Yorgun Yürek
31 March 2009, 07:55
İsa aleyhisselam bir ağacın altında dua eden birini gördü[Only Registered Users Can See Links] Dikkatlice baktığında adamın ayakları yürümeyen bir kötürüm olduğunu anladı[Only Registered Users Can See Links] İki gözü de görmüyordu[Only Registered Users Can See Links] Vücudunda ise baras hastalığı olduğu anlaşılıyordu[Only Registered Users Can See Links] Ama adam bütün bunlara rağmen ellerini kaldırmış mutluluktan uçacakmış gibi dua ediyordu:
– Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun![Only Registered Users Can See Links] Hazret-i İsa kötürüm adama yaklaştı:
– Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor[Only Registered Users Can See Links] Bedenin de sıhhatli görünmüyor? Buna rağmen çoğu zenginlere verilmeyen nimetlerin sana verildiğini düşünmekte, bunun için de büyük bir mutlulukla şükretmektesin[Only Registered Users Can See Links] Hangi nimettir nice zenginlere verilmediği halde sana verilen?
Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana yönelen kötürüm adam dedi ki:
– Efendi! Allah bana öyle bir kalp vermiş ki, o kalple Onu tanıyorum[Only Registered Users Can See Links] Öyle de bir dil vermiş ki, o dille de ona şükrediyorum[Only Registered Users Can See Links] Halbuki, dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kalbinde Onu tanıma sevinci, dilinde de Ona şükretme mutluluğu yoktur[Only Registered Users Can See Links] Ama gel gör ki, ayakları topal, gözleri kör, bedeninde hastalıklar bulunan bu kötürüm adama Rabbim, bu sevgiyi ihsan eylemiş, bu nimetin farkına varma tefekkürünü nasip eylemiş[Only Registered Users Can See Links] İşte bunu düşününce kendimi tutamıyor da:
– Nice zenginlere vermediği nimeti bana veren Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun! Diye teşekkürden kendimi alamıyorum[Only Registered Users Can See Links]
Kafa gözü kapalı da olsa kalp gözü açık olan bu adama yaklaşan İsa aleyhisselam:
– Ver şu elini öyle ise! diyerek elinden tutar, eğilerek görmeyen gözlerinden öper[Only Registered Users Can See Links]
Peygamberin dudaklarının değdiği gözler anında açılır[Only Registered Users Can See Links] Karşısındakinin İsa aleyhisselam olduğunu görünce heyecanlanan adam:
– Sen şu ölüleri dirilten, hastalara şifalar bahşeden mucizelerin sahibi Peygamber değil misin? der[Only Registered Users Can See Links] İsa Peygamber:
– Belli olmuyor mu? deyince:
– Gözlerimden belli oluyor da ayaklarımdan henüz belli değil, der[Only Registered Users Can See Links] Tebessüm eden Hz[Only Registered Users Can See Links] İsa:
– Sen hele bir ayağa kalkmayı dene! Deyince, silkinen kötürüm adam dimdik ayağa kalkar[Only Registered Users Can See Links]
Ayakları üzerine dikilebildiğini anlayınca söylediği ilk sözü şu olur:
– Ey Allahın Nebisi, sendeki bu mucizeler de O’ndan değil mi? Öyle ise izin ver de geç kalmayayım, O’na şükredeyim, diyerek hemen yere iner, başını secdeye koyar ve der ki:
– Rabbim! Seni tanıyan bir kalple, şükreden bir dil nimetinin şükrünü yapmaktan acizken, şimdi gören bir çift gözle, yürüyen iki de ayak da lütfettin[Only Registered Users Can See Links] Artık bilemiyorum nasıl şükretmem gerekiyor bu eşsiz nimetler karşısında?
Bu sırada çevreden toplanan halk, gösterdiği bu mucizelerden dolayı İsa aleyhisselamın elini öpmek isterler[Only Registered Users Can See Links] Ama Allahın Nebisi işaret eder:
– Benim değil secdedeki şu kötürüm adamın elini öpün![Only Registered Users Can See Links]
Derler ki:
– Onu secdeye indiren nimetlere biz baştan beri sahibiz[Only Registered Users Can See Links] Ama hiç birimiz onun duyduğu gibi bir mutluluk duymadık[Only Registered Users Can See Links]
– Öyle ise, der, tefekkür edin, siz de düşünün[Only Registered Users Can See Links]
Sözünü şöyle bağlar Allahın Nebi’si:
– Düşünen sahip olduğu nimetin farkına varır[Only Registered Users Can See Links] Düşünmeyen ise kendisini mahrumiyette sanır!
Abdülkadir Geylâni hazretleri küçük yaşta iken, bir arefe günü çift sürmek için tarlaya gitti[Only Registered Users Can See Links] Bir öküzün kuyruğuna tutunup ardından giderek oynuyordu[Only Registered Users Can See Links] O anda bir ses işitti:
''Ey Abdülkâdir! sen bunun için yaratılmadın ve bunlarla emir olunmadın''!
Bu ses, Abdülkâdir Geylâni hazretlerini korkuttu[Only Registered Users Can See Links] Eve gelince dama çıktı[Only Registered Users Can See Links] Hacıları gördü[Only Registered Users Can See Links] Arafat'ta vakfeye durmuşlardı[Only Registered Users Can See Links]
-Anneciğim! bana izin ver de Bağdat'a gidip, ilim öğreneyim[Only Registered Users Can See Links] Sâlihleri, evliyâyı ziyaret edeyim[Only Registered Users Can See Links]
Annesi de dedi ki:
-Ey benim gözümün nûru ve gönlümün tâcı evladım, Abdülkâdir'im! senin ayrılığına dayanamam[Only Registered Users Can See Links] Sensiz ben ne yaparım? Bu bakımdan müsâade edemiyorum[Only Registered Users Can See Links]
Abdülkâdir-i Geylâni Hazretleri, tarlada olan bitenleri anlattı[Only Registered Users Can See Links] Annesi ağladı[Only Registered Users Can See Links] Kalkıp babasından miras kalan 80 altını alıp, kırkını kardeşine ayırdı[Only Registered Users Can See Links] Kırkını da bir keseye koydu ve keseyi elbisesinin koltuğuna dikti[Only Registered Users Can See Links] Sonra oğlunun gözlerinin içine bakarak dedi ki:
-Ey benim gözümün nuru ve gönlümün tacı evlâdım, Abdülkâdir'im! Hak teâlânın rızâsı için olmasaydı katiyyen bırakmazdım[Only Registered Users Can See Links] Huzur ve esenlik içinde sefere çık! Yolun açık olsun! seninle belki ebedi olarak ayrılıyoruz[Only Registered Users Can See Links] Sana son olarak nasihatım şudur ki:''Eğer beni memnun etmek istiyorsan, hiçbir zaman yalan söyleme , doğruluktan asla ayrılma! Allahü teâlâ her zaman ve her yerde doğrularla beraberdir''[Only Registered Users Can See Links]
Abdülkâdir-i Geylâni hazretleri annesine söz verdi ve ağlayarak elini öptü[Only Registered Users Can See Links] Bağdat'a gitmek üzere bulunan bir kervana rastgeldi ve aralarına katıldı[Only Registered Users Can See Links] Hemedan'ı geçmişlerdi[Only Registered Users Can See Links] Bir müddet yol aldılar[Only Registered Users Can See Links] Arz-ı Tetrenk denilen mahalle geldiklerinde kervanda bir bağırıp, çağırma koptu[Only Registered Users Can See Links] Önlerine aniden bir sürü eşkıya çıkıp kervana saldırdılar[Only Registered Users Can See Links] Bir anda sandıklar yere yıkıldı[Only Registered Users Can See Links] Eşyalar yağma edilmeye başlandı[Only Registered Users Can See Links] Eşkıyalar, kervandakilere birer birer sual edip, üzerlerinde her ne buldularsa aldılar[Only Registered Users Can See Links] Sıra Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerine geldi[Only Registered Users Can See Links] Eşkıyalardan biri latife olsun diye bunu önüne çekip sordu:
-Fakir çocuk, söyle bakalım senin neyin var?
-Üzerimde yanlız 40 altınım var[Only Registered Users Can See Links]
Eşkıya inanmamıştı[Only Registered Users Can See Links] Bırakıp gitti[Only Registered Users Can See Links] İkinci bir harâmi sual edip, o da aynı cevabı alınca vaziyeti reislerine bildirdiler[Only Registered Users Can See Links]
''Bu çocuk 40 altınım var'' diyor dediler[Only Registered Users Can See Links]
Bu defa da reisleri sordu:
-Senin üzerinde ne var?
-Hırkamda dikili 40 altınım var[Only Registered Users Can See Links]
Reisleri adamlarına dönerek dedi ki:
-Açın bakın, bakalım! Adamları üstünü aradılar, içinde 40 altın bulunan keseyi bulup reislerine verdiler[Only Registered Users Can See Links]
Eşkıya reisi hayretle sordu:
-Peki evlât, sen neden üzerinde altın olduğunu söyledin? Abdülkâdir-i Geylâni hazretleri dedi ki::
-Ben evden ayrılırken anneme asla yalan söylemiyeceğime söz vermiştim[Only Registered Users Can See Links] 40 altın için sözümü bozar mıyım?
Bu sözleri duyup hakikate şahit olan eşkıya başının gözleri yaşardı[Only Registered Users Can See Links] Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin hakikat dolu gözlerine bakıp onunla kendi yaşını ölçtü[Only Registered Users Can See Links] Kendisinin bu yaşa kadar nice hiyanet ve zulümler işlediğini, birgün Hakka yönelmediğini acı acı düşündü ve o güne kadar yaptıklarından pişman olup, ellerini başına vurarak şöyle haykırdı:
-Eyvah! biz de Allahü teâlâ söz vermiştik[Only Registered Users Can See Links] zamandır şeytana uyup ahdimizi bozduk[Only Registered Users Can See Links] Fenalık yaptık[Only Registered Users Can See Links] Yarın Hak huzurunda acaba bizim halimiz ne olacak? Sonra arkadaşlarına dönerek dedi ki:
-Ey arkadaşlarım! Bana bakınız, beni dinleyiniz! Ben, bunca senedir Hak teâlâ karşı olan ahdimi bozdum[Only Registered Users Can See Links] O'na isyan ettim[Only Registered Users Can See Links] İçimden gelen bir pişmanlıkla bütün günahlarıma tövbe ile Rabbimin yoluna iltica ediyorum[Only Registered Users Can See Links] Bundan böyle inşaallah, Hak teâlânın râzı ve hoşnut olmadığı bir şeyi yapmıyacağım[Only Registered Users Can See Links] Reislerine pek ziyade bağlı olan eşkıyalar hep bir ağızdan dediler ki:
-Efendimiz, reisimiz! Biz de sizden ayrılmayız[Only Registered Users Can See Links] Eşkıyalıkta reisimizdin, hidâyette de reisimiz ol!
Bunun üzerine kervan ehlinden ne alınmışsa sahiplerine iâde edildi[Only Registered Users Can See Links] Bir sürü eşkıya Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin önünde tövbe etti[Only Registered Users Can See Links] Kendisi tekrar yoluna devam ederek Bağdat'a vardı[Only Registered Users Can See Links]
– Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun![Only Registered Users Can See Links] Hazret-i İsa kötürüm adama yaklaştı:
– Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor[Only Registered Users Can See Links] Bedenin de sıhhatli görünmüyor? Buna rağmen çoğu zenginlere verilmeyen nimetlerin sana verildiğini düşünmekte, bunun için de büyük bir mutlulukla şükretmektesin[Only Registered Users Can See Links] Hangi nimettir nice zenginlere verilmediği halde sana verilen?
Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana yönelen kötürüm adam dedi ki:
– Efendi! Allah bana öyle bir kalp vermiş ki, o kalple Onu tanıyorum[Only Registered Users Can See Links] Öyle de bir dil vermiş ki, o dille de ona şükrediyorum[Only Registered Users Can See Links] Halbuki, dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kalbinde Onu tanıma sevinci, dilinde de Ona şükretme mutluluğu yoktur[Only Registered Users Can See Links] Ama gel gör ki, ayakları topal, gözleri kör, bedeninde hastalıklar bulunan bu kötürüm adama Rabbim, bu sevgiyi ihsan eylemiş, bu nimetin farkına varma tefekkürünü nasip eylemiş[Only Registered Users Can See Links] İşte bunu düşününce kendimi tutamıyor da:
– Nice zenginlere vermediği nimeti bana veren Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun! Diye teşekkürden kendimi alamıyorum[Only Registered Users Can See Links]
Kafa gözü kapalı da olsa kalp gözü açık olan bu adama yaklaşan İsa aleyhisselam:
– Ver şu elini öyle ise! diyerek elinden tutar, eğilerek görmeyen gözlerinden öper[Only Registered Users Can See Links]
Peygamberin dudaklarının değdiği gözler anında açılır[Only Registered Users Can See Links] Karşısındakinin İsa aleyhisselam olduğunu görünce heyecanlanan adam:
– Sen şu ölüleri dirilten, hastalara şifalar bahşeden mucizelerin sahibi Peygamber değil misin? der[Only Registered Users Can See Links] İsa Peygamber:
– Belli olmuyor mu? deyince:
– Gözlerimden belli oluyor da ayaklarımdan henüz belli değil, der[Only Registered Users Can See Links] Tebessüm eden Hz[Only Registered Users Can See Links] İsa:
– Sen hele bir ayağa kalkmayı dene! Deyince, silkinen kötürüm adam dimdik ayağa kalkar[Only Registered Users Can See Links]
Ayakları üzerine dikilebildiğini anlayınca söylediği ilk sözü şu olur:
– Ey Allahın Nebisi, sendeki bu mucizeler de O’ndan değil mi? Öyle ise izin ver de geç kalmayayım, O’na şükredeyim, diyerek hemen yere iner, başını secdeye koyar ve der ki:
– Rabbim! Seni tanıyan bir kalple, şükreden bir dil nimetinin şükrünü yapmaktan acizken, şimdi gören bir çift gözle, yürüyen iki de ayak da lütfettin[Only Registered Users Can See Links] Artık bilemiyorum nasıl şükretmem gerekiyor bu eşsiz nimetler karşısında?
Bu sırada çevreden toplanan halk, gösterdiği bu mucizelerden dolayı İsa aleyhisselamın elini öpmek isterler[Only Registered Users Can See Links] Ama Allahın Nebisi işaret eder:
– Benim değil secdedeki şu kötürüm adamın elini öpün![Only Registered Users Can See Links]
Derler ki:
– Onu secdeye indiren nimetlere biz baştan beri sahibiz[Only Registered Users Can See Links] Ama hiç birimiz onun duyduğu gibi bir mutluluk duymadık[Only Registered Users Can See Links]
– Öyle ise, der, tefekkür edin, siz de düşünün[Only Registered Users Can See Links]
Sözünü şöyle bağlar Allahın Nebi’si:
– Düşünen sahip olduğu nimetin farkına varır[Only Registered Users Can See Links] Düşünmeyen ise kendisini mahrumiyette sanır!
Abdülkadir Geylâni hazretleri küçük yaşta iken, bir arefe günü çift sürmek için tarlaya gitti[Only Registered Users Can See Links] Bir öküzün kuyruğuna tutunup ardından giderek oynuyordu[Only Registered Users Can See Links] O anda bir ses işitti:
''Ey Abdülkâdir! sen bunun için yaratılmadın ve bunlarla emir olunmadın''!
Bu ses, Abdülkâdir Geylâni hazretlerini korkuttu[Only Registered Users Can See Links] Eve gelince dama çıktı[Only Registered Users Can See Links] Hacıları gördü[Only Registered Users Can See Links] Arafat'ta vakfeye durmuşlardı[Only Registered Users Can See Links]
-Anneciğim! bana izin ver de Bağdat'a gidip, ilim öğreneyim[Only Registered Users Can See Links] Sâlihleri, evliyâyı ziyaret edeyim[Only Registered Users Can See Links]
Annesi de dedi ki:
-Ey benim gözümün nûru ve gönlümün tâcı evladım, Abdülkâdir'im! senin ayrılığına dayanamam[Only Registered Users Can See Links] Sensiz ben ne yaparım? Bu bakımdan müsâade edemiyorum[Only Registered Users Can See Links]
Abdülkâdir-i Geylâni Hazretleri, tarlada olan bitenleri anlattı[Only Registered Users Can See Links] Annesi ağladı[Only Registered Users Can See Links] Kalkıp babasından miras kalan 80 altını alıp, kırkını kardeşine ayırdı[Only Registered Users Can See Links] Kırkını da bir keseye koydu ve keseyi elbisesinin koltuğuna dikti[Only Registered Users Can See Links] Sonra oğlunun gözlerinin içine bakarak dedi ki:
-Ey benim gözümün nuru ve gönlümün tacı evlâdım, Abdülkâdir'im! Hak teâlânın rızâsı için olmasaydı katiyyen bırakmazdım[Only Registered Users Can See Links] Huzur ve esenlik içinde sefere çık! Yolun açık olsun! seninle belki ebedi olarak ayrılıyoruz[Only Registered Users Can See Links] Sana son olarak nasihatım şudur ki:''Eğer beni memnun etmek istiyorsan, hiçbir zaman yalan söyleme , doğruluktan asla ayrılma! Allahü teâlâ her zaman ve her yerde doğrularla beraberdir''[Only Registered Users Can See Links]
Abdülkâdir-i Geylâni hazretleri annesine söz verdi ve ağlayarak elini öptü[Only Registered Users Can See Links] Bağdat'a gitmek üzere bulunan bir kervana rastgeldi ve aralarına katıldı[Only Registered Users Can See Links] Hemedan'ı geçmişlerdi[Only Registered Users Can See Links] Bir müddet yol aldılar[Only Registered Users Can See Links] Arz-ı Tetrenk denilen mahalle geldiklerinde kervanda bir bağırıp, çağırma koptu[Only Registered Users Can See Links] Önlerine aniden bir sürü eşkıya çıkıp kervana saldırdılar[Only Registered Users Can See Links] Bir anda sandıklar yere yıkıldı[Only Registered Users Can See Links] Eşyalar yağma edilmeye başlandı[Only Registered Users Can See Links] Eşkıyalar, kervandakilere birer birer sual edip, üzerlerinde her ne buldularsa aldılar[Only Registered Users Can See Links] Sıra Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerine geldi[Only Registered Users Can See Links] Eşkıyalardan biri latife olsun diye bunu önüne çekip sordu:
-Fakir çocuk, söyle bakalım senin neyin var?
-Üzerimde yanlız 40 altınım var[Only Registered Users Can See Links]
Eşkıya inanmamıştı[Only Registered Users Can See Links] Bırakıp gitti[Only Registered Users Can See Links] İkinci bir harâmi sual edip, o da aynı cevabı alınca vaziyeti reislerine bildirdiler[Only Registered Users Can See Links]
''Bu çocuk 40 altınım var'' diyor dediler[Only Registered Users Can See Links]
Bu defa da reisleri sordu:
-Senin üzerinde ne var?
-Hırkamda dikili 40 altınım var[Only Registered Users Can See Links]
Reisleri adamlarına dönerek dedi ki:
-Açın bakın, bakalım! Adamları üstünü aradılar, içinde 40 altın bulunan keseyi bulup reislerine verdiler[Only Registered Users Can See Links]
Eşkıya reisi hayretle sordu:
-Peki evlât, sen neden üzerinde altın olduğunu söyledin? Abdülkâdir-i Geylâni hazretleri dedi ki::
-Ben evden ayrılırken anneme asla yalan söylemiyeceğime söz vermiştim[Only Registered Users Can See Links] 40 altın için sözümü bozar mıyım?
Bu sözleri duyup hakikate şahit olan eşkıya başının gözleri yaşardı[Only Registered Users Can See Links] Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin hakikat dolu gözlerine bakıp onunla kendi yaşını ölçtü[Only Registered Users Can See Links] Kendisinin bu yaşa kadar nice hiyanet ve zulümler işlediğini, birgün Hakka yönelmediğini acı acı düşündü ve o güne kadar yaptıklarından pişman olup, ellerini başına vurarak şöyle haykırdı:
-Eyvah! biz de Allahü teâlâ söz vermiştik[Only Registered Users Can See Links] zamandır şeytana uyup ahdimizi bozduk[Only Registered Users Can See Links] Fenalık yaptık[Only Registered Users Can See Links] Yarın Hak huzurunda acaba bizim halimiz ne olacak? Sonra arkadaşlarına dönerek dedi ki:
-Ey arkadaşlarım! Bana bakınız, beni dinleyiniz! Ben, bunca senedir Hak teâlâ karşı olan ahdimi bozdum[Only Registered Users Can See Links] O'na isyan ettim[Only Registered Users Can See Links] İçimden gelen bir pişmanlıkla bütün günahlarıma tövbe ile Rabbimin yoluna iltica ediyorum[Only Registered Users Can See Links] Bundan böyle inşaallah, Hak teâlânın râzı ve hoşnut olmadığı bir şeyi yapmıyacağım[Only Registered Users Can See Links] Reislerine pek ziyade bağlı olan eşkıyalar hep bir ağızdan dediler ki:
-Efendimiz, reisimiz! Biz de sizden ayrılmayız[Only Registered Users Can See Links] Eşkıyalıkta reisimizdin, hidâyette de reisimiz ol!
Bunun üzerine kervan ehlinden ne alınmışsa sahiplerine iâde edildi[Only Registered Users Can See Links] Bir sürü eşkıya Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin önünde tövbe etti[Only Registered Users Can See Links] Kendisi tekrar yoluna devam ederek Bağdat'a vardı[Only Registered Users Can See Links]