Seversintabi.com Türkiye'nin En Büyük Forumu Bence Seversin Tabi
 

Go Back   Seversintabi.com Türkiye'nin En Büyük Forumu Bence Seversin Tabi > Genel Kültür > İslam Dünyası
Yardım Topluluk Takvim Bugünki Mesajlar Arama

gaziantep escort gaziantep escort
youtube beğeni hilesi
Cevapla

 

LinkBack Seçenekler Stil
  #71  
Alt 5 September 2009, 17:32
sevqi emektir.. emekSe vazqeçmiCek kDr ama.. özqür ßırakaCak kDr sevmektir..
 
Kayıt Tarihi: 7 May 2009
Mesajlar: 13,636
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Cvp: Fıkıh ansiklopedisi

KONU: EMVÂL-İ BÂTINA (ZEKATTAN GİZLENEN MALLAR)
Bâtını veya gizli mallar. Gizli olan veya zekât memurlarından gizlenmesi mümkün ve kolay olan mallar bu gruba girer. Bunların tam olarak tespiti zordur. Ancak sahiplerinin beyanı, herhangi bir yerde emânet edilmiş olmalarıyla tesbitleri mümkün olabilir. Altın, gümüş, nakit paralar, mücevherât ve ticaret malları bu çeşide girer. Evinde altın zinet eşyası bulunduran bir kadın bunların varlığını zekât memuruna bildirmezse, araştırma yaparak bunları tesbit etmek imkânsızdır. Bu yüzden gizli malların zekâtı, sahiplerinin vermesi için devlet mâliyeşinin kontrolü dışında bırakılmıştır.

Hz. Osman devrine kadar ister gizli olsun, ister açık bütün malların zekâtı devlet tarafından alınmaktaydı. Hz. Osman'ın hilâfeti zamanında devlet gelirleri arttı. Ticaret malları ile nakit paranın tesbit ve kontrolü zorlaşmaya başladı. Bunun üzerine Hz. Osman bâtını malların zekâtını sahibinin isteğine bıraktı. Bu mallara sahip olan kimseler, devlet başkanının vekili kabul edilerek zekâtlarını muhtaçlara bizzat vermekle yükümlü tutuldular. Sâib b. Yezid şöyle diyor: "Hz. Osman'ın minbere çıkarak şöyle dediğini duydum: 'Bu ay zekât verme ayıdır. Kimin üzerinde zekât borcu varsa, borcunu ödesin". Hz. Osman devrinde başlayan bu uygulama günümüze kadar bu şekilde devam edegelmiştir. (el-Kâsânı, Bedâyiü's-Sanâyi', I!, 7; Seyyid Sâbık, Fıkhu's-Sünne, I, 204). Ancak İslâm devleti uygun gördüğü takdirde emvâl-i bâtınanın zekâtını da toplayabilir. Bunların toplanıp emvâl-i zâhire ile birlikte tek elden yani devlet eliyle dağıtılması çok daha yararlı olur.
Alıntı ile Cevapla
  #72  
Alt 5 September 2009, 17:32
sevqi emektir.. emekSe vazqeçmiCek kDr ama.. özqür ßırakaCak kDr sevmektir..
 
Kayıt Tarihi: 7 May 2009
Mesajlar: 13,636
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Cvp: Fıkıh ansiklopedisi

KONU: EMVAL-İ ZÂHİRE (SAKLANMASI ZOR OLAN MALLAR)
Açıkta olan, görülebilen, saklanması kolay olmayan mallar.

Emvâl, "mal"ın çoğuludur. Mal; insan tabiatının meylettiği ve ihtiyaç için biriktirdiği şeylerdir. Birşeyin mal oluşu herkesin veya bir kısım insanların ona ilgi duyması ve değer vermesiyle sâbit olur. Arapça'da önceleri yalnız altın ve gümüş için kullanılan bu terim, daha sonra nakit para, menkul ve gayr-i menkul mallardan maddî değeri olan her şeyi kapsamına almıştır (İbn Manzûr, Lisânü'l-Arab, XI, 636). "Zâhir": açık, açıkta, gizli olmayan anlamındadır. Emvâl-i zâhire, bir zekât* terimi olup; görünen ve tesbiti imkân dahilinde olan açık malları ifade eder. Bunun zıddı emvâli bâtına, yani gizli kalabilen mallardır. Bu iki terim, zekâtın devlet eliyle toplanması konusuyla ilgili olarak ortaya çıkmıştır.

Zekâtın devlet eliyle alınması ayette şöyle ifade edilir: "Müminlerin mallarından zekât al ki, onunla kendilerini temizlemiş ve mallarını bereketlendirmiş olursun. Zekât verdikleri zaman da onlara dua et. Zira senin duan onlar için bir huzur vesilesidir" (et-Tevbe, 9/103-104). Hz. Peygamber yasadığı sürece zekât ona veya görevlendirdiği zekât memurlarına verilmiştir. İbn Sırın (ö.110/728) şöyle der: "Başlangıçta zekâtlar Hz. Peygamber'e veya onun görevlendirdiği memurlara verilirdi. O'ndan sonra halife olan Hz. Ebû Bekir'e veya tâyin ettiği memurlara; Hz. Ömer devrinde de yine kendisine veya zekât memurlarına veriliyordu. Hz. Osman devrinde de ayrıl şekilde devam etmişse de onun şehîd edilmesi üzerine müslümanlar görüş ayrılığına düşerek, bir kısmı zekâtı devlete vermekte devam ediyor, diğer bir kısmı da zekâtlarını kendileri dağıtıyorlardı" {Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm, Kitâbü'l-Emvâl, 751). Enes b. Mâlik'ten rivâyet edildiğine göre, Temimoğulları kabilesinden bir adam Peygamber'e gelerek "Yâ Resulullah, zekâtı senin gönderdiğin memura ödediğim zaman, Allah'a ve Resulune karşı sorumluluktan kurtulur muyum?" diye sordu. Hz. Peygamber şu cevabı verdi: "Evet, zekâtı benim gönderdiğim elçiye ödediğin zaman kurtulur, borçtan berâat edersin. Ödediğin zekâtın sevabı sana, günâhı da onu değiştirene aittir" (Mâlik, el-Müdevvene, II, 88). Hz. Ebû Bekir halife olunca, zekâtı devlete vermek istemeyen bazı kabilelere karşı, devlet güçlerini göndererek onları itâat altına almıştır" (Y. Vehbi Yavuz İslâm'da Zekât Müessesesi, İstanbul 1977, 419).

İşte Hz. Osman devrinden sonra da devlet eliyle toplanan emvâl-i zâhire, toprak altından veya toprak üstünden elde edilen ya da elde edilmesi mümkün olan bütün mallar ve hayvanlardır.

Bunlar toprak mahsulleri, hayvanlar ve madenlerden ibarettir. Zekât miktarları ise şöyledir:

1) Kendiliğinden veya yağmur suları ile sulanan toprakların mahsullerinde; 1/10 (Onda bir).

2) Dışardan sulama, gübreleme gibi enerji sarfetmek suretiyle elde edilen mahsullerde; 1/20 (Yirmide bir).

3) Yeraltı kaynakları, maden, petrol... ve definelerde 1/5 (Beşte bir).

4) Hayvanlardan; Sığır cinsinde 1/30 (Otuzda bir); koyun cinsinde 1/40 (Kırkta bir); deve cinsinden, her beş deve için bir koyun; atlarda, her at için bir dinar (4 gr. altın para). (Geniş bilgi için bk. Zekât).

Bunların dışında kalan altın, gümüş, nakit, mücevherat ve ticaret malları emvâl-ı bâtına (gizli mallar)dır. Bunların zekâtı, Hz. Osman devrinden itibaren sahipleri eliyle verilmeye başlanmıştır (es-Serâhsı, el-Mebsut, III, 18; el-Kâsânı, Bedâyiu's-Sanâyi', II, 7, 69; İbn Âbidîn, Reddü'l

Muhtâr, XI, 59; Seyyid Sâbık, Fıkhu's-Sünne, I. 204).
Alıntı ile Cevapla
  #73  
Alt 5 September 2009, 17:32
sevqi emektir.. emekSe vazqeçmiCek kDr ama.. özqür ßırakaCak kDr sevmektir..
 
Kayıt Tarihi: 7 May 2009
Mesajlar: 13,636
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Cvp: Fıkıh ansiklopedisi

KONU: EŞ'ARİYYE
Ebu'l-Hasen el-Eş'ârî'nin (324/935-36) öncülüğünü yaptığı, kelâm metodunu benimseyen kelâm ekolü. Çoğulu "Eşâ'ira" gelir.

Eş'ariyye ismi, her ne kadar, Ehl-i Sünnete mensup iki ekolden birisinin ismi olsa da, bu ekolün ortaya çıkışı dikkate alındığında, ehl-i bidata mukabil kullanılması itibariyle genel anlamda Mâtûridîyye'yi de içine alarak, Ehl-i Sünnet'in genel ismi olarak anlaşılmaktaydı. Zira, o yıllarda akaidin önemli meselelerinden birini teşkil eden Allah'ın sıfatları meselesinde birbirine zıt iki görüş ileri sürülüyordu. Bunlar, sıfatları kabul eden Selefiyye görüşü ile onların bir kısmını kabul etmeyen Muattıla görüşü idi. Selefiyye'ye sıfatları kabul etmesi sebebiyle "Sıfâtiyye" deniliyordu. Eş'ârî Selefiyye'ye geçtikten ve Eş'ariyye ekolünün temsilcisi olduktan sonra, sıfatları kabul eden Ehl-i Sünnete "Eş'ârîyye" denilmiştir. İşte bu bakımdan Eş'ârîyye, ehl-i bid'ata mukabıl olarak kullandığı takdirde Maturidiyye'yi de içine almaktadır (Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi 153. Ayrıca kaynaklar için bk. Şehristânı, el-Mile'l 1/92-93; İzmirli, Yeni İlm-i Kelâmı/l 10).

Eş'ârîyye Mezhebi, Mu'tezile'ye karşı bir anti-tez olarak doğmuş ve selef akidesini esas almıştır. Fakat, akaid meselelerinin ele alınışında kelâmı bir istidlâl kullanılmış, te'vile yer verilmiştir. Eş'ariyye'ye mensup kelâm âlimleri zamanla te'vile daha çok yer vermişler, zaman zaman da kelamda yenilikler yaparak, Kelâm ilmini felsefe ile meselelerini tartışabilecek bir güce kavuşturmuşlardır. Gazzâlî'nin faaliyetleri bu hususun en canlı örneği olarak ele alınabilir. Kısacası, Eş'ârî kelâmında aklın büyük önemi vardır. Zira, ortaya çıkışındaki ortamda bunun böyle olmasını zorunlu kılıyordu .

Eş'ârîyye ekolü önce Irak ve Suriye'de yayılmış daha sonra da Nizamiye medreselerine Eş'ârî âlimlerinin tayin edilişiyle geniş bir alana yayılma imkânı bulmuş ve Mısır ile Mağrîb ülkelerine kadar yayılmıştır.

Eş'ârî'den sonra bu ekole mensup olarak, ortaya atılan fikirleri geliştiren âlimler arasında şunları saymak mümkündür: Ebû Bekir el-Bâkıllânî (403/1012-1013); İmâmu'l-Haremeyn Cüveynî (478/1085-86); Ebû Hâmid Gazzâli (505/1111); Şehristânî (548/1153-54); Fahru'd-din Râzı (606/1209-10); Sayfullah Âmidî (631/1233-34); Beydâvî (685/1286 -87); Sa'dud-din Teftâzânî (793/139091); Seyyid Şerif Cürcânî (816/141314); Celâlu'd-din Devvânı(908/1502503).

Eş'ârîyye ekolünün genel görüşlerine gelince; Bunları bir fikir vermesi açısından ana hatlarıyla şöyle sıralanabilir: Ancak bu görüşleri tam anlamıyla ifade edebilmek için dayandıkları esaslar ve istidlâl yollarıyla, delilleriyle ele almak en doğru yol olacaktır. Bu da burada mümkün olmadığı için bunları ana başlıklarıyla verme yolunu tercih ediyoruz.

1. Ma'rifetullah: Akıl hiç bir şeyi vâcip kılamaz. Akıl, Allah'ı bulabilecek güçte bile olsa, Allah'ı bilmek şer'an vaciptir. Aklen bir vucûbiyyet yoktur. Şeriattan, dinden- haberi olmayan insan, hiç bir şeyden sorumlu değildir.

2. Nübüvvet: Nübüvvet için erkek olmak şart değildir. Kadında peygamber olabilir.

3. Cüzi İrade: Cüzi irade müstakil değildir, onu da Allah yaratır.

4. Kesb: Kesb, insan gücünün, güç yetirilen şeyle birlikte olmasıdır. Eş'ârîyye ekolünde kesb anlayışı kapalı bir şekilde anlatılmıştır. Bu yüzden anlaşılması diğer meselelere göre daha zordur.

5. Husn ve Kubh: Husn ve kubh şer'îdir, akıl ile idrak olunamaz. Ancak Allah'ın emir ve yasağı ile bir şeyin iyi ya da kötü olduğu bilinir. Bir şey emredilmiş ise iyidir, nehyedilmiş ise kötüdür. Emir ve nehiy olmadan iyilik ve kötülük bilinemez.

6. Tekvin: Tekvin hakiki bir sıfat olmayıp, itibarı bir sıfattır, kudret sıfatının bir taallukudur.

7. Sebep ve Hikmet: Allah'ın fiilleri bir hikmete göre olmadığı gibi bir sebebe de bağlı değildir. Çünkü Allah, yaptıklarından sorumlu değildir.

8. Güç Yetirilemeyen Şeyle Teklif: Allah'ın insanın gücünün dışında kalan bir şeyin yapılmasını emretmesi ve kullarını bununla mükellef tutması caizdir. Ama böyle bir durum vaki olmamıştır.

9. İbadet Mükellefiyeti: Kâfirler iman etmekle mükellef oldukları gibi, ibadet etmekle de mükelleftirler. İbadet etmedikleri için ayrıca ceza göreceklerdir.

10. İrtidad: Dinden çıkmış olan, yeniden iman ederse amelleri de kendisiyle geriye dönmüş olur.

11 . Kelâm-ı Nefsı: Kelâm-ı Nefsî'nin işitilmesi caizdir.

12. Kur'an-ı Kerîm: Kelâm-ı nefsî durumundaki Kur'an mahluk değildir. O Allah'ın kelâmıdır. Ses ve harflere muhtaç değildir. Elimizde bulunan mushaf ise, ses ve harflere muhtaç olan kelâm-ı lâfzîdir ve mahluktur. Allahu Teâlâ şöyle buyurur: "Bir şeyi(n olmasını) dilediğimiz zaman sözümüz ancak ona "ol" dememizden ibarettir. O da derhal oluverir" (en-Nahl, 16/40). Kur'an yaratılmış olsa idi, Allah kendi sözü olan Kur'an'a ol demiş olacaktır. Halbuki "ol' sözü de Kur'ân'dadır.

13. Ezelde Ma'dûma Hitab: Yüce Allah'ın hitabının ezelde ma'duma (yokluk) taalluk etmesi caizdir. Buna göre Yüce Allah ezelde mütekellimdir.

14. Tevbe-i Ye's: Ümitsizlik halinde yapılan tevbe makbuldur.

15. Şefaat: Şefaat haktır ve kıyamet günü gerçekleşecektir.

16. Rü'yet: Yüce Allah'ın ahirette mü'minler tarafından gözle görülmesi mümkündür ve görülecektir. Bu hem aklı deliller hem de naklî deliller ile desteklenmiştir. Allahu Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurur: ''O günde (kıyamette) peygamberlerin velilerin ve müminlerin yüzleri apaydınlıktır. Rablerine orada hiçbir engel olmaksızın bakıcıdırlar'' (el-İnsân, 75/22-23) .
Alıntı ile Cevapla
  #74  
Alt 5 September 2009, 17:33
sevqi emektir.. emekSe vazqeçmiCek kDr ama.. özqür ßırakaCak kDr sevmektir..
 
Kayıt Tarihi: 7 May 2009
Mesajlar: 13,636
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Cvp: Fıkıh ansiklopedisi

KONU: EŞHURU'L-HURUM( HARAM AYLAR)
Haram aylar, hürmete lâyık aylar (Zilkâde, Zilhicce, Muharrem, Receb). Bu aylarda savaş yapmak yasak olduğu için bu adı almıştır.

Câhiliye devrinde Araplar arasında iç savaşlar eksik olmazdı. Yalnız haram aylarda savaş yapılmazdı. Bu aylarda panayırlar kurulur, şiir yarışmaları yapılır; yahudiler, hristiyanlar ve puta tapıcılar dinlerini yayarlardı. Eğer bu barış aylarında savaş olursa, yasak çiğnendiği için "Ficâr savaşı" denirdi. Peygamberimiz (s.a.s.)'in yirmi yaşlarında iken, Kureyşlilerle Hevâzin kabilesi arasında yapılan Ficâr savaşlarına katıldığı rivâyet edilmektedir. Peygamberimiz (s.a.s.) bu savaşta kimsenin kanını dökmemiş, yalnız atılan okları toplayıp amcalarına vermiştir.

Haram aylar, Arapların Hz. İbrahim'den beri kullandıkları, kameri aylardandır. Yani ayın hareketine göre düzenlenen takvimin aylarındandır. Hicret, İslâm tarihinde bir dönüm noktası olduğu için hicretin yapıldığı ay olan Muharrem ayı Hz. Ömer zamanında takvim başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Böylece hicretin yapıldığı yıl birinci yıl olmak üzere hicri kameri yıl ortaya çıkmıştır. Muharrem ile başlayıp Zilhicce ile sona eren hicrî-kamerî senenin ayları şunlardır: Muharrem, Safer, Rebîulevvel, Rebîulâhir, Cemâzilevvel, Cemâzilâhir, Receb, Şâban, Ramazan, Şevvâl, Zilkâde, Zilhicce.

Kur'an'da haram aylardan Tevbe suresinde bahsedilir:

''Gökleri ve yeri yarattığı gündeki yazısına göre Allah'ın katında ayların sayısı onikidir. Bunlardan dördü haram (ay)lardır. İşte doğru din budur. O aylar içinde (konulmuş yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin ve Allah'a ortak koşanlar nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa siz de onlarla topyekün savaşın ve bilin ki Allah (günahlardan) korunanla beraberdir. Haram ayı içinde savaşmak yasaklanmıştı. Bu ayda savaşmak için haram ayını başka bir aya ertelemek, küfürde daha ileri gitmektir. İnkâr edenler onunla saptırılır. O (haram ayını) bir yıl helâl sayarlar, bir yıl haram sayarlar ki, Allah'ın haram kıldığının sayısını çiğneyip, Allah'ın haram kıldığını helâl yapsınlar. Yaptıkları işin kötülüğü kendilerine süslü gösterildi Allah kâfirler toplumuna yol göstermez '' (et- Tevbe, 9/36-37) .

Bu ayette geçen "nesî" (geciktirme)'nin nasıl olduğuna ve Arapların bu sûretle haram ayı nasıl helâl saydıklarına gelince; Ay senesi (354 gün) ile güneş senesi (365 gün) arasında on bir günlük bir fark olduğu için kamerî aylar her sene on bir gün evvel geliyordu. Buna göre Hac mevsimi bazan kış ortasına gelir, bazan yazın en sıcak zamanlarına rastlardı. Bu durum müşriklerin hoşuna gitmiyordu. Çünkü yazın sıcağında kışın soğuğunda bedevîler Kâbe ziyaretine gelemiyor, ticaret hayatı da aksıyordu. Bundan dolayı her üç yılda bir defa bir meclis toplanır, o senenin aylarına bir ay eklenerek ay senesi on iki aydan on üç aya çıkarılırdı. Hac mevsimi ise devamlı olarak, dört mevsimden işlerine gelen (mesela ürünlerin yetiştiği) mevsime bırakılırdı. Bu suretle Hac mevsimi değişmiyor fakat aylar yer değiştirmiş oluyordu. Muharrem ayı Saferden başlayarak sırasıyla onikinci ay olan Zilhicce'ye kadar bütün on bir ayın yerini alırdı. Böylece haram aylar helâl ayların yerine geçmiş olurdu. Hac ayı (Zilhicce) de, her sene on bir ay sonraya bırakıldığı (yani nesî' yapıldığı) için hakiki Hac ayı olan Zilhicce'nin dokuzuncu günü ancak otuz üç senede bir defa esas kendi yerini buluyordu. Nitekim Hicretin onuncu yılı Zilhicce'si aslı yerine gelmişti.

Peygamberimiz (s.a.s.) Veda Hutbesi'nde haram aylar konusunda şöyle buyurmaktadır: "Ey insanlar, harbedebilmek için haram ayların yerlerini değiştirmek, şüphesiz ki küfürde çok ileri gitmektir. Bu, kafirlerin kendisiyle dalalete düşürüldükleri bir şeydir. Bir sene helâl olarak kabul ettikleri bir ayı öbür sene haram olarak için ederler. Cenâb-ı Hakk'ın helâl ve haram kıldıklarının sayısına uydurmak için bunu yapıyorlar. Onlar Allah'ın haram kıldığına helâl, helâl kıldığına da haram derler. Hiç şüphe yok ki zaman, Allahu Teâlâ'nın yarattığı gündeki şekil ve nizamına dönmüştür. Sene oniki aydır; dördü haram aylardır; üçü peşpeşe gelir: Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Şaban'la Cemâzilevvel arasındaki Mudar kabilesinin Receb'i (Mudar kabilesi Receb ayına çok hürmet ettikleri için böyle denilmiştir) (et-Tâc, II, 149).

Bu aylarda savaş yasağı neshedilmiş (kaldırılmış)tır. "Nefislerinize zulmetmeyiniz'' ayetindeki "zulüm" günâh işlemek olarak tevil edilmiştir. Dolayısıyla bu aylarda günâh işlemenin cezası diğer aylara göre daha çoktur.
Alıntı ile Cevapla
  #75  
Alt 5 September 2009, 17:33
sevqi emektir.. emekSe vazqeçmiCek kDr ama.. özqür ßırakaCak kDr sevmektir..
 
Kayıt Tarihi: 7 May 2009
Mesajlar: 13,636
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Cvp: Fıkıh ansiklopedisi

KONU: ESMÂÜ'L-HÜSNÂ
Cenâb-ı Allah'ın güzel isimleri.

Yaşadığımız dünya, felekler, yıldızlar, ay ve güneş birer âlemdir. Bütün bu âlemler bir ahenk içindedirler. Bu, Allah'ın Rab sıfatının bir tecellisidir. Dünyadaki düzenin kaidelerini koyup, varlıkları bir ahenk içinde yaşatma da Rab sıfatının gereğidir.

Doğmamız, büyümemiz, ölmemiz, insanlardâki yücelik, ahlâk, terbiye, kemal hep Rubûbiyet sıfatının yansımasındandır. Gözün görmesi, aklın ermesi, bütün iş ve hareketler, olma ve oluşma Rab sıfatının bir tecellisidir. Onsuz bir hareket ve düşünce yoktur.

Gerek Kur'ân-ı Kerîm'de gerek hâdis-i şeriflerde gecen birçok güzel ismi vardır. Aslında bu isimleri iki grupta ele almak mümkündür:

a) Hak Teâlâ'nın zatına mahsus bir özel isim olan "Allah" lâfz-ı şerifi Ondan başka bir varlık hakkında kullanılmamıştır. Kullanılması caiz değildir. Bu ismin tesniyesi (ikil siğası) ve çoğulu da yoktur. Bir başka dile tercüme edilemez, hiçbir kelime onun yerini tutamaz.

b) Allahu Teâlâ'nın ikinci gruba giren isimleri, sıfatlarından alınan isimlerdir. Ayet ve Hadislerde Cenâb-ı Hakk'ın pekçok güzel isminden bahsedilir. Bunlardan her biri O'nun sıfatları ile ilgili ve onlardan alınan isimlerdir. Rahman, Rahîm, Âlîm, Hâlik vs. gibi. Bu isimler bir başka dile tercüme edilebilir. Meselâ, Hâlik ismi, yaratan veya yaratıcı olarak söylenebilir. Müminin Allah hakkındaki inancı, O'nun zâtının mukâddes olduğu, diğer zat ve eşyâyâ benzemediği, yüce sıfatlarla sıfatlandığıdır. Allah kendisini Esmâü'l-Hüsnâ en güzel isimler ile isimlendirmiştir (el-A ‚râf, 7/180; el-Isrâ, 17/1 10; Tâhâ, 20/7; el-Haşr, 59/24). Doksan dokuz adet olan bu isimlerin basında "Allah gelir. Diğer isimlerin hiçbiri anlam ve içerik itibarıyla "Allah" isminin yerini alamaz. Bu nedenle, Islâm'a girecek kişi, "Lâ ilâhe Illâllah" der; "Lâ ilâhe illarahman" demez. Namaza başlarken, "Allahü Ekber"der; "Rahman Ekber" diyemez. Allahu Teâlâ'nın bütün isimleri güzeldir. Kur'an-ı Kerîm'de, "Allah'ın güzel isimleri vardır. O halde Allah'a o güzel isimlerle dua edin" (el-A'râf, 7/180);

"De ki: "Ister Allah deyip dua edin, ister Rahman deyip dua edin; hangisi ile dua ederseniz edin, onun güzel isimleri vardır " (el-Isrâ, 1 7/110) buyurulmuştur

Peygamber efendimiz de bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ'nın doksan dokuz ismi vardır. O isimleri kim ezberlerse (sayar, manasını anlar ve şuûruna ererse) cennete gider. şüphesiz, Allah tektir ve tek olmayı sever" (Buhârî, Daavât, 68). Allahu Teâlâ'nın isimleri doksandokuz isimden ibaret değildir. O'nun ayet ve Hadislerde gecen başka isimleri de vardır. Yalnız Tirmizî ve Ibn Mâce'de geçen bir hadiste bu doksandokuz isim teker teker sayılmıştır.
Alıntı ile Cevapla
  #76  
Alt 5 September 2009, 17:34
sevqi emektir.. emekSe vazqeçmiCek kDr ama.. özqür ßırakaCak kDr sevmektir..
 
Kayıt Tarihi: 7 May 2009
Mesajlar: 13,636
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Cvp: Fıkıh ansiklopedisi

KONU: EVVÂBİN NAMAZI
Akşam namazının sünnetinden sonra kılınan altı rekâtlık gayr-i müekked namaz. Evvâb, faal vezninde ism-i fâildir, günâhları terk ve hayırlı işler yapmak sûretiyle Allah'a dönen demektir. Çoğulu Evvâbin'dir. Evvâbin namazı, Allah'a çok itaat edenlerin namazı demektir. Ashab-ı kirâmdan Zeyd b. Erkâm, kuşluk vakti birtakım insanların namaz kıldıklarını görmüş de; "Bu adamlar pek âlâ bilir ki, bu saatten başka zamanda namaz kılmak, daha faziletlidir. Çünkü Resulullah (s.a.s.), "Evvâbin namazı, sıcaktan deve yavrularının ayakları yandığı zaman kılınır" buyurmuştur" (Müslim, Salât, 19).

Zeyd b. Erkâm, başka bir rivâyetinde şöyle demiştir: "Resulullah (s.a.s.) Kûba'lıların yanına gitti. Vardığında, onlar namaz kılıyordu. Allah elçisi, onlara, 'Evvâbin namazı, sıcaktan deve yavrularının ayakları yandığı zamandır' buyurdu" (A. Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercümesi ve Şerhi IV, 2132).

Bu Hadislerde, namazın kaç rekât kılınacağı belirtilmemiştir. İslâm âlimleri, sıcağın yükseldiği bu vaktin, kuşluk namazı için en elverişli ve faziletli olduğunu söylemişlerdir. Çünkü kuşluk namazının vakti, günün evveli olup, daha erken saatlerde de kılınabilmektedir.

Hz. Sevbân'dan nakledilen şu hadis de, evvâbin namazının önemini belirtir: "Allah Rasûlü, günün yarısından sonra namaz kılmayı severdi. Hz. Âişe, Ya Resulullah, sen bu saatte de mi namaz kılmayı seviyorsun? dedi. Resulullah (s.a.s.): "Bu saatte gök kapıları açılır ve Hak Teâla hazretleri, bu saatte kullarına rahmetle bakar. Bu namaz Âdem, Nuh, İbrahim ve İsâ'nın devam ettikleri bir namazdır" buyurdular (el-Askalânî, Bulûgu'l Merâm, Terc. A. Davudoğlu, II, 48). Evvâbin namazının dört rekât olduğuna dâir çeşitli hadisler nakledilmiştir. Akşam namazından sonra ve altı rekât kılındığına dâir hadisler de nakledilir ve bunların uygulamada daha yaygın olduğu bilinmektedir (Tirmizî, Salat, 32 1) .

Akşam namazının sünnetinden sonra iki ilâ altı rekat arasında kılınan nafile namaza da "evvâbin" denilmiştir. Hz. Peygamber, akşam namazından sonra altı rekat nâfile namaz kılanın evvâbinden (günah işleyip, arkasından hemen tövbe eden kimselerden) sayılacağını bildirmiş ve arkasından da şu ayeti okumuştur: "Rabbiniz, içinizden geçenleri çok iyi bilir. Eğer salih kimseler olursanız, şüphesiz Allah tövbe edenleri affedicidir" (el-İsrâ, 17/25; bk. İbn Kesir, Tefsir, İstanbul 1985, V, 64, 65; Şürünbülâli, Şerhu Nüri'l-İzah, İstanbul 1984. s.74)
Alıntı ile Cevapla
  #77  
Alt 5 September 2009, 17:35
sevqi emektir.. emekSe vazqeçmiCek kDr ama.. özqür ßırakaCak kDr sevmektir..
 
Kayıt Tarihi: 7 May 2009
Mesajlar: 13,636
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Cvp: Fıkıh ansiklopedisi

KONU: EYYÂM-I MA'DÛDE( SAYILI GÜNLER)
Sayyly günler. Kur'an'da bilhassa Ramazan ayy ve Kurban Bayramy'nda te?rik tekbirlerinin alyndy?y günler için kullanylan bir tabir.

Kur'an-y Kerîm'de orucu emreden ayet-i kerimede ?öyle buyurulmaktadyr:

"Ey iman edenler, sizden öncekilerin üzerine yazyldy?y gibi, korunasynyz diye oruç sizin de üzerinize yazyldy. Sayyly günler olarak..." (el-Bakara; 2/183, 184).

Bu sayyly günlerin hangi günler oldu?u ise, hemen bir sonraki ayette açyklanmaktadyr:

"Ramazan ayy ki, insanlar için hidâyet olarak ve hidâyeti ve do?ruyla yanly?y ayyrt edici açyklamalar olarak Kur'an o ayda indirilmi?tir. Sizden kim bu aya çykar (ve ayy görürse) onda oruç tutsun" (el-Bakara, 2/185).

'Eyyâm-y ma'dûde' ifadesi, Cenâb-y Allah'yn emretti?i orucun istenildi?i zaman de?il; yylyn belirli günlerinde, yani Ramazan ayy süresince tutulmasy gerekti?ini ortaya koydu?u gibi; nefsi yeme, içme ve cinsel ili?kiden alykoyma, ayryca Yslâm'yn ho? görmedi?i söz ve davrany?lardan da mümkün oldu?unca uzak tutma demek olan orucun güç bir ibâdet olmady?yny ve yylyn gelip geçici günlerinden ibaret bulundu?unu da açyklayarak, nefislere kolaylyk getirmektedir (Elmalyly, Hak Dini Kur'an Dili,I, 624-5).

'Eyyâm-y ma'dûde', Kur'ân'da haccdan sözedilirken de kullanylyr. Haccla ilgili olarak bir de 'bilinen günler' anlamynda 'eyyâm-y ma'lûme' geçmektedir ki, bundan kastedilen, haccyn yapyldy?y günler veya Zilhicce'nin ilk on günü, ya da Kurban Bayramy günleridir. Buna kar?ylyk, hacc konusunda geçen 'eyyâm-y ma'dûde' ise, bütün müfessirlerin görü?ünce te?rik günleridir. 'Te?rik', yüksek sesle tekbir almak demektir. Hacc'da olunsun olunmasyn, Kurban Bayramy arefe?inin sabahyndan, dördüncü gününün ak?amyna kadar te?rik tekbirleri * alynyr. 'Sayyly günler' bu be? günü de içine almaktadyr. Bununla birlikte birinci güne arefe ve bayramyn ilk üç gününe 'kurban kesme günleri' de denir. Te?rik günleri tabiri bilhassa Zilhicce'nin on bir, on iki ve on üçüncü günleri için kullanylyr. Sahih-i Buhâri'de Ybn Ömer'den rivâyet edilen bir hadiste de ifade olundu?u gibi (Ybn Hacer-i el-Askalânî, Bulûgu'l Meram (Selâmet Yollary),II, 561; Seyyid Sabyk, Fykhü's-Sünne, II, 164). Rasûlullah (s.a.s.) ?eytan ta?lamada atty?y her ta?tan sonra tekbir getirirdi. ?u halde, arefe ve bayramyn ilk günü 'bilinen günler'e girdi?inden, haccyn menâsikinin yerine getirilmesini izleyen üç gün özellikle 'sayyly günler' olmaktadyr (Elmalyly, Hak Dini Kur'an Dili; II, 730). Kur'ân'da emredilen de 'sayyly günler'de Allah'y zikretmektir (el-Bakara, 2/203).

Kur'an'da, Yslâm'yn Medine'de güçlenmesi kar?ysynda telâ?a dü?en yahudi bilginlerinin, yahudileri Yslâm'a girmekten alykoymak için, rivâyete göre, Hz. Musa'nyn Tur'da bulundu?u ve Ysrailo?ullary'nyn buza?yya taptyklary günler kadar Cehennem'de kalacaklaryny iddia ettikleri belirtilmektedir (el-Bakara; 80). Azly?yny ifade için bu günlere onlar 'eyyâm-y ma'dûde' ady verilmekteydi.
Alıntı ile Cevapla
  #78  
Alt 5 September 2009, 17:38
sevqi emektir.. emekSe vazqeçmiCek kDr ama.. özqür ßırakaCak kDr sevmektir..
 
Kayıt Tarihi: 7 May 2009
Mesajlar: 13,636
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Cvp: Fıkıh ansiklopedisi

Müslümanlara, günde be? kez, belli bir yerde namaz kylmalary ve namaz için toplanma vaktinin geldi?ini ilân etmek, namaz için yapylan ça?ry. Arapça bir kelime olan ezan; bildirmek, ilân etmek demektir.

Yüksek bir yere çykyp gür sesiyle tüm insanlara yeryüzünde tek egemen gücün Allah, tek önderin Hz. Muhammed oldu?unu Allah adyna korkusuzca haykyran; Allah'y ilâh ve rabb; Hz. Muhammed'i de kendilerine önder kabul eden müslümanlara da inandyklary Allah'yn önünde topluca ibâdet etsinler, bir ve beraber olduklaryny, yeryüzündeki zulmün yerine Allah'yn adaletini yerle?tirmek için her an hazyr olduklaryny dü?manlaryna gösterip onlara korku, müslümanlara güven versinler diye camiye ça?yran ki?iye de müezzin denir.

Ezan, bir yerin müslümanlaryn my yoksa zorbalaryn my kontrolünde oldu?unu belirten bir i?aret, bir semboldür. Korkusuzca ve do?ru bir ?ekilde okunan ezan o yerin Yslâm beldesi oldu?unu gösterir. Yslâm fykhynda, bir yörenin Daru'l-harp* veya Daru'l Yslâm * oldu?u tespitinde orada ezanyn okunup okunmady?y dikkate alynan ölçülerden biridir.

Müslümanlara namaz Mekke döneminin dokuzuncu yylynda farz kylyndy?y halde onlar namazlaryny ezan okumadan kylyyorlardy. Çünkü Mekke'de zayyftylar; orada güçlü olan, toplumda hatta Allah'yn evi Kâbe'de egemen olan mü?rik düzendi. Bu yüzden müslümanlar kendi yönetimlerinde olmayan ve güçsüz olduklary bir yerde açykça ezan okumakla yükümlü tutulmamy?lardy.

Medine'ye hicretin birinci yylynda birbirlerini "es-salâh es-salâh (namaza namaza)" veya "es-salâtü câmlatün (namaz toplayycydyr, namaz için toplanyn)" ?eklinde namaza davet ederlerdi. Ancak bu ?ekildeki bir ça?ry yeterli olmuyor, uzakta oturanlar bu sesi duymadyklary için namaza yeti?emiyorlar ve bu yüzden de Yslâm cemâatinin biraraya gelmesinde zorluklar oluyordu. Peygamber efendimiz (s.a.s.) sahâbelerini toplayarak namaza ça?yrmak için nasyl bir yöntem kullanmak gerekti?ini kendileriyle isti?âre etti. Sahâbîler birçok teklif getirdiler:

- Çan çalalym ya Resulullah.

- O hyristiyanlaryn adetidir, olmaz.

- Boru çalalym.

- O yahudilerin adetidir, olmaz.

- O zaman ate? yakalym ya Resulullah.

- O da mecusilerin adetidir, bu da olmaz.

Bayrak dikme teklifi de uygun görülmeyince müslümanlar ortak bir karara varamady ve toplanty sona erdi. Abdullah b. Zeyd de di?er sahâbiler gibi üzüntüyle evine döndü ve yatty. Abdullâh ?öyle anlatyr:

"Ben de üzüntülü olarak yatmy?tym. Uyku ile uyanyklyk arasynda iken üzerinde ye?il elbisesi olan biri yanyma geldi, bir duvâryn üzerinde durdu. Elinde bir çan vardy. Aramyzda ?u konu?ma geçti:

- Onu bana satar mysyn?

- Onu ne yapacaksyn?

- Namaz için çalaryz.

- Ben sana bu konuyla ilgili daha hayyrly bir ?ey versem olmaz my?

- Olur, dedim. Hemen kybleye kar?y durdu ve okumaya ba?lady:

"Allahu Ekber, Allahu Ekber

Allahu Ekber, Allahu Ekber

E?hedü en Lailahe illallah,

E?hedü en Lailahe illallah

E?hedü enne Muhammeden

Resûlullah E?hedü enne Muhammeden

Rasûlullah Hayyaala's-salâh, Hayyaala's-salâh Hayyaala'l-felâh, Hayyaala'l-felâh Allahu Ekber, Allahu Ekber

La ilahe illallah "

Sabahleyin Abdullah b. Zeyd gece gördü?ü rüyayy Resulullah'a anlatty. Ayny gece onunla birlikte birçok sahâbe de benzer rüyalâr gördüklerini anlattylar. Ö?retilen ezanda de?i?iklik yoktu. Hz. Ömer de ayny rüyayy görenler arasyndaydy. Hz. Peygamber (s.a.s.) her birini dinledikten sonra Zeyd'e dönerek, "Gördü?ünü Bilâl'e anlat (ö?ret) ezany Bilâl okusun; onun sesi seninkinden gürdür" buyurdu. Namaz vakti gelince Bilal Medine'nin en yüksek yerine çykarak gür sesiyle Yslâm'yn ilk ezanyny okudu.

Namaz vakitlerini bildirmek için okunan ezanyn ne ?ekilde oldu?u Kur'an-y Kerîm'de bildirilmemi?, ancak Hz. Peygamber (s.a.s.)'e vahiyle bildirilmi? ve onun kelimeleri bizzat Cebrail (a.s.) tarafyndan ö?retilmi?tir. ?u âyet-i kerimeler ezanyn Allah'tan geldi?ini gösterir:

"Siz namaza ça?yrdy?ynyz zaman onlar o ça?ryyy e?lence ve alay konusu yapyyorlardy" (el-Mâide, 5/58).

"Ey müminler, cuma günü namaz için ça?ryldy?ynyz zaman hemen Allah'yn zikrine ko?un " (el-Cum'â, 62/9). Bu ayet-i kerimelerde geçen "ça?ryldy?ynyz zaman" ifadesindeki "nidâ" kelimesi ezany kasdetmektedir.

Okunan ezanyn Allah'yn istedi?i gerçek ezan olabilmesi isin dikkat edilmesi gereken hususlar vardyr:

1) Ezan mutlaka Arapça okunmalydyr. Allah'yn gönderdi?i Cebrail (a.s.)'yn ö?retti?i kelimelerin dy?yna Sykylamaz. Örne?in "Allahu Ekber" cümlesini ayny anlama geliyor diyerek "Tanry uludur" ?eklinde Türkçele?tirerek ezan okunamaz. Hangi yrk ve dilden olursa olsun ortak ibâdet dilleri sayesin de karde?çe kucakla?an müslümanlaryn birli?ini yok etmek isteyen Yslâm dü?manlary "kendi dilinle ibâdet etmek daha iyidir" diyerek ezany Arapça'nyn dy?ynda bir dille okutmak isterler. Ama Allah, müslümanlary tek vücud gibi görmek istemektedir. Ortak ibâdet diliyle Tevhîd sa?lanmaktadyr.

2) Ezân; müslümanlaryn sevip saydy?y. güvenilir, Yslâm ahlâkyyla ahlâklanmy?, kysaca gerçek anlamda bir "müslüman" tarafyndan okunmalydyr. Allah adyna insanlary Allah'yn mescidine ça?yran ki?inin dâvetine cevap verecek olanlar güvendikleri bir müslümanyn sesini duyduklarynda daha bir ?evkle toplanyrlar. Allah'yn sevmedi?i bir günahkâr Allah adyna insanlary Allah'a ça?yrmaya yetkili olamaz. Yine bu ki?i güvenilirli?i yanynda, o toplulu?un içinde önder olabilecek, sözünün dinlendi?i biri olmalydyr. Ancak bu, bu ?artlan ta?ymayanlaryn ezan okuyamayaca?y anlamyna gelmez. Mümeyyiz olmayan bir çocu?un okudu?u ezan geçerlidir.

3) Ezan okuyan ki?inin güzel ve gür sesli olmasy ve ezanyn yüksek bir yerde okunmasy gerekir. "Yüksek bir yer'in anlamy günümüzde teknolojinin getirdi?i ses yükseltici aletlerle de?i?ime u?rady. Ezan daha iyi duyulsun diye gerekli görülen "yüksek yer" müslümanlar arasynda o derece önem kazanmy? ki Yslâm ?ehirlerinde minarelerden daha yüksek yapylan görmek mümkün de?ildir.

Ancak günümüzde amphlikatör gibi ses yükseltici aletler kullanarak yüksek yere çykylmadan ezan okunabilir mi, bu aletler kullanylabilir mi? sorusu müslümanlaryn bir kesimini me?gul etmektedir. Ynsan sesi iptal etti?i gerekçesiyle bu aletlerden ezan okumanyn helâl olmady?yny savunan insanlar varly?yny korumaktadyr. Yslâm'yn geldi?i ve mezhep imamlarynyn yasady?y dönemlerde böyle bir sorun olmady?y için bu konuyla ilgili bir ictihad yoktur. Ancak Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Vedâ Haccy'nda verdi?i hutbe bu konuya en güzel örnek te?kil etmektedir. Vedâ Hutbesi'nde yüzyirmibin ki?iye hitap eden Hz. Peygamber belli mesafelere gür sesli görevliler yerle?tirerek kendi söylediklerini aynen tekrarlamalaryny istemi? ve böylelikle kendi sesinin ulâ?mady?y insanlara görevlilerin sesiyle ula?my?tyr. Hz. Peygamber'in bu uygulamasyndan yola çykarak Edille-i ?er'iyyenin Kyyas yolunu kullanarak hoparlörün me?rû oldu?u gibi sesi uzaklara ta?ydy?y için son derece faydaly oldu?u gayet açyk bir husustur. Allah'yn kendilerine ö?retti?i ilimden yararlanan müslümanlar hoparlörden yararlanabilece?i gibi isteyen de yüksek yere çykmaya devam edebilir.

4) Farz namazlardan önce okunan ikamet hyzly okundu?u halde ezan a?yr a?yr okunur.

5) Ezan okurken kelimeleri yanly? okumak ve a?yry ?ekilde te?anni yapmak câiz de?ildir.

6) Ezan okurken müezzinin konu?masy, hattâ kendisine verilen selâm'y dahi almasy caiz de?ildir.
Alıntı ile Cevapla
  #79  
Alt 5 September 2009, 17:38
sevqi emektir.. emekSe vazqeçmiCek kDr ama.. özqür ßırakaCak kDr sevmektir..
 
Kayıt Tarihi: 7 May 2009
Mesajlar: 13,636
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Cvp: Fıkıh ansiklopedisi

KONU: EZAN DINLEMEK
Müslüman bilim adamlarynyn konu?macy olarak bulundu?u bir panelde, ezan için konu?mayy kesmemeleri dikkatimizi cekti. Yoksa Islâmy anlatan konu?malar yapyyor olmalary, ezany dinlemelerine ruhsat verir mi?

Normal ve anormal ölçülerinin bir ?eyin aly?agelmesiyle tespiti herhalde ho? olmayan avamca bir hüküm olmalydyr. Bu açydan bakyldy?ynda -tabir ho? de?il ama- Yslamyn "Istiklâl Mar?y" diyebilece?imiz ezan için durmayy ve dinlemeyi küçümsemek, entellektüelli?in de?il avamly?yn bir belirtisi olmalydyr.

Fykyh kitaplanmyza bakty?ymyzda "Ezana Icabet" konusunda söylenenler arasynda ?unlar da vardyr: Ezana icabet aslynda, ezanla ça?rylan namaza gitmektir, naim bizzat ezanyn sözlerini dinleyip müezzinin söylediklerini söylemek de icabetin bir parçasydyr. Hatta bu yüzdendir ki, cünup olan kimse ezan okunurken onun sözlerini tekrarlar ama, hayyzly ve nifasly kadyn tekrarlamaz; çünkü onlar o hallerinde ezana asyl icabet sayylan namaza ehil de?illerdir.

Resulullah Efendimiz (sav): "Ezany duydu?unuzda müezzinin dedi?i gibi deyin" buyurur.(Müslim, salat 7) Buna göre Hanefiler bunun, vacip oldu?unu söylerler, çünkü emir "vücup" ifade eder. Malyki'lerden bazylary ve Zahirilerin mezhebi de budur. Imam Malyk, ?afii, Ahmed ve Hanefilerden Tahavî'nin de içinde bulundu?u cumhura göre sözle icabet vacipde?il, müstehaptyr.(Davudo?lu NI/27; lbn Hacer, Fethu'1-Bârî, N/92-93; Aynî, IV/280)

Kendi kendine Kur'an okuyan ve tesbih çeken kimse de bunlary byrakyp ezana icabet etmelidir. Ama mescidde (ba?kalary dinlerken) Kur'an okuyan, okumasyna devam edebilir. Dini bir konuda konu?an ve vaaz eden de konu?masyna devam edebilir mi? Bunu açyklayan bir fykyh ibaresine rastlamadym. Herhalde vaazlarda anlatylan ?ey Kur'an'yn açyklamasy oldu?u, daha do?rusu olmasy gerekti?i için, ona kyyasla bu tür konu?malar devam ettiriliyor olmalydyr. Bu açydan bakyldy?ynda Yslam'yn her hangi bir müessesesini ya da bir meselesini inceleyen seminerler, ya da paneller de böyle sayylabilir. Zaten ezan esnasynda konu?manyn mekruh olmady?y da söylenmi?tir.(bk. Bilmen, Ilmihal 128) Ama okunmakta olan ezana hiçbir türlü icabet etmemek, bir an için olsun durup ona i?tirak etmemek mahzursuzdur, denemez. Bunun için elbette ezanyn, lahnsiz, tegannisiz, yani sünnet üzere okunan bir ezan olmasy gerekir. Böyle sünnet üzere olmayan ezany dinlemek zorunlu de?ildir.(Tahtavî,162) Ayryca, hepsini dinlemesi gerekir diyenler varsa da, sadece ilk duydu?u ezany ya da sadece kendi mescidinin ezanyny dinlemesi yeterli olur.(Hindiyye. I/57)
Alıntı ile Cevapla
  #80  
Alt 5 September 2009, 17:39
sevqi emektir.. emekSe vazqeçmiCek kDr ama.. özqür ßırakaCak kDr sevmektir..
 
Kayıt Tarihi: 7 May 2009
Mesajlar: 13,636
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Cvp: Fıkıh ansiklopedisi

KONU: EZAN OKUYANIN VE DİNLEYENİN DİKKAT EDECEĞİ HUSUSLAR
Ezan okuyanyn dikkat edece?i hususlaryn yanynda dinleyenin de uymasy gereken hususlar vardyr:

I) Ezan okunurken konu?ulmaz. Hattâ Kur'ân-y Kerîm okuyan bir ki?i ezan ba?lady?ynda okumayy byrakyp ezany dinler.

2) Ezan'y dinleyen müslüman, müezzinin okudu?u ezany tekrar eder ve böylece o da ezan okunmu? olur. "Hayya ala'ssalâh" ve "Hayya alalfelâh" cümlelerinde "lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (Allah'tan ba?ka hiçbir güç ve kuvvet kayna?y yoktur)" der. Sabah ezan'ynda müezzinin "essalâtü hayrün mine'n-nevm" cümlesine "sadakte ve berirte (do?ru söylüyorsun)" diye kar?ylyk vermesi sünnettir.

3) Ezany i?iten ki?i cünüp de olsa yukarydaki yükümlülükleri yerine getirir. Ancak hayyzly ve nifasly olan kadynlar bunun dy?yndadyr.

4) Ezanyn bitiminde dinleyen ki?i ezan duasyny okur.

"Allahumma Rabbe hezihi'd-da' vati't-tamme ve's-salati'l-kâime âti seyyidina Muhammeden el-vesilete ve'l-fazilete ve'd-dereceti'r-rafiati'l âliye ve'b-ashû makamen mahmuden ellezi vaadtehu inneke la tuhlifu'lmi'ad. "

"Ey bu üstün ça?rynyn ve hazyr namazyn Rabbi olan Allahym! Muhammed 'e vesileyi, fazileti ve yüksek dereceyi ihsan et. Onu kendisine vadetmi? oldu?un övülmü? makama eri?tir. Zira sen vaadinden dönmezsin "

Bunlaryn dy?ynda ezan hakkynda ?u hususlary belirtelim:

Cuma namazynda bir dy? bir de iç ezan okunur di?er namazlarda her vakit için bir defa ezan okunur.

Ezan ile kametin arasyny biraz uzatmak gerekir ki namaza geç kalanlar cemâate yeti?ebilsin.

Caminin dy?ynda bir yerde de ezan okunabilir, ikamet getirilerek cemâatle namaz kylynabilir.

Kaza namazlary için de ezan okunabilir, ikamet getirilebilir. Bayram, Vitir, teravih ve cenaze namazlary için ezan okunmaz.

Ezan Vacib derecesinde sünneti müekkeddir.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla



Benzer Konular

Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Afganistan'da görevli ingiliz sas komutani istifa etti eLanuR Genel ve Güncel Konular, Son Haberler 0 1 November 2008 09:50


Saat: 11:48


Telif Hakları vBulletin® v3.8.9 Copyright ©2000 - 2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
gaziantep escort bayan gaziantep escort
antalya haber sex hikayeleri aresbet giriş vegasslotguncel.com herabetguncel.com ikili opsiyon bahis vegasslotyeniadresi.com vegasslotadresi.com vegasslotcanli.com getirbett.com getirbetgir.com
ankara escort ankara escort ankara escort bayan escort ankara ankara escort çankaya escort ankara otele gelen escort eryaman escort adana escort eryaman escort kızılay escort çankaya escort kızılay escort ankara eskort

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 PL2