#1
|
||||
|
||||
Bâkî
16.yy Divan edebiyatının ünlü şairlerinden Bâkî (gerçek adı Abdülbâkî Mahmud'dur), 1526'da doğdu. Fatih Camii'nde görevli yoksul bir müezzin olan babası Mehmed Efendi tarafından, çocukluğunda saraç çıraklığına verildi. Bâkî, bu işi bırakıp genç yaşta medreseye girmeyi başararak çağının tanınmış bilginlerinden ders aldı. Medrese öğreniminin yanı sıra edebiyatla da ilgilendi; yazdığı şiirlerle dönemin ünlü ozanlarından Zatî'nin ilgisini çekti, dostluğunu kazanarak söyleşilerine katıldı. Yaşının üstünde bir olgunlukla kaleme aldığı kaside ve gazelleriyle ünü kısa sürede yayıldı.
1554'te Nahcivan seferinden dönen Kanunî Sultan Süleyman'a sunduğu kasidesi padişah tarafından çok beğenilen Bâkî, 1555 yılında hocası Kadızade Şemseddin Efendi Halep kadılığına atanınca, onunla birlikte gitti, bir yıl sonra da İstanbul'a döndü. Şiirden hoşlanmayan Rüstem Paşa'nın ölümünden sonra sadrazam olan Semiz Ali Paşa dönemi, Bâkî için parlak bir dönemin başlangıcı oldu. 1561'de danişmentliğe, 1563'te müderrisliğe atandı. Yıllarca Kanunî Sultan Süleyman'ın koruduğu Bâkî, padişahın ölümünden duyduğu acıyı, Kanunî Sultan Süleyman Mersiyesi'yle dile getirdi. Selim II tahta çıkınca, hemen onun için bir "cülüs kasidesi" yazdı ama, bunun bir etkisi olmadığı gibi, birkaç ay sonra Muradpaşa medresesindeki görevinden de alındı. 1569'da yeniden aynı medresenin müderrisliğine getirildi ve Sokullu Mehmed Paşa'dan destek gördü. Murad III'ün tahta çıkmasından sonra Süleymaniye (1575) ve Selimiye (1576) müderrisliğine getirilen Bâkî, 1579-1585 yılları arasında sırasıyla, Mekke, Medine ve İstanbul kadılıklarında bulundu.1585-1587 yılları arasında Anadolu Kazaskerliği yaptı. 1587'de bu görevden alındı ama, 1590'da aynı göreve yeniden getirildi; üç ay sonra da emekli oldu. 1595'te Mehmed III'ün tahta çıkmasından sonra, şeyhülislam olmak için çok uğraştıysa da bu isteğini gerçekleştiremeden, 1600 yılında hastalanarak öldü. Yeteneğini, bilgisini düzenli bir çalışma yöntemiyle birleştiren Bâkî, daha on dokuz yaşındayken usta bir şair olduğunu kanıtlamıştı. Yaşamı Osmanlı İmparatorluğu'nun görkemli çağında geçen ozanın kaygısız, eğlenceli günlerinin izleri, şiirlerine de yansımıştır. Engin bir din bilgisi olmasına karşın, dinsel konulardan uzak kalan Bâkî'nin şiirlerinin özünü, yaşamın güzellikleri ile bu güzellikleri yitirme duygusu oluşturur. Saray çevresinde konuşulan dili, büyük bir ustalıkla kullandığı aruz vezniyle kaynaştırmayı bilmiş, sözcükleri, dilin doğal yapısını zorlamadan dizeler içinde eritmede başarılı olmuştur. Şiirlerinde coşkunluğa yer vermeyen, durgun ve sessiz bir söyleyişin güzelliğini yakalayan Bâkî'ye verilen Sultan-üş Şuara unvanı, güçlü üslubunun, incelikli imge gücünün yanı sıra, bir bakıma, dile olan egemenliğinden kaynaklanır. O şiirleriyle İran şiiri seviyesini geçmiştir. Kasideler de yazmış olan şairin, Divan'ının büyük bölümünü ses ve söz oyunlarıyla bezediği gazeller oluşturur. Divan edebiyatının en güçlü temsilcilerinden biri olan Bâkî, kendinden sonra gelen birçok şairi etkilemiştir. Divan dışında, Arapça'dan yaptığı çeşitli çevirileri vardır. |