Seversintabi.com Türkiye'nin En Büyük Forumu Bence Seversin Tabi
 

Go Back   Seversintabi.com Türkiye'nin En Büyük Forumu Bence Seversin Tabi > Yaşamın İçinden > Bitkiler Dünyası
Yardım Topluluk Takvim Bugünki Mesajlar Arama

gaziantep escort gaziantep escort
youtube beğeni hilesi
Cevapla

 

LinkBack Seçenekler Stil
  #1  
Alt 8 February 2009, 19:26
Senior Member
 
Kayıt Tarihi: 21 September 2008
Mesajlar: 15,180
Konular:
Aldığı Beğeni: 0 xx
Beğendiği Mesajlar: 0 xx
Standart Kara Bİtkİlerİnİn Atasi Olduklari İddİa Edİlen Algler

KARA BİTKİLERİNİN ATASI OLDUKLARI İDDİA EDİLEN ALGLER
Hayali evrim senaryosuna göre alglerin yani su yosunlarının, kara bitkilerinin ataları oldukları ve bunların ilk defa 450 milyon yıl önce Paleozoik Dönemde evrimleştikleri öne sürülür. Ne var ki yine son yıllarda ortaya çıkan fosiller evrimcilerin yazdıkları tüm senaryoyu, çizdikleri evrim ağaçlarını bozmuştur.
Resimde görülen yeşil algler, tek hücreli ya da çok sayıda hücreye sahip olan ve fotosentez yapabilen organizmalardır

1980 yılında Avustralya'nın batısında 3.4-3.1 milyar yaşında fosilleşmiş resif kalıntıları bulunmuştur.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL] Bunlar mavi-yeşil alglerden ve bakteriyi andıran organizmalardan oluşmuşlardı. Bu buluş, evrimcileri daha büyük kaosa sürükledi. Çünkü hayali evrim ağaçları da yıkılmıştı. Bu ağaca göre alglerin de 410 milyon yıl önce Palezoik dönemde ortaya çıkmış olmaları gerekiyordu. Bu konuda bir diğer ilginç nokta da, bulunan en eski alg fosillerinin tıpatıp bugünkü kompleks alg yapılarına sahip olmalarıdır. Bu konuda çalışma yapan bilim adamları durumu şöyle ifade etmişlerdir:
Daha da ilgi çekici olan, pleurocapsalean alg ile modern pleurocapsalean algin hemen hemen birbirlerine denk olduklarının ortaya çıkmasıdır.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
Bugüne kadar bulunabilmiş en eski fosiller, çekirdeksiz algler türünden mineraller içindeki fosilleşmiş cisimlerdir ve bunların üç milyar yıldan daha uzun bir geçmişleri vardır. Ne kadar ilkel olurlarsa olsunlar, bunlar bile oldukça karmaşık ve ustaca organize edilmiş yaşam biçimlerini temsil etmektedirler.[Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]
Tabii bu noktada akla, evrimcilere sorulacak şu soru gelmektedir:
100-150 milyon gibi bir sürede, sayısız çeşitte kara bitkisinin alglerden türediğini iddia eden evrim teorisi, neredeyse 1 milyar yıl önceki alglerle bugünkü alglerin tıpatıp aynı yapıda olmalarını nasıl açıklamaktadır?
Evrim teorisi savunucuları bu ve bunun benzeri pek çok soruyu görmezden gelmekte ve gerçeklerden kaçmaya çalışmaktadırlar.
Alglerin veya su yosunlarının evrimi hikayesinin bir başka açmazı da, prokaryotik algin mi ökaryotik algden evrimleştiği, yoksa ökaryotik algin mi prokaryotik algden evrimleştiğidir. Bu konuda evrimciler kendi aralarında bir çelişki yaşamaktadırlar. Algin cinsine karar verememektedirler. Bu noktada öncelikle hücre türlerini genel olarak incelemekte fayda vardır.
Prokaryot hücreler bakteri benzeri, içlerinde organel olmayan hücrelerdir. Ökaryot hücreler ise bitki ve hayvan hücreleri olup, prokaryotlardan daha kompleks yapılı hücrelerdir. Evrim teorisi ilk başta ökaryotik hücrenin prokaryot hücreden evrimleştiğini iddia etmekteydi. Ancak bunun imkansız olduğunun anlaşılması üzerine evrimciler bu sefer de ağız değiştirerek tersini savunmaya çalıştılar. Fakat bu iddiaları da bir spekülasyondan öteye geçemedi. Bu konuda evrimcilerin içine düştükleri çelişkiyi kendisi de bir evrimci olmasına rağmen Robert Shapiro şöyle itiraf eder:

Evrimciler önce sol üstte görülen sabit yapılı prokaryot hücrenin evrimleşmesiyle sol altta görülen kompleks yapılı ökaryot hücrenin ortaya çıktığını ve canlıların oluştuğunu iddia etmişlerdir. Bu iddiaların gerçekleşmesinin imkansız olduğunu anladıklarında ise bu sefer işlemin tam tersinin gerçekleştiğini savunmaya başlamışlardır.
Prokaryotik algden ökaryotik alge geçiş oldukça fazla sorgulandı, çünkü geçiş o kadar karışıklık dolu ve o kadar zıtlık içeriyordu ki birçok modern biyolog bu konuyla ilgilenmedi ve sonradan tamamen vazgeçtiler. Çelişkiler o kadar büyüktü ki bazı araştırmacılar daha sonra ökaryotların prokaryotlardan değil de, prokaryotların ökaryotlardan evrimleştiğini iddia ettiler. Fosil kayıtları ise daha açık değildi. Prokaryot fosillerinin pre-kambriyen kayalarda mevcut olduğu açıktı ama onların kökeni ile ilgili zaman ya da şartları bilmiyoruz. [Link'i Görebilmeniz İçin Kayıt Olunuz.! Kayıt OL]

ALGLERİN KARAYA GEÇEREK BUGÜNKÜ KARA BİTKİLERİNE DÖNÜŞTÜKLERİ İDDİASI
Senaryonun ilerleyen bölümlerine göre, su yosunları denizlerdeki gel-gitler sonucunda deniz kıyılarına tutunurlar ve bir süre sonra kara bitkilerine dönüşerek kıyılardan içerilere doğru ilerlerler. Acaba evrimcilerin bu hayali varsayımı gerçeğe ne kadar yakındır? Birlikte inceleyelim.
Su yosunlarının karaya geçmeleri durumunda yaşamalarını imkansız kılacak çok sayıda etken vardır. Bunlardan en önemlilerine kısaca bir göz atalım:
1-Kuruma Tehlikesi: Suda yaşayan bir bitkinin karada yaşayabilmesi için öncelikle yüzeyinin fazla su kaybından korunması gerekmektedir. Aksi takdirde bitki kuruyacaktır. Kara bitkileri, kurumadan korunmak için özel sistemlerle donatılmışlardır. Bu sistemlerde çok önemli detaylar vardır. Örneğin bu koruma öyle bir yolla yapılmalıdır ki oksijen ve karbondioksit gibi önemli gazlar hiçbir engelle karşılaşmadan bitkinin içine girip, dışarı çıkabilmelidir, aynı zamanda buharlaşmanın sağlanması da önlenmelidir. Böyle hassas bir sistemin tesadüfen oluşması ihtimal dışıdır, imkansızdır. Eğer böyle bir sistem bitkide yoksa, bitkinin bu sistemin gelişmesini bekleyecek milyonlarca yıl zamanı da yoktur. Böyle bir durumda bitki bir süre sonra kurur ve ölür. Kaldı ki bu çok özel sistemler, milyonlarca ve milyarlarca yıl geçse de tesadüfen oluşamayacak kadar kompleks sistemlerdir.
2-Beslenme: Su bitkileri, ihtiyaçları olan suyu ve mineralleri direkt olarak içinde bulundukları sudan alırlar. Dolayısıyla karaya çıkıp, yaşamaya çalışan bir su yosununun beslenme problemi ortaya çıkacaktır. Bunu halletmeden yaşamını sürdürmesi ise imkansızdır.
3-Üreme: Su yosununun karadaki kısa ömrü sırasında üremek için herhangi bir şansı da olamaz. Çünkü su yosunları her türlü işlerinde olduğu gibi, üreme hücrelerini dağıtma işleminde de suyu kullanırlar. Karada üreyebilmeleri için kara bitkilerinde olduğu gibi çok hücreli üreme organlarına sahip olmaları gereklidir. Karadaki bitkilerin üreme hücreleri, kendilerini kurumaktan koruyucu hücrelerle kaplanmışlardır. Kendini karada bulan bir su yosununda bu üreme organları olmadığı için, kendi üreme hücreleri kuruma tehlikesine karşı hiçbir şekilde korunamayacaklardır.
4-Oksijenin yıkıcı etkisinden korunma: Karaya geçtiği iddia edilen su yosunu oksijeni o ana kadar suda çözünmüş olarak almıştır. Evrimcilerin iddiasına göre karaya geçtiği anda oksijeni daha önce hiç karşılaşmadığı bir biçimde, yani havadan direkt olarak almak zorundadır. Bilindiği gibi normal şartlar altında havadaki oksijenin organik maddeler üzerinde yıkıcı etkisi vardır. Karada yaşayan canlılar bu etkiden zarar görmemelerini sağlayacak sistemlere sahiptirler. Su yosunu ise, bir su bitkisidir, dolayısıyla oksijenin olumsuz etkilerinden korunmak için gerekli olan enzimlere sahip değildir. Bu yüzden karaya geçtiği anda oksijenin zararlı etkisinden kurtulması mümkün değildir. Böyle bir sistemin oluşmasını beklemesi gibi bir durum da söz konusu değildir. Karaya çıkan bir su yosunu zaman içinde kuruyarak yok olacaktır.
Evrim teorisinin bu iddiaları farklı açılardan da ele alındığında mantık bozuklukları ile karşılaşılacaktır. Örneğin su yosunlarının yaşadıkları ortamları düşünelim. Evrimciler tarafından su yosunlarının terk ettikleri iddia edilen sular, yosunların yaşamalarını sağlamak için sınırsız imkanlar sunmaktaydı. Örneğin, sular onları aşırı sıcaklardan koruyup izole etmekte, ihtiyaçları olan inorganik mineralleri sağlamaktaydı. Aynı zamanda da fotosentez yoluyla güneş ışınlarını emerek, suda çözünen karbondioksitten kendi karbonhidratlarını (şeker ve nişasta) yapmalarına izin vermekteydi. Kısaca su, su yosunlarının hem fiziksel özellikleri hem de fonksiyonlarını gerçekleştiren sistemleri için son derece ideal bir ortamdı. Yani su yosunlarının yaşamlarını çok rahat bir şekilde devam ettirdikleri sulardan çıkıp karaya geçmelerini gerektirecek hiçbir durum yoktu. Kaldı ki yosunların genel yapıları da karada yaşamaya uygun değildi.
Bu durumu tıpkı bir insanın, yeryüzünde yaşayabileceği ideal bir ortam olmasına rağmen (solunum, beslenme, üreme, yerçekimi vb. tüm koşullar) yeryüzünü terk edip uzayda başka bir gezegende yaşamaya çalışmasına benzetebiliriz. İnsan ancak şu anki ideal dünya koşullarında yaşayabilecek bir yapıya sahiptir. Dünyayı terk edip başka bir gezegene gittiği andan itibaren yaşaması mümkün değildir. Bunun gerçekleşmesi ne kadar imkansızsa aynı şekilde su yosununun da suyu terk ederek karada yaşamaya başlaması o kadar imkansızdır.
Bu gerçekler karşısında evrimciler klasik tezleri olan, su yosunlarının kendilerini karada yaşamaya göre adapte ettikleri fantezisini öne süreceklerdir. Oysa, çok açıktır ki bir yosunun, karaya geçme gibi bir eyleme karar vermesi, bunun için gerekli fizyolojik değişiklikleri kendi organizmasında gerçekleştirmesi, ardından da karaya geçmesi normal bir akla sahip herkesin ne derece imkansız ve saçma olduğunu rahatlıkla görebileceği bir fantezidir. Canlılar içinde en üstünü olan, akıl, şuur, irade sahibi insanın bile, farklı bir ortamda yaşamasını sağlayacak herhangi bir değişikliği kendi bedeninde gerçekleştirmesi mümkün değildir. Örneğin bir insanın havada uçmak istediğinde, kendinde kanat oluşturması ya da suda yaşamak istediğinde akciğerlerini solungaca dönüştürmesi mümkün değildir.
Burada söz konusu olan ise hiçbir akla, bilince, iradeye, karar verme, yargılama, değerlendirme yeteneğine sahip olmayan, kendi organizması üzerinde hiçbir değişiklik ya da müdahaleye güç yetiremeyecek olan bir "yosun"dur. Ancak ne ilginçtir ki evrimciler kendi teorilerine sadık kalma uğruna ve küçük düşme pahasına, bir yosuna bile tüm bu özellikleri atfedecek bir mantık bozukluğu içine düşmektedirler.
Görüldüğü gibi bir su yosununun karaya geçme ve karada yaşama gibi bir şansı yoktur. Karaya çıktığı ilk anda, karada yaşayan bir bitki gibi, rahatça yaşayabilmesi için kusursuz işleyen pek çok mekanizmaya sahip olması gereklidir. Bu mekanizmalara sahip olabilmesi için de bu özelliklerin kendi DNA'sında en başından kayıtlı olması gerekmektedir. 1800'lü yılların sonuna doğru ünlü biyolog Gregor Mendel yaptığı çalışmalarda bitkileri kullanarak canlılardaki kalıtım kanunlarını ortaya çıkarmış, bitkilerin ve diğer canlıların özelliklerinin kromozomlar yoluyla yeni nesillere taşındığını ortaya koymuştur. Yani her canlı türü kendi DNA'sında kendi özelliklerini nesilden nesile korumaktadır.
Sonuçta ortaya çıkan gerçek şudur: Bir su bitkisinin ne kadar süre geçerse geçsin, şartlar ne olursa olsun bir kara bitkisine dönüşmesi imkansızdır.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla




Saat: 11:31


Telif Hakları vBulletin® v3.8.9 Copyright ©2000 - 2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
gaziantep escort bayan gaziantep escort
antalya haber sex hikayeleri Antalya Seo tesbih aresbet giriş vegasslotguncel.com herabetguncel.com ikili opsiyon bahis vegasslotyeniadresi.com vegasslotadresi.com vegasslotcanli.com getirbett.com getirbetgir.com
ankara escort ankara escort ankara escort bayan escort ankara ankara escort çankaya escort ankara otele gelen escort eryaman escort eryaman escort eryaman escort kızılay escort çankaya escort kızılay escort ankara eskort
mecidiyeköy escort

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 PL2