PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Mü'minin Kalbi Kâbe'den Kıymetlidir


ceyLin
13 February 2009, 17:54
Mü’minin kalbi Kâbe’den kıymetlidir

Mevlânâ Hâlid–i Bağdâdî Hazretleri Medine'deki günlerini tamamlayarak Mekke'ye geçer. Mekke'deki günlerini Kâbe'nin yanında ibadet yaparak geçirmeye gayret eder. Günün çok az bir zamanını uyku ve ihtiyaç gidermeye ayırmış[Only Registered Users Can See Links] geri kalan kısmı tamamen ibadete ayırmıştır.
Yine sabah namazından sonra Kâbe'nin daha çok tenha olduğu saatlerden bir saat Mescid–i Haram'da Delâil–i Hayrât okurken[Only Registered Users Can See Links] az ileride gözüne birisi takılır. Dikkatle bakınca adamın birinin sırtını Kâbe'ye dönmüş öylece oturduğunu görür.
Mevlânâ Hâlid–i Bağdâdî Hazretleri bu adama bakarken adamla göz göze gelir. Sırtını Kâbe'ye dönen adamın hali pek hoşuna gitmemiştir. Ne var ki Medine'de aldığı nasihat ve terbiye ses çıkarmamasını gerektirir. Bu düşünceler içinde gayr–i ihtiyârî adama yaklaşır. O henüz bir şey demeden adam ona der ki:
"Allah'ın indinde mü'minin kalbinin Kâbe'den daha kıymetli olduğunu bilmez misin? Hem Medine'de ki zatın sözlerini ne çabuk unuttun."
Adam bu sözüyle Mevlânâ Hâlid Kuddise Sirruhu'yu can evinden vurur. Mevlânâ Hâlid Kuddise Sirruhu gayr–ı ihtiyârî bu adamın ayaklarına kapanır ve ondan kendisini irşad etmesini talep eder. Bunun üzerine adam ona şu cevabı verir:
"Sizin irşadınıza dair işaretler Hindistan tarafından geliyor. O tarafa yönel." Aynen dediği gibi çıkar ve sebepler onu Hindistan'a götürür ve Abdullah Dehlevî Hazretleri'nin mânevî terbiyesine girer.

BİR GÖRÜŞTE ÂŞIK OLDUM[Only Registered Users Can See Links]
BİR DAHA GÖRMEDİM
Zamanın birinde İstanbul'daki bir üst düzey toplantıda devrin keşif ehli zâtları ile bir araya gelerek sohbet etme fikri konuşulur. Bu düşünce üzerine orada bulunanlardan biri bir öneri getirir. Öneri şudur; bilinen Allah dostlarının isimlerini yazalım ve onları bir dahaki sohbete davet edelim. İsmi yazılıp davet edilecekler arasında Ahmed Hulusi Hazretleri de vardır.
Ahmed Hulusi Efendi daveti alınca İstanbul'un yolunu tutar. Belirlenen zamanda bütün keşif ehli zâtlar belirlenen yerde toplanır. Toplantıya devrin üst düzey yöneticileri de katılmıştır. Toplantı başlar[Only Registered Users Can See Links] toplantıya katılanların gözü Ahmed Hulusi Efendi'nin üzerindedir. Çünkü Ahmed Hulusi Efendi'nin giyimi bu toplantıya pek uygun değildir[Only Registered Users Can See Links] fakr u zarûret içinde[Only Registered Users Can See Links] pejmürde bir kıyafeti vardır. Toplantıya katılan zâtların çoğu Ahmed Hulusi Efendi'ye tepeden bakar. Toplanı esansında ev sahibi olan zât[Only Registered Users Can See Links] Ahmed Hulusi Efendi'nin sessiz oturduğunu görünce sorar:
"Sizin düşüncelerini öğrenemeyecek miyiz?" Ahmed Hulusi Efendi der ki:
"Ben ilmi olan biri değilim. Bu mecliste konuşmaya da hayâ ederim. İllâ da bir şey anlatmam gerekiyorsa başımdan geçen bir olayı nakledebilirim[Only Registered Users Can See Links]" der ve şu olayı anlatmaya başlar:
"Bir zamanlar saray burnunda deniz sahilinde gezerken[Only Registered Users Can See Links] çok güzel bir kadınla karşılaştım. Kadın bir sandala binerek[Only Registered Users Can See Links] Üsküdar'a doğru yol aldı[Only Registered Users Can See Links] bende bir kayığa binip kadını takip ettim. Üsküdar'da kayıktan inen kadın[Only Registered Users Can See Links] oradaki bir konağa girdi ve kadını o günden sonra da bir daha göremedim. Fakat kadına âşık oldum[Only Registered Users Can See Links] o gün bu gündür kadını bir daha unutamadım. Gönlüm o kadının hicranı ile rahatsızdır."
Soruyu soran üst düzey memur[Only Registered Users Can See Links] şaşkınlığından ne yapacağını bilemez. Toplantıyı kısa tutar ve orada bulunanları teker teker dışarı çıkarır. Ahmed Hulusi ile yalnız kalınca:
"Anlattığınız hadise benim başımdan geçmişti. Siz o hadiseyi anlattıktan sonra içimde ne hicran kaldı ne de muhabbet[Only Registered Users Can See Links] hepsi gitti. O büyük dertten kurtuldum."

ASIL SİZ DÜŞERSENİZ İŞ TEHLİKE OLACAK
İmam–ı A'zam Ebû Hanife Hazretleri bir gün yolda yürürken çamur deryasının içinden bir çocuğun sendeleyerek yürüdüğünü görür. Gence seslenir:
"Ey genç dikkat et çamura düşmeyesin." Genç cevap verir:
"Benim düşmem önemli değil[Only Registered Users Can See Links] asıl siz düşmeyin. Ben düşersem sadece kendim düşmüş olurum[Only Registered Users Can See Links] ama siz düşerseniz geniş halk kitleleri de sizinle birlikte düşer[Only Registered Users Can See Links] o kadar insanı düştüğü yerden tek tek kaldırmak çok zor bir iştir."
İmam bu gördüğü manzara karşısında şaşırır[Only Registered Users Can See Links] gencin zekası da İmam'ı mest etmiştir. Bu gençten aldığı ders ile aynı günün akşamında talebelerine şu nasihati yapar:
"Size bir mesele[Only Registered Users Can See Links] bir husus zâhir olurda[Only Registered Users Can See Links] daha açık bir delil ortaya çıkarsa[Only Registered Users Can See Links] o hususta bana tâbi olmayınız."

AVA ÇIKTIM AVLANDIM
Mâverâünnehir meliki Sultan Abdullah Kazgan bir gün Buhara'ya gider. Buhara'da birkaç gün kalacaktır. Bir gün yanındakilere der ki:
"Buralar da av çok olur[Only Registered Users Can See Links] hazırlığınızı yapın ava çıkacağız." Adamları hazırlıklarını yaparlar[Only Registered Users Can See Links] Sultan Kazgan ikâmet ettikleri mahalle sakinlerini de ava davet etmeyi ihmal etmez. Bütün mahalle ava çıkmak için yollara düşer.
Ava çıkan mahallede bir misafir daha vardır[Only Registered Users Can See Links] çoğunluk onun farkında değildir. Dünya sultanı olunca her göz görüyor da[Only Registered Users Can See Links] mânâ sultanlarını her göz göremiyor.
Bu mahalledeki mânâ sultanı Şâh–ı Nakşibendî Hazretleri'dir. Hep birlikte ava çıkarlar ve av başlar. Şâh–ı Nakşibendî Hazretleri bu av işinden pek hoşlanmamıştır. Herkes bir av peşinde koşarken[Only Registered Users Can See Links] o da bir tepenin üstüne çıkıp oturur. Elbiselerinde ki[Only Registered Users Can See Links] sökük ve yırtık yerleri dikmekle zaman geçirir. Eli ile sökük dikerken gönlüde tefekkür etmektedir. Aklına şöyle bir suâl gelir:
"Allah Teâlâ'nın nice veli kulları vardır ki[Only Registered Users Can See Links] dünya sultanları onların kapılarına yüz sürer." Bu düşünceler içinde tefekküre devam eden Şâh–ı Nakşibendî Hazretleri[Only Registered Users Can See Links] az zaman sonra kendisine doğru bir atlının gelmekte olduğunu görür. Atlı gelip Şâh–ı Nakşibendî Hazretleri'nin önünde durur[Only Registered Users Can See Links] atından inip selam verir[Only Registered Users Can See Links] edeple[Only Registered Users Can See Links] hürmetle eğilip oturacak bir yer bulup oracıkta oturur. Şâh–ı Nakşibendî Hazretleri de söküklerini dikmekle meşgul olmaya devam eder. Aradan bir müddet zaman geçer[Only Registered Users Can See Links] adam kıpırdamadan olduğu yerde oturur[Only Registered Users Can See Links] ne bir şey sorar ne de hareket eder. Şâh–ı Nakşibendî Hazretleri sorar:
"Ne işle meşgulsünüz?" Adam der ki:
"Ben av ile meşgul oluyordum[Only Registered Users Can See Links] avlandığım sırada içime garip bir duygu çöktü[Only Registered Users Can See Links] anlayamadığım bir sebep beni buraya getirdi. Sizi görünce de içime sizin muhabbetiniz doldu". Adam Şâh–ı Nakşibendî Hazretleri'nden himmet istemeye başlar. Şâh–ı Nakşibendî Hazretleri ona der ki:
"Ben fakir bir dervişim. Bu köyde geçici bir süre için kalıyordum. Abdullah Kazgan köylüyü ava çıkartınca ben de onlarla birlikte mecburen ava çıktım. Av yapmayınca da burada oturdum." Adam der ki:
"Efendim! Ben av yapayım derken[Only Registered Users Can See Links] avlandım. Siz beni avladınız."
Şâh–ı Nakşibendî Hazretleri onun Sultan Abdullah Kazgan olduğunu öğrenir ve Şâh–ı Nakşibendi Hazretlerinin sohbet halkasına katılır.



Köpeklerle aynı işi
yaparsam bir kıymeti olmaz

Ebû Osman Hırrî Hazretleri anlatıyor: "Allah beni kırk yıldan bu yana hangi hal üzerine atmışsa en küçük bir hoşnutsuzluğum olmamıştır." Bu çok ciddi bir söz olup[Only Registered Users Can See Links] bunun doğruluğunu te'yid eden hadise şöyle cereyan etmiştir. Bir zaman bir adam Ebû Osman Hırrî Kuddise Sirruhu'yu yemeğe davet eder. Ebû Osman Kuddise Sirruhu davete icâbet ederek adamın kapısına gelir. Adam Ebû Osman Kuddise Sirruhu'ya der ki:
"Bende yiyecek bir şey yok geri dön." Bunun üzerine Ebû Osman Kuddise Sirruhu geri döner. Birkaç adım gitmişti ki adam tekrar seslenir:
"Ey Şeyh Efendi geri gel[Only Registered Users Can See Links] sana ikram edeceğimiz kadar yiyeceğimiz var." Ebû Osman Kuddise Sirruhu geri gelir. Ebû Osman Kuddise Sirruhu adamın kapısına gelince adam tekrar:
"Bir yemek için ne kadar da acele davranıyorsun[Only Registered Users Can See Links] acele davrananlara yemek yok[Only Registered Users Can See Links] çek git." Ebû Osman Kuddise Sirruhu tekrar yola koyulur[Only Registered Users Can See Links] birkaç adım gitmişti ki[Only Registered Users Can See Links] tekrar adamın sesi duyulur[Only Registered Users Can See Links] tekrar Ebû Osman Kuddise Sirruhu'yu çağırır. Bu şekilde gel git çağırmaları otuz kere tekrar eder. Son çağırmada[Only Registered Users Can See Links] adam Ebû Osman Kuddise Sirruhu'nun eteklerine yapışır ve şöyle der:
"Sen ne biçim bir adamsın ki[Only Registered Users Can See Links] ben seninle otuz defa alay ettim[Only Registered Users Can See Links] sende en küçük bir değişim ya da kızgınlık olmadı." Ebû Osman Kuddise Sirruhu bu adama şu cevabı verir:
"Bu iş gayet kolaydır. Köpeklerin hâlide çok kolaydır[Only Registered Users Can See Links] kovunca gider çağırınca gelirler onlarda herhangi bir değişme ve bozulma olmaz. Köpeklerle eşit olduğum bir konu benim için önemli değildir.”



Mümin kardeşinizin
şeytanına yardımcı olmayın

Bir zamanlar Şam ehlinden iktidar[Only Registered Users Can See Links] mal mülk sahibi bir zat
vardır. Bu adamın çok büyük bir kabahati[Only Registered Users Can See Links] eksikliği vardır ki[Only Registered Users Can See Links] bütün Şam halkının dilinde düşmüştür. Bu adam devamlı içki içen bir alkoliktir. Adamın bu halinden Ömer bin Abdulaziz Radıyallahu Anh'ın haberi olur. Ömer bin Abdülaziz Radıyallahu Anh adama bir mektup yazar[Only Registered Users Can See Links] mektupta şunlar yazılıdır:
"Ömer bin Abdülaziz'den falanca zata…
Allah'ın selamı üzerine olsun. Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a hamd olsun. O büyük hesap gününün sahibi ki[Only Registered Users Can See Links] tövbeyi kabul eder[Only Registered Users Can See Links] günahları bağışlar[Only Registered Users Can See Links] azabı çok çetin olandır ve lütuf sahibidir."
Mektup adama ulaşır[Only Registered Users Can See Links] adam mektubu okur ve "tövbeyi kabul eder[Only Registered Users Can See Links] günahları bağışlar" kısmına gelir[Only Registered Users Can See Links] içinde bir şeylerin hareket ettiğini hisseder. Mektubu tekrar tekrar okur ve ağlar[Only Registered Users Can See Links] der ki:
"Rabbim beni uyardı." Hulusi kalb ile güzelce bir tövbe eder ve ağzına bir daha içki koymaz. Bu haber Ömer bin Abdülaziz Radıyallahu Anh'a ulaşınca:
"Mümin kardeşinizin ayağı kayar[Only Registered Users Can See Links] yanlış yola girerse ona yardım edin. Ona doğruyu söyleyin[Only Registered Users Can See Links] tövbe etmesi için Allah'a dua edin. Sakın ha daha da sapıtması için şeytanına yardımcı olmayın."
alıntı