Dün yine gökyüzünün masmavi görkemi ve hayalini çizdiğim bembeyaz bulutlarının altında seni bekledim. Uzaklarda gülümseyen gökkuşağının renkleri içinde aradım seni

yoktun. Yokluğun

bir canavarın dişlerinde yüreğimi kemirip duruyor. Yokluğun cehennemim

yokluğun zifiri karanlığım

zindanım oldu. Belki

bir köşeden çıkıp gelirsin diye bütün gün seni düşleyip

gözlerim ufukta

kucağım dolu sevgi

yüreğimde binbir umut yeşertip ve ölesiye bir özlemle bekledim seni

gelmedin... Seni ne kadar özlediğimi bilmiyorsun. Bir bilsen seni ne kadar çok özlediğimi; dağları

tepeleri aşar

denizleri

ovaları devirip gelirdin bana...
Senden ayrılalı günlerin

ayların

yılların nasıl geçtiğini bilemez

hesabını tutamaz oldum. Her seher uyanınca dağların esen rüzgarlarına açıyorum penceremi

o ölümüne özlediğim kokunu getirir diye. Bir nebze de olsa dindirir yada söndürür diye yüreğimdeki özlemin ateşini...
Her gece menekşe rengi gözlerini demledim hayalimde. İpek saçlarını

sevdalı gülüşlerini

inci dişlerini demledim. Ne çok severdin yayla yollarında türküler söylemeyi

ellerimi avucunun içine alıp

başını göğsüme dayamayısısısı. Şimdi her gece

insana hayat veren ve yüreğime nakış nakış işleyen sevda sözlerin dolaşıyor kulaklarımda

paylaştığımız ümit dolu tatlı hayalleêmiz.
Yılmak yoktu bizim için bu yolda. Ağlamak

sızlanmak yoktu

geriye dönmek hiç yoktu. Zordu

çetindi bizim sevdamız ama her şeye ve çekilen tüm acılara değerdi. Sabır diyordun. Sabrı

ümit etmeyi

sevmeyi

zorluklara karşı direnmeyi de senden öğrenmiştim. Konuşurken insanın yüzüne dosdoğru bakmayısısısı

dürüst ve namuslu bakmayısısısı

merhameti

acımayısısısı

insan gibi düşünmeyi senden öğrenmiştim. Senden öğrenmiştim sevdalara türkü yakmayısısısı...
Şimdi Ren nehrinin kıyısında dalgın bakışlarla dalıp dalıp gidiyorum uzaklara. Gökyüzü masmavi ve saatler yorgun bir su gibi akıp gidiyor gözlerimde.. Ufka

gökmavisinin kızılla birleştiği o ince sıcak ve yumuşak çizgiye bakıyorum. Bir kuş gelip konuyor saçlarıma

yüreğimi ipekten kanatlarına sarıp sana gönderiyorum...
Saatler su gibi akıp gidiyor. Bir gemi yanaşıyor kıyıya

inen yolcuları izliyorum

sen yoksun. “ Kahretsin !”. diyorum.” Ne olur çıkıp gelse

sarılsa boynuma.” Bir gemi uzaklaşıyor limandan. Suların devinimleri akıyor gözlerimde

karışıp gidiyor uzaklara... Seninle suyu pırıl pırıl bir pınarın başında buluşmak

ellerini tutmak

yüreğinin sımsıcak yerinden

menekşe gözlerinden

narçiçeği dudaklarından öpmek

serin nefesini doyasıya içmek ve doyasıya içime çekmek geçiyor içimden... Sonra sarılıp

sımsıkı kucaklamak ve sevinçten havalara uçmak geçiyor ...
Her gece kuş olup sana doğru uçmak

ardında serin rüzgarlar bırakarak

dağlar

denizler

ormanlar aşıp

bir pınarın başında menekşe gözlerine konmak geçiyor içimden. Dalgın bakışlarından

sevdalı yüreğinden öpmek geçiyor. O an bütün ağaçlar diz çökmeli diyorum

özleminle kanayan yüreğime. Bütün yıldızlar göz kırpmalı mutluluklara. “Allahım bu kadar mutluluk çok.” deyip

ellerimi gökyüzüne kaldırıp ağlamalıyım. Gökler de ağlamalı benimle

bulutlar

ırmaklar

yıldızlar da ağlamalı...
Sevgiler büyüttüm
kır çiçeklerinden

güneşin kanını emen
umutlar yeşerttim bahar renginde al yeşil
dağlarda kar erirken ceylanlar emzirdim
melekler uyandırdım her tan ağardığında
toplamak için bütün düş kırıklarını aynalardan
yıldızlarla selam yolladım sana
ve her gece mavi bir kuş tutup avuçlarıma
dudaklara gül ve rüzgar iliştirdim dağların doruklarına
gelmedin.
upuzun köprüler kurdum içimdeki yolculuklara sana kavuşmak için
beyaz günlere uzandım beyaz atlarla

sana getirsinler diye umutlarımı
seninle öpüşürken
beyaz beyaz güvercinler kanat çırpıyordu mavi göklerin burçlarında
bütün ayrılıkların

savaşların

ihanetlerin üzerine bir çizgi çekiyordum
en güzel barış çiçeklerini versin diye dünya
hasret ateşine bürünürken geceler
uzun ayrılıkların dağladığı sevdalarda
korkunç alevler içirdim seni seven yanıma
iç çekmeyi öğrendi bir yanım

acı çekmeyi bir yanım
ve ardından oturup ağladım küskün ırmaklar gibi
karışıp gitti gözyaşlarım çağlayanlara
silmedin