#1
|
||||
|
||||
Düşünen sahip olduğu nimetin farkına varır
İsa aleyhisselam bir ağacın altında dua eden birini gördü Dikkatlice baktığında adamın ayakları yürümeyen bir kötürüm olduğunu anladı İki gözü de görmüyordu Vücudunda ise baras hastalığı olduğu anlaşılıyordu Ama adam bütün bunlara rağmen ellerini kaldırmış mutluluktan uçacakmış gibi dua ediyordu:
– Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun! Hazret-i İsa kötürüm adama yaklaştı: – Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor Bedenin de sıhhatli görünmüyor? Buna rağmen çoğu zenginlere verilmeyen nimetlerin sana verildiğini düşünmekte, bunun için de büyük bir mutlulukla şükretmektesin Hangi nimettir nice zenginlere verilmediği halde sana verilen? Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana yönelen kötürüm adam dedi ki: – Efendi! Allah bana öyle bir kalp vermiş ki, o kalple Onu tanıyorum Öyle de bir dil vermiş ki, o dille de ona şükrediyorum Halbuki, dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kalbinde Onu tanıma sevinci, dilinde de Ona şükretme mutluluğu yoktur Ama gel gör ki, ayakları topal, gözleri kör, bedeninde hastalıklar bulunan bu kötürüm adama Rabbim, bu sevgiyi ihsan eylemiş, bu nimetin farkına varma tefekkürünü nasip eylemiş İşte bunu düşününce kendimi tutamıyor da: – Nice zenginlere vermediği nimeti bana veren Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun! Diye teşekkürden kendimi alamıyorum Kafa gözü kapalı da olsa kalp gözü açık olan bu adama yaklaşan İsa aleyhisselam: – Ver şu elini öyle ise! diyerek elinden tutar, eğilerek görmeyen gözlerinden öper Peygamberin dudaklarının değdiği gözler anında açılır Karşısındakinin İsa aleyhisselam olduğunu görünce heyecanlanan adam: – Sen şu ölüleri dirilten, hastalara şifalar bahşeden mucizelerin sahibi Peygamber değil misin? der İsa Peygamber: – Belli olmuyor mu? deyince: – Gözlerimden belli oluyor da ayaklarımdan henüz belli değil, der Tebessüm eden Hz İsa: – Sen hele bir ayağa kalkmayı dene! Deyince, silkinen kötürüm adam dimdik ayağa kalkar Ayakları üzerine dikilebildiğini anlayınca söylediği ilk sözü şu olur: – Ey Allahın Nebisi, sendeki bu mucizeler de O’ndan değil mi? Öyle ise izin ver de geç kalmayayım, O’na şükredeyim, diyerek hemen yere iner, başını secdeye koyar ve der ki: – Rabbim! Seni tanıyan bir kalple, şükreden bir dil nimetinin şükrünü yapmaktan acizken, şimdi gören bir çift gözle, yürüyen iki de ayak da lütfettin Artık bilemiyorum nasıl şükretmem gerekiyor bu eşsiz nimetler karşısında? Bu sırada çevreden toplanan halk, gösterdiği bu mucizelerden dolayı İsa aleyhisselamın elini öpmek isterler Ama Allahın Nebisi işaret eder: – Benim değil secdedeki şu kötürüm adamın elini öpün! Derler ki: – Onu secdeye indiren nimetlere biz baştan beri sahibiz Ama hiç birimiz onun duyduğu gibi bir mutluluk duymadık – Öyle ise, der, tefekkür edin, siz de düşünün Sözünü şöyle bağlar Allahın Nebi’si: – Düşünen sahip olduğu nimetin farkına varır Düşünmeyen ise kendisini mahrumiyette sanır! Abdülkadir Geylâni hazretleri küçük yaşta iken, bir arefe günü çift sürmek için tarlaya gitti Bir öküzün kuyruğuna tutunup ardından giderek oynuyordu O anda bir ses işitti: ''Ey Abdülkâdir! sen bunun için yaratılmadın ve bunlarla emir olunmadın''! Bu ses, Abdülkâdir Geylâni hazretlerini korkuttu Eve gelince dama çıktı Hacıları gördü Arafat'ta vakfeye durmuşlardı -Anneciğim! bana izin ver de Bağdat'a gidip, ilim öğreneyim Sâlihleri, evliyâyı ziyaret edeyim Annesi de dedi ki: -Ey benim gözümün nûru ve gönlümün tâcı evladım, Abdülkâdir'im! senin ayrılığına dayanamam Sensiz ben ne yaparım? Bu bakımdan müsâade edemiyorum Abdülkâdir-i Geylâni Hazretleri, tarlada olan bitenleri anlattı Annesi ağladı Kalkıp babasından miras kalan 80 altını alıp, kırkını kardeşine ayırdı Kırkını da bir keseye koydu ve keseyi elbisesinin koltuğuna dikti Sonra oğlunun gözlerinin içine bakarak dedi ki: -Ey benim gözümün nuru ve gönlümün tacı evlâdım, Abdülkâdir'im! Hak teâlânın rızâsı için olmasaydı katiyyen bırakmazdım Huzur ve esenlik içinde sefere çık! Yolun açık olsun! seninle belki ebedi olarak ayrılıyoruz Sana son olarak nasihatım şudur ki:''Eğer beni memnun etmek istiyorsan, hiçbir zaman yalan söyleme , doğruluktan asla ayrılma! Allahü teâlâ her zaman ve her yerde doğrularla beraberdir'' Abdülkâdir-i Geylâni hazretleri annesine söz verdi ve ağlayarak elini öptü Bağdat'a gitmek üzere bulunan bir kervana rastgeldi ve aralarına katıldı Hemedan'ı geçmişlerdi Bir müddet yol aldılar Arz-ı Tetrenk denilen mahalle geldiklerinde kervanda bir bağırıp, çağırma koptu Önlerine aniden bir sürü eşkıya çıkıp kervana saldırdılar Bir anda sandıklar yere yıkıldı Eşyalar yağma edilmeye başlandı Eşkıyalar, kervandakilere birer birer sual edip, üzerlerinde her ne buldularsa aldılar Sıra Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerine geldi Eşkıyalardan biri latife olsun diye bunu önüne çekip sordu: -Fakir çocuk, söyle bakalım senin neyin var? -Üzerimde yanlız 40 altınım var Eşkıya inanmamıştı Bırakıp gitti İkinci bir harâmi sual edip, o da aynı cevabı alınca vaziyeti reislerine bildirdiler ''Bu çocuk 40 altınım var'' diyor dediler Bu defa da reisleri sordu: -Senin üzerinde ne var? -Hırkamda dikili 40 altınım var Reisleri adamlarına dönerek dedi ki: -Açın bakın, bakalım! Adamları üstünü aradılar, içinde 40 altın bulunan keseyi bulup reislerine verdiler Eşkıya reisi hayretle sordu: -Peki evlât, sen neden üzerinde altın olduğunu söyledin? Abdülkâdir-i Geylâni hazretleri dedi ki:: -Ben evden ayrılırken anneme asla yalan söylemiyeceğime söz vermiştim 40 altın için sözümü bozar mıyım? Bu sözleri duyup hakikate şahit olan eşkıya başının gözleri yaşardı Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin hakikat dolu gözlerine bakıp onunla kendi yaşını ölçtü Kendisinin bu yaşa kadar nice hiyanet ve zulümler işlediğini, birgün Hakka yönelmediğini acı acı düşündü ve o güne kadar yaptıklarından pişman olup, ellerini başına vurarak şöyle haykırdı: -Eyvah! biz de Allahü teâlâ söz vermiştik::Bunca zamandır şeytana uyup ahdimizi bozduk Fenalık yaptık Yarın Hak huzurunda acaba bizim halimiz ne olacak? Sonra arkadaşlarına dönerek dedi ki: -Ey arkadaşlarım! Bana bakınız, beni dinleyiniz! Ben, bunca senedir Hak teâlâ karşı olan ahdimi bozdum O'na isyan ettim İçimden gelen bir pişmanlıkla bütün günahlarıma tövbe ile Rabbimin yoluna iltica ediyorum Bundan böyle inşaallah, Hak teâlânın râzı ve hoşnut olmadığı bir şeyi yapmıyacağım Reislerine pek ziyade bağlı olan eşkıyalar hep bir ağızdan dediler ki: -Efendimiz, reisimiz! Biz de sizden ayrılmayız Eşkıyalıkta reisimizdin, hidâyette de reisimiz ol! Bunun üzerine kervan ehlinden ne alınmışsa sahiplerine iâde edildi Bir sürü eşkıya Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin önünde tövbe etti Kendisi tekrar yoluna devam ederek Bağdat'a vardı |