#1
|
|||
|
|||
ATATÜRK ve çağdaş türrk kadını
" Şuna inanmak lazımdır ki , dünya üzerinde gördüğümüz her şey kadının eseridir ".
K.Atatürk Yunanlılar 20 temmuz 1921'de Eskişehir'den doğuya yani Sakarya istikametinde harekete geçmişlerdir.Bu dönem Atatürk içinde Türkiye içinde çok önemlidir. Atatürk, millet olarak maddi ve manevi nesi varsa ortaya dökmüştür.TBMM hareket halindedir.Muhalefet her gün daha da artmaktadır.Hükümet Merkezi'nin Kayseri'ye nakli hazırlıkları başlamıştır. Ülke ve millet işte böyle karmaşık, cidden buhranlı bir dönem yaşarken sanki tamamen normal bir barış dönemi havası içindeymişcesine, Atatürk "Türkiye Muallimler Kongresi" ni toplar. Türk insanına verilecek "Milli Terbiye" nin esaslarını tespit eder. Böylece Türk kadınının gelecekte alacağı statü de ilk kez tayin edilmiştir. Osmanlılardan kalma bir seçim kanunu vardır.Bu yasa ve ilk anayasamız yirmi bin erkek nüfusa bir mebus seçilmesini emreder. Erkeklerin çoğu cephede askerdir. İstenir ki kadınlar da "vatandaş" sayılsın, bu rakamın içine girmiş olsunlar. Millet Meclisi'ne kanun teklifi getirilir. Bolu mebusu Tunalı Hilmi Bey'in önerisi kızılca kıyameti koparır.Halbuki bu, "kadına seçim hakkı verilmesi" teklifi değildir.Sadece kadının "vatandaş sayılması hatta insan sayılması" önerisidir. İşte böyle bir sosyal toplulukta ve de çok kısa bir zamanda Atatürk kadın reformu'nun doğuşu ilginçtir, değerlendirilmesi güç bir adımdır. Gün ışıdı ışıyacak... Ankara'da sabah oluyor neredeyse... Bu ışınlar ilk kez Anıtkabir'e vuruyor.Oradan yansıyıp yayılıyor dalga dalga görkemli şehrin üstüne... Moru sarıya, sarıyı beyaz sarıya götüren bu hayat veren ışıkların ilk düştüğü yerde, bir başka hayat veren yaşıyor... Tutsak edilmiş, sömürülmüş, insanlıktan uzak yaşama terk edilmiş bir ulusu silkeleyen, şerefli mazisine yakışır bir yaşam ortamına çeken, ona bağımsızlığın tadını tattıran, ona özgürlüğün kutsallığını öğreten, ona insan olmanın en yüce onurunu veren bir başka hayat veren yaşıyor.Güneş dediniz mi, ilikleriniz ısınır, ağaçlara su yürür, dallar baharlanır, cansızlar canlılaşır... Anıtkabir'de yatanın adını andınız mı da öyle olur işte.Atatürk dediniz mi, silkinirsiniz, uyanırsınız, uygarlığa doğru, aydınlık yarınlara doğru koşarak canlanırsınız... Ne zaman güneşten yoksun kalsanız önce ürperir, sonra üşür, daha sonra sararıp solarsınız... Atatürk ilkelerinden uzaklaştıkça aynı toprakta yaşayan, aynı bayrağın kutsal sevincini taşıyanlar, binlerce, on binlerce, yüz binlerce şehit kanı ile sulanmış olan bu toprakların gerçek değerini bilmez olurlar.Ay yıldızlı al beyaz bayrağın kutsallığındaki lezzete varamaz, düşman kesilirler... Durur damarındaki asil kan; akmaz olur... Muhtaç olduğu kudret onu bu ihanetinden dolayı terk eder gider... Bu gaflet ve dalalete düştükçe, görebileceğiniz manzaralar, duyabileceğiniz şeyler bunlardır işte... Evim diyeceğiniz eviniz, malım diyeceğiniz malınız, yurdum diyeceğiniz toprağınız, denizim diyeceğiniz deniziniz, bayrağım diyeceğiniz bayrağınız yoktur.Atatürk ilkelerinden yoksun bir dünyada Türk ulusu olarak yaşayamazsınız... Bizim içerdeki yada dışardaki düşmanlarımız ne zaman başkaldıracak olsalar, önce Atatürk'e dil uzatırlar.Onu küçük düşürmeye yeryüzünde benzeri olmayan başarısını kötülemeye çalışırlar.Bunda başarıya ulaşsalar Türk'ü de silerler haritadan... Ama böyle davranan dilleri koparacak, böyle düşünen talihsiz kafalara hak ettikleri dersi verecek kuşaklar yetişmiştir çok şükür... Onu rahat uyutan, onun cumhuriyeti emanet ettiği gençlerdir... Bu gençler bazen on sekizinde çıkar karşımıza bazen yetmişinde... Yaşları ne olursa olsun, yüreklerinde ve kafalarında Atatürk meş'alesi yandığı için gençtirler. Gazi Paşa Türk kadınına çok güveniyor, onun dünyanın en yetenekli kadını olduğunu, ancak asırlardır kafes arkasında bırakılmanın ezikliği içinde olduğunu belirterek, bu çok büyük potansiyeli toplumun her kesiminde hizmete sokmaya çalıyordu. Ve gerçekten de iş hayatında kadınlar kısa zamanda erkekleri aratmaz, hatta bazı yerlerde onlardan bile üstün olabileceklerini ispat eder duruma gelmişlerdi.Kafes ve gericilik tutsağından kurtulan Türk kadını, batıdaki hemcinslerini gölgede bırakacak bir tempoda çalışıyor, onlarla her alanda boy ölçüşüyor, geleceğin aydınlık ve uygar Türkiyenin temellerini atıyordu: "Biz batılı ülkelerden geri kalmamak için hemen her alanda gayret sarfediyor, yok bütçemizle, kendi yağımızla kavrularak silkinmeye, ayağa kalkmaya, kimseye boyun eğmeden yaşamaya yepyeni bir ulus olmaya çalışıyoruz... Bunu yaparken de ulusumuzun hamiyet duygularından bilinçli yardım duygularından yararlanmaya gayret ediyoruz... Dağ başlarında, köşe bucak mağaralarda kadınlı erkekli çalışıp mermi ve silah yapan bu ulus, dünya durdukça özgür yaşamaya hak kazanmıştır.Sırtlarında mermi taşıyan erkekleri kadar kahraman kadınlara sahip olan bu ulus için artık boyunduruk altında yaşamak mevzu bahis olamaz". Atatürk, Türk kadınları ve Türk kızları hakkında neler düşünüyorsa, nelerin yapılmasını istiyorsa, bunları ilk önce manevi kızı Sabiha Gökçen üzerinde uyguluyordu. Onu her işte öncü yapıyor, o başardıkça Türk kadınlarına olan güveni daha da artıyordu. "Yıl 1935. Aylardan temmuz... Yedi erkek arkadaşla birlikte Rusya'ya hareket ediyoruz... Türk Hava Kurumu adına Rusya'da eğitim görecek ve yurda öğretmen olarak döneceğiz... Okul müdürü, öğretmenler sanki öz kardeşleriymişiz gibi bizleri kucakladılar.Yedi erkek ve bir kız öğrenci... Nereden geliyordu bu öğrenciler? Onurlu bir ulusal kurtuluş savaşı vermiş, tek başına bütün irili ufaklı devletlere baş kaldırmış ve kutsal sınırları çizerek Cumhuriyet rejimini kurmuş bir ülkeden... Üçlerinde ne sakallı var, ne fesli, hatta kız olarak ne de peçeli ve çarşaflı... Hatta hatta diyebilirim ki, giyim ve kuşamımız onlardan daha iyi, daha itinalı ve daha üstümüze yakıştırılmış..." Sabiha Gökçen, "Türk kızına, Türk kadınına her alanda güvenmelisiniz... Onlar anne olmasını, gerçek bir anne olmasını bildikleri kadar, medeni alemin her branşında da üstün yetenekleri ile birer uzman olmasını bilecek kadar çalışkandırlar; inançlıdırlar, gayretlidirler. Onları kara çarşafın içinden çıkartıp medeniyetin gereklerinin ortasına bıraktığımız zaman, dünyadaki kadınları gölgede bırakacak kadar süratle yeni yaşamlarının gereğini yapabilirler. Kadınımızın, kızımızın yeri medeniyetin emrettiği, medeniyetin getirdiği yeniliklerin yeridir..." Atatürk,Sabiha Gökçen'in başarıyla yerine getirdiği bir çok görevden sonra Atatürk onun hakkında düşündüklerini artık hayata geçirebilecekti: Dünyada ilk askeri kadın pilot olacaksın.Şimdi seni derhal Eskişehir Askeri Tayyare Okulu'na göndereceğim.Orada özel bir eğitim göreceksin." Atatürk, "O zamanlar genç kızlar askeri okullara alınmıyorlardı.Bu özel muamele benim şahsımda gelecek kuşaklar için bir deneme ve bir hazırlık mahiyetinde olacaktı anladığım kadarıyla.Yalnız çeşitli konuşmalarımda belirttiğim gibi Atatürk Türk kadının her alanda muvaffak olacağına inanıyor, onun savaş sırasında erkeği ile nasıl birlikte cepheden cepheye koştuğunu tekrarlayarak asker olabileceği düşüncesini de belli etmeye çalışıyordu. Bunu ispat edebilmesi için de eline güzel bir fırsat geçmişti. Askeri okulda ne yapabilecektim? Bir tek genç kız, bu kadar delikanlının içinde onlarla her alanda nasıl yarışacak, sınavlardan nasıl başarı ile çıkacaktı? Bu hiç diğer görevlere benzemiyordu. Gitmek istemiyor muydum? Hayır, böyle bir şeyi aklımın ucundan bile geçirmiş değildim... Gidecektim.Bunu Atatürk emretmişti." Atatürk Sabiha Gökçen'in cesaretini de kendi ölçmüştü. "Al bakalım şu tabancayı Gökçen" dedi.Sesi silahın kabzesi kadar soğuktu. Bunu şakağına daya ve tetiğe bas! Unutmaki beynine saplanacak bir kurşun artık seni benden alıp götürecektir..." Ciddiydi bunları söylerken.Silahı aldım.Şakağıma dayadım.Gözlerimi Atatürk'ün gözlerinden ayırmadan tetiğe bastım.Küçük bir "tık" sesi çıktı.Alnımdan terler boşanıyordu. Sınav bitmişti.Korku duvarını başarıyla aşmıştım. Atatürk yerinden kalkarak yanıma geldi. Silahı elimden aldı. İpek mendili ile terimi sildikten sonra "Gökçen, sen tam bir Türk kızısın" Dedi. Dersim harekatı Sabiha Gökçen'in de katıldığı güçlükle ama başarıyla tamamlanan bir harekattı.Ve bir kez daha perçinlenerek Türk kızının yapabilecekleri gözler önüne serilmişti. "Seninle yalnız ben değil bütün Türk ulusu iftihar ediyor... Genç kızlarımızın neler yapabileceklerini bir kez daha bütün dünyaya ispat ettiğin için övünsem yeridir. Bilinmelidir ki, her hangi bir ayaklanma değil en büyük ayaklanmalar, en büyük istila planları memleketimizi ve ulusumuzu bölmeyecektir.Biz asker bir ulusuz... Yedisinden yetmişine, kadınından erkeğine asker yaratılmış bir ulus... Biz başkalarının topraklarında, başka insanların mutluluklarında gözü olan bir topluluk değiliz... Türkiye'ye uzanacak eller ister içerden gelsin ister dışardan, kırılmaya , kahrolmaya mahkumdur..." Atatürk, Bütün bu başarıların ardından çok şeyler yazıldı, söylendi.Behçet Kemal Çağlar bir dergiye şunları yazmıştı: "Bir kadınımız, Avrupa'nın en ileri ilim şehirlerinden birinde yepyeni görüşler ve tezlerle büyük bir ilim aleminin alakasını çeken konferanslar verirken, bir kadınımız meclis kürsüsünden memleketin en büyük meseleleri etrafında birçok görüşler geliştirirken bir kadınımız da göklere Türk kadınının yüksekliğini götürmektedir. Türk kadını, Atatürk'ün kendisine verdiği yeni hayat ve imkan fırsatını en güzel ve en doğru şekilde kullanmasını, şükranlarını hizmetleriyle ödemek yolunu tutmasını biliyor." Büyük önder Atatürk'ün Türk kadını için çizdiği yolda artık aydın ufuklar, mutlu gelecekler açılmıştır. Savaşı kadın milletvekillerimiz toplumun çeşitli kesimlerinde kendi emekleri ile yaşamlarını kazanmaya başlayan, ekonomik bağımsızlıklarını kazanmış kadınlarımız yüklenmiş götürmektedirler. Geçmişe göz attığımızda, nerelerden nerelere geldiğimizi, her alanda Türk kadının, Türk kızının yücelen başarılarını görerek göğsüm o murassa madalyayı taktığım ankinden çok daha büyük bir hazla kabarıyor." Atatürk'ün 1923'lerdeki şu konuşması son derece onurlandırıcıdır: "Belki erkeklerimiz memleketi ele geçiren düşmana karşı süngüleriyle, düşmanın süngülerine göğüslerini germekle düşman karşısında bulundular.Fakat erkeklerimizin meydana getirdiği ordunun yaşam kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir.Yurdun varoluş nedenlerini hazırlayan kadınlarımız olmuş ve kadınlarımız olacaktır.Kimse inkar edemez ki bu savaşta ve ondan önceki savaşlarda ulusun yaşam yeteneğini tutan hep kadınlarımızdır. Çift süren, tarlayı eken, ormandan odun kesip getiren, ürünleri pazara götürerek paraya çeviren, aile ocaklarının dumanını tüttüren bütün bunlarla birlikte,sırtlarıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla,yağmur demeyip,kış demeyip, sıcak demeyip cephanenin savaş gereçlerini taşıyan hep onlar, hep o yüce, o esirgemez, o tanrısal Anadolu kadınları olmuştur." Atatürk kadınların sadece ana olmalarını,sadece evlerinin kadını olmalarını yeterli görmüyordu.Onların tüm sosyal hayata karışmalarını, erkeklerle eşit haklara sahip olarak yarınların aydınlık Türkiye'sini hazırlamalarını istiyordu.Doktor olmalıydılar, avukat olmalıydılar, milletvekili olmalıydılar, muhtar olmalıydılar, gazeteci olmalıydılar, polis olmalıydılar... Aklınıza hangi meslek geliyorsa ondan olmalıydılar.Havacı olmalıydılar.Ya asker? Türk kadını esasen asker bir ulusun asker kızıydı.Bunu Atatürk'ün de belirttiği gibi kaç savaşta ispat etmemiş miydi? Hele hele ulusal kurtuluş savaşında... O halde elbette ki, cumhuriyet ordusunda onunda yeri vardı... Bu nedenle de, günün birinde kadınların mutlaka asker olmaları için yasa çıkarmayı tasarlıyordu. Atatürk'ün kadının eğitimi konusunda konuşmalarına dört esas üzerinde durduğu görülmektedir: Kadın - erkek öğretim ve eğitimi eşit olmalıdır. Kadının en önemli vazifesi analıktır. Kadın toplum hayatının her yönünde yer almalıdır. K adın analık hizmetini ve toplumdaki görevini iyi yapabilmek için çok sağlam bilgilerle donatılmalı ve faziletli olmalıdır. Atatürk her zaman yaptığı gibi evliliğiyle de Türk kadınlarına örnek olmak istiyordu. Belki de bu yüzden gönlünde olanı (?) Değil, aklına uyanı kendisine eş seçti. Bu yeni kadının adı Latife'ydi.Kültürlü ve zekiydi.Kendine güvenen bir havası vardı. Etkileyiciydi. Gazi bu mor çarşaflı, peçesiz, kahverengi gözlü genç kızda aradığı yeni Türk kadınını bulmuştu.O, bir simgeydi... Kabuğundan sıyrılan Latif Türk kadınının simgesi... Orada bir ülke var,o benim ülkemdir! Orada bir ulus var, o benim ulusumdur! Onlara sahip çıkınız! Ben Mustafa Kemal'im! Atatürk'üm ben ! Ulusal kurtuluş savaşını birlikte yaptığım, kutsal çağdaş devrimleri birlikte başarıya ulaştırıp gerçekleştirdiğim insanlarımın kafalarında ve yüreklerinde yaşıyorum!.. Bayraklarımız özgür ve bağımsız dalgalanıyorsa biliniz ki ben yaşıyorum! Siz gençler, siz aydınlar, siz yediden yetmişe bu toprağın sahipleri, ülkenize, insanlık onurunuza, bağımsızlığınıza, şeref ve haysiyetinize, devrimlerinize, tarihinize, kültürünüze sahip çıkınız !.. Ben buradayım ! İçinizde, kalbinizde, düşüncelerinizde, Eylemlerinizde, damarlarınızdaki asil kanda ! .. Ben Mustafa Kemal'im ! Ben Atatürk'üm ! |