#1
|
|||
|
|||
Bİtkİlerİn Evrİmİ Senaryosu
BİTKİLERİN EVRİMİ SENARYOSU Evrimciler, bitkilerin oluşumuyla ilgili olarak tek bitkiden yüz binlerce çeşit bitki türünün ortaya çıktığını iddia ederler. Kuşkusuz evrimciler diğer konularda olduğu gibi bu konuda da iddialarını destekleyebilecek herhangi bir bilimsel delil sunamazlar. Çünkü evrimciler hayvanların ve insanların evrimi ile ilgili iddialarında düştükleri çıkmaza, bitkilerin evrimi ile ilgili ortaya attıkları senaryolarda da düşmektedirler. Bugün bitkilerin evrimi senaryosu savunucularının düştükleri en büyük çıkmaz hiç kuşkusuz ki ilk bitki hücresinin nasıl olup da evrimleştiğidir. Aslında, sadece bitkilerin evrimi konusunda değil, evrimle açıklanmaya çalışılan her konuda evrimcilerin içine düştükleri en büyük çıkmaz, kuşkusuz ki ilk hücrenin nasıl oluştuğu konusudur. Bilindiği gibi hücreler son derece küçük canlı yapılar olmalarına rağmen çok karmaşık sistemlere sahiptirler. Öyle ki bu sistemlerin tam olarak nasıl işledikleri konusunda bugüne kadar anlaşılamamış pek çok nokta bulunmaktadır. Hücre dev bir fabrika benzeri kompleks yapılara sahiptir. Tek bir organelinin eksik veya olması gerektiğinden farklı olması durumunda hücre işlevini yerine getiremez. Çünkü her bir organelin özel bir görevi ve diğer organeller ile çok karmaşık bağlantıları vardır. Bir hücrenin içinde enerji üreten yapılardan hücre ile ilgili bütün bilgilerin kayıtlı olduğu birimlere, gerekli yerlere maddelerin ulaşmasını sağlayacak taşıma sistemlerinden, gelen maddeleri ayrıştırma bölümlerine, enzim ve hormon üreten birimlere kadar pek çok kompleks yapı mevcuttur. Canlı hücreleri, içlerinde taşıma sistemlerini, bilgi depolama merkezlerinin, kimyasala işlemlerin yapıldığı özel bölümleri, enerji üreten santrallerin ve patekleme merkezlerinin bulunduğu büyük fabrikalara benzetilebilir. Hücrenin bir fabrikadan tek farkı kuşkusuz ki mikroskobik ölçülerdeki boyutudur. 1- Çekirdek 2- Kromozomlar 3- Mitokondri 4- Ribozomlar 5- Kloroplastlar 6- Kofullar 7- Endoplazmik Retikulum 8- Hücre Zarı Bu yapılar karşısında evrimci bir bilim adamı olan W.H. Thorpe, "canlı hücrelerinin en basitinin sahip olduğu mekanizma bile, insanoğlunun şimdiye kadar yaptığı, hatta hayal ettiği bütün makinalardan çok daha komplekstir"[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] şeklindeki ifadesiyle hayranlığını belirtmiştir. Hücredeki olağanüstü yapıyı görmezlikten gelemeyen bilim adamlarından biri de ünlü Rus evrimcilerinden Alexander Oparin'dir. Oparin evrim teorisinin hücrenin kompleksliği karşısında içine düştüğü durumu şöyle ifade eder: Maalesef hücrenin meydana gelişi evrim teorisinin bütününü içine alan en karanlık noktayı oluşturmaktadır.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Bir canlı hücresinin tesadüfen oluşması kesinlikle mümkün değildir. 20. yüzyıl biliminin hücredeki akıl almaz kompleksliği ortaya çıkarması, böyle olağanüstü bir yapının tesadüfen ortaya çıkabilmesinin her türlü ihtimalin dışında olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte 21. yy.'ın eşiğinde olduğumuz şu dönemde hücrenin daha pek çok sırrı modern bilim tarafından henüz aydınlanmamıştır. Hücrenin tesadüfen oluşması bir yana, bugün en gelişmiş teknolojiye sahip laboratuvarlarda, uzman bilim adamlarının yıllar süren tecrübe ve gayretleri sonucunda bile yapay olarak bir canlı hücresi üretilememektedir. Sonuçta, tek bir canlı hücresi bile bizi o kesin ve mutlak sonuca götürür: her şey, sonsuz akıl ve kudret sahibi olan Allah'ın yaratmasıyla var olmuştur ve her şey O'nun eşsiz sanatının ve ilminin eseridir. Bu bölümde, canlı hücresinin neden tesadüfen oluşamayacağı konusuna detaylı olarak girilmeyecektir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Hücredeki Mucize) Bu kitapta ele alınacak olan asıl konu, evrim teorisinin iddia ettiğinin aksine, tek bir bakteri hücresinden tesadüfler sonucunda mükemmel bir şekilde tasarlanmış bitkilerin oluşamayacağı olacaktır. Evrimciler dünyanın ilk oluşum dönemlerinde bir bakteri hücresinin tesadüfen ortaya çıktığını, milyonlarca yıl süren bir zaman süreci sonucunda bu hücreden diğer tüm canlıların; örneğin kuşların, böceklerin, kaplanların, atların, kelebeklerin, yılanların, sincapların çıktığını iddia ederler. Aynı şekilde sayısız bir çeşitliliğe sahip olan bitkiler de evrimcilere göre yine tek bir bakteri hücresinden oluşmuştur. İşte bu bölümde evrimcilerin bu iddialarının gerçekleşmesinin imkansızlığı ve bunların hayal gücüne dayalı, bilimsel olmayan iddialar olduğu incelenecektir. Bitkilerin evrimi senaryosunda ilk bitki hücresinin fotosentez yapabilen "ilkel" bir bakteri hücresinden evrimleştiği iddia edilir. Bu senaryoda evrimleştiği öne sürülen "ilkel hücre", bir bakteri hücresidir (prokaryot hücre). Bu iddianın tutarsızlığına geçmeden önce, bir bakteri hücresinin evrimcilerin iddia ettikleri gibi gerçekten "ilkel" olup-olmadığını inceleleyelim. EVRİM TEORİSİNİN İLKEL HÜCRE OLARAK GÖRDÜĞÜ BAKTERİLER GERÇEKTEN "İLKEL"MİDİR? Bakteriler, 1 mikrometre (1 milimetrenin binde biri) çapında olan ve hücre zarı ile DNA ipliğinden başka yapı içermeyen çok küçük canlılardır. Yapıları diğer canlı hücreleri ile karşılaştırıldığında çok daha basit gibi görünür. Ancak bu, bakterilerin kesinlikle ilkel canlılar oldukları anlamına gelmez. Bu küçük hücrelerin içerisinde yeryüzünde yaşamın sürekliliğini sağlayan çok önemli biyokimyasal olaylar gerçekleşir. Bakteriler, yeryüzündeki doğal ekolojik sistemin işleyişinde çok önemli görevleri yerine getirirler. Örneğin bazı bakteri türleri ölü bitki ve hayvan kalıntılarını parçalayarak, bunları canlı organizmalar tarafından tekrar kullanılmak üzere temel kimyasal maddelere dönüştürürler. Bazıları toprağın verimliliğini artırırlar. Bunlardan başka sütü peynire dönüştürmek, zararlı bakterilere karşı antibiyotik üretmek, vitamin sentezi yapmak gibi çok önemli görevler yerine getirirler. Bunlar bakterilerin yerine getirdikleri sayısız görevden sadece birkaç tanesidir. Bütün bunları yapan bakterilerin hücre yapıları basit gibi görünse de derinlemesine incelendiğinde hiç de böyle olmadığı görülür. Bir bakterinin 2000 civarında geni vardır. Her bir gen ise 100 kadar harf (şifre) içerir. Bu da bakterinin DNA'sındaki bilginin en az 2 milyon harf uzunluğunda olması demektir. Bu ne anlama gelir? Bu hesaba göre tek bir bakterinin DNA'sının içerdiği bilginin, her biri 100.000 kelimelik 20 romana denk olması demektir.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Resimde şematik bir örneği görülen prokaryot hücreler, bakteri benzeri içlerinde çok fazla organel olmayan hücrelerdir. Böyle basit bir hücrenin evrimleşmesiyle, evrimcilerin iddia ettikleri gibi tüm canlıların ortaya çıkması elbette ki imkansızdır. İşte her bir bakterinin DNA'sında kodlu bu bilgilerdeki herhangi bir değişiklik, bakterinin tüm çalışma sistemini bozacak kadar önemlidir. Görüldüğü gibi bakterilerin gen şifrelerinde bir aksaklık olması, çalışma sistemlerinin bozulması, yani bakterilerin yaşayamamaları ve nesillerini devam ettirememeleri anlamına gelir. Bunun sonucunda da ekolojik denge zincirinin çok kritik bir halkası kopmuş ve canlılar alemindeki bütün dengeler altüst olmuş olur. Bu kompleks özellikler göz önüne alındığında evrim teorisinin iddia ettiği gibi bakterilerin ilkel hücreler olmadıkları anlaşılmaktadır. Dahası evrimcilerin iddiasındaki gibi, bakterilerin evrimleşerek bitki ve hayvan hücrelerine (ökaryotik hücrelere) dönüşmesi de her türlü biyoloji, fizik ve kimya kuralına aykırı bir olaydır. Bu imkansızlığı açıkça bilmelerine rağmen evrim teorisi savunucuları çaresizliklerinden uydurdukları bu tutarsız teorileri savunmaktan vazgeçmezler. Bununla birlikte bu teorilerinin tutarsızlığını da zaman zaman dile getirmekten geri duramazlar. Örneğin, ünlü yerli evrimcilerden Prof. Ali Demirsoy ilkel olduğu iddia edilen bakteri hücrelerinin ökaryotik hücrelere dönüşemeyeceğini şu sözleriyle itiraf etmektedir: Evrimde açıklanması en zor olan kademelerden biri de bu ilkel canlılardan, nasıl olup da organelli ve karmaşık hücrelerin meydana geldiğini bilimsel olarak açıklamaktır. Esasında bu iki form arasında gerçek bir geçiş formu da bulunamamıştır. Bir hücreliler ve çok hücreliler bu karmaşık yapıyı tümüyle taşırlar, herhangi bir şekilde daha basit yapılı organelleri olan ya da bunlardan birinin daha ilkel olduğu bir gruba veya canlıya rastlanmamıştır. Yani taşınan organeller her haliyle gelişmiştir. Basit ve ilkel formları yoktur.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] "Evrimci bir bilim adamı olan Prof. Ali Demirsoy'u bu derece açık itirafları yapmaya iten nedir?" sorusu akla gelebilir. Bu sorunun cevabı, bakteri hücresi ile bitki hücresi arasındaki büyük yapısal farklılıklara bakıldığında çok net bir şekilde verilebilir. Bunlar; 1. - Bakteri hücresinin hücre duvarı polisakarid ve proteinden oluşurken, bitki hücresinin hücre duvarı bunlardan tamamen farklı bir yapı olan selülozdan oluşur. 2. - Bitki hücresinde zarla çevrili, son derece kompleks yapılara sahip pek çok organel varken, bakteri hücresinde hiç organel yoktur. Bakteri hücresinde sadece serbest halde dolaşan çok küçük ribozomlar vardır. Bitki hücresindeki ribozomlar ise daha büyüklerdir ve zarlara bağlıdırlar. Ayrıca her iki ribozom tipi de farklı yolla protein sentezi gerçekleştirir.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] 3. - Bakteri hücresindeki ve bitki hücresindeki DNA'ların yapıları birbirlerinden farklıdır. 4. - Bitki hücresindeki DNA molekülü çift katlı bir zarla muhafaza edilirken, bakteri hücresindeki DNA molekülü hücre içerisinde serbest durmaktadır. 5. - Bakteri hücresindeki DNA molekülü biçim olarak kapalı bir ilmik görünümündedir yani daireseldir. Bitki hücresindeki DNA molekülü ise doğrusal biçimdedir. 6. - Bakteri hücresindeki DNA molekülünde oldukça az sayıda protein vardır. Ancak bitki hücresindeki DNA molekülü bir uçtan diğer uca kadar proteinlere bağlıdır. 7. - Bakteri hücresindeki DNA molekülü tek bir hücreye ait bilgi taşımaktayken, bitki hücresindeki DNA molekülü bitkinin tümüne ait bilgileri taşır. Örneğin meyveli bir ağacın kökleri, gövdesi, yaprakları, çiçekleri ve meyvesine ait tüm bilgiler, ağacın tüm hücrelerinin her birinin çekirdeğindeki DNA'da ayrı ayrı bulunmaktadır. 8. - Bazı bakteri türleri fotosentetiktir, yani fotosentez yaparlar. Ancak bitkilerden farklı olarak bakteriler hidrojen sülfit ile sudan ziyade başka bileşikleri kırar ve oksijen gazı salmazlar. Ayrıca fotosentetik bakterilerde (örneğin cyano bakterisinde) klorofil ve fotosentetik pigmentler kloroplast içinde bulunmazlar. Bunlar hücrenin içinde çeşitli zarların içine gömülü olarak dağılmışlardır. 9. - Bakteri hücresi ile bitki/hayvan hücresindeki mesajcı RNA'ların biyokimyasal yapıları birbirlerinden oldukça farklıdır.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Mesajcı RNA, 3 tip RNA arasında belki de en önemli olanıdır. Çünkü DNA direkt olarak protein sentezlemez. DNA, mesajcı RNA molekülünü sentezler ve mRNA polipeptid amino asitlerinin zincirleme olarak üretilmesi için gerekli bilgiyi içerir. Mesajcı RNA'nın taşıdığı bu bilgiler gerekli yere ulaşınca amino asitler ve proteinler üretilir. Hücrenin yaşayabilmesinde mesajcı RNA son derece hayati bir görev üstlenmiştir. Ancak mesajcı RNA hem ökaryotik (canlı hücrelerinde) hem de prokaryotik (bakteri hücrelerinde) hücrelerde aynı hayati görevi üstlenmiş olmasına rağmen, biyokimyasal yapıları birbirlerinden farklıdır. Science'ta yayınlanan bir makalesinde Darnell konuyla ilgili olarak şöyle yazmıştır: Mesajcı RNA oluşumunun biyokimyasında ökaryotlar ve prokaryotlar kıyaslandığında fark o kadar büyüktür ki prokaryot hücreden ökaryot hücreye evrim muhtemel değildir.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Yukarıda birkaç örneğini verdiğimiz bakteriler ve bitki hücreleri arasındaki büyük yapısal farklılıklar evrimci bilim adamlarını büyük çıkmaza sokmaktadır. Bazı bakterilerin ve bitki hücrelerinin sahip oldukları ortak yönler olmasına rağmen, bu yapılar genel olarak birbirlerinden oldukça farklıdırlar. Hatta bakterilerde hiç organel bulunmamasına rağmen, bitki hücrelerinde çok kompleks işlevlere sahip birçok organel bulunması bitki hücresinin bakteri hücresinden evrimleştiği iddiasını kesin olarak geçersiz kılmaktadır. Prof. Ali Demirsoy aşağıdaki sözleriyle bu durumu açıkça itiraf etmektedir: Karmaşık hücreler hiçbir zaman ilkel hücrelerden evrimsel süreç içerisinde gelişerek meydana gelmemiştir.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] EVRİMCİLERİN BU KONUDAKİ İDDİALARININ GEÇERSİZLİĞİ Bir bakteri hücresinden bitki hücrelerinin evrimleşmesi kesinlikle mümkün olmamasına rağmen, evrimci bilim adamları bu gerçeği görmezden gelmeye çalışarak birçok tartışmalı hipotezler ortaya atmışlardır. Ancak yapılan deneyler ortaya atılan bu hipotezleri çürütmektedir.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Bu hipotezlerden en popüler olanı "endosimbiosis" tezidir. Bu tez 1970 yılında Lynn Margulis tarafından ortaya atılmıştır. Margulis Ökaryotik Hücrelerin Kökeni isimli kitabında bakteri hücrelerinin ortak ve asalak yaşamları sonucunda bitki ve hayvan hücrelerine dönüştüklerini iddia etmektedir. Bu teoriye göre, bitki hücreleri bir bakteri hücresinin bir başka fotosentetik bakteriyi yutmasıyla ortaya çıkmıştır. Fotosentetik bakteri ana hücrenin içerisinde evrimleşerek kloroplast haline gelmiştir. Son olarak ana hücrede, her nasıl olduysa, çekirdek, golgi, endoplazmik retikulum ve ribozomlar gibi son derece kompleks yapılara sahip organeller evrimleşmiştir. Böylece bitki hücreleri oluşmuştur. Görüldüğü gibi evrimcilerin bu tezleri tamamen hayal ürünü olan bir senaryodan başka bir şey değildir. Bütün masalsı anlatımına rağmen, bu senaryo evrimciler açısından mutlaka ortaya atılması gereken bir senaryoydu. Çünkü evrimcilerin, hem bitki hücresi gibi kompleks bir yapının, hem de fotosentez gibi canlılar alemindeki en hayati reaksiyonun nasıl ortaya çıktığını bir şekilde açıklamaları gerekiyordu. Margulis'in bu teorisi, hücrenin sahip olduğu bir özelliğe dayandırıldığı için, diğer iddialardan daha avantajlı gibi görünüyordu. Bu yüzden Margulis'in ortaya attığı bu tez, çıkmaz içindeki pek çok evrimci bilim adamı tarafından bir can simidi olarak görüldü. Evrimciler bitki hücresinin bir özelliğine dayanarak bu teoriyi savundular. İşte bu özellik, hücrenin bütünü göz ardı edilerek tek başına ele alındığında, konu hakkında bilgisi olmayan kişileri aldatmaya elverişli bir özellikti. Fakat bu durum konu hakkında önemli çalışmalar yapan pek çok bilim adamı tarafından da çok yönlü olarak eleştirildi: Bu bilim adamlarına örnek olarak D.Lloyd[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL], Gray ve Doolittle[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL], Raff ve Mahler'i verebiliriz. Endosimbiosis tezinin dayandırıldığı özellik, hücre içerisindeki kloroplastların ana hücredeki DNA'dan ayrı olarak kendi DNA'larını içermesidir. İşte bu özellikten yola çıkarak bir zamanlar mitokondri ve kloroplastların bağımsız hücreler oldukları ileri sürülür. Ne var ki kloroplastlar detaylı olarak incelendiğinde, bu iddianın göz boyamaya yönelik bir senaryodan başka bir şey olmadığı görülür. Margulis'in endosimbiosis tezini geçersiz kılan noktalar şunlardır: 1. - Öncelikle kloroplastlar iddia edildiği gibi geçmişte bağımsız hücreler iken büyük bir hücre tarafından yutulmuş olsalardı bunun tek bir sonucu olurdu; o da, bunların ana hücre tarafından sindirilmesi ve besin olarak kullanılmasıdır. Çünkü söz konusu ana hücrenin dışarıdan besin yerine yanlışlıkla bu hücreleri aldığını varsaysak bile, ana hücre sindirim enzimleriyle bu hücreleri sindirirdi. Tabii bu durumu bazı evrimciler "sindirim enzimleri yok olmuştu" diyerek geçiştirebilirler. Ama bu, açık bir çelişkidir. Çünkü eğer hücrenin sindirim enzimleri yok olmuş olsaydı bu kez beslenemediği için ölmesi gerekirdi. 2. - Yine, tüm imkansızların gerçekleştiğini kloroplastın atası olduğu iddia edilen hücrelerin ana hücre tarafından yutulduğunu varsayalım. Bu kez karşımıza başka bir problem çıkar: Hücre içerisindeki bütün organellerin planı DNA'da şifre olarak bulunmaktadır. Eğer ana hücre yuttuğu diğer hücreleri organel olarak kullanacaksa onlara ait bilgiyi de DNA'sında şifre olarak önceden bulunduruyor olması gerekirdi. Hatta yutulan hücrelerin DNA'ları da ana hücreye ait bilgilere sahip olmalıydı. Böyle bir durumun gerçekleşmesi ihtimalinin olmamasının yanı sıra hücrenin DNA'sıyla, yutulan hücrelerin DNA'larının birbirlerine sonradan uyum sağlamaları da mümkün değildir. 3. - Hücre içinde çok büyük bir uyum vardır. Kloroplastlar ait oldukları hücreden bağımsız hareket etmezler. Kloroplastlar protein sentezlemede ana DNA'ya bağımlı olmalarının yanında çoğalma kararını da kendileri almazlar. Bir hücrede tek bir tane kloroplast ve tek bir tane mitokondri yoktur. Sayıları birden fazladır. Tıpkı diğer organellerin yaptığı gibi bunların sayıları hücrenin aktivitesine göre artar ya da azalır. Bu organellerin kendi bünyelerinde ayrıca bir DNA bulunmasının özellikle çoğalmalarında çok büyük faydası vardır. Hücre bölünürken, çok sayıdaki kloroplast da ayrıca ikiye bölünerek sayılarını 2'ye katladıklarından, hücre bölünmesi daha kısa sürede ve seri olarak gerçekleşir. 4. - Kloroplastlar bitki hücresi için son derece hayati önemi olan güç jeneratörleridir. Eğer bu organeller enerji üretemezlerse, hücrenin pek çok fonksiyonu işleyemez. Bu da canlının yaşayamaması demektir. Hücre için bu derece önemli olan bu fonksiyonlar kloroplastlarda sentezlenen proteinlerle gerçekleştirilir. Ancak kloroplastların bu proteinleri sentezlemek için kendi DNA'ları yeterli değildir. Proteinlerin büyük çoğunluğu hücredeki ana DNA kullanılarak sentezlenir.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Böyle bir uyumu deneme-yanılma metoduyla elde etmeye çalışırken DNA üzerinde meydana gelebilecek değişikliklerin ne gibi etkileri olabilir? Bir DNA molekülünün üzerinde meydana gelebilecek herhangi bir değişiklik kesinlikle canlıya yeni bir özellik kazandırmaz, aksine sonuç kesinlikle zarardır. Mahlon B. Hoagland, Hayatın Kökleri adlı kitabında bu durumu şu sözleriyle açıklamıştır: Evrimcilerin bitki hücrelerinin oluşumuna getirdikleri açıklama kısaca bu şematik anlatımla özetlenebilir. Hatırlayacaksınız, hemen hemen her zaman bir organizmanın DNA'sında bir değişikliğin olması onun için zararlıdır; başka bir deyişle yaşamını sürdürebilme kapasitesinde azalmaya yol açar. Bir benzetme yapalım: Shakespeare'in oyunlarına rasgele eklenen cümlelerin onları daha iyi yapması pek olası değildir... Temelinde DNA değişiklikleri ister mutasyonla, ister bizim dışarıdan bilerek eklediğimiz yabancı genlerle olsun, yaşamı sürdürebilme şansını azaltma özelliklerinden dolayı zararlıdır.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Evrimcilerin öne sürdükleri iddialar bilimsel deneylere ve bu deneylerin sonuçlarına dayanılarak ortaya atılmamıştır. Çünkü bir bakterinin başka bir bakteriyi yutması gibi bir olay hiçbir şekilde gözlenmemiştir. Whitfield, Book Review of Symbiosis in Cell Evolution adlı kitabında bu durumu şöyle ifade etmektedir. Prokaryotik endosimbiosis (yutma) belki de tüm Endosimbiotik teorinin dayandığı hücresel mekanizmadır. Eğer bir prokaryot bir diğerini içine alamaz ise endosimbiozun nasıl kurulduğunu tahmin etmek güçtür. Maalasef, Mangulia ve endosimbioz teori için hiçbir modern örnek yoktur.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Bundan başka bunun bilimsel bir iddia olmadığını, How Life Began adlı kitabında L.R.Croft da şöyle ifade etmektedir: Bir bakterinin başka bir bakteriyi yutması hiçbir şekilde gözlemlenmemişken, böyle bir iddiada bulunmak hiçbir şekilde bilimsel değildir. Kaldı ki kloroplast, ribozom, mitokondri, lizozom gibi organeller hücre dışına alınarak birbirlerinden ayrıldıklarında yaşayamamaktadırlar.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] |