çeşitli pigmentler tarafından renklenirler. Bitki pigmentleri arasında en çok bilinen hiç kuşkusuz kitap boyunca da yer verildiği gibi yapraklara yeşil rengini veren ve fotosentezde önemli bir rol oynayan, klorofildir. Ilıman iklimlerde sonbahar geldiğinde yaprakların rengi değişmeye başlar. Yapraklarda ortaya çıkan ve yeşilin yerini alan sarı, turuncu, kırmızı ve en sonunda kahverengi renkler, sarı ve turuncu pigment olan 'karoten'in eseridir. Bunun yanında "antosiyanin" adlı pigment de bu işle görevlidir. Bu üç pigment, bildiğimiz yaz çiçekleri de dahil olmak üzere yapraklara renklerini kazandıran maddelerdir. Yeşil yapraklardaki klorofilin yeşilliği o kadar güçlüdür ki, yapraklarda bulunan karotenlerin sarı ve turuncu renklerini tamamen gölgeler. Sonbaharda yaprakları dökülen bitkiler yapraklarını dökmeden önce yapraklarındaki yararlı malzemeleri geri alırlar. Bu geri alma işleminin sonuçlarından biri olarak klorofil bozulmaya başlar. Bu aşamada klorofil baskın olduğu için renkleri ortaya çıkmayan sarı ve turuncu pigmentlerin etkisi ortaya çıkar. Yaprakların ömrü dolunca, antosiyanin pigmenti çoğalmaya başlar; normal yeşili hafifçe kırmızı-mora doğru boyar. Antosiyanin pigmentleri renk olarak kırmızıdan mora değişim gösterirler ve kırmızı, mavi ve mor renkli bitki bölümlerinden tamamen onlar sorumludur. Isı düşük olduğunda bitki aşırı parlaklığa maruz kalınca bitkilerin büyük bir bölümünde antosiyanin seviyesi artmaya eğilimlidir. Sonbaharda bazı bitkilerde kırmızının artmasının sebebi budur. Bu pigmentler genellikle sarıdan turuncu ve kırmızıya doğru renk değiştirirler. Sonbahar hava koşullarına ek olarak renk gelişimi büyük ölçüde bitkinin türüne bağlıdır. İşte sonbahar manzaraları dediğimiz çarpıcı güzellikteki görüntüler bu pigmentlerin eseridir |
#6
|
|||
|
|||
Cvp: yapraklar
YAPRAKLARIN DÖKÜLMESİ
Yaprakların dökülmesinin bir faydası var mıdır? Her sene milyonlarca yaprak dökülmekte, ilkbahar gelince yeniden çıkmaktadır. İlk bakışta milyonlarca yaprak boşuna dökülüyor gibi gözükebilir. Ancak bu bir yanılgıdır, çünkü yaprakların dökülmesi ekolojik sistemde önemli yere sahip bir değişimdir. Hiçbir şey boş yere yaratılmamıştır. Biz hangi sistemi veya hangi canlıyı incelersek inceleyelim onun yaratılışında bir amaç ve bir hikmet olduğunu görürüz. Düşen yapraklar da bu mükemmel sistemin bir parçasını oluştururlar. Dökülen yaprakların en büyükleri toprağı besinle doldurur. Ayrıca düşen yapraklar orman tabanında bir humus tabakası oluşturarak yağmuru tutmaya ve emmeye yardımcı olurlar, birçok canlı dış etkenlerden kurtulmak için yaprakların altına saklanırlar. Son olarak, düşen yapraklar ormandaki birçok organizma için besin kaynağı haline gelir. Her yıl, yaprak dökümü ile birlikte, Dünya yüzeyinde 300 milyon ton klorofil toprağa karışır. Klorofil taşıyan deniz yosunlarının ömrünün kısa olduğu okyanuslarda yılda 900 milyon ton klorofil parçalanır. Her sene bu miktarda klorofil kaybı olmasaydı ortaya çok vahim sonuçlar çıkardı. Gittikçe artan klorofil miktarı canlı hücrelerin daha az, serbest klorofillerin ise daha çok güneş ışığı kullanmasına yol açacaktı. Sonuçta yetersiz miktarda ışık alan canlı hücreler daha az fotosentez yapacak, bu olayın sonucunda da okyanusta ve buna bağlı olarak bütün dünyada canlılık sona erecekti. Yaprak dökümü, her yaprağın sapı ile dal arasındaki bölgede meydana gelen son derece kompleks olaylar sonucunda ortaya çıkar. Konu hakkında bilgisi olmayan insanlara, yaprakların dökülmesi oldukça sıradan bir işlem gibi gelebilir. Her sonbaharda aynı işlemin kusursuzca gerçekleşmesi, üstelik bu olayın milyonlarca yıldır hiç aksamadan sürmesi, insanlarda alışkanlık oluşturabilir. Oysa ağaçlar yapraklarını dökerken her yaprak için oldukça karmaşık bir dizi kimyasal işlem gerçekleştirirler. Bu sayede ağacın besininin boşa gitmemesi sağlanır, ağacın mikrop kapması önlenmiş olur. Dökülecek olan yapraklarda meydana gelen en ilginç olaylardan biri, bu yapraklarda son derece bilinçli bir sökme-ayırma işleminin gerçekleşmesidir. Yaprak dökülmeden önce protein ve karbonhidrat gibi kullanılabilir maddeler bitkinin gövdesine depolanır. Böylece dökülecek olan yaprak bu maddeleri boş yere harcamamış ve gelecekteki yapraklar için gerekli malzemenin önemli bir bölümünü temin etmiş olur. Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi klorofilin gerektiği anda elimine edilmesi veya bitkinin ihtiyaç duyduğu maddeleri gövdesinde toplaması yeryüzünde hayatın devamı için ekolojik bir zorunluluktur. Yapraklardaki yaşlanmanın ilk işaretlerinden biri, yaprak ayası hücrelerinde etilen gazının üretiminin başlamasıdır. Bir süre sonra etilen gazı yaprağın her tarafına yayılır ve yaprak sapına geldiğinde burada bulunan küçük hücreler şişmeye başlayıp, sapta bir gerginleşmeye neden olurlar. Yaprak sapının gövdeye bağlandığı bölümde bulunan hücrelerin miktarı artar ve özel enzimler üretmeye başlarlar. İlk olarak selüloz enzimleri selülozdan oluşan çeperleri parçalar. Daha sonra pektinaz enzimleri hücreleri birbirine bağlayan pektin tabakasını parçalar. Giderek artan bu gerginliğe yaprak dayanamaz ve sapın dış tarafından içeriye doğru yarılmaya başlar. Yaprak sapının gövdeye bitiştiği yerde yani yaprak tabanında bir ayırma bölgesi meydana gelir. Bu tabaka yaprak düşmeden çok önce oluşur. Sonra bu tabakadaki "parankima" adı verilen ve değişim geçirebilen özel doku hücrelerinin çeperleri yumuşamaya başlar ve kimyasal değişim geçirerek jelimsi bir durum alır. Bu, hücrelerin birbirinden ayrılmasına neden olur ve yaprak yalnız sıvı maddelerin geçişini sağlayan tüpe benzer yapılarla gövdeye bağlı kalır. Genişlemeye devam eden yarığın etrafında çok hızlı değişimler yaşanır ve hücreler hemen mantar özü üretmeye başlarlar. Bu madde, selüloz çepere yavaş yavaş yerleşerek onun güçlenmesini sağlar. Bütün bu hücreler, arkalarında büyük bir boşluk bırakarak ölürler. Hafif bir rüzgarla yapraklar kopar. Ancak bu sırada mantar hücrelerinden ibaret koruyucu bir tabaka gelişerek açılan yarayı kapatır. Bu fiziksel ve kimyasal değişimler sadece bir yaprakta değil, dökülen bütün yapraklarda meydana gelen ve çok ince planlanmış bir süreçtir. Bu sistem zamanı geldiğinde yaprağın kopmasını sağlamak için yaratılmıştır. |
Benzer Konular |
||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Hadise_Düm Tek Tek | KaRdeLeN | Yerli Yabancı Klipler | 0 | 12 January 2009 11:23 |
"Geleceğin Carlos'u Valencia'da" | eLanuR | Dünyadan Haberler | 0 | 26 November 2008 15:53 |