Seversintabi.com Türkiye'nin En Büyük Forumu Bence Seversin Tabi
 

Go Back   Seversintabi.com Türkiye'nin En Büyük Forumu Bence Seversin Tabi > Genel Kültür > Atatürk Köşesi
Yardım Topluluk Takvim Bugünki Mesajlar Arama

gaziantep escort gaziantep escort
youtube beğeni hilesi
Cevapla

 

LinkBack Seçenekler Stil
  #1  
Alt 20 November 2008, 22:06
Senior Member
 
Kayıt Tarihi: 21 September 2008
Mesajlar: 15,180
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Post Atatürk'ün Milliyetçilik Anlayışı!...

  • ATATÜRK'ÜN MİLLİYETÇİLİK ANLAYIŞI;Giriş
    Bir ülkenin birlik ve beraberlik içinde gelişebilmesi için millet bilincine
    sahip olması gerekmektedir. Orta Çağda kalan çok milletli, hanedana dayalı
    ve teokratik devlet anlayışları zamanla yok olmuş, Fransız ihtilâlinin etkisi
    milletlerin kendi devletlerini kurmaları için aradıkları düşünsel temelleri
    oluşturmuştur. Eski düzende kalanlar, bir hanedan etrafında ya da bir din
    etrafında devlet olmaya çalışanlar, sürekli bunalımlarla güçlerini kaybetmişler
    ve millî devletlerin himayelerine girmişlerdir.
    Türkiye açısından da millî devlet olmak, millî birlik ve beraberlik
    duygusunu taşımak son derece önemlidir.
    Bu çalışmamızda, ATATÜRK'ün millî devlet anlayışının temellerini, bu
    anlayışın neden önemli olduğunu ele alacağız.
    Millet Düşüncesinin Osmanlı Devleti'ndeki Gelişimi ve
    ATATÜRK'e Etkileri
    Milliyet düşüncesinin Fransız ihtilâlinden sonra sistematik bir hâlde
    dünyaya yayılması ile çok milletli devletlerin, bünyesinde bulunan unsurların
    her biri kendi millî devletlerini kurmak girişimlerine başlamışlardır. Bu
    girişimlerden en çok etkilenen Osmanlı Devleti ise topraklarını en geniş hâli
    ile koruma gayreti içinde ve Osmanlı milleti yaratma düşüncesi ile Osmanlılık
    diye adlandırılan bir siyaset uygulamaya çalışmıştır. Ülkeyi oluşturan tüm
    unsurların Osmanlı hanedanı şemsiyesi altında bir arada tutulmasına
    çalışılmıştır. Ancak, milliyet düşüncesinin diğer düşüncelerin önüne geçtiği
    bir ortamda, birbirleri ile hiçbir bağlantısı olmayan unsurları hanedan gibi
    hiçbir birleştirici özelliği olmayan sembollerle bir arada tutmanın mümkünü
    yoktu.
    Ülkedeki Hristiyan unsurların dışardan da destek alarak
    gerçekleştirdikleri bağımsızlık savaşları sonucu birer birer kendi devletlerini
    kurarak Osmanlı Devleti'nden ayrılmaları, artık Osmanlılık politikasını
    sürdürmenin imkânsız olduğunu göstermiştir. Topraklarını en geniş şekli ile
    koruma amacındaki devlet yöneticileri, bunun ancak Müslüman unsurları bir
    arada tutmakla olacağını düşünmüşler ve adına İslamcılık dediğimiz
    politikaya ağırlık vermişlerdi. Bu politikayı bir din milliyetçiliği yani ümmetçilik
    olarak niteleyebiliriz.
    İslamcılar toplumların temel direğini din olarak görmektedirler. Onlara
    göre "Dini İslâm'la müşerref bütün akvam, hiçbir kavmiyet farkı
    gözetmeksizin merkezi muallâyı hilâfet ve halifei ruyi zemin etrafında geniş
    bir İslâm camiası teşkil ederler. Bir gün gelecektir ki hakaiki İslâmiye
    ' Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Üyesi
    69
    Müslümanlığa karşı gelen delâletlere bir defa daha galebe çalacak,
    hükümdarı yeryüzündeki Müslümanların halifesi bulunan bu memleket bir
    defa daha akvamı İslâmiye'nin başına geçecek, onları semti saadete doğru
    sevk edecektir. Alemşümul mahiyette hakikatlerle insanî sınıftan birtakım
    hissiyat, hem ırk nazariyesine ait hurafeleri hem milliyet hodkâmlığını
    devirerek yerlerine kendisi kaim olacaktır... İslâm beynelmileliyeti en
    mükemmel ve en nihaî şekildir."1 İslamcıların bu tarzını benimseyip dini
    birleştirici bir unsur olarak gören ve halife unvanı sayesinde bütün
    Müslümanların kendilerine sadık kalacağını düşünen Osmanlı Devleti bu
    düşüncesinde yanıldığını Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve savaş
    sırasında yaşadığı acı tecrübelerle anladı.
    Örneğin, Osmanlı Devleti'nin sınırlarını en geniş haliyle korumaya
    çalışan bu politikaların başarılı olması ülkeyi oluşturan unsurların milliyet
    bilinçlerinin yok edilmesine bağlı idi. Bu yönde büyük gayretler sarf edilmiştir.
    Doğaldır ki, bu gayretler en büyük etkisini ülkenin hâkim unsuru olan Türk
    milletinde göstermiştir.
    Osmanlı topraklarına Avrupa'da Türkiye denmesine kızan millî
    kimlikten yoksun Osmanlı-Türk aydınları "Memaliki Osmaniye" adını
    kullanmakta ısrar etmişlerdir.2 Türk adı ise bir hakaret olarak kullanılmıştır.
    "1802'de Paris'e giden Halet Efendi bile kendisine Türk elçisi' denmiş
    olmasından üzülmüş görünür ve kendisini hasım bir manevra ile karşı tertibe
    girmekle kutlarken 'amma bu defa sanıyorum ki inşallah istedikleri Türk
    elçisine -yani cahil köylüye- düşmediler' diyerek..."3 kendisine Türk
    denmesinden dolayı girdiği aşağılık duygusunu belirtmiştir.
    Bu ortamda batılı yayılmacılar (emperyalistler) de boş durmamışlardır.
    Türkiye'yi paylaşmak için yaptıkları plânları tarihsel bir temele dayandırmak,
    bu yolla yayılmacı emellerini haklı çıkarmak amacıyla çalışmışlardır. Bu
    amaçla ön yargılı araştırmalar yayımlamışlar, bu yayınlarla Türklerin sarı ırka
    mensup, uygarlık yaratma yeteneğinden yoksun, ikinci sınıf insanlar
    olduğunu ileri sürmüşlerdir. Onlara göre, Türkler gittikleri yerlerde bulunan
    medeniyetleri yok etmişlerdi. Üzerinde yaşadıkların toprakların asıl sahipleri
    başkalarıydı. Bu nedenle Türkler geldikleri yerlere yani Orta Asya'ya
    sürülmeli hatta en iyisi yok edilmeli idi.
    Batılıların çarpıtılmış bu çeşit tarihi iddialarla dünya kamuoyunu
    kandırıp Türklere karşı kışkırtmaları ve paylaşma anlaşmalarına zemin
    hazırlamaları karşısında Osmanlı tarihinden başka tarih bilmeyen ve
    atalarının tarihte yarattığı uygarlıklardan, dünya uygarlığına katkılarından
    1 Peyami Safa; Türk İnkılâbına Bakışlar, Ankara, 1988, s.36. Prens Sait Halim; islâmlaşmak,
    Sebilürreşat Neşriyatı, s.20, 24-25.
    2 Turhan Feyzioğlu; Atatürk ve Milliyetçilik, Ankara, 1987, s.15. Ömer Seyfettin; Türklük
    Mefkuresi, istanbul, s.42.
    3 Bernard Lewis; Modern Türkiye'nin Doğuşu, Ankara, 1991, s.330-331. Enver Ziya Karal; Halet
    Efendinin Paris Büyük Elçiliği 1802-6, İstanbul, 1940, s.55.
    4 Azmi Süslü; "Atatürk ve Tarih", Atatürkçü Düşünce El Kitabı, Ankara, 1988, s.136-137.
    70
    haberi olmayan Osmanlı aydınları cevap verememişlerdir. Bunun yanında o
    iddialara kendileri de inanmış, Türk olarak kendini yönetme yeteneğinden
    yoksun oldukları kanaatiyle, kurtuluşun, bir medenî devletin himayesi ile
    mümkün olduğunu ileri sürmüşlerdir. Amerikan ve İngiliz mandacılığı ülkenin
    en popüler politikaları olmuştur.
    Bu durumdaki Türk unsurunun ülkedeki diğer unsurlar ayrıldıktan
    sonra kendi başına millî bir devlet kurması düşünülemezdi.
    Gerçi devletin son dönemlerinde özellikle Rusya'dan gelen Türklerin
    büyük katkıları ile İttihat ve Tarakki Partisi durumu anlamış görünüyor ve
    milliyet ekseninde politikalar uygulamaya çalıyordu ise de onların bu
    politikaları daha çok Alman çıkarlarına uygun Panturanist bir şekilde
    gelişmiştir. Orta Asya da dâhil dünyadaki tüm Türkleri bir bayrak altında
    toplamayı amaçlayan bu politika, Orta Asya'da kuzeyden Rusya'yı,
    güneyden ise Hindistan yolu ile İngiltere'yi tehdit etmesi nedeniyle Almanlar
    tarafından da uygun görülmüştür. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Almanlar,
    bu politikayı kendi çıkarlarına kullanmak amacıyla özellikle Enver Paşa
    vasıtasıyla girişimlerde bulunmuşlardır. Avrupa cephesinde Alman-Avusturya
    üzerindeki Rus baskısını, onları Türk ordusunun üzerine çekerek hafifletmek
    amacıyla, zamanı ve şartları oluşmamış olmasına rağmen, Enver Paşayı
    Panturanist amaçlarını gerçekleştirmek için bir an önce Ruslara saldırması
    gerektiğine inandırmışlardır. Bunun sonucunda da on binlerce Türk askerinin
    bir tek kurşun bile atmadan şehit olduğu Sarıkamış felâketine sebep
    olmuşlardır.
    Ancak İttihat ve Terakkinin bu millîci hareketleri halka mal olmamıştır.
    Halk asırlarca uygulanan millî değerleri yok eden politikalar nedeniyle
    kimliğini unutmuş ve Müslümanlıktan başka değer tanımaz olmuştur. Birinci
    Dünya Savaşı sonucunda sahip olduğu son kalesi olan Anadolu'yu da
    kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalan Türk milleti ATATÜRK'ün
    bilinçlendirici ve cesaretlendirici çalışmaları ile kendine gelerek millî devletini
    kurmayı başarabilmiştir. Bu işi başarabilmek için önce Türk milletine millî
    birlik ve beraberlik bilinci aşılamak, sonra da batının yönelttiği suçlamalara
    cevap vermek durumunda kalan ATATÜRK milliyetçilik düşüncesine nasıl
    kavuşmuştur sorusuna cevap aramak gerekmektedir
    ATATÜRK'te Millî Devlet Anlayışının Ortaya Çıkışı
    ATATÜRK, 14 Eylül 1931 günü bir sohbet sırasında anlattığı
    aşağıdaki hatırasıyla kendisinde milliyetçilik fikrinin gelişmesini çok net bir
    şekilde dile getirmektedir:
    "Bizim neslin gençlik yıllarına Osmanlılık telkin ve etkileri hâkimdi.
    İmparatorluk halkını meydana getiren Türk'ten başka milletlere, bu arada
    yanlış bir din anlayışıyla Araplara, sarayın, ordu ve devlet ileri gelenleri
    arasında bulunan ırktaşlarının etkisiyle Arnavutlara özeJ bir değer veriliyor,
    onlardan söz edilirken 'kavmi necip' deyimi ile sıfatlandırılarak bu duygunun
    71
    belirtilmesine çalışılıyor, memleketin sahibi ve devletin kurucusu olan biz
    Türkler, ikinci plânda gelen önemsiz halk yığınları sayılıyordu.
    Şair Mehmet Emin Yurdakul'un, ilk defa Manastır Askerî İdadisinde
    öğrenci iken okuduğum 'Ben bir Türk'üm, dinim, cinsim uludur' mısrasıyla
    başlayan manzumesinde, bana millî benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı
    bulmuştum. Fakat ben asıl bunu, orduya katıldığım ilk günlerde, bir Anadolu
    çocuğunun gözyaşlarında gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra
    Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağım oldu.
    Kendimi hiçbir zaman Osmanlılığın telkin ettiği başka milletleri öven ve
    Türklüğü aşağı gören eksiklik duygusunu kaptırmadım.
    Bakınız nasıl oldu? Kurmaylık stajı için verildiğim süvari alayı,
    Hayfa'da bulunuyordu. Kışla ile deniz arasında geniş bir talim alanı vardı ve
    piyade acemi eğitim devri yeni başlamıştı. Erleri bölgeden toplanmış Arap
    gençlerinden, öğretici kadro da tecrübeli ve Anadolulu kıt'a çavuşları olan
    Türk delikanlılarından kurulu idi. Katıldığım bölüğün alaydan yetişmiş,
    Makedonya Türklerinden, ileri yaşlı bir yüzbaşısı vardı. Erlere çavuşlar talim
    yaptırıyor, biz subaylar arada dolaşarak çalışmaları izliyor ve denetliyorduk.
    Yüzbaşı, çavuşlarına karşı sert davranıyor, yeni erlere karşı ise fazla şefkatli
    görünüyordu. Onların herhangi bir şekilde azarlanmasına, hırpalanmasına
    gönlü razı olmadığını ısrarla söylüyordu. Hâlbuki talimlerde, Türkçe
    bilmedikleri için, çavuşların söylediklerini iyi anlayamayan kimi erlerin yanlış
    hareketlerinin, zaman zaman çavuşların sabırlarını tükettiği, sertçe
    davranışlarına yol açtığı da oluyordu. Bir gün yüzbaşı, bu yolda hareketten
    kendini alıkoyamayan bir çavuşunu mimlemiş ve talimden dönüldükten
    sonra, birlikte oturduğumuz bölük komutanlığı odasına çağırtmıştı. Takım
    komutanıyla birlikte gelerek yüzbaşısını saygıyla ve askerce selâmlayan
    çavuş, yirmi beş yaşlarında dinç ve yakışıklı, ince bıyıklı, elmacık kemikleri
    fazla kabarık, uyanık bir Türk çocuğu idi. Yüzbaşı, onu millî onurunu ağır
    şekilde hançerleyen '...Türk!' sözleriyle azarlamaya başlamıştı. 'Sen nasıl
    olur da kavmi necibi Arap'a mensup, Peygamberimiz Efendimizin mübarek
    soyundan olan bu çocuklara sert davranır, ağır söz söyler, onların kalbini
    kırarsın? Kendini bil, sen onların ayağına su bile dökmeye lâyık değilsin...'
    gibi gittikçe manasızlaşan, fakat yaşlı yüzbaşının samimî inancından kuvvet
    alan sözlerle hakaret ediyor, gittikçe asabîleşiyordu. Ben dikkatle çavuşun
    yüz ifadesini izliyordum. Başlangıçta üstünde bir babaya duyulan saygının
    içtenliği okunan çizgiler sertleşmeye, içten gelen haklı bir isyanın ateşleri
    gözlerinde okunmaya başlamıştı. Fakat gerçek itaatin simgesi olan her Türk
    askeri gibi bu da iç duygularını gemlemesini bildi. Sessizce göz pınarlarından
    dökülmeye başlayan yaş damlaları, yanaklarında birbirini kovalayarak
    bıyıkları üstünde toplanıyor ve kendini böylece yatıştırmaya çalışıyordu. Ben,
    bir taraftan üzgün ve sinirli, bu sahneyi seyreder ve söylenenleri dinlerken, bir
    yandan da içimde bir isyan duygusu şahlanıyor ve şöyle düşünüyordum: 'O
    erin bağlı olduğu kavim, birçok bakımdan necip olabilirdi. Fakat çavuşun,
    yüzbaşının ve benim bağlı olduğumuz kavmin de tarihleri şerefle dolduran
    büyük ve asil bir millet olduğu da bir an şüphe
    72
    götürmez bir gerçekti. Türklük hakkındaki o günkü görüş ise doğrudan
    doğruya Türk aydınlarının kendi kendini bilmemesinden ve başka milletlerde
    şu veya bu sebeple üstünlük var sayarak, kendini onlardan aşağı görüp
    nefsine olan güveni yitirmesindendir. Artık bu yanlış görüşe son vermek,
    Türklüğümüzü bütün asalet ve necabeti ile tanımak ve tanıtmak
    gerekmektedir' dedim ve o andan beri inandığım bu gerçeğe bütün Türklerin
    inanmasını, bununla övünüp kendine güvenmesini ülkü bildim."5
    Bu sözlere eklenebilecek çok az şey var. Ancak, ATATÜRK'ün
    çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği çevre ile kendisini etkileyen fikir
    akımlarından bahsetmekte yarar bulunmaktadır.
    Selanik'te dünyaya gelen ATATÜRK, çocukluğunu ve gençliğinin
    önemli bir bölümünü Makedonya'da geçirmiştir. Özellikle Selanik çeşitli
    milletlerden oluşan karışık yapısı ile çeşitli fikirlerin ve ayrılıkçı
    ayaklanmaların yer aldığı bir merkezdi. ATATÜRK bu fikirlerden ve
    ayaklanmalardan çok etkilenmiştir. O dönemden itibaren devletin düştüğü
    durumun nedenleri ve kurtuluş çareleri hakkında düşünmeye başlamıştır.
    Makedonya ve Balkanlar'da yaşayan Türkler, XVII. yüzyıla değin
    Viyana'ya kadar ilerleyen muhteşem Osmanlı Devleti'nin evlâdı fatihanları
    yani fatihlerin çocukları olarak gururlu bir hayat sürdürmüşlerdir. Bu
    yüzyıldan sonra bozulmaya başlayan Osmanlı Devleti'nin durumu en çok
    buraları etkilemiştir. Uzun savaşlar sonucu toprak kaybedilmiş, Osmanlı
    Devleti'nin Balkan toprakları ya başka ülkelere verilmiş ya da yeni devletlere
    bırakılmıştır. XIX. yüzyıl sonlarına doğru artık iyiden iyiye zayıflayan Osmanlı
    Devleti'nin en zayıf yeri yine Balkanlar olmuştur. Balkanlar'da elde kalan
    topraklar üzerinde de emelleri olan ülkeler Rusya, Avusturya-Macaristan,
    Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan kendilerine hak iddia etmekteydiler.
    Osmanlı Devleti'ne sınırı olmayan, Osmanlı topraklarını kendi topraklarına
    katma şansı olmayan büyük devletler de buralarda kendilerine bağlı küçük
    devletçikler oluşturmak amacıyla ayrılıkçı ayaklanmaları destekliyorlardı.
    Sırp, Bulgar ve Rum çeteleri dağlarda serbestçe gezerken Türkler
    kaybedilen yerlerden ezik bir şekilde geri çekiliyorlardı. Balkanlar sürekli
    korku içindeydi. İşte ATATÜRK çocukluk ve gençlik yıllarının önemli bir
    bölümünü bu ortamdaki Balkanlar'da geçirmiştir.6
    Selanik ise Makedonya'nın en gelişmiş şehri idi. Çeşitli din mezhep ve
    ırk bir arada yaşamakta idi. Deniz ve demir yolu bağlantısı bulunması, ticaret
    merkezi olması, renkli etnik yapısı şehirde batı tesirlerine açık çeşitli fikir
    akımlarının yerleşmesine elverişli bir ortam yaratmıştı. Dolayısıyla Mustafa
    Kemal çok genç yaşta her türlü yeni fikirle tanışma olanağı bulmuştur.
    Mustafa Kemal, Manastır Askerî İdadisinde öğrenci olduğu sırada
    gerçekleşen 1897 Türk-Yunan Savaşı'ndan oldukça etkilenmiştir. Türk
    5 Utkan Kocatürk; Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1999, s.203-204. Faik Reşit Unat;
    "Ne Mutlu Türküm Diyene", Türk Dili Dergisi, Sayı 146, Kasım 1963, s.77-78.
    6 Falih Rıfkı Atay; Çankaya, istanbul, 1980, s.23-28.
    73
    ordusunun savaş meydanında zafer kazanmasına rağmen büyük devletlerin
    baskısı karşısında barış masasında zararlı çıkması onu derinden
    yaralamıştır. Bu savaş o sıralar 16 yaşlarında olan Mustafa Kemal'de coşkun
    bir yurt sevgisi uyandırmıştır. Bir arkadaşı ile gönüllü olarak savaşa katılmak
    için girişimde bulunmuşsa da bu arzusunu gerçekleştirme imkânını
    bulamamıştır. Ancak bu kabına sığmaz sonsuz yurt sevgisi bundan sonra
    Mustafa Kemal'in en belirgin özelliklerinden biri olarak kendini göstermiştir.7
    ATATÜRK'Ü bu denli etkileyen 1897 Türk Yunan Savaşı Türklerde
    millî birlik duygusunun gelişmesinde önemli bir etken olmuştur. Bu ortamda
    Mehmet Emin (Yurdakul) adında genç bir ozan "Türkçe Şiirler" adlı bir şiir
    kitabı yayınlamıştır. Mehmet Emin, Osmanlı divan şairlerinin resmî dilini ve
    aruz veznini terk ederek sade halk Türkçesiyle ve halk şiirlerinde kullanılan
    hece vezniyle yazmıştır. Daha da dikkati çekici olarak günlük Türkçede
    kaba, cahil köylü anlamında kullanılan bir sözcüğü benimsemiş ve kendinin
    bir Türk olduğunu "Ben bir Türk'üm dinim, cinsim uludur" "Biz Türk'üz, bu
    kanla ve bu adla yaşarız" mısralarıyla gurur duyarak ilân etmiştir.8
    Rusya'da yaşayan ve millî haklarına kavuşabilmek için çaba harcayan
    Türkler arasında millî bilinç daha erken dönemlerde ortaya çıkmıştı. Buradan
    gelen Akçuraoğlu Yusuf, Ağaoğlu Ahmet ve Hüseyinzade Ali gibi göçmenler
    aracılığıyla Pantürkist görüşler Osmanlı Devleti'nde yayılmaya başlamıştır.9
    Daha sonra Ziya Gökalp, sosyolojik değerleri de katarak Osmanlıda
    gelişmeye başlayan Türk milliyetçiliğini yeni ve pozitivist bir aşamaya
    gelmesini sağladı.10
    Ancak Osmanlı Devleti'ndeki bu Pantürkist milliyetçilik anlayışı, belli bir
    vatan ile sınırlı olmayıp Turancı ve yayılmacı amaçlar güttüğünden
    uygulanabilirliği olanaklı olmayan bir anlayıştı. ATATÜRK'ün belirttiği gibi
    yapamayacağı şeyleri yapacakmış gibi söylüyordu ve büyük devletlerden
    tepki alıyordu. Ayrıca aydınlar arasında ve İttihat ve Terakki Partisinde
    gelişen bu fikirler, halk için bir anlam taşımıyordu. Halk, hâlâ kendilerini bir
    arada tutan en önemli değer olarak dini görüyordu. Ümmet bilinci her konuda
    egemendi.
    7 A.Fuat Cebesoy; Sınıf Arkadaşım Atatürk, İstanbul, 1967, s.19. Lord Kinross; Bir Milletin
    Yeniden Doğuşu, İstanbul, 1966, s.35. Ali Güler; Atatürk Soyu Ailesi ve öğrenim Hayatı, Ankara,
    1999, s.107. 8Lewis;s.341.
    9 Bu isimlerden Akçuraoğlu Yusuf (Yusuf Akçura), Mısır'da çıkarılan Türk Gazetesi'nde 1904
    yılında yayınladığı 32 sayfalık "Üç Tarzı Siyaset" adlı makalesi ile Türkçülüğün bilimsel izahını
    yapan ilk kişidir. 1911'de Mehmet Emin (Yurdakul), Ahmet Hikmet, Ağaoğlu Ahmet,
    Hüseyinzade Ali ve Dr. Akil Muhtar ile birlikte "Türk Yurdu" adlı bir dernek kurmuştur. 1912'de
    Türk Ocağının açılmasında da aktif rol oynamıştır. Türk Tarih Kurumunun kuruluşunda
    görevlendirilmiştir ve 1932'de bu kurumun başkanlığına getirilmiştir. Bu arada öğretmenlik ve
    milletvekilliği de yapan Akçura 11 Mart 1935'te Kars milletvekili iken hayattan ayrılmıştır. Cemal
    Avcı; "Yusuf Akçura Hayatı, Eserleri ve Etkileri", Uluslararası Dördüncü Türk Kültürü Kongresi
    Bildirileri, cilt, Ankara, 2000, s.85-89.
    10 Büşra Ersanlı Behar; İktidar ve Tarih, İstanbul, 1992, s.72-78.
    74
    ATATÜRK, Osmanlılık, İslamcılık ve Türkçülük fikirlerinin aydınlar
    arasında gerçekleşen mücadeleleri arasında kendi fikirlerini oluşturdu.
    ATATÜRK'ün Millî Mücadele Dönemindeki Çalışmaları
    Osmanlı Devleti, Mondros Mütarekesi ile bir parçalanma dönemine
    girmiş, Türk milleti son dayanağı olan Anadolu'dan da atılmak isteniyordu.
    Anadolu parsellenmiş ve uydurma bahanelerle uydu devletçiklere
    bölünmekte idi. ATATÜRK için tek kurtuluş yolu, Türk insanının millî
    haklarına sahip çıkıp topyekûn bir kalkışma ile kendi kaderini kendi eline
    almasında idi. Bunun için de Anadolu'ya geçer geçmez halkın millî
    duygularını harekete geçirmek amacıyla çalışmalarına başlamıştır.
    İzmir'in Yunan işgaline uğraması Anadolu'da büyük bir tepki
    uyandırmıştır. Yahya Kemal 1922 yılında "Tevhidi Efkâr" gazetesinde çıkan
    yazısında İzmir'in işgalinin yarattığı acının büyüklüğünü anlattıktan sonra bu
    olayın bir yönüyle de hayırlı olduğunu belirtmiş, "yoksa istiklâlsizliği kızgın
    demirden tadacağımıza, morfin gibi uyuşturucu, bayıltıcı bir usulde tatsaydık
    çok fena olurdu" demiştir.11
    Mondros sonrası işgallerin başlaması, özellikle Yunan işgali ve Doğu
    Anadolu'nun Ermenilere verileceği haberleri Türk milletini derinden
    sarsmıştır. Bu ortam, ATATÜRK'ün milletin desteğini almasında ve birlik ve
    beraberlik içinde başarıya ulaşılmasında önemli etken olmuştur.
    "Milletin esaretten kurtarılması, hâkim ve bağımsız olarak
    topraklarımızda yaşayabilmesi ancak azimkar ve namuslu ellerin milleti kısa
    ve doğru yoldan hukukunu ve bağımsızlığını müdafaaya yöneltmesiyle
    mümkün olacaktır."12 sözleri ile mücadeleye başlayan ATATÜRK, Amasya
    Tamimi'nde "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır."
    ifadesi ile artık Türk milletinin kendi geleceğini kurtarmak için harekete
    geçtiğini belirtmiştir. Aynı tamimde bütün vilâyetlerin her livasından milletin
    güvenini kazanmış üç delegenin Sivas'ta toplanacak kongreye gelmeleri
    istenmiştir. Bu yönleri ile Amasya Tamimi, Anadolu'da millî ihtilâlin başlangıcı
    ve bildirgesi sayılabilecek öneme sahiptir. Bunu Erzurum ve Sivas
    kongrelerinde millî bilinci harekete geçirme çabaları izlemiştir.
    ATATÜRK bu arada bizzat kendi hazırlamış olduğu Misakımillî ile Türk
    milliyetçiliği fikrini sınırları belli bir vatan kavramı ile birleştirmiştir.13 Bu vatan,
    Millî Mücadele'nin bir amacı olarak millî düşüncenin daha güçlenmesini
    sağlamıştır.
    Büyük Millet Meclisinin açılışı ise egemenliğin millete geçmesi
    yönünde atılmış en önemli adımdır. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir,
    düsturu doğrultusunda atılan bu adım ile Türk milleti kendi kararlarını kendi
    11 Tevhidi Efkâr; 20 Nisan 1338 (1922).
    12 Kocatürk; s.3.
    13 Turhan Feyzioğlu; Atatürk ve Milliyetçilik, Ankara, 1987, s.31. Levis; s.351.
    75
    vermenin hazzını yaşamaya başlamıştır. Bu adımın doğal sonucu olarak
    saltanat kaldırılmış ardından Cumhuriyet rejimine geçilmiştir.
    ATATÜRK'ün Milliyetçilik Anlayışının Özellikleri ve Amaçları
    ATATÜRK'ün milliyetçilik anlayışını Millî Mücadele dönemi ve sonrası
    olarak iki aşamada değerlendirmek mümkündür.
    Millî Mücadele döneminde, batılı emperyalist devletlerce bölüşülmeye
    çalışılan Türkiye'de milliyetçilik emperyalizme karşı direnmenin bayraklığını
    yapmıştır. Ümmet bilincinden millet bilincine geçiş Türk toplumuna
    emperyalizme karşı direnme gücü aşılamıştır. Millî Mücadele'nin başarıya
    ulaşmasında en önemli etken olmuştur.
    Yayılmacı düşman yurttan atıldıktan sonra ise ATATÜRK milliyetçiliği,
    tam bağımsızlık, lâiklik, çağdaşlık ve bilim temellerine oturtularak
    uygulanmıştır. Bunda amaç saldırgan batıyı vatan topraklarından kovduktan
    sonra batılılaşmaktır. Çünkü anlaşılmıştır ki, batı kendi gibi olmayan ülkelere
    sömürülecek ülke gözüyle bakmaktadır.14
    ATATÜRK, Türk milletini oluşturan tarihî gerçekleri "siyasî varlıkta
    birlik", "dil birliği", "yurt birliği", "ırk ve menşe birliği", "tarihî yakınlık" ve "ahlâkî
    yakınlık" olarak sıraladıktan sonra Türk milletinin oluşumunda yer alan bu
    şartların diğer milletlerin çoğunda olmadığını belirtmiştir.15 Bu kadar birlik
    noktasının olmasına rağmen Türk insanının millî bilince ulaşmakta gecikmiş
    olmasının zararlarını gördüğünü belirterek şunları söylemiştir:
    "Biz, milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve çok ilgisizlik göstermiş
    bir milletiz. Bunun zararlarını fazla faaliyetle telâfiye çalışmalıyız. Bilirsiniz ki,
    milliyet kuramını, milliyet ülküsünü çözüp dağıtmaya çalışan kuramların
    dünya üzerinde tatbik kabiliyeti bulunamamıştır. Çünkü tarih, olaylar,
    hadiseler ve gözlemler insanlar ve milletler arasında, hep milliyetin hâkim
    olduğunu göstermiştir ve milliyet ilkesi aleyhindeki büyük ölçüde fiilî
    tecrübelere rağmen yine milliyet hissinin öldürülemediği ve yine kuvvetle
    yaşadığı görülmektedir."16
    Böyle düşünen ATATÜRK, temellerini attığı yeni Türk Devleti'nde
    gerçekleştirdiği tüm devrimleri iki temel üzerine inşa etmiştir. Bunlar
    milliyetçilik ve lâikliktir. Bunların ikisinin bir arada olduğu toplumların
    bağımsız ve çağdaş bir yapı kazanması en doğal sonuçtur. ATATÜRK'ün
    amacı da budur.
    Millî Mücadele ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti'nin
    milletler topluluğu görünümünden sıyrılmış ve Türklerden oluşan bir millî
    Murat Sarıca "yeni milliyetçilik anlayışı" olarak nitelendirdiği bu anlayışın ilk temsilcisi ve
    öncüsü olarak Atatürk'ü göstermektedir. Murat Sarıca; 100 Soruda Siyasî Düşünce Tarihi,
    Sekizinci Basım, İstanbul, 1999, s.190.
    15 A. Afetinan; Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yazıları, Ankara, 2000, s.455.
    16 Kocatürk; s.214.
    76
    devlet hüviyetine kavuşmuştur. Yapılan nüfus mübadelesi ile bu yapı daha
    da pekiştirilmiştir. Böyle bir ülke kuran ATATÜRK "Diyarbakırlı, Vanlı,
    Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep bir ırkın
    evlâtları, hep aynı cevherin damarlarıdır."17 sözleri ile bu özelliği dile
    getirmiştir.
    Irkçılığı ve dinî farklılıkları reddeden ATATÜRK milliyetçiliği millî birlik
    ve beraberliği sağlayıcı bir anlayışa sahiptir. ATATÜRK, Türkiye'yi
    parçalamak için din ve milliyet gibi farklar ileri sürülerek yapılan
    propagandaların millet fertleri üzerinde üzüntüden başka bir etki yapmadığını
    belirterek milletin bu fertlerinin de ortak geçmişe, tarihe, ahlâka, hukuka
    sahip olduklarını, geleceklerini ve talihlerini Türk milleti ile birlikte gören
    18
    insanlara ayırım yapılamayacağını belirtmiştir.
    ATATÜRK millî birlik ve beraberlik konusunu "Bir yurdun en değerli
    varlığı, yurttaşlar arasında millî birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve
    kabiliyetlerinin olgunluğudur. Millet varlığını ve yurt erginliğini korumak için
    bütün yurttaşların canını ve her şeyini derhâl ortaya koymaya karar vermiş
    olmak, bir milletin en yenilmez silâhı ve koruma vasıtasıdır. Bu sebeple, Türk
    milletinin idaresinde ve korunmasında millî birlik, millî duygu, millî kültür en
    yüksekte göz diktiğimiz idealdir."19 şeklinde anlatmıştır.
    Lâiklik anlayışı da, devletin bütün din ve mezheplere aynı mesafe ile
    yaklaşmasını sağlayarak, fertlerin devleti benimsemelerine yardımcı olmuş,
    millî birlik ve beraberliğin oluşmasında önemli rol oynamıştır.
    Ortak kültürü geliştirme ve toplum fertlerinin kendi geçmişleri ile
    övünüp geleceği güvenle bakması da ATATÜRK için önemli bir amaç idi. Bu
    amaçla Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu gibi kültür kurumlarını
    oluşturarak, bunlar aracılığı ile millet olmanın iki önemli faktörü dil ve tarih
    konularında bilimsel çalışmalar yaptırmıştır. Bu çalışmalarla Türk insanının
    millî bilince kavuşması yolunda önemli adımlar atılmış olmasının yanı sıra
    tarihî gerçekleri göz ardı ederek Türklere karşı yapılan haksız saldırılara da
    cevaplar verilmiş ve Türk milletinin ve yarattığı uygarlıkların gerçek değerleri
    ortaya konmuştur.
    ATATÜRK'ün milliyetçiliğinde belli bir vatan anlayışı vardır. Bunu
    "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir."20 sözü ile
    ifade etmiştir. Kendinden öncekilerin uygulamaya çalıştığı gibi
    yapılamayacak işlerin peşinden koşan bir hayalperest gibi davranmamıştır.
    "Hiçbir hudut tanımayarak, dünyada mevcut bütün Türkleri dahi bir devlet
    hâlinde birleştirmek, erişilmesi imkânsız bir hedeftir. Bu, asırların ve asırlarca
    yaşamış olan insanların çok acı, çok kanlı hâdiseler ile meydana koyduğu bir
    hakikattir."21 demiştir.
    17 Kocatürk; s.206.
    18Afetinan;s.460-461.
    19 Kocatürk; s.205-206.
    20 Afetinan; s.435.
    21 Kocatürk; s. 174-175.
    77
    ATATÜRK milliyetçiliği "Yurtta sulh cihanda sulh" ilkesine bağlı barışçı
    ve insancıl bir anlayışa sahiptir. Türk insanı önce kendi milletinin ilerlemesi
    ve mutluluğu için çalışacak fakat başka milletlerin iyiliğini de düşünecektir.
    Bencil olmayacaktır. ATATÜRK bu düşüncesini de şöyle dile getirmiştir.
    "Dünyanın filân yerinde bir rahatsızlık varsa bana ne? dememeliyiz. Böyle bir
    rahatsızlık varsa, tıpkı kendi aramızda olmuş gibi onunla alâkadar olmalıyız.
    ...Bencillik şahsî olsun, millî olsun daima, fena sayılmalıdır."22 "Vatandaşların,
    bir milletin bireyleri olmak itibarıyla millete, onun devlet ve hükümetine ve
    mensup olduğu milletin medenî insanlığın bir ailesi olması açısından da
    bütün insanlığa karşı birtakım görevleri vardır."23
    Sonuç
    ATATÜRK milliyetçiliği, yok olmak üzere olan bir milleti yeniden var
    etmiş, onun dünya milletler ailesi içinde saygın yerini almasını sağlamıştır.
    Ancak bu işleri yapan ATATÜRK, gerçekleştiremeyeceği işlerin peşinde
    koşarak milletini macera peşinde sürüklememiştir. Bunu şu sözleri ile ifade
    etmiştir: "Büyük hayaller peşinden koşan, yapamayacağımız şeyleri yapar
    gibi görünen sahtekâr insanlardan değiliz. Büyük ve hayalî şeyleri yapmadan
    yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın düşmanlığını, kötü niyetini,
    kinini bu memleketin ve milletin üzerine çektik. Biz Panislâmizm yapmadık;
    belki 'Yapıyoruz, yapacağız!' dedik. Düşmanlar da 'Yaptırmamak için bir an
    evvel öldürelim!' dediler. Panturanizm yapmadık, 'Yaparız, yapıyoruz!' dedik,
    'Yapacağız!' dedik ve yine 'Öldürelim!' dediler. Bütün dava bundan ibarettir.
    Bütün dünyaya korku ve telâş veren kavram bundan ibarettir. Biz böyle,
    yapmadığımız ve yapamadığımız kavramlar üzerinde koşarak
    düşmanlarımızın sayısını ve üzerimize olan baskılarını artırmaktan ise tabiî
    duruma, meşru duruma dönelim; haddimizi bilelim. Biz yaşama ve
    bağımsızlık isteyen milletiz. Ve yalnız ve ancak bunun için hayatımızı
    esirgemeden veririz!"24
    ATATÜRK'ün bu milliyetçilik anlayışı, Türk milletinin bağımsız, mutlu,
    zengin ve çağdaş bir şekilde yaşamasını amaçlayan ancak bunu yaparken
    de millî çıkarlarına bir saldırı olmazsa diğer milletlerle uyum içinde çalışan,
    diğer milletlerin haklarına saygı gösteren bir milliyetçilik anlayışıdır.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla




Saat: 15:53


Telif Hakları vBulletin® v3.8.9 Copyright ©2000 - 2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
gaziantep escort bayan gaziantep escort
antalya haber sex hikayeleri Antalya Seo tesbih aresbet giriş vegasslotguncel.com herabetguncel.com ikili opsiyon bahis vegasslotyeniadresi.com vegasslotadresi.com vegasslotcanli.com getirbett.com getirbetgir.com
ankara escort ankara escort ankara escort bayan escort ankara ankara escort çankaya escort ankara otele gelen escort eryaman escort eryaman escort eryaman escort kızılay escort çankaya escort kızılay escort ankara eskort
mecidiyeköy escort

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 PL2