#1
|
|||
|
|||
En Anlamlı Atatürk Hikayeleri
Atatürk Amasya ziyaretinde.Vali konağında yörenin ileri gelenleri ile sohbette. Bir ara tam karsısında oturan birine takılır gözleri. Yaşı ellinin üzerinde bu adam beline kadar inen sakalıyla Atatürk'ün dikkatini çeker. Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar;
- Kimdir bu? Vali yanıt verir; - Efendim kendisi Şıh'tır. Yörede çok hatırlısı vardır. Atatürk Şıh'ı yanına çağırır ve; - Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Sunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir. Şıh; - “ Emrin olur Paşam ” diyerek yerine çekilir. Aradan zaman geçer, bir aksam Atatürk Amasya'daki Şıh'ı hatırlar ve Vali'yi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh'ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği’ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata’yı görmek üzere Ankara'ya yola çıkmış... Şıh gelir, Ata’nın karsısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet bastan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünülmüştür. Atatürk'ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar; - Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız? Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp; - Dün aksam Amasya Valiliği’ne bir yazı gönderdim ve Şıh'ı Afyon'a vali atadığımı bildirdim der. Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh'a vermesini söyler. Yazıda söyle yazmaktadır; - İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla... Atatürk, ünlü güreşçi Kurtdereli'ye ödül olarak 1000 liralık bir İş Bankası çeki veriyor. Altını Kemal Atatürk diye imzalıyor, zaten çeklerde resmi de var. Pehlivan çeki İş Bankası' na götürüyor; kendisine 1000 lirayı ödüyorlar. Muazzam bir para. Ama Kurtdereli hala bekliyor. "Ne bekliyorsun pehlivan?" diye sorduklarında çeki beklediğini söylüyor. "Parayı aldın, çek bizde kalacak" diyorlar. "O zaman alin 1000 liranızı, verin çekimi" diyor. "Onda Atatürk'ümün imzası var." Ve parayı iade edip Atatürk imzalı çeki sevgiyle cebine yerleştirerek gidiyor. Atatürk bir sabah florya’dan dolmabahçe sarayina dönüyor. Yesilköy istasyonunun önünden geçerken birdenbire otomobili durduruyor ve basyaver’e: - sorunuz, tren var mi? Diye emir veriyor. O sirada tren hemen hareket etmek üzeredir, hep birlikte otomobilden inip yanindakilerle trene biniyor. Karar ani verildigi ve tatbik edildigi için bu trene binis hemen kimsenin nazari dikkatini çekmiyor. Bir müddet sonra, her seyden habersiz olan kondüktör ata’nin bulundugu kompartimana geliyor. Kafileyi görünce çekilmek istiyor. Ata hemen sesleniyor; - vazifeni yap! (yanindakileri göstererek) bu efendilere niçin bilet sormuyorsun? Yanindakiler cevap verirler. - pasam biz mebusuz. Tren bileti almayiz. Parasiz seyehat ederiz. Ata hayretle: - bu imtiyazi hiç begenmedim, der. Çok ayip ve acayip bir kaide Sivas kongresi sonrasi, heyeti temsiliye’nin Ankara’ya gelmesi kararlastirildiktan sonra Mustafa Kemal ve Hüseyin Rauf beraberlerindekilerle ankara’ya geldiklerinde keçiören yolu üzerindeki ziraat mektebi’ne misafir edilmislerdi. Daha sonra Mustafa Kemal Ankara istasyonundaki gar müdürlügü binasina yerlesti. Burasi hem evi, hem çalisma yeriydi. O tarihlerde ankara vilayetinin sehir merkezi kale ve onun hemen çevresi idi. Keçiören, Etlik, Dikmen, Ayranci’da bag evleri vardi. Bunlar arasinda Çankayada papazin bagi olarak adlandirilan iki katli ev Mustafa Kemal’e armagan edildi ve o da evi ordu’ya devrederek evin adi ordu köskü oldu. Iki katli binaya 1924’de ilaveler yapildi fakat bina isitilamiyor idi. Zafer, inkilaplar, cumhuriyet, dünyanin üzerimizde toplanan gözleri, Mustafa Kemal’in müstesna sahsiyeti, mütevazi de olsa yeni bir devlet baskanligi konutunu zorunlu kiliyordu. Mustafa Kemal yeri kendi seçti, kayalar düzenlendi, dis cephe pembe rengin hakimiyetinde, içerde yesilin her tonu ile ve planin esasi Mustafa Kemal’in olan yapi 1932’de tamamlandi ve ayni yilin haziran ayinda da tasinildi. Pembe köskün dösenmesi için bütçede pek mütevazi para vardi. Gazi, gerekli olani sahsi imkanlari ile karsilama karari aldi ve kendisine tavsiye edilen o günlerde beyoglu istiklal caddesinde bir türk’ün açtigi dekorasyon magazasi sahibi Selahattin Refik beyi ankara’ya davet etti. Binayi gezdirdi, arzularini açikladi ve kendisinden teklif istedi. Kisa süre sonra kendisine sunulan tasariyi inceledi, muhatabi konuyu gerçekten biliyordu ve anladi ki, kendisini taniyanlarca da uyarilmisti. Buna ragmen teklifleri hazirlayanlari kirmadan ülkenin mütevazi imkanlarini izah edebilmis olmanin rahatligi içinde feragatlar istedi. O sirada ata’nin yaninda olan Ankara belediye baskani asaf İlbay bey Ata’nin su açiklamasini kaydeder. “biliyorsunuz burasi cumhurbaskanligi köskü... Mülkiyeti devletin... Benden sonra buraya meclisin veya belki milletin dogrudan seçecegi zatlar gelecek. Bu esyalarin parasini benim sahsen verdigimi sizler biliyorsunuz ama, yarin bunu bilmeyenler içinde yanlis hükümler veren olmaz mi? Memlekete en zaruri hizmetlerin yapilamadigi bütçe darligi içinde israf yapildigini düsünenler bulunmaz mi? Bir endisem de karar mevkinde olanlarin sahsi arzularini devlete yükleme mevzuunda beni emsal göstermelidir. Bunu hiç istemem.” Sonra Selahattin Refik bey’e döner: “sahsi imkanlarin olsa bile, böyle mekânlara asgari masraflarla rahat ve zevkli tefrisi tercih etme tercihindeyim. Beni anliyorsunuz zannederim. Atatürk bu engin insanlik duygusu ile milletlerin istiklali prensibine olan gönülden saygi ve bagliligini izmir’e girdigi sirada da göstermisti... O’na İzmir’de Karsiyaka’da bir ev hazirlanmisti ki, bu evde isgal esnasinda Yunan krali Konstantin’de kalmisti... Evin sahibinin oglu ile hazirlikta çalisanlarin bazi yakin akrabasi Yunanistan’da esir bulunuyorlardi; isgal esnasinda, bütün Türkler gibi çok izdirap çekmislerdi; içlerinden yaraliydilar ve yunanlilardan öç almak atesiyle yanip tutusuyorlardi. Bu duygularin etkisi altinda evin dis merdiveninin üzerine, muzaffer baskomuta’ninin basip geçmesi için, ipek bir düsman bayragi sermislerdi... Atatürk yere serili bayragin önünde durmustu; etrafinda bulunan kadin-erkek izmirliler, kendisini içeriye girmeye davet ediyor, gözleri yaslarla dolu: “buyurunuz, geçiniz, bizim öcümüzü yerine getiriniz. Yabanci kral bu evden içeri, bizim bayragimiza basarak girmisti; siz lütfedin, bu karsilikla o lekeyi silin. Burasi bizim sehrimizdir, bu ev sizin evinizdir, bu hak sizindir” diye yalvariyorlardi. Hiçbir durumda benligini ve sagduyusunu kaybetmeyen civanmert insan; kendilerine en tatli bakis ve sesi ile: “o, geçmiste hata etmis; bir milletin iskitlalinin timsali olan bayrak çignenmez, ben onun hatasini tekrar edemem,” cevabini vermisti ve ancak bayragi yerden kaldirttiktan sonra beyaz mermerlere basarak içeri girmisti... Atatürk, Mudanya yolu ile Bursa’ya gidiyordu. Kalabalik bir halk kitlesi iskelede etrafini çevirmis bulunmakta idi. Bir kadinin, elinde bir kagitla Atatürk’e yaklastigi görüldü. Ihtiyar, zayif bir kadindi. Ata’nin yolunu keserek titrek bir sesle: - beni tanidin mi ogul? Dedi. Ben sizin Selanik’te komsunuzdum. Bir oglum var; devlet demiryollarina girmek istiyor. Siz onu alsinlar dediniz. Fakat müdür dinlemedi. Oglumu yine ise almamis..ne olur bir kere de siz söyleseniz. Atatürk’ün çelik bakisli gözleri samimiyetle parladi... Elleriyle genis jestler yaparak ve yüksek sesle : - oglunu almadilar mi? Dedi. Ben tavsiye ettigim halde mi almalidar? Ne kadar iyi olmus... Çok iyi yapmislar... Iste Cumhuriyet böyle anlasilacak... Kadin kalabaligin içinde kaybolmustu. Ve Atatürk adeta vecd (çosku) dolu bir sesle: - iste Cumhuriyetten bekledigimiz netice... Diyordu. Tarihimiz sayisiz savaslarla doludur. Biz bu savaslardan baskaldirip ne memleketi imar edebilmisiz, ne de kendimiz refaha kavusmusuzdur. Bunun sebebi, bizim suçumuzda oldugu kadar düsmanlarimizdadir da. Çünkü basta moskoflar olmak üzere düsmanlarimiz hep söyle düsünürlerdi : - Türklere rahat vermemeli ki, baska sahalarda ilerleyemesinler... Bunun için de sik sik basimiza belalar çikarirlar, savaslar açarlar, Balkan milletlerini istiklal diye kiskirtirlardi. Biz böyle durmadan savasirken de o zamanlar askere alinmayan gayri müslimler durmadan zenginlesirlerdi. Onlarin neden zengin, bizim neden fakir kaldigimizi bir köylü, Atatürk'e verdigi kisa bir cevap ile gayet veciz olarak izah etmistir. Atatürk, mMersin'e yaptigi seyahatlerden birinde, sehirde gördügü büyük binalari isaret ederek sormus : - bu kösk kimin ? - kirkor'un... - ya su koca bina ? - yargo'nun - ya su ? - salomon'un... Atatürk biraz sinirlenerek sormus : - onlar bu binalari yaparken ya siz nerede idiniz ? Toplananlarin arkalarindan bir köylünün sesi duyulur : - biz mi nerede idik ? Biz Yemen'de, Tuna boylarinda, Balkanlarda Arnavutluk daglarinda, Kafkaslar'da, Çanakkale'de, Sakarya'da savasiyorduk pasam... Atatürk bu hatirasini naklederken : - hayatimda cevap veremedigim yegane insan bu ak sakalli ihtiyar olmustur, der dururdu. Sivas'ta vatan bütünlügü ve bütün millet adina bir kongre toplamaya karsi olanlar çoktu. Isgal kuvvetleri ile İstanbul hükümeti de kongreyi toplatmamak için el birligi etmislerdi. Binbasi rütbesinde bir fransiz jandarma subayi, yanina bir tercüman alarak sivas valisine geldi. "eger burada kongre toplanirsa fransizlar sivas'i isgal edecekler" dedi. Vali, Mustafa Kemal'e ikinci bir kongreden vazgeçilmesini yahut Erzincan'da toplanmasini söyledi. Kuva-i milliyeci bir genç sonradan Sivas milletvekili Kasim da valiyi desteklemekteydiler. Mustafa kemal, ingilizlerin Samsun'u topa tutmak, on güne kadar yeni isgaller yapmak santaji ile kendi çalismalarina engel olmak istediklerini hatirlatarak bu blöflere kulak asmamalari cevabini verdi. Hiç bir vaka olmadan 2 eylül aksami Sivas'a varilmistir. Sehirde ne kadar fayton ve yayli araba varsa hepsini karsilayicilar tutmuslardi. Yalniz hürriyet ve itilaf partisinden kimse yoktu. Kalabalik arasinda fransiz subayin tehdidi üzerine telaslanan genç rasim'i Gören Mustafa Kemal: - "gençler için vatan islerinde ölmek olabilir, korkmak asla ! Kurtulus Savasi’nda Sakarya Zaferi nasil bir kader dönümü olmussa, anadolu'da yeni devletin kurulusunda sivas kongresi’nin o kadar büyük önemi vardir. Ankara'da yakici bir yaz günü idi Atatürk beraberinde arkadaslari ve yaverleri oldugu halde Kizilcahamam'a giderken Kazan köyü yakinlarinda durmus ve otomobilinden inmisti. Köyün kadini, genci, yaslisi, ihtiyari köylerin içinden geçen, sosede duran bu yabanci konuklari görünce hep kosustular. Kimi su seyirtti, kimi ayran , bunlardan biri, gügümünden aktardigi soguk ayrani ata'ya uzatti: - bir soguk ayran içermisiniz,dedi. Bu çorak iklimin kavurdugu yüzünde bronzlasmis Türk kadinin en bariz ifadelerini tasiyan, bir türk anasi idi. Bögrüne sikistirdigi kundagi biraz daha bastirdiktan sonra, sag elindeki ayran bardagini uzatti, bekledi. Ata'si, ayrani kana kana içmis ve biran durakladiktan sonra ona : - senin kocan kim ? Diye sormustu Köylü kadini,yüzü tunçlasmis, elleri nasirli bir Türk anasi Ankara'nin kendine has sivesi ile kocasinin Sakarya harbinde bogazindan yaralanmis bir cengaver oldugunu söyledi. Ata bir soru daha sordu : - ne zaman dogdun? - 1919'da Atatürk Samsun'a çiktigi zaman dogdum. Ata, bir an düsündü. Yil 1934 idi. Kadinin bu ifadesine göre 15 yasinda olmasi lazim gelirdi. Halbuki karsisindaki kadin 25 yaslarinda görünüyordu tekrar sordu : - nasil olur - evet , nasil olurdu .bu sati kadin hiç tereddütsüz, o her zamanki nüktedan haliyle ve memleketin isgal altinda geçirdigi aci yillari ima ederek: - evet pasam,ondan evvel yasamiyordum ki ! Bu espiri ata'yi bir hayli düsündürdü. Ayrilirken yaverine kadinin ismini ve adresini not ettirdi.daha sonra biz sati kadini büyük millet meclisine giren ilk kadin milletvekili olarak görmekteyiz. Birinci Dünya Savaşında Irak'ta İngilizlerle savaşıyorduk. Bir aralık ele geçirdikleri Kutülemara kalesini az sonra bizim ordu çevirmiş, epey uğraştıktan sonra düşürmüş, içindekileri de komutanları General Townshend ile birlikte tutsak etmişti. Komutan İstanbul'a getirilerek savaşın sonuna değin Heybeliada'da gözaltı edilmiş, bırakışma olunca da yurduna dönmüştü. Anadolu'da Kurtuluş Savaşı başladıktan sonra General Townshend'in güney kıyılarımızdaki limanlardan birine geldiği ve Mustafa Kemal ile görüşmek istediği bildiriliyor. Ata onu Konya'da kabul ediyor, ama ikisi karşılaşınca general şaşkın şaşkın duraklıyor ve şöyle bir konuşmaya yol açıyor: - Affedersiniz, görüyorum ki işin içinde isim benzerliğinden doğan bir yanlışlık var, ben sizi başka bir Kemal sanmıştım. - Nasıl bir Kemal? - Kütülemara'da ordumla birlikte çevrilmişken karşı tarafta Kemal adlı çok centilmen bir komutan vardı. Onunla hasım olmakla birlikte aynı zamanda çok da dost olmuştuk. Bu işin başına onm sandım da... - Onunla dost olduğunuz gibi benimle de olabilirsiniz. Buyurun, oturun. General oturur. İki asker, iki insan birbirini anlamakta gecikmezler. Biri karşısındakinin nasıl kutsal bir dava peşinde olduğunu, öbürü de ötekinin hala hasım durumunda olan bir devletin generali olmakla birlikte ne denli insanca düşündüğünü görür. General hayran kaldığı yeni dostuna birkaç gün konuk olduktan sonra ayrılmak için izin isteyince Paşa şöyle bir öneride bulunur: - Ben Ankara'ya döneceğim, Orada, içlerinde sizin doğrudan doğruya kendi dilinizle konuşabileceğiniz kimseler de bulunan arkadaşlarım var. İster misiniz birlikte gidelim? Onlarla da tanışmış olursunuz. Ankara'ya dönüyorlar. General orada yeni tanıdıklar ediniyor. Yurduna dönrnek üzere vedalaşırken Paşa ona soruyor: - Arkadaşlarımı nasıl buldunuz? - Çok centilmen insanlar, ancak korkarım ki içlerinde sizi benim anladığım ölçüde henüz anlamamış olanlar vardır. Paşanın karşılığı şu olmuş: - Bunu biliyordum; fakat bu halin size de sezdirilecek bir derece de olduğunu şimdi anlamış oluyorum.. |
#2
|
|||
|
|||
Cevap: En Anlamlı Atatürk Hikayeleri
Atatürk vefatından bir süre önce vasiyetini yazmış kırmızı mumla üç yerden vasiyetini mühürlemiş ve Ziraat Bankası (Ankara) kasalarından birine güvendiği adamları tarafından bırakılmıştır taki 50 sene sonra açılması için .Banka kasası 50 sene sonra açılmak üzere ,üzerinden kaynaklanmıştır birilerinin gelipte açıp vasiyeti okumalarını engellemek için.
1988 senesinde Kenan Evren vasiyeti okumuş ve Devlet için zararlı olduğu gerekçesi ile vasiyeti bir arşive vermiştir. [Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] MEHMET PERİNÇEK Bu 10 Kasım'da Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünün üzerinden 66 yıl geçmiş olacak. Büyük önder, ölümünden 50 yıl sonra açıklanmak üzere bir vasiyet bırakmıştı. Vasiyet, Genelkurmay Harp Tarihi Dairesi'nde saklanmıştı. 1988'de dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Atatürk'ün vasiyetini açmış, ancak "açıklanmasını sakıncalı görüp" gizli tutulmak üzere Genelkurmay Harp Dairesi'ne geri göndermişti. KÜÇÜK AMERİKA İÇİN SAKINCALI Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusunun vasiyeti, Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı tarafından "sakıncalı" bulunmuştu. Gerçekten de Atatürk'ün devrimleri ve fikirleri Türkiye'yi Küçük Amerika yapmak isteyenler için sakıncalı olabilirdi. Bu yüzden yıllarca Atatürk'ün fikirleri çarpıtıldı, sansürlendi. Ancak Atatürk'ün devlet yöneticilerine ve yakın arkadaşlarına birkaç defa ifade ettiği sözlü vasiyeti çeşitli kaynaklara yansıdı. Atatürk, sözlü vasiyetinde, kendisinin Cumhurbaşkanı adayını açıklmış, Türkiye'nin dış politikasının izleyeceği hattı belirtmişti. CUMHURBAŞKANLIĞI'NA FEVZİ ÇAKMAK'I ÖNERDİ Kaynaklara göre Atatürk, kendisinden sonra Cumhurbaşkanı olarak Mareşal Fevzi Çakmak'ın seçilmesini istemişti. Bu öneri, Mustafa Kemal tarafından ilk olarak doğrudan Çakmak'a da yapıldı. Hatta Genelkurmay Başkanı Çakmak'ın milletvekili olarak Cumhurbaşkanı seçilebilmesi için erken seçim bile tasarlandı, anayasanın değiştirilmesi bile düşünüldü. İddialara göre Atatürk, ölürken Fevzi Çakmak'ın Cumhurbaşkanı olacağına emindi. Ancak daha sonradan Celal Bayar'ın İnönü'yü desteklemesiyle durum değişti ve İnönü Cumhurbaşkanı oldu. TÜRK-SOVYET DOSTLUĞUNU VASİYET ETTİ Atatürk, Türkiye'nin dış politikası konusundaki vasiyetini ise yakın silah arkadaşlarına belirtmişti. İsmet İnönü, Atatürk'ün Türk-Sovyet dostluğunu vasiyet ettiğini belirtir. Diğer taraftan Atatürk, Kılıç Ali'ye ölmeden kısa bir süre önce "Dış politikamızın temeli Sovyet dostluğudur. Sovyet dostluğuna zarar vermemek şartıyla İngiltere ile bir anlaşmanın faydası olur" demiştir. Tevfik Rüştü Aras ise, Atatürk'ün son sözlerinden birinin Sovyetler'le ilişkilerin 1925 Antlaşması çerçevesinde yürütülmesi olduğunu söyler. Türkiye ve SSCB'nin Batılı emperyalist ülkeler tarafından tecrit edildiği ve Musul Sorunu'nun Türkiye aleyhine çözümlendiği dönemde, iki ülke, 17 Aralık 1925 tarihinde Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması imzalamıştır. Dönemin Dışişleri Bakını Tevfik Rüştü Aras ve Dışişleri Halk Komiseri Çiçerin'in imzaladığı bu antlaşma, belirli protokoller de eklenerek ve birkaç defa uzatılarak 1945 senesine kadar geçerliliğini korumuştur. "SOVYETLER'E KARŞI BİR SALDIRI POLİTİKASI GÜTMEYECEKSİNİZ!" Zekeriya Sertel de Celal Bayar ve Tevfik Rüştü Aras'ı kaynak göstererek, Atatürk'ün ölüm yatağında arkadaşlarına şu vasiyette bulunduğunu aktarır: "Sovyetler Birliği'ne karşı asla bir saldırı politikası gütmeyeceksiniz. Doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak Sovyetler'e yöneltilmiş herhangi bir antlaşmaya girmeyecek ve böyle bir antlaşmaya imza koymayacaksınız." Atatürk, son günlerinde bu konuyla ilgili önemli bir görüşmeyi de Ali Fuat Cebesoy'la yapar. Atatürk, Cebesoy'a dış politikayla ilgili şu öğütleri verir: "Fuat Paşa, pek yakında dünya vaziyeti mütareke senelerinden daha çok ciddi olacak ve karışacaktır. İkinci büyük bir harb karşısında kalacağız. Dünyada hakim olan milletleri idare edenlerin arasında maatteessüf birinci derecede devlet adamı çıkmıyor. (Hitler'le Mussolini'yi kastederek) Avrupa'da birkaç maceraperest Almanya ve İtalya'nın başında cebren bulunuyorlar. Karşı karşıya geldikleri zayıf devlet adamlarının aczinden cüret alıyorlar. Bunlar bugün dünyayı kana boyamaktan çekinmeyeceklerdir. Eski dostumuz Rus Sovyet Hükümeti, acizlerle maceraperestlerin yanlış hareketlerinden istifade etmesini bilecektir. Bunun neticesinde dünyanın vaziyeti ve muvazenesi kamilen değişecektir. İşte bu devre esnasında doğru hareket etmesini bilmeyip en küçük bir hata yapmamız halinde başımıza mütareke senelerinden daha çok felaketler gelmesi mümkündür." ATATÜRK, TÜRK MİLLETİNDEN GİZLENEMEZ! Mustafa Kemal Atatürk'ü 70. ölüm yıldönümünde en iyi onun hedeflerini ve öğütlerini bilerek anabiliriz. Ama bundan da önemlisi, ülkemizin karşı karşıya olduğu tehditleri ancak Kemalist Devrim rotasına tekrar girip onu tamamlayarak bertaraf edebileceğimiz bugünlerde, Atatürk'ün yazılı vasiyetinin açıklanması çok daha gereklidir. Atatürk, artık daha fazla Türk milletinden gizlenmemelidir ve gizlenemez! |
#3
|
|||
|
|||
Cevap: En Anlamlı Atatürk Hikayeleri
Atatürk'ten Hatıralar
Sakal... Atatürk Amasya ziyaretinde.Vali konağında yörenin ileri gelenleri ile sohbette. Bir ara tam karsısında oturan birine takılır gözleri. Yaşı ellinin üzerinde bu adam beline kadar inen sakalıyla Atatürk'ün dikkatini çeker. Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; - Kimdir bu? Vali yanıt verir; - Efendim kendisi Şıh'tır. Yörede çok hatırlısı vardır. Atatürk Şıh'ı yanına çağırır ve; - Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Sunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir. Şıh; - “ Emrin olur Paşam ” diyerek yerine çekilir. Aradan zaman geçer, bir aksam Atatürk Amasya'daki Şıh'ı hatırlar ve Vali'yi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh'ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği’ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata’yı görmek üzere Ankara'ya yola çıkmış... Şıh gelir, Ata’nın karsısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet bastan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünülmüştür. Atatürk'ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar; - Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız? Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp; - Dün aksam Amasya Valiliği’ne bir yazı gönderdim ve Şıh'ı Afyon'a vali atadığımı bildirdim der. Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh'a vermesini söyler. Yazıda söyle yazmaktadır; - İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla... ************************************************** ******** Kurtdereli... Atatürk, ünlü güreşçi Kurtdereli'ye ödül olarak 1000 liralık bir İş Bankası çeki veriyor. Altını Kemal Atatürk diye imzalıyor, zaten çeklerde resmi de var. Pehlivan çeki İş Bankası' na götürüyor; kendisine 1000 lirayı ödüyorlar. Muazzam bir para. Ama Kurtdereli hala bekliyor. "Ne bekliyorsun pehlivan?" diye sorduklarında çeki beklediğini söylüyor. "Parayı aldın, çek bizde kalacak" diyorlar. "O zaman alin 1000 liranızı, verin çekimi" diyor. "Onda Atatürk'ümün imzası var." Ve parayı iade edip Atatürk imzalı çeki sevgiyle cebine yerleştirerek gidiyor. Atatürk bir sabah florya’dan dolmabahçe sarayina dönüyor. Yesilköy istasyonunun önünden geçerken birdenbire otomobili durduruyor ve basyaver’e: - sorunuz, tren var mi? Diye emir veriyor. O sirada tren hemen hareket etmek üzeredir, hep birlikte otomobilden inip yanindakilerle trene biniyor. Karar ani verildigi ve tatbik edildigi için bu trene binis hemen kimsenin nazari dikkatini çekmiyor. Bir müddet sonra, her seyden habersiz olan kondüktör ata’nin bulundugu kompartimana geliyor. Kafileyi görünce çekilmek istiyor. Ata hemen sesleniyor; - vazifeni yap! (yanindakileri göstererek) bu efendilere niçin bilet sormuyorsun? Yanindakiler cevap verirler. - pasam biz mebusuz. Tren bileti almayiz. Parasiz seyehat ederiz. Ata hayretle: - bu imtiyazi hiç begenmedim, der. Çok ayip ve acayip bir kaide. Çok güzel halkçilik! Ali Kılıç Not..: Şimdiki zamanla kıyaslayın lütfen... ************************************************** ******** Sivas kongresi sonrasi, heyeti temsiliye’nin Ankara’ya gelmesi kararlastirildiktan sonra Mustafa Kemal ve Hüseyin Rauf beraberlerindekilerle ankara’ya geldiklerinde keçiören yolu üzerindeki ziraat mektebi’ne misafir edilmislerdi. Daha sonra Mustafa Kemal Ankara istasyonundaki gar müdürlügü binasina yerlesti. Burasi hem evi, hem çalisma yeriydi. O tarihlerde ankara vilayetinin sehir merkezi kale ve onun hemen çevresi idi. Keçiören, Etlik, Dikmen, Ayranci’da bag evleri vardi. Bunlar arasinda Çankayada papazin bagi olarak adlandirilan iki katli ev Mustafa Kemal’e armagan edildi ve o da evi ordu’ya devrederek evin adi ordu köskü oldu. Iki katli binaya 1924’de ilaveler yapildi fakat bina isitilamiyor idi. Zafer, inkilaplar, cumhuriyet, dünyanin üzerimizde toplanan gözleri, Mustafa Kemal’in müstesna sahsiyeti, mütevazi de olsa yeni bir devlet baskanligi konutunu zorunlu kiliyordu. Mustafa Kemal yeri kendi seçti, kayalar düzenlendi, dis cephe pembe rengin hakimiyetinde, içerde yesilin her tonu ile ve planin esasi Mustafa Kemal’in olan yapi 1932’de tamamlandi ve ayni yilin haziran ayinda da tasinildi. Pembe köskün dösenmesi için bütçede pek mütevazi para vardi. Gazi, gerekli olani sahsi imkanlari ile karsilama karari aldi ve kendisine tavsiye edilen o günlerde beyoglu istiklal caddesinde bir türk’ün açtigi dekorasyon magazasi sahibi Selahattin Refik beyi ankara’ya davet etti. Binayi gezdirdi, arzularini açikladi ve kendisinden teklif istedi. Kisa süre sonra kendisine sunulan tasariyi inceledi, muhatabi konuyu gerçekten biliyordu ve anladi ki, kendisini taniyanlarca da uyarilmisti. Buna ragmen teklifleri hazirlayanlari kirmadan ülkenin mütevazi imkanlarini izah edebilmis olmanin rahatligi içinde feragatlar istedi. O sirada ata’nin yaninda olan Ankara belediye baskani asaf İlbay bey Ata’nin su açiklamasini kaydeder. “biliyorsunuz burasi cumhurbaskanligi köskü... Mülkiyeti devletin... Benden sonra buraya meclisin veya belki milletin dogrudan seçecegi zatlar gelecek. Bu esyalarin parasini benim sahsen verdigimi sizler biliyorsunuz ama, yarin bunu bilmeyenler içinde yanlis hükümler veren olmaz mi? Memlekete en zaruri hizmetlerin yapilamadigi bütçe darligi içinde israf yapildigini düsünenler bulunmaz mi? Bir endisem de karar mevkinde olanlarin sahsi arzularini devlete yükleme mevzuunda beni emsal göstermelidir. Bunu hiç istemem.” Sonra Selahattin Refik bey’e döner: “sahsi imkanlarin olsa bile, böyle mekânlara asgari masraflarla rahat ve zevkli tefrisi tercih etme tercihindeyim. Beni anliyorsunuz zannederim.” Der. Cemal Kutay, Atatürk olmasaydi ************************************************** ******** Atatürk bu engin insanlik duygusu ile milletlerin istiklali prensibine olan gönülden saygi ve bagliligini izmir’e girdigi sirada da göstermisti... O’na İzmir’de Karsiyaka’da bir ev hazirlanmisti ki, bu evde isgal esnasinda Yunan krali Konstantin’de kalmisti... Evin sahibinin oglu ile hazirlikta çalisanlarin bazi yakin akrabasi Yunanistan’da esir bulunuyorlardi; isgal esnasinda, bütün Türkler gibi çok izdirap çekmislerdi; içlerinden yaraliydilar ve yunanlilardan öç almak atesiyle yanip tutusuyorlardi. Bu duygularin etkisi altinda evin dis merdiveninin üzerine, muzaffer baskomuta’ninin basip geçmesi için, ipek bir düsman bayragi sermislerdi... Atatürk yere serili bayragin önünde durmustu; etrafinda bulunan kadin-erkek izmirliler, kendisini içeriye girmeye davet ediyor, gözleri yaslarla dolu: “buyurunuz, geçiniz, bizim öcümüzü yerine getiriniz. Yabanci kral bu evden içeri, bizim bayragimiza basarak girmisti; siz lütfedin, bu karsilikla o lekeyi silin. Burasi bizim sehrimizdir, bu ev sizin evinizdir, bu hak sizindir” diye yalvariyorlardi. Hiçbir durumda benligini ve sagduyusunu kaybetmeyen civanmert insan; kendilerine en tatli bakis ve sesi ile: “o, geçmiste hata etmis; bir milletin iskitlalinin timsali olan bayrak çignenmez, ben onun hatasini tekrar edemem,” cevabini vermisti ve ancak bayragi yerden kaldirttiktan sonra beyaz mermerlere basarak içeri girmisti... Soyak, Hasan Rıza; Atatürk’ten hatiralar, s. 136 ************************************************** ******** Atatürk, Mudanya yolu ile Bursa’ya gidiyordu. Kalabalik bir halk kitlesi iskelede etrafini çevirmis bulunmakta idi. Bir kadinin, elinde bir kagitla Atatürk’e yaklastigi görüldü. Ihtiyar, zayif bir kadindi. Ata’nin yolunu keserek titrek bir sesle: - beni tanidin mi ogul? Dedi. Ben sizin Selanik’te komsunuzdum. Bir oglum var; devlet demiryollarina girmek istiyor. Siz onu alsinlar dediniz. Fakat müdür dinlemedi. Oglumu yine ise almamis..ne olur bir kere de siz söyleseniz. Atatürk’ün çelik bakisli gözleri samimiyetle parladi... Elleriyle genis jestler yaparak ve yüksek sesle : - oglunu almadilar mi? Dedi. Ben tavsiye ettigim halde mi almalidar? Ne kadar iyi olmus... Çok iyi yapmislar... Iste Cumhuriyet böyle anlasilacak... Kadin kalabaligin içinde kaybolmustu. Ve Atatürk adeta vecd (çosku) dolu bir sesle: - iste Cumhuriyetten bekledigimiz netice... Diyordu. Köymen, Hulusi; Atatürk’ü anmak kitabindan, s. 260 ************************************************** ******** Tarihimiz sayisiz savaslarla doludur. Biz bu savaslardan baskaldirip ne memleketi imar edebilmisiz, ne de kendimiz refaha kavusmusuzdur. Bunun sebebi, bizim suçumuzda oldugu kadar düsmanlarimizdadir da. Çünkü basta moskoflar olmak üzere düsmanlarimiz hep söyle düsünürlerdi : - Türklere rahat vermemeli ki, baska sahalarda ilerleyemesinler... Bunun için de sik sik basimiza belalar çikarirlar, savaslar açarlar, Balkan milletlerini istiklal diye kiskirtirlardi. Biz böyle durmadan savasirken de o zamanlar askere alinmayan gayri müslimler durmadan zenginlesirlerdi. Onlarin neden zengin, bizim neden fakir kaldigimizi bir köylü, Atatürk'e verdigi kisa bir cevap ile gayet veciz olarak izah etmistir. Atatürk, mMersin'e yaptigi seyahatlerden birinde, sehirde gördügü büyük binalari isaret ederek sormus : - bu kösk kimin ? - kirkor'un... - ya su koca bina ? - yargo'nun - ya su ? - salomon'un... Atatürk biraz sinirlenerek sormus : - onlar bu binalari yaparken ya siz nerede idiniz ? Toplananlarin arkalarindan bir köylünün sesi duyulur : - biz mi nerede idik ? Biz Yemen'de, Tuna boylarinda, Balkanlarda Arnavutluk daglarinda, Kafkaslar'da, Çanakkale'de, Sakarya'da savasiyorduk pasam... Atatürk bu hatirasini naklederken : - hayatimda cevap veremedigim yegane insan bu ak sakalli ihtiyar olmustur, der dururdu. Atatürk'ün nükteleri-fikralari-hatiralari, sh 18 ************************************************** ******** Muallimler ankara'da bir içtima yapmislar, içtimaa iki üç muallim hanim da istirak ederek salonda ayri bir yere oturmuslardi. Muallim hanimlarin içtimaa gitmelerini hos görmeyen meclis'in sariklilari gaziye sikayete gidiyorlar. Gazi kizarak : - "kimmis muallimler cemiyeti reisi ? Çagirin onu !" Ve Mazhar Müfit birkaç dakika sonra içeri girinci gürleyen bir sesle çikisiyor : -"siz muallimler içtimamda ne yapmissiniz ? Ne ayip sey bu ?" Mazhar Müfit sasakalir. Gaziden bu hareket mi beklenirdi ? Sariklilar muzaffer bir besaretle gülüyor. Sariklilar nes'e içinde gazinin sesi hep ayni tonda devam ediyor. - "olur sey degil olur sey degil !" Mazhar Müfit hala ayakta ve hala ne diyecegini sasirmis bir halde cevap vermeye çalisiyor : -"efendim vallahi... " - "birak birak ben hepsini biliyorum; içtimaa muallime hanimlarida çagirdiniz. Fakat onlari niye ayri siralara oturttunuz ? Sizin kendinize mi itimadiniz yok, türk haniminin faziletine mi ? Bir daha öyle ayrilik gayrilik görmeyeyim, anladiniz mi ? Atatürk'ün nükteleri-fikralari-hatiralari sh 59 ************************************************** ******** Samsun’dan havza’ya gidiyorduk. Altimizda, birinci dünya harbi’nden kalan benz marka bir otomobil vardi. Söför de Türk degildi. Yola çiktik, biraz sonra motorda bozukluk oldu ve araba durdu. Otuzalti yasinda zaferler kazanan kumandan Mustafa Kemal Paşa’nin ne demek oldgunu arkadaslari bilirler. Kizdi ve asabilesti. Söförü azarladi ve kendisi makinayi harekete geçirmege ugrasti. Tabi muvaffak olamadi. Ben, doktor Refik Saydam ve Kazim Dirik bir kösede duruyorduk. Dogrusu, içimizden neden ise karistigina hem üzülüyor, hem sinirleniyorduk. Içimizden geçeni anlamis gibi bize bakti ve dedi ki: - on sene sonra sizinle, kendi yaptigimiz yollarda, Türk söförleri bizi istedigimiz yerlere götürecekler! Biz sustuk. Içimizden geçenlerin ne oldugunu bilmem anlatmak lazim mi? Aradan tam on yil geçti. Ben birinci umumi müfettis idim. Diyarbakir’a gelmisti. Bir yolda giderken gene otomobil bozuldu. Kafile durdu. Beni yanina çagirdi ve Türk söförle islemeye baslayan makineyi isaret etti: - vaadimi yerine getirdim! Dr. Ibrahim Tali Öngören ************************************************** ******** Çankaya aksamlarindan biri. Bazen Atatürk soruyor, bazen de Atatürk’ e soruyorlar. O’ na diyorlar ki: - sef asker mi, sivil mi olmali? Cevap veriyor: -sef, sef olmali. Ister sivil, ister asker. Bu cevabi ile “sef” ligin rütbede ve elbisede degil, ruhta ve kafa yapisinda oldugu hakikatini veciz sürette belirtmis oluyor. Nükte ve fikralarla Atatürk Niyazi Ahmet Banoglu ************************************************** ******** Sivas'ta vatan bütünlügü ve bütün millet adina bir kongre toplamaya karsi olanlar çoktu. Isgal kuvvetleri ile İstanbul hükümeti de kongreyi toplatmamak için el birligi etmislerdi. Binbasi rütbesinde bir fransiz jandarma subayi, yanina bir tercüman alarak sivas valisine geldi. "eger burada kongre toplanirsa fransizlar sivas'i isgal edecekler" dedi. Vali, Mustafa Kemal'e ikinci bir kongreden vazgeçilmesini yahut Erzincan'da toplanmasini söyledi. Kuva-i milliyeci bir genç sonradan Sivas milletvekili Kasim da valiyi desteklemekteydiler. Mustafa kemal, ingilizlerin Samsun'u ---- tutmak, on güne kadar yeni isgaller yapmak santaji ile kendi çalismalarina engel olmak istediklerini hatirlatarak bu blöflere kulak asmamalari cevabini verdi. Hiç bir vaka olmadan 2 eylül aksami Sivas'a varilmistir. Sehirde ne kadar fayton ve yayli araba varsa hepsini karsilayicilar tutmuslardi. Yalniz hürriyet ve itilaf partisinden kimse yoktu. Kalabalik arasinda fransiz subayin tehdidi üzerine telaslanan genç rasim'i Gören Mustafa Kemal: - "gençler için vatan islerinde ölmek olabilir, korkmak asla ! Kurtulus Savasi’nda Sakarya Zaferi nasil bir kader dönümü olmussa, anadolu'da yeni devletin kurulusunda sivas kongresi’nin o kadar büyük önemi vardir. F. Rifki Atay, Çankaya ************************************************** ******** Serbest firka'nin kurulusu ve kaldirilisi : Gazi, 1930 yilinin kasim’inda Kayseri yönünde trenle yurt gezisine çikmisti. Yol arkadaslarina ilk sordugu soru; "serbest firka'yi kapatmakla iyi mi ettik?" idi. Tabii herkes "iyi oldu" diyordu. Ama bu soru bütün gezi boyunca sürecekti. Sonunda 22 kasim 1930'da gazi Samsun'a varmisti. Samsun'da olaganüstü önlemler alinmistir. Halk asker kordonlarinin arkasina sinmistir. Aksam ziyafet verilir. Ama masada kenti temsil eden hiç kimse yoktur. (Bosnakzade Ahmet Bey). "Belediye baskani nerede? Nasil olur? Kentlerine konuk geldik" diye sorar belediye baskani serbest firka’li oldugu için vali tarafindan davet edilmemistir. Hemen belediye baskani’ni bulup masaya getirirler. Söz serbest firka'dan açilir. Gazi serbest firka'nin kendinden beklenen isleri göremeyecegi, memlekette gericiligin ve inkilap disi akimlarin bundan yararlanacagi düsüncesi ile serbest firka'nin kapatildigini anlatir ve sonunda belediye baskani’na dönerek der ki; "simdi baskan bey, siz de artik kaldirilmis olan bir partinin belediye baskani olarak görevinizi sürdürmek istemezsiniz, degil mi? Istifa ediniz" ama belediye baskani’nin yaniti baskadir. "Pasam, ben serbest firka'yi temsil etmiyorum. Bu seçim halkin bana karsi bir güveni seklinde ortaya çikmistir. Eger bu görevden istifa edersem, halkin gösterdigi yakinliga ve güvenine karsi gelmis olurum." Gazi sakin bir sesle : "düsündügünüz dogru. Dilediginiz gibi olsun." yanitini verir. ************************************************** ******** 12 eylül 1929 tarihinde ankara’da paris büyükelçisi Fethi Okyar’a cumhurbaskanligi genel sekreteri Tevfik Biyiklioglun’dan bir telgraf gider: “reisicumhur hazretleri fransiz hukuk fakültelerinde okutulan derslere ait kitaplarla en mufassal ve yüksek bir umumi tarihi zat-i alilerinden rica etmektedir.” Fethi bey, üç gün içinde kitaplari gönderir, arkadan yeni siparisler gelir, ernest lavisse ve alfret rambaud’un 12 ciltlik “histoire generale des peoples et des civilisations” kitabi istenir, Fethi Okyar bunlari da gönderir. 18 kasim 1929’da büyükelçi’ye, Çankaya’dan bir mektup gelir: “dün ernest lavisse’in on iki ciltlik tarih-i umumisi geldi. Yalniz tarih-i kadim’e ait kismi yok, yani milattan sonra basliyor. Bunu ikmal edecek kisimin da lütuf buyurulmasini reisicumhur hazretleri rica ediyorlar.(...) Yalniz bunlarin bedeli bir hayli tutsa gerektir. Tasfiye edilmek üzere bedelinin is’arini istirham ederim. Pasa hazretleri, sonra bir daha kitap istemeye yüzümüz olmaz, diyorlar. Reisicumhur hazretleri muhabbetle gözlerinden öpüyorlar efendim.” Fethi bey, Atatürk’ün çok yakin arkadasidir, kitaplarin bedelini seve seve ödeyebilir, ama Atatürk bunu istemez, fatura gelir, kitaplarin bedeli paris’e gönderilir. 1930’da Fethi Okyar, merkeze döner, Paris büyükelçiligi’ne Münir Ertegün atanir, atatürk’ün kitap siparisleri devam eder, genel sekreter, rene grousset’nin iki ciltlik “historie de i’ektreme orient” adli kitabini ister. Kitap hemen gönderilir..... Devamini bilal simsir söyle anlatir: “Münir bey, hemen kitabi postalar. Kitabin 571 frank, 80 santim tutarindaki faturasini da disisleri bakanligi’na yollar. Büyük bir hukukçu olan Münir bey, büyükelçilik ve bakanlik bütçesinden cumhurbaskani için harcama yapilamayacagini herhalde bilir. Ama, belki, gazi için bir kerecik çignesek ne çikar, diye düsünmüstür. Bu yüzden disisleri bakanligi ve sayistay kendisinden hesap soracak degildi ya. Gazi denince akan sular dururdu.” Ama büyükelçi yanilmaktadir, çankaya’nin böyle seylere tahammülü yoktur. Hatta büyükelçi, disisleri’nin kitap, brosür tahsisati vardir, fatura bakanliga gönderilmis, bedeli o tahsisattan ödenmistir, dese bile... Çankaya faturalari disisleri bakanligi’ndan alir, 571 frank, 80 santim is bankasi araciligiyla paris’e gönderilir. ************************************************** ******** Ankara’nin subat ayina tesadüf eden oldukça soguk ve karli bir gecesi idi. Ankara kulübünde bir balo tertip edilmistir. O zamanin bütün mümtaz simalari orada idiler. Saat henüz 12‘ye gelmemisti. Herkesin kalbinde ani bir heyecan uyandiran mes’ut bir haber baloya yayildi: - Gazi pasa baloya geliyorlar !. Rus sefarethanesinde imisler, oradan baloya geliyorlar. O zamanki rus sefiri de baloya gelmisti. Bir aralik sefir, salonunun ortasina dogru ilerlemekte olan gaziye yaklasarak fransizca: Ekselans dedi, sizi çok seviyorum, hürmetim sonsuzdur; çünkü müsterek bir gaye ugrunda varligini kurtarmaga çalisan milletleriz. Türkiye’nin en büyük halaskari ve banisi olan sizi müsaade ederseniz bir kere öpmek serefini kazanabilir miyim?... Atatürk evvela gülerek elini uzatti, sonra o da elçiyi öptü. Büyük ve kiymetli atamiz bu çesit eglence yerlerinde dahi memleketin menfaat ve siyasetini göz önünden bir an uzak tutmazdi. Onun için bütün yabanci gazete muhabirlerinin huzurunda su cümlelerle sefirin sözlerini cevaplandirdi: - ekselans, gösterdiginiz sevgi hareketinden ve sözlerinizden çok mütehassis oldum. Tesekkür ederim. Bu iki millet ilelebet dost kalmalidir. Yalniz suna dikkat ediniz, her zaman dost olmak arzumuza ragmen asla bolsevik olmayacagiz ! Atatürk’ün nükteleri, hilmi yücebas ************************************************** ******** Atatürk birgün dolmabahçe’den gizlice çikar Topkapi sarayi müzesine gelir. Müzeyi gezmek ister. Kendisini kapiciya tanitir, fakat kapici henüz saat 9 olmadi, memurlar da gelmedi Atatürk degil, kim olursan ol, bekleyeceksin der. Hiç süphe yokki , kapici atatürk'ü tanimamis ve birden fazla bu sözlere muhatap bulundugu için gelenin Atatürk olabilecegine inanmamistir. Fakat bu anekdotta mühim olan nokta Atatürk'ün kapicinin sert cevabi karsisinda israr etmeyerek ,bir kenara çekilip, saatin 9 olmasini ve memurlarin gelmesini beklemesidir. Yazilmayan yönleriyle atatürk, S. Arif Terzioglu sayfa 4 ************************************************** ******** Ankara'da yakici bir yaz günü idi Atatürk beraberinde arkadaslari ve yaverleri oldugu halde Kizilcahamam'a giderken Kazan köyü yakinlarinda durmus ve otomobilinden inmisti. Köyün kadini, genci, yaslisi, ihtiyari köylerin içinden geçen, sosede duran bu yabanci konuklari görünce hep kosustular. Kimi su seyirtti, kimi ayran , bunlardan biri, gügümünden aktardigi soguk ayrani ata'ya uzatti: - bir soguk ayran içermisiniz,dedi. Bu çorak iklimin kavurdugu yüzünde bronzlasmis Türk kadinin en bariz ifadelerini tasiyan, bir türk anasi idi. Bögrüne sikistirdigi kundagi biraz daha bastirdiktan sonra, sag elindeki ayran bardagini uzatti, bekledi. Ata'si, ayrani kana kana içmis ve biran durakladiktan sonra ona : - senin kocan kim ? Diye sormustu Köylü kadini,yüzü tunçlasmis, elleri nasirli bir Türk anasi Ankara'nin kendine has sivesi ile kocasinin Sakarya harbinde bogazindan yaralanmis bir cengaver oldugunu söyledi. Ata bir soru daha sordu : - ne zaman dogdun? - 1919'da Atatürk Samsun'a çiktigi zaman dogdum. Ata, bir an düsündü. Yil 1934 idi. Kadinin bu ifadesine göre 15 yasinda olmasi lazim gelirdi. Halbuki karsisindaki kadin 25 yaslarinda görünüyordu tekrar sordu : - nasil olur - evet , nasil olurdu .bu sati kadin hiç tereddütsüz, o her zamanki nüktedan haliyle ve memleketin isgal altinda geçirdigi aci yillari ima ederek: - evet pasam,ondan evvel yasamiyordum ki ! Bu espiri ata'yi bir hayli düsündürdü. Ayrilirken yaverine kadinin ismini ve adresini not ettirdi.daha sonra biz sati kadini büyük millet meclisine giren ilk kadin milletvekili olarak görmekteyiz. Yazilmayan yönleriyle Atatürk, S. Arif Terzioglu sayfa 22-23 |