#1
|
|||
|
|||
Sarıkamış Dramı
Sarıkamış Dramı
İttihatçı muktedirlerin Ermeni sorunu temelinde sorgulanması karşısında genellikle soğukkanlılığımızı yitiriyoruz. Bu temelde içine girdiğimiz savunmacı ruh halinden Enver ve Talat Paşaları yüceltip sahiplenme yoluna gidiyoruz. Bu yanıltıcı yüceltme bilinçlerimiz üzerinde ağır bir ipoteğe dönüşerek bizi esir alıyor. Oysa onların bu toprakların kaderine muktedir oldukları dönem, Türk halkının en ağır kırılma dönemlerinden birini oluşturmaktadır. Onların Osmanlı'yı paylaşım savaşına sürükleme ve insan kaynaklarını tüketme konusunda nasıl maceracı ve Alman işbirlikçisi bir tutum sergilediğine önceki haftalar değinmiştim. Bu realiteyi, yüz binin üzerindeki insanımızın hiç yoktan ölüme gönderilmesinin öyküsü olan Sarıkamış dramının yıldönümünde yeniden anımsamak yaşamsal bir önem taşıyor. Yaşamsal bir önem taşıyor, çünkü bu olsa olsa divan-ı harplik sorumsuzluk bile, dondurularak öldürülen zavallı gençlerimiz üzerinden geliştirilen şahadet hamasetiyle tersyüz edilmeye çalışılıyor. Konuya ilişkin kimi kitap ve TV sohbetlerinde de görüyoruz ki, "tek kurşun sıkmadan öldüler" yargısı bile kimilerinin ağırına gidiyor; sanki durumu kurtarırmış gibi, "hayır, Türk askeri orada çarpıştı, hatta zaman zaman Rusları geriletti" söylemi üzerinden Sarıkamış felaketi saptırılmaya çalışılıyor. Alman emperyalizminin çıkarları ve yayılma amaçları uğruna ülkenin insan birikimlerini telef edenler sorgulanıp yargılanacağına, savaştan övünç üretilerek sorumlular 'atamız' diye kahramanlaştırılmaya çalışılıyor. Sarıkamış dramı, tarihten ders alma noktasında üzerinde en çok duracağımız örneklerin başında geliyor. Çünkü orada da, tıpkı Galiçya, Yemen, Sina örneklerinde olduğu gibi bir yurt savunması söz konusu değildi. Ama daha önemlisi Sarıkamış, dünya savaş tarihinin en beceriksiz, en maceracı, en sorumsuz saldırı örneklerinden birini oluşturmaktadır ve tabii faturası korkunçtan da öte olacaktır. Öyle ki, Osmanlı ordusunu Alman çıkarları için kullanmak misyonlu generallerden Liman Von Sanders bile, Sarıkamış saldırısı için, "Savaş tarihi bu taarruz için hiçbir zaman mantıklı bir neden bulamayacaktır" diye yazacaktır. SİZİ İDAM ETTİRİRDİM! Galiçya'ya asker gönderiminde de gördüğümüz gibi Enver Paşa, Alman genelkurmayına yaranmak ve üzerindeki basıncı azaltmak için Anadolu evlatlarını ölüme göndermekte gözü dönmüş bir kararlılık sergiliyordu. Sarıkamış seferinde ek olarak Turan hayallerini gerçekleştirmek gibi 'milli' bir bahane de işin tuzu biberi oluyor. Ve sonuçta askerlerin, savaş için meşru bir gerekçe olmadan, üstelik kara kış koşullarında yazlık giyimle ve onlara destekleyecek cephe gerisi yığınak olmadan ölüme sürülmesi şeklinde, ağır bir sorumsuzluk örneği ile karşı karşıya kalıyoruz. O gözü kara ve hayalperest kararlılık nedeniyle, yapılan uyarılar dikkate alınmayacak, tersine tahammülsüzlükle karşılanıp bastırılacaktır. Örneğin bizzat savaşa sürülecek olan 3. Ordu'nun komutanı Hasan İzzet Paşa , bu saldırı dayatmasına karşısında, eski öğrencisi Enver Paşa'yı uyaranlardan biridir. Genelkurmay başkanlığı yapan general Bronsat Von Schellendorf 'la birlikte Sarıkamış Harekâtını yönetmek üzere gelen Enver Paşa'ya, 15 Aralık 1914'te, "Olmaz!" diye itiraz edecektir. "Çevreyi görüyorsunuz. Her yerde kar var. Kara kış başlamıştır. Bu koşullar altında, bu mevsimde bir ordu harekâtı iyi sonuç vermez. Kış şiddetini kaybetsin, yollar harekete elverişli duruma gelsin, düşmanı yokedeceğiz." (Aktaran, Alptekin Müderrisoğlu, Sarıkamış Dramı, s.186) Enver Paşa'nın bu beklemediği çıkış karşısındaki tavrı sinirlenmek ve "Eğer hocam olmasaydınız sizi idam ettirirdim!" şeklinde İzzet Paşayı tehdit etmek olacaktır. Buna rağmen Hasan İzzet Paşa, görüşlerini biraz daha ayrıntılandırarak yineler: "... Önce bir taktik sorununa eğildi. 9. Kolordunun Sarıkamış'a, 10. Kolordunun Novoselim'e varması bir haftayı bulacaktı. Ya bu sırada Ruslar yalnız kalan 11. Kolorduya çullanırlarsa? O zaman bu Kolordu ezilecek, belki de yok olacaktı. Sonra, ordunun noksanları henüz giderilememişti. Birliklerin çoğuna kışlık giyecekler verilememiş, gerekli yiyecek stokları yapılamamıştı. Bu noksanlıklar giderilmeden, ne kadar süreceği belli olmayan bir kış saldırısına kalkışmak hatalı olurdu. Saldırının yapılacağı bölge dağlıktı, aşılması güç sırtlarla doluydu. At arabalarının ve topların geçeceği doğru dürüst yol yoktu. Bu yüzden harekat ancak dağ toplarının geçebileceği küçük geçit yollarından yapılacaktı. Birlikler yiyecek ve cephanelerini yanlarında götürecekleri yük hayvanlarının sırtında taşıyacaktı. Hayvanlar hem kendi, hem de savaşçıların yiyeceklerini taşımak zorunda olduklarından, taşımanın verimi çok düşük olacaktı. Gerilerden yiyecek ve cephane yapma olanakları kısırdı. Üstelik karın kalınlığı birçok yerde 1-1.5 metreyi bulmuştu. Soğuk sıfırın altında 20 derece dolayındaydı ve birkaç gün sonra daha da düşebilirdi. Bu kesimde ısının sıfırın altında 30- 40 dereceye düştüğü çok görülmüştü." "Enver Paşa general B. Von Schellendorf ve Yarbay Feldemann bütün güçleriyle Hasan İzzet Paşa'nın görüşlerini çürütmeye koyuldular. Görüşmeler ilerledikçe Hasan İzzet Paşa'da bir çözülme, direnişinde bir azalma seziliyordu. İleri sürülen karşı görüşleri yanıtsız bırakıyordu." (Sarıkamış Dramı, s.186-7). KORKUNÇ BİLANÇO Hasan İzzet Paşa'nın itirazlarının da bu şekilde devre dışı bırakılmasıyla artık harekât başlayabilirdi. Tabii Enver ve Bronsat Paşaların görüşünün hakimiyetinin faturasını, çoğunun gömülmesi işi bile Ruslara kalacak olan yüz bin evladını kaybeden Anadolu halkı ödeyecekti. 22 Aralık sabahı, "arazi yapısını ve iklim koşullarını dikkate almayan, ölçeği yanlış ve gerekli ayrıntıları içermeyen harita üzerinden yapılan savaş planı" (F. Karaduman) ile harekât başlar. Hesaba katılmayan sorunlar, ilk günden itibaren orduyu vurmaya başlayacaktır. 5 saat düşünülen mesafe ancak 4 katı zamanda alınabilecektir. Birlikler birbirlerini kaybedecek, iç haberleşme kopacak ve daha ilk geceden itibaren donmalar görülmeye başlayacaktır. Bu ölüm yürüyüşünü şaşkınlıkla gözleyen Ruslar ise, onu kendi kaderine bırakıp Sarıkamış'a doğru geri çekilecektir. Bunu bile değerlendiremeyen Enver, İstanbul'a "Sarıkamış Fatihi" olarak dönmek için askerlerini Sarıkamış'a sürme inadını sürdürür. Ortada kara kıştan başka düşman yoktur. Yorgunluk ve açlıktan bitap düşen orduyu yürütmek için kurşuna dizmeler de işe yaramaz; giderek her yer donmuş asker cesetleriyle dolu bir ölüm tarlasına dönüşür. 26 Aralık'ta Allahuekber Dağları'nı aşmak için başlayan harekât yaşanan dramı iyice derinleştirir: "Karanlık bir ormanda bir metreyi aşan kar. Gece gündüz devam eden deli bir kar tipisi, göz gözü görmeyen bir kar fırtınası içinde herkesin birbirinden kopuşu... Çaresizlik, açlık, ümitsizlik... Allahuekber'in en korkunç gecesidir. Erler, silahlarını kullanacak düşmanı da göremedikleri için, dinmek bilmez tipinin altında çamların dibine kıvrılarak kendilerini ölümlerin en tatlısı bildikleri donmaya teslim ederler. Subayların sağa sola atılışı, bir intihar arayışı gibidir..." (Şevket S. Aydemir) Harekâtın bilançosu gerçekten de korkunç olacaktır: Sarıkamış dramı yitikleriyle ilgili olarak 3. Ordu belgeleri arasında iki önemli tablo vardır. Bu tablolardan biri Sarıkamış saldırısı başlamadan önce, 22 Aralık 1914 günü, saldırıya katılan savaşçı saldırısını göstermektedir. Öteki tablo ise Sarıkamış dramının perdesi kapandıktan sonraki savaşçı sayısını göstermekte ve 18 Ocak 1915 tarihini taşımaktadır. Bu iki tabloyu bir araya getirdiğimizde şu sonuca varılmaktadır: Birlikler Yitikler 9. Kolordu 36.784 - 36.784 10. Kolordu 48.943 2.200 46.743 11. Kolordu 27.019 5.200 21.819 2. Süvari Tümeni 5.428 1.500 3.928 Toplam 118.174 8.900 109.274 Görülüyor ki, Sarıkamış yitikleri 109.274 savaşçıdır. Ancak yitiğin daha fazla olduğunu vurgulayan bir başka belge daha vardır. Bu belgede, 11. Kolorduya 22 Aralık 1914'ten sonra savaşçı desteği yapıldığı belirtilmektedir. (...) '11. Kolordunun saldırıları taburları boşalttığından gelen destek erleri ve subaylarla birlikte 6 tabur bu kolorduya gönderilmiştir'. (...) Bu duruma göre 11. Kolordunun 4-5 bin dolayında savaşçı desteği gördüğü ve 3. Ordu savaşçı sayısının 122.000-123.000'e ulaştığı anlaşılmaktadır. Böylece toplam yitik sayısının 113.000-114.000 dolayında olduğu ortaya çıkmaktadır. "Ruslar aldıkları tutsağın 7 bin dolayında olduğunu bildirdiklerine, yaralılardan çok azının geriye gönderildiğine ve onlardan da donmadan sağ olarak cephe gerisine ulaşabilene pek rastlanmadığına göre, Sarıkamış şehitlerinin 101.000-107.000 arası olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Bu şehitlerin yüzde doksanına yakın bölümünün donarak öldüğü bilinmektedir. Bu durumda donanların sayısının 90.000-96.000 olduğunu belirtmek fazla hatalı olmayacaktır." (Sarıkamış Dramı, s.468) Köpeğin sağlık durumu... Osmanlı ordusu tarihinin gördüğü en büyük yenilgiyi yaşamıştı. Ancak buna rağmen 5 Ocak 1915'te İstanbul gazetelerinde yayınlanan resmi bildirinin başlığı; "Her taraftan zafer haberleri geliyor" şeklinde olacaktı. (Age., s.460) Bu büyük katliam sonrası Enver, ne intihar edecek onuru gösterecek ne de istifa edecekti. Kendisi, Balkan yenilgisinin sorumluluğu gerekçesiyle hükümete karşı, dönemin savunma bakanı ve başkomutan vekili Nazım Paşa' yı öldürerek darbe yapıp iktidar olmuştu. Şimdiki yenilgi çok daha korkunçtu ve Nazım Paşa'nın yerinde kendisi bulunmaktaydı. Ancak ona değil darbe yapacak, itiraz edecek bir güç bile yoktu; sırtını Almanlara dayamış, tüm olası muhalifleri etkisizleştirmiş ve Osmanlı'yı, Almanların deyimiyle "Enverland" a çevirmişti. Bu avantajla Sarıkamış haberlerine sansür koymuş, hatta "halkın moralini bozmamak" bahanesiyle Sarıkamış'a dair her türlü yayını yasaklamıştı. Bu korkunç insan kırımının sorumlusu Enver, 7 Ocak'ta çoğu tifüs, kısmi donma, yaralı, aç-çıplak durumdaki yıkıntıya dönüşmüş 3. Ordu komutanlığını Hafız Hakkı Paşaya bırakarak adeta kaçarcasına İstanbul'a yönelirken en küçük bir sorumluluk duygusu duymuyordu. Daha trajik olanı ise, Alman yoldaşlarıyla Erzurum'a vardığında ilk iş olarak İstanbul'a çektiği telgrafların niteliğiydi: "Herkes onun Sarıkamış harekâtı hakkında hükümete bilgi verdiğini ve başkomutan vekili olarak Süveyş Kanalına yapılan saldırıdan, Bağdat'a doğru ilerleyen İngilizlerden, Çanakkale Boğazı ağzında görülen İngiliz savaş gemilerinden, Avrupa cephesindeki gelişmelerden haber almaya çalıştığını sanıyordu. Oysa, Enver Paşa'nın öğrenmek istediği şeyler başkaydı. O, İstanbul'daki sarayında oturan karısı Naciye Sultan'ın ve köpeğinin sağlık durumunu merak ediyordu Naciye Sultan'ın Enver Paşa'nın yaşamındaki tek kadın olduğu biliniyordu. Bir aylık ayrılıktan sonra eşini heyecanlı sevgi gösterilerinde bulunması pek yadırganmadı. Ama ikide bir köpeğinin sağlığını sorması, evlerinde köpek beslemeyi ulusal alışkanlık biçimine dönüştüren Alman subaylarını bile şaşkına çevirmişti... Kişisel tutkuları uğruna hesapsız davranışlarıyla yüz bini aşan insanın yaşamını acımasızca söndüren; geride yüz binlerce boynu bükük ana, baba, eş, nişanlı, yavuklu, kardeş ve çocuk bıraktıran Enver Paşa, bir bozgun cephesinden değil de turistik bir geziden döner gibi telgraf çekiyor ve bir aydır göremediği sevgili köpeğinin sağlık durumunu öğrenmek istiyordu..." |