#71
|
|||
|
|||
Cvp: Önemli ŞairLerimiz
Göktürk Mehmet Uytun ( 27.09.1935)
27 Eylül 1935 tarihinde Tunceli�nin Çemişgezek ilçesinde doğan Uytun, Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitüsü�nü 1957 yılında bitirmişti. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Talim Terbiye Kurulu�nda uzman (1964- 74), okul müdürü (1974-1979), Başbakanlık Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü�nde Personel ve Eğitim Şube Müdürü (1980-1990) görevlerinde bulunmuştu. Son görev yaptığı yerden emekli oldu. Emeklilikten sonra Ankara�da eşiyle birlikte bir çocuk yuvası kurup yöneten Uytun, hayata çocuk gözüyle bakan bir yapıya sahipti.2001 yılında vefat etti. ESERLERİ Önemli kitaplar Göktürk Mehmet Uytun�un edebiyatın değişik türlerinde ama ağırlıklı olarak çocuk edebiyatına yönelik kitapları vardı. İşte Mehmet Uytun�un ardından kalan şiir kitapları: Okul Şiirleri (1960), Yıllardan sonra (1964), Bir Yağmur Sonrası (1969), Sanadır Şarkılarım (1974), Türkiyem (1976), Kader (1994); Diğer Eserleri: Boş Yuva (1964), Vatan Sağolsun (1964), Kaplumbağa ile Kurbağa (1967), Öksüz Ali (1967), Resimli Malazgirt Şiirleri Antolojisi (1971), Ayşecik ve Minik Kuş (1974), Kır Gezisi (1991), Osman Gazi�nin Rüyası (1991), Zeynep Öğretmen (1991), Arif Nihat Asya (1993), Tekerlemeler (1993), Çocuk ve Tabiat (1993), Şiirimizde Çocuk (1994),Göynük ve Akşemseddin (1993), Şiirimizde Öğretmen (1996), Şiirimizde Bayrak (1996), Şiirimizde Çevre (1996), At Hırsızları (1997) HAKKINDA YAZILANLAR Çocuk yüreği durdu Mehmet Nuri Yardım Türkiye 10 Temmuz 2001 Ölüm mutlak ve herkes için muhakkak. Ne var ki, toplumu için çırpınan, iz bırakan ve eser veren yazarların ölümü daha acı oluyor. Son kaybımız çocuk edebiyatımızın günümüz temsilcilerinden Göktürk Mehmet Uytun oldu. Yakalandığı amansız hastalığa 66 yaşında yenik düşerek bizlere veda eden Uytun, Ankara Gazi Hastanesi�nde bir kaç aydan beri tedavi görüyordu. Bir milli ses Göktürk Mehmet Uytun, oldukça bâkir olan çocuk edebiyatı alanında eserler verdi. İlk yazısı Elazığ gazetesinde, ilk şiiri 1957�de Toprak dergisinde yer aldı. Yazı çalışmalarını Toprak, Orkun, Türk Yurdu, Serdengeçti, büyük Doğu, Hareket, sahipliğini yaptığı Çemişgezek, Tohum, Türk Edebiyatı, Doğuş Edebiyat, Diyanet, Güneysu ile bunların dışındaki 70 cıvarındaki dergide yayınladı. Oldukça üretken bir kimliğe sahip olan Uytun, Çocuk Gazetesi�ni çıkardı, Şeker Çocuk dergisinin de ilk sayılarını yayına hazırladı. Bunların dışındaki şiir ve yazıları 60 civarındaki gazetede yer aldı. 1973�te Son Havadis gazetesinin, 1981�de Gülpınar dergisinin, 1984�te Türkiye Şairler ve Şiirseverler Derneği�nin, 1986�da Eskişehir Valiliği�nin, 1978�de Kandil Çocuk dergisinin, 1989�da İLESAM ve Keçiören Polikiliniği gazetesinin yarışmalarında çeşitli ödüller kazandı. Göktürk Mehmet Uytun, çocuk yazarlarının Ankara ayağını temsil ediyordu. Başkentteki çocuk edebiyatına yüreğini adayan şair ve yazarlarla birlikte Çocuk Edebiyatçıları Birliği�ni kurmuştu. Bu birliğin kurucuları arasında Mahir Adıbeş, Rıfkı Kaymaz, Erbay Kücet, Fahrettin Bozdağ, Asuman Bozdağ, Yılmaz Erdoğan, Zeki Gürel ve Üzeyir Gündüz de bulunuyordu. Uytun, bu topluluğun ağabeyi konumundaydı. Topluluk her ne kadar basın yayın organlarının lakayt tutumu ile adını duyuramadıysa da adı geçen her yazar ve şair ferdî çalışmalarla çocuk edebiyatımızın zenginleşmesine katkıda bulundular ve yeni ürünlerle renklenmesine büyük bir gayret gösterdiler. Uytun ve Sayın; iki fikir işçisi Ayhan Katırcıkara Türkiye 6 Temmuz 2001 Göktürk Mehmet Uytun prostat kanserine yenildi. 66 yaşında hayata gözlerini kapadı bu şairimiz, yazarımız. Gazi Hastanesi�nde tedavi görüyordu bir kaç aydır. Hastalık bütün vücudu kaplamış meğer. Hacıbayram�da kılındı cenaze namazı. Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları, yeğeni Ankara Milletvekili Cihan Paçacı, çok sayıda gönüldaşı ve ülküdaşı vardı sanatçının cenazesinde. Mütevazı biriydi. Sağ�ın ve merkezin her türlü yayın organında yazdı, şiirini aktardı. Siyasi görüşü de öyleydi. Çemişgezekli Göktürk Mehmet Uytun öğretmendi. Müdürlük yaptı. Meteorolojiden emekli olunca çocuk yuvası kurdu. Kendini çocuklara verdi eşi Yıldız Uytun Çay Hanımla birlikte. Okul şiirlerinde ve çocuk dramasında başarılıydı. Bir Yağmur Sonrası, Sanadır Şarkılarım, Türkiyem, Vatan Sağ Olsun aklıma gelen kitapları. Mekanı cennet olsun. |
#72
|
|||
|
|||
Cvp: Önemli ŞairLerimiz
Gül Ahmet Yiğit ( 1955)
Gül Ahmet Yiğit (Aşık Gül Ahmet) 1955 yılında Gaziantep İlimizin İslahiye İlçesi'ne bağlı Feyzi Paşa bucağında doğdu.İlk ve orta okulu Fevzi Paşa'da, tamamlayan Gül Ahmet İskenderun Ticaret Lisesi öğrencisi iken aşık olur. İlk şiirlerini Lise öğrencisiyken söyler. Daha sonra aldığı saz ile arkadaş olur. Soyu Kayseri Pınarbaşı Afşarlarından Kerimoğlu adıyla tanınan aşirettir. Derviş Paşa iskanında Gavurdağı'nı yurt tutmuşlar, burada aynı adla anılırlar. Bu arkadaşlık sürerken liseyi bitirir. Hatay Eğitim Enstitüsüne kayıt olur. Mezun olduktan sonra öğretmenlik mesleğine atılır. Aşıklıkta ilk sesini 1975 yılında Konya'da yapılan Türkiye Aşıklar Bayramında duyuran Gül Ahmet, halk edebiyatının her dalında usta bir aşık olduğunu ispatlamıştır. Gül Ahmet Konya'da çeşitli dallarda birincilikler almış bir olarak 1981 yılında katıldığı Atatürk'ün 100. doğum yılı adına T.R.T nin yarışmada ikinci olmuştur. Yurdumuzu Almanya ve Hollanda'da temsil etmiş ayrıca Kıbrıs Harekatının 10. yıl kutlamalarında Nuri Şahinoğlu ile birlikte ülkemizi temsil etmiştir. Mizahi Türkü dalında da şöhret yapan Gül Ahmet cidden güzel sazı ve sesi ile beğenilen bir aşığımız olarak yurdun çeşitli yörelerinde yapılan festival ve törenlere katılmaktadır. Evli, bir oğul ve bir kız sahibi olan aşığımız halen İskenderun Karayılan kasabası Canova İlkokulu Müdürlüğü görevini sürdürmektedir. |
#73
|
|||
|
|||
Cvp: Önemli ŞairLerimiz
Hafız Abdullah Meçik
Bulgaristan Türk Edebiyatı Doksanüç Harbi�nden sonra bir duraklama içine giren Bulgaristan Türk şiiri, XX. yüzyılın başlarında kendini tazelemeye başlamıştır. Bulgaristan Krallığı döneminde Türkçe basının varlığı -yayımlanan 150 civarında gazete ve dergi söz konusudur-, edebiyatın dolayısıyla da şiirin gelişimine olumlu etki yapmıştır. Bulgaristan�da Türklere uygulanan baskının yol açtığı ulusal bilincin şahlanması-haksızlıklar karşısında duyulan isyan-eşitlik mücadelesi üçgeni içinde yaşanan duyguları dile getiren Hafız Abdullah Meçik, Mustafa Şerif Alyanak, Mehmet Behçet Perim, Muharrem Yumuk, Hasan Basri Öztürk, İzzet Genç gibi şairler, bu dönem Bulgaristan Türk şiirine damgalarını vurmuşlardır. |
#74
|
|||
|
|||
Cvp: Önemli ŞairLerimiz
Hakim Süleyman Ata
Hoca Ahmet Yesevi'nin talebelerinden ve üçüncü halifesi olan Hakim Süleyman Ata Türkistan (Yesi)'da doğdu. Küçük yaşta Ahmet Yesevi'den Kur'an-ı Kerim okumayı öğrendi. Yesevi dergahında yetiştikten sonra, yine O'nun işaretiyle Harezm'e giderek, burada irşad faaliyetlerinde bulundu. Rivayete göre; Hoca Ahmet Yesevi, Süleyman Ata'ya, bir deveye binerek, onun *****ürdüğü yerde kalmasını söyledi. Ertesi sabah yola çıkan Süleyman Ata, devenin ipini salıverdi. Deve, Harezm ülkesinde bir yerde çöktü. Süleyman Ata'nın kaldırmak için bağırmasına rağmen deve kalkmadı. Bundan dolayı o yere 'Bağırgan' ve Süleyman Ata'ya da 'Bağırgani' denildi. Hakim Süleyman Ata, Yesevi'nin Hikmetlerini insanlara anlattı ve yine O'nun tarzında şiirler yazdı. Hece vezni ile yazdığı bu şiirlerinde Kul Süleyman, Hakim Süleyman, Hakim Hoca Süleyman ve Hakim Ata gibi mahlaslar kullandı. Önemli eserlerinden bazıları. Bakırgan Kitabı, Ahirzaman Kitabı ve Meryem Kitabı'dır. Türk Dünyasının yeni Müslüman olduğu dönemde yetişen ve Türklük üzerinde irşad çalışması yapan Hakim Süleyman Ata, bu bakımdan önemlidir. Süleyman Ata, 1186'da vefat etti ve Harezm ülkesindeki Akkurgan (Bağırgan) 'a defnedildi. |
#75
|
|||
|
|||
Cvp: Önemli ŞairLerimiz
Halide Nusret Zorlutuna
Halide Nusret adını ilk defa Konya Lisesi'nin orta kısmına yatılı öğrenci yazıldığım yıllarda duydum (1937 -1940). Şiire meraklı olduğumu öğrenen, büyük sınıflardaki ağabeylerimiz, bana - ballandıra ballandıra-iki şair arasında çıkan bir kavgayı anlatmışlardı. Halide Nusret adında bir hanım şair, erkeklere çatan bir şiir yazmış, Faruk Nafiz de ona gereken cevabı vermiş. Hailde Nusret'e ve Faruk Nafiz'e ait olduğu söylenen manzumeler defterden deftere aktarılarak büyük bir hızla yayılıyordu. Bu manzumeleri ben de defterime not etmekte gecikmedim. Karşı cinsi suçlayan, yerle bir eden her iki manzume de, ağır bir dille yazılmıştı. Yatılı bir erkek mektebinin öğrencileri olan arkadaşlarım ve ağabeylerim, Halide Nusret'e ait olduğu söylenen manzumeyi okurken öfkeden kuduruyor, Faruk Nafiz'in ona verdiği ileri sürülen cevaba gelince son derece keyifleniyorlardı. İş bununla kalmadı: Fırsatı ganimet bilen bir sürü şiir heveslisi, Halide Nusret'e cevap yazıp, erkekleri yiğitçe savunmak ve bu yolla ucuz bir şöhrete ulaşmak hevesine kapıldılar. Şimdi, o yıllarda tuttuğum şiir defteri elim de olsa, bu kahramanların adlarını verebilirdim. Ama, yazdıklarını istesem de yaymlayamam. Çünkü, kadınlarla erkekler arasındaki manzum kavga düpedüz küfür ve hakarete dönüşmüştü. Bize gelen şaheserlere (!) göre, hırsını alamayıp, kavgayı sürdürüp duran erkeklerdi. Acaba kız okullarına da kadınların cevabları mı gönderiliyordu ? Bilmiyorum. İşin aslına gelince... Bunu Halide Nusret'in kendisinden dinleyelim. "Bir Devrin Romanı" adiyle Hürriyet Gazetesi'nde tefrika edilen hatıralarında Zorlutuna, Erenköy Kız Lisesi'nde öğrenci iken, Faruk Nafiz'in Musaffa ve Zübeyde adındaki iki hala kızı ile arkadaş olduklarını söyledikten sonra, şöyle diyor: "Musaffa ile Zübeyde dayılarının oğlu Faruk Nafiz'in şiirleriyle mağrurdular. Bir yandan da ona "Bizim sınıfta bir şaire yetişiyor" diye öğünmüşler.. O da "Kadınlar ellerinin hamuruyla bu işlere karışmasalar iyi ederler!" gibi sözler etmiş, onları kızdırmış, sonra da bu dediklerini Musaffa'nın sarı yapraklı müsvedde defterine yazarak bana göndermiş. Teneffüste üçümüz baş başa verip bu alaylı, küçümseyen yazıları tekrar tekrar okuduk. Sinirlendik. O zamanlar, kadın - erkek eşitliği davasının başlangıç seneleri; bu konuda tartışmak modası almış yürümüş.. Biz durur muyuz, hemen bir güzel cevap hazırladık; oturup Musaffa'nın defterine itina ile yazdım bu yazıyı; arkadaşlarım sevinçle alıp Faruk Nafiz'e *****ürdüler." İşte kavganın esası bu. Erkekleri hicveden o şiiri kendisi yazmadığı gibi, kadınlara hakaret eden mısralarım da Faruk Nafiz'e ait olmasına ihtimal vermediğini, Zorlutuna bir çok defa, yazı ile sözle açıklamıştır. Ama, yukarıda sözü gecen hatıralarında anlattığı sarı defterli kavgadan dolayı Faruk Nafiz'le aralarına uzun süren bir soğukluk girdiğini aynı hatıralardan öğreniyoruz: "Daha sonraki seneler, Celâl Sahir, Halit Fahri, Orhan Seyfi... Nazım Hikmet gibi bir çok şairlerle tanışmış olduğum halde, Faruk Nafiz'le selâmlaşmazdık bile... Aramızda sanki bir düşmanlık vardı." Halide Nusret'in erkeklere hitaben kendi ağzından uydurulduğunu söylediği manzume, o tarihlerde O'nun bütün şiirlerinden daha fazla bir yayıl ma ve okunma gücü kazanmıştır. Buna, şairin kendisi de, şaşıp kaldığını söyler. Ben, Halide Nusret'e şöhretin kapılarını açan ve bütün şiir severlerin gönüllerinde yer eden, "Git Bahar" şiirini bile, senelerce sonra, ancak lise sıralarına geldiğim zaman görüp okumak fırsatını bulabildim. Çekil, bu gölgeli yolda gezinme, Bahar, bakışların yine pek sarhoş! Yanılıp gönlüme misafir inme, Kapısı kilitli, mihrabı bomboş, Mabeddir orası, meyhane değil. Git bahar, git bahar., uzaklarda gü1, Denize renginden bırak hediye. Ufuklarda gezin, semaya süzül, Kalbime sokulma "peymane" diye, Gördüklerin kandil.. Peymane değil! "Git Bahar" şiiri 1919 yılında yazılmıştır. Birinci Cihan Savaşı'nın verdiği acılar, üzüntüler, yokluklar ve çaresizlikler üstüne bir de Mondros mütarekenamesinin utanç verici ağırlığının çöktüğü; İstanbul'un düşman işgaline uğradığı, zulmün, işkencenin sınırı olmadığı yıl... "1919 yılının baharı işte böyle bir İstanbul'a bütün güzelliği, bütün haşmeti ve çılgın neşesiyle çıkıp gelmişti. Ona : "Safa geldin, sofalar getirdin!" demeye imkân var mıydı ? O harikulâde güzel renkler, gölgeler, kokular, ışıklar, deli bir neşeyle cıvıldaşan kuşlar beni boğuyorlardı sanki. Ben de elimde olsa baharı boğacaktım. Ama elimde değildi, onu sadece kovuyordum." Böyle diyor, Halide Nusret. Fakat biz ilk gençlik yıllarımızda "Git Bahar" şiirini okurken, böyle şeyleri aklımıza bile getirmiyor, Şair'e bu şiiri olsa olsa bir aşk küskünlüğünün yazdırdığını sanıyorduk. Şiirin, üzerine basa basa tekrarladığımız kıt'ası da şu idi : Ziyalar, kokular, sesler, çiçekler.. Ömrünün her günü bir başka düğün! Bülbüller koynunda aşkı çiçekler.. Güller dökülürler göğsüne bütün, Gerçekten güzelsin, efsane değil. Biz, çok şükür, barış yıllarında doğmuş büyümüştük. Devletimizin katılmadığı İkinci Dünya Savaşı, zaman zaman yüreğimizi ağzımıza getirmiş, ekmeği az miktarda vesikayla yememize, şekere uzaktan bakmamıza sebep olmuşsa da, bize annelerimizin, babalarımızın çektiği cinsten dayanılmaz acılar getirmemişti. O zamanlar esen havaya göre, en büyük üzüntünün erkek - kadın ilişkilerinden doğduğunu sanır, Çalıkuşu Feride'ye ihanet edip onu diyar diyar dolaştıran Kâmuran'a içerler, aşk yüzünden canına kıyan Graziella'ya gözyaşı döker, Verter'le ah ederdik. "Git bahar" şiiriyle şöhrete erer Halide Nusret, git dediği baharın peşini de kolay kolay bırakmaz. Aynı mısra düzeni ve kafiyelerle 1939 yılında "Gel, Bahar!", 1949 yılında da "Bahar Geldi" şiirini yazar. "Gel Bahar!" da şöyle diyor: Ben mi çıldırmışım, sen mî delirdin? Yalvaran sesimden bu kaçış neye ? Git dediğim zaman koşar gelirdin, Gel şimdi de inan bu efsaneye! Şimdi günler birer peymanedir gel ! Şairimize, kovduğu baharı, yıllar sonra, yalvararak geri çağırtan, her halde, o sırada oturmakta olduğu Kars ilimizin uzun süren kışı ve şöhretli soğuğu değildir. Her ne kadar şiir : Gel bahar, erit bu yolun karını diye başlıyorsa da, ondan hemen sonra : Geçen seneleri anmayalım hiç. diyerek, bize sırrının kapısını aralıyor ve : Şimdi günler birer peymanedir, gel! mısraıyla asıl yazılış sebebini açığa vuruyor. Üstadımız artık üzüntülü yılları geride bırakmış, mutlu bir aile yuvasında, huzur içinde yaşamaktadır. Baharı çağırmaz da ne yapar ? 1949 yılında yazdığı üçüncü bahar şiiri, 1951 yılında Hisar dergisinde yayınlanmış. Bu şiirde bir yandan geçmiş güzel yılların geri gelmeyeceğine hayıflanış, öte yandan Tanrı'ya yöneliş var : Yıllardır kaybettim o tatlı sesi, Bir türlü içimde ötmez o bülbül, Bir ömre bedeldi bir tek nağmesi, Hem ötmez, hem içten gitmez o bülbül Kalbim sükûtuna kâşane oldu. ............ Hasret dedikleri zorlu ateştir: Bekledim, bağrımı dağladı gül gül. Artık gelse de bir, gelmese de bir Dermanı yanmada, bulan bu gönül" Vahdet şarabına meyhane oldu. "Bahar Geldi" şiiri 1951 yılında yayımlandığına göre, demek ki. Halide Nusret, Hisar'ın çıkışının daha ikinci yılında, derginin yazı ailesine katılmış. O tarihte oturduğu ev de dergi idarehanesine pek yakındı. Hisar, benim oturduğum, Öncebeci, Bahadırlar Sokak'tan yönetilir, Zorlutuna'lar da Hukuk Fakültesi'nin yanından yukarı çıkan Erdem sokakta otururlar. İşime gidip gelmek için, her gün birinin önünden geçerdim. Böyle olduğu halde, bir kere bile ziyaretlerine gittiğimi hatırlamıyorum. Sanırım, benden yaşça da, şöhretçe de çok ilerde bulunan bir hanımla sert bir paşa olduğunu işittiğim eşini ziyaret edersem, çok resmi disiplinli bir hava içine girip sıkılacağımdan korkuyordum. Üstad'la umumî yerler ve toplantılar dışında, ailece görüşmemiz ve O'nun iftihar ettiğim dostluğunu kazanabilmem, ancak bu çeşit korkuları attıktan sonra mümkün olabilmiştir. Yakından tanıyınca, Halide Nusret'in ne kadar samimî, nazik ve alçakgönüllü bir hanımefendi olduğunu anlamakta gecikmedim. Sanatçı heyecanını ve amatör ruhunu da -yılların geçmesine rağmen- aynen muhafaza ettiğine hayretle şahit oldum. Halide Nusret, 70 yaşını geçtiği halde şiir yazmaya devam eden nadir şairlerimizden biridir. Hisar'a her şiir gönderişinde, beğenip beğenmediğimi merak eder ve heyecanla sorar. Yeni çıkan yazı ve şiirlerimizi, kendisi okuyamazsa, mutlaka birisine okutur, takdirlerini, tenkitlerini günü gününe bize ulaştırır. Bizden daha genç, daha yeni şairleri de oldukça yakından izlediğini biliyorum. Bize son yolladığı ve Hisar'ın Nisan 1976 sayısında yayınladığımız "Yüzükoyun" başlıklı şiiri üzerinde özellikle durmuş, bu şiiri dikkatle okuyup, kanaatimi açıkça söylememi ısrarla istemişti. Şiiri, istediği gibi, dikkatle okudum, fakat neden bahsettiğini pek iyi anlayamadım. Yalandı söylediklerin, Yüzde yüz yalandı, biliyorum. diye başlayan şiirin : Ya inansaydım, sevgilim, Düşünsene bir, Ya inanıverseydim sana? mısraları özellikle beni şaşırtıyordu. Acaba, bu sevgili kim olabilirdi? Bu bir erkekse, şiir, Üstad'ın yaşına ve başına uymazdı; "Sevgili" den kastedilen Tanrı ise "Yalandı söylediklerin" "Ya inanıverseydim sana" mısraları ne oluyordu? Şiiri, o sırada dergiye gelen Yavuz Bülent Bâkiler'e gösterdim. O da işin içinden çıkamadı. Sonunda Üstad'a azıcık takılmaya karar verdik. Telefonu açtım : - Şiirinizi okudum Üstad'ım, - Beğendin mi? - Beğendim, fakat ne demek istediğinizi pek iyi anlayamadım. Düşündüm, taşındım, sizin yeni bir aşka tutulduğunuza ve bu şiiri o sebeple yazdığınıza karar verdim. Yavuz Bülent de bu kanaatıma iştirak etti. - Hay aklınızla bin yaşayın. Demek bu yaşta ha? - Aşkın yaşı olmaz. - Ayol, ben gençliğimde bile, sizin anladığınız manada bir aşk şiiri yazmadım. Bunları söylerken, azıcık da öfkelenmiş olduğunu hissettim. Telefonu kapattıktan biraz sonra, bu sefer kendisi açtı : - Durumu sana açıklamaya karar verdim... Sesi kederli ve heyecanlı idi. Şiirde anlatılan olaya çok önem verdiği belliydi. Öyle bir ruh hali içindeyken kendisine takılmak istemekle baltayı taşa vurduğumu anladım. Bana üstü kapalı anlattığına göre, yakınlarından birisi, o günlerde, kendisine çok kötü bir itirafta bulunmuş. İtirafın ne olduğunu söylemedi. Fakat üzerinde korkunç bir tesir uyandırdığı açıkça anlaşılıyordu. Bu itirafa inanmıyor, inanırsa yaşayamayacağını söylüyordu : Ya inanıverseydim sana? Hepten yıkılıp çökerdim; yerle bir. Yok, hayır "yerle bir" nedir? Uçurumlar boyunca, yerin dibinde Ve... Yüzükoyun! Şiirin, bizim yaptığımız gibi, yanlış tefsir edilmemesi (!) için, Ya inansaydım, sevgilim, " mısraını, Ya inansaydım, yavrucuğum, olarak değiştirmeyi uygun buldu ve şiiri o şekilde yaymadık. Son mısralardaki trajik ifadeye rağmen, konunun bu kadar ciddi ve önemli olduğunu hiç düşünmemiştim. Halide Nusret'in 50. sanat yılı dolayısıyla yayınlanan "Ellerim Bomboş" adlı kitabına bakıyorum. Üstad'ın 50 yıl boyunca yazdığı şiirlerden seçmeleri içine alan bu kitapta karşı cinse duyulan aşkla ilgili bir parçaya rastlamak hemen hemen imkansız gibi. Kitabın, "Aşk imiş her ne var âlemde" başlığını taşıyan bölümünde de Şair'in Tanrı'ya, yurda, annesine, çocuklarına, torunlarına duyduğu sevgiyi dile getirilmiş. "Aziz Eşime" başlığını koyduğu şiirde bile bir erkek değil, bir ırmak var: Tuna. Belki, bu dediklerimden "Hayali Cihan Değer" ve "Hatıran" başlıklı şiirleri istisna edebilirim. Onlarda da, sadece, maddî olmaktan çok uzak bir sevginin anıları ve belirsiz izleri görünüyor. Halide Nusret gibi duygulu bir Şair hanım, ilk gençlik yıllarından itibaren kendisine âşık olan erkeklerin hepsine ilgisiz kalmış, onların sevgisine hiç karşılık vermemiş olabilir mi? "Bir Devrin Romanı" nda bu sorunun cevabını arıyor, zaman zaman da buluyorum. 1924 yılının ilk günlerinde, Ankara'ya öğretmenlik için başvurduğunu anlatırken, o zaman. İstanbul hariç Türkiye'nin her hangi bir yerinde görev yapmayı kabul ettiğini söylüyor ve İstanbul'u istemeyişinin sebebini şu cümlelerle açıklıyor : "Güzel İstanbul'dan, evet, yangından kaçarcasına kaçmak istiyordum. Bundan bir kaç yıl önce geçirdiğim bir his tecrübesini o zaman epeyce mühimsemiş "Aşk dedikleri şey acaba bu mudur?" demiştim... Bugün yarım yüz yıl geriye bakarken de rahatça "Evet aşk o idi!" diyebiliyorum. Ama, ne garip, inandığım, yaşadığım o şeyin, o çok güzel ve çok kutsal şeyin bir tarifini yapamıyorum. Hiç bir zaman da yapamadım". Bu satırlarda. İstanbul'dan kaçıp, Anadolu'da çalışarak sevdiğini unutmak isteyen bir hoca hanımı (yeni bir Çalıkuşu Feride'yi) buluyoruz. Bu satırlar, Halide Nusret'te niçin ateşli bir aşk şiiri bulamadığımızı da açıklıyor. "Onunla dokuz ay nişanlı kaldık, Onun güzel adını taşıyan altın halkanın parmağıma ilk geçtiği günkü o kanatlı sevinci ve onu parmağımdan âdeta sökercesine çıkardığım dakikadaki korkunç ve sefil acıyı hiç bir zaman unutamadım. Benim tam tersime anacığım onu hiç sevmemiş, sevememiş; o aileye bir türlü ısınamamıştı... Annemin onları reddetmek için, kendince pek kuvvetli sebepleri vardı." Bu son satırlar da samimi ve derin bir aşkın nasıl feda edildiğini anlatıyor. Görüyoruz ki, Halide Nusret'in sevdiği adam. Çalıkuşu Feride'nin Kâmuran'ı gibi hercailik etmemiş, fakat kendisinden zorla sökülüp alınmıştır. Annesinin kararına ve zevkine itaat etmekten başka bir şey düşünmeyen, kalbi parça parça olsada annesine karşı saadetini koruyamayan, iyi yetişmiş eski zaman kızlarının çok görüp işittiğimiz acıklı kaderleri de bu satırlarda yatmaktadır. Karşı cinse duyulan aşkı, şiirlerine pek uğratmayan Halide Nusret, Tanrı'ya içini döktüğü; Yunus'a, Mevlâna'ya seslendiği zaman, son derece coşkundur : Avcumuz boş, gönlümüz boş,bağrımız sadparedir, Yolcudur, yollarda şaşkın, çırpınır, âvâredir; Koyma gafletlerde Râbbim kulların biçâredir, Ya İlâhi, rahmetinden kimseler dur olmasın. --------------------------- Gecenin bir saatinde Eşiğine varan bendim Kuşlar yuvada, kurt inde, Karanlığı yaran bendim! ....... Seni buldum Şahım seni Tut elinden Üftadeni! Koma karanlıkta beni Mevlâna! Aman efendim! --------------------------- Yunus'um! Aşkınla dil oldu bülbül, Cehennem ateşi kızı! kızıl gül. Seni bu illerde bulalı gönül Karaman diyarı apaydın bana! Halide Nusret, her şeyden önce büyük bir vatanseverdir. 50. sanat yılı dolayısıyle yapılan törende şöyle demişti: "Kalemimi 50 yıldan beri karınca kaderince milletimin hizmetinde, memleketimin hayrına kullanmağa çalıştım. Bunda ne dereceye kadar başarılı olduğumu bilemiyorum. Ama, memleket zararına tek satır yazmamış olmanın inanç ve sevinci içerisindeyim." Q gün (17 Mayıs 1967) bu inancı hepimiz paylaşmıştık, bugün de paylaşıyoruz. Gerçekten, Halide Nusret memleket zararına tek satır yazmamış, her şeyi memleketin hayrına yapmaya çalışmıştır. Şair'in ilk gençlik yıllarına ait hayal ve tasavvurlarında dahi, her genç kızın düşüncesinden ayrı, millî bir intikam duygusu ön plâna geçer. Yukarda sözünü ettiğim hatıralarında şöyle diyor: "Anamın ailesi asker oluyordu, miralaylar, paşalar, hatta müşirler ...Ve en önemlisi şehitler... Annemin babası gencecik bir yüzbaşı iken (93) de, bir Moskof kurşunu ile şehit düşmüştü. Zavallı anacığım, kundakta yetim kalmıştı. Subayla evlenmeyi kurduğum çocuk yaşlarımda-, parıl parıl apolet, şıkır şıkır kılıç kadar, şehit dedemin intikamını Moskof'tan alacak bir Türk zabitine eş olmak hevesi de yer alırdı." Kader, bu "Türk zabitini", Edirne'de öğretmenlik yaptığı yıllarda karşısına çıkarır. O zaman Kırklareli'ndeki süvari alayında binbaşı olan rahmetli Aziz Zorlutuna'yla evlenirler (9 Eylül 1926). Halide Nusret, Aziz Paşa'nın vefatına kadar, tam 45 yıl, mutlu olduğunu sandığım, bir evlilik hayatı sürmüştür. Eşiyle birlikte Anadolu'nun bir çok yerlerini dolaşmış, çeşitli okullarda öğretmenlik yapmış, Türk çocuklarının kalplerine ve kafalarına ışık tutmuştur. Öğretmenlikle ilgili hatıralarının toplandığı "Benim Küçük Dostlarım" kitabı için, rahmetli Arif Nihat Asya şöyle der : ...Onu yalnız bir hatıra değil, aynı zamanda bir meslek kitabı olarak ilgililere tavsiye ederim... Bunun, okul klâsikleri arasına girmesi gereken bir kitap olduğu kanaatindeyim." Şairimizin, çocukluk hayatı sarsıcı olaylarla dopdoludur. Bir gazeteci ve hürriyet savaşçısı olan babası Avnullah Kâzımî önce istibdat idaresinin, daha sonra'-1908 yılında "Fedekaran-ı Millet Cemiyeti" adı altında bir siyasi parti kurup muhalefete geçtiği için- sözde hürriyet idaresinin (İttihat ve Terakki'nin) hışmına uğrayıp, ömrünün büyük bir kısmını sürgünde ve zindanda geçirir. Bir süre, siyasetten çekilmeyi kabul edip, Kerkük'e mutasarrıf tayin edilir. Orada çok değerli hizmetler görür. "Bir Devrin Romanı"nda, Halide Nusret'in Kerkük'e ve çocukluk yıllarına ait hatıraları canlı bir şekilde anlatılmaktadır. Sevinci güller açmış, dertleri kor içimde, Yurdumun dört bucağı sarmaşıyor içimde. diyen Şair'in, gezip dolaştığı yurt köşelerinden pek çok renk ve kokuyu şiirlerinde bulabilirsiniz. Bu şiirlerde, Urfa, Suruç Ovası, Birecik, Antep, Bingöl Yaylası, Erzurum, Sarısu, Karaman, Erciyaş, Sarıkamış ve şimdi yurdumuzun dışında kalan Kerkük geçit resmi yapar. Mehmetçiğe seslenirken, yüreğini koparıp, yiğit askerlerimize uzattığını hissedersiniz. Köyde düşünceli, cenklerde şensin. Yerlerde, göklerde, kalpde esensin, Bir baştan bir başa tarihim sensin! Ah arslan Mehmedim! Arslan Mehmedim. Şairimizin vatan toprağıyla nasıl kaynaşıp , sarmaştığını şu mısralar anlatmaya yeter sanırım : Allah azîm lûtfudur insanlara toprak Ak ekmeği berrak suyu doğuran kara toprak. Mevsimleri besler ve bezer onları bir bir Can verdiğimiz uğruna beyhude değildir. İnsanlar onundur , ona bağlanmış ezelden Ey sevgili toprak önümüz sen, sonumuz sen Hayran sana, kurban sana canlar, Sana toprak! Hür bayrağımın sahibi toprak! Ana toprak! Şairimiz, Ana Toprak için iki de fidan yetiştirmiştir : Sendendir, sana döner damarlarımdaki kan Senin için büyüttüm bağrımda bir çift fidan. Bu iki fidan, şimdi benim yakınlarım olan, oğlu Ergun Zorlutuna kızı Emine Işınsu'dur. Ergun meslek olarak önce annesi gibi öğretmenliği seçmiş (Gazi Eğitim Enstitüsü'nü bitirmiş) sonra idarecilikte karar kılmıştır. Şimdi Devlet Hava Meydanları Genel Müdür Yardımcısıdır. Kendisini yazarlığa adayan Emine Işınsu da annesinin sanatçı ruhu ve kabiliyeti devam ediyor Mehmet ÇINARLI / TÖRE / Mayıs 1976 |
#76
|
|||
|
|||
Cvp: Önemli ŞairLerimiz
Haydar Ergülen ( 1956)
1956 yılında Eskişehir'de doğdu. Ankara Aydınlıkevler Lisesi ve ODTÜ Sosyal Bilimler Fakültesi Sosyoloji Bölümünü bitirdi. Halen reklamcılık yapıyor. Çeşitli dergilerde şiirleri yayımlandı. ESERLERİ Şairin, Karşılığını Bulamamış Sorular, Sokak Prensesi, Sırat Şiirleri, Eskiden Terzi adlarını taşıyan şiir kitapları bulunmaktadır. |
#77
|
|||
|
|||
Cvp: Önemli ŞairLerimiz
Hilmi Yavuz ( 1936)
1936 yılında İstanbul'da doğdu.Kabataş Erkek Lisesi'ni bitirdikten sonra gazeteciliğe başladı.Lise yıllarında şiir yazmaya başladı ve bazılarını Dönüm dergisinde neşretti. İngiltere'de BBC'de çalıştı.Bu sırada Londra Universitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdi. Dönüşünde Cumhuriyet, Milliyet Yeni Ortam gazetelerinde eleştiri ve inceleme yazıları yazdı.Bu yazılarının bazılarında Ali Hikmet müstearını kullandı. Mimar Sinan Universitesi'nde uygarlık tarihi, Boğaziçi Universitesi'nde felsefe okuttu.Nurettin Sözen döneminde İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Kültür İşleri Dairesi'ni yönetti.Zaman gazetisinde köşe yazarlığı yapıyor. Bazı eleştirilerinde İrfan Külyutmaz ismini kullanıyor. ESERLERİ Şiir Kitapları:Bakış Kuşu (1969), Bedrettin Üzerine Şiirler (1975), Doğu Şiirleri (1977), Yaz Şiirleri (1981), Gizemli Şiirler (1984), Zaman Şiirleri (1987), Söylen Şiirleri (1989), Hüzün ki En Çok Yakışandır Bize (Toplu şiirler, 1989), Ayna Şiirleri (1992). Deneme:Felsefe ve Ulusal Kültür(1975), Roman Kavramı ve Türk Romanı(1977) |
#78
|
|||
|
|||
Cvp: Önemli ŞairLerimiz
Hulki Aktunç ( 1949)
1949 yılında İstanbul'da doğdu. Reklamcı kimliğinin yanı sıra, şair ve yazar yönleriyle de tanınıyor. Manajans ekolünden geliyor. Haluk Mesci'den bayrağı devralarak Reklamcılar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı oldu. Aktunç, askeri okullardaki orta ve lise yıllarından sonra İ.Ü. Hukuk Fakültesi'ne girdi.Yüksek öğrenimi yarıda bıraktı. 1969-1972 yılları arasında Meydan Larousse'un hazırlanması sırasında redaktörlük yaptı.'Z' harfinin tamamlanmasıyla beraber o da işini kaybetti.Daha sonra bir gazetede gördüğü "Redaktör aranıyor" ilanı üzerine Manajans'a başvurdu. Ancak kısa süre sonra Manajans tekrar bir redaktör ilanı vermek zorunda kaldı. Çünkü yazarlık konusunda yetenekli olduğu görülen Hulki Aytunç, yaratıcı bölüme kaydırıldı. Daha sonra Manajans içerisinde yazı grubu başkanlığına kadar yükselen Aytunç, yönetim konusunda yaşayan bir takım anlaşmazlıklar yüzünden Manajans'tan ayrılma kararı aldı. 1980 yılında Yaratım'ı kuran Aktunç, 1987 yılında Foot Cone & Belding ile ortaklığa imza attı. Hulki Aktunç, halen Yaratım / FCB 'nin yönetim kurulu başkanlığı görevini sürdürüyor. ESERLERİ:Hulki Aktunç yazı hayatına 1968 yılında dönemin önemli dergilerinden "Yeni Ufuklar"da başladı.İlk kitabı "Gidenler dönmeyenler" ile TDK öykü Ödülü'nü (1977), "Bir Çağ yangını" romanı ile Abdi ipekçi Ödülü'nü (1981), "Bir Yer Göstericinin Hayatı" ile Yunus Nadi Öykü Ödülü'nü (1989), kazandı. 1976 sonrasında şiire ağırlık verdi. "İnsan Aşkların Külüdür" ile Halil Kocagöz Şiir Ödülü'nü (1994), "Istıraplar Ansiklopedisi" ile de Cemal Süreyya Ödülü'nü (1995) aldı. On yılı aşan bir çalışmanın ürünü olan "Büyük Argo Sözlüğü" (1990) gerek Türkiye'de, gerek yurtdışı Türkoloji çevrelerinde büyük ilgi gördü.Aktunç'un, Aşka Kimse Yok ve Bir Yer Göstericinin Hayatı isimli öyküleri filme çevrildi. |
#79
|
|||
|
|||
Cvp: Önemli ŞairLerimiz
Hüseyin Mazlum
Yunanistan Türk Edebiyatı Balkanlar�da Türk Şiiri - Balkan Türklerinin Kimlik Destanı Suat Engüllü 1. Karşıyaka Şiir Kurultayı 19-21 Mart 2004/ İzmir Yunanistan Türk şiirinde dikkate değer ilk daha önemli ve umut verici kıpırdanmalar, 1960�lı yıllarda göze çarpmaya başlamıştır. Bu da, Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerde yaşanan �bahar havası� sonrasında, Türkiye�de eğitim gören bir grup Yunanistan Türk gencinin, Batı Trakya�ya dönüşlerinin ardından bir �edebî hareket� başlatmalarıyla olmuştur. Bu hareketin önde gelen isimleri Alirıza Saraçoğlu, Hüseyin Mazlum, Rahmi Ali, Hüseyin Alibabaoğlu, Tevfik Hüseyinoğlu�dur. |
#80
|
|||
|
|||
Cvp: Önemli ŞairLerimiz
İlhami Emin
Makedonya Türk Edebiyatı İlhami Emin 1931 yılında Radoviş�te doğdu. Kısa bir süre Üsküp Tefeyyüz İlkokulu�nda öğretmenlik yaptı, ardından Nova Makedoniya gazetesinde gazeteciliğe başladı. Sonra Birlik gazetesine geçti. İlk sayısı Aralık 1965�te yayımlanan Sesler Aylık Toplum Sanat Dergisinin kurucularından biri, derginin ilk yayın yönetmenidir. Sonraki yıllarda Üsküp Radyosu Türkçe Yayınlar Sorumlusu, Birlik Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdür Vekili, Üsküp Halklar Tiyatrosu Genel Müdürü, Makedonya Kültür Bakanlığı Müsteşarı görevinde bulundu. Şimdi Zaman-Makedonya gazetesinde yazarlık yapmaktadır. Önce Makedonca yazan İlhami Emin edebiyata şiirle girdi. İlk şiir kitapları Makedonca yayımlandı. Edebiyatın diğer türlerinde de eser verdi. Bunlar arasında tiyatro oyunlarıyla başarı sağladı. Başarılı bir film eleştirmeni de olan İlhami Emin�in Türkçe�den Makedonca�ya yaptığı birçok çevirisi de vardır. En önemli şiir kitapları Taş Ötesi, Gülkılıç, Yörükçe, Güldeste�dir. x Terkedilmiş Olan Yörük Köpeklerinin Türküsü bizi bırakıp gitti sahiplerimiz ardlarına hiç dönmeden ne vardı acaba gözlerinde o an gözyaşı mı sevinç mi önemli olan biz onların en sadık dostları kaldık sorulmadan bizimle ne olacak bize kim bakacak soruları yok gibi kaldık elliden çok köy köpeği sahipsiz hem de gereksiz evlerde kilit ocaklar dumansız pencerelerde yeller açlığımız bir yana köpek uzun süre yaşar ekmeksiz ancak bize en ağır düşen yok olan bizi okşayan eller çünkü okşanan tatlı sözlerle karşılanan acıkmaz acıksak dahi açlığımız daha da sadık kılar bizleri şimdi aradığımız yollar kapalı pencereler açılmaz sahiplerimizden tek kalan onların çarık izleri ne yapsak kötü beklesek kaç gün sürer acaba bekleme sonları sahiplerimiz geri dönerler diye ayrılırken okşamadılar ki başımızı bize düşen her gün ucdan uca boylamak bayırlardaki dar yolları ancak karanlık basınca yollar dahi çeker bizden aklığını yolsuz bile kalırız artık ovaya uzanan bakışsız umutsuz tanağartısına dek açlıklara bakmadan uzanıp bekleriz biz dayanıklıyız sadık köpeğe ağlaşmak düşmez uykusuz yeniden sürüne sürüne yol başına gözlerimizle olsun geliriz nereye çıkar bu bekleyiş ne olur sonu beklemenin sahiplerimizden bir ses gelecek mi hayırları canlatan açlıktan çok bizi yıpratır acısı sayısız soruların korular ise hoşlanmaz yoksa eğer sadıklığımızı anlatan yalnızlığın en çekilmezi bizimkisi daha kötüsü düşünülemez gücümüzü kendimize değil sahiplerimize devrettik hep sevildik diye dedik sahiplerimize asla dokunulmaz kurtlardan daha kurt olduk çocuklardan dövüldük köy keçileri bizlerin ne hayvanı var koruyacak ne insanları biz artık bekçilerizdir kendi kendilerini koruyan kurtlar bile köyümüzden uzak arar nafakasını nasıl koruyucuyuz aya baka kala kime karşı uluyan köyü terketti sahiplerimiz geri döneceklerini umduk yollardan meğer yollar da kendilerini olduğu gibi bizleri de avutur köy yakınındaki ağaçlarda yuva saran kuşlar bile kaçtı yuvalardan yeller gelip bir an olsun başımızdaki yorgunluğu savurur ne var ki yeller geçince yeniden başlar çözülüşü yalnızlığın yeniden başlar açlık ile yalnızlığın ortak acısı acaba sonu mu geldi sınırsız inanç ile sadıklığın dağ köylerinin ölümüyle ne olur acaba ormanların yazgısı biz sahipsiz köpekleriz kimsesiz köyü bekliyen bize acıyan çıkarsa gelsin köyümüze yerleşsin burdaysa kimseyi karşılamaz hazır ne çiftlik ne çiftlik ne gökdelen gelecek olan sadık köpeklerin köyünde gerekir yeşersin yeşermiyen kayaların öyle de değmez sözünün edilmesi gerçek sahip taş taşlık tanımadan yeşilliği bulmalı bize çıkan yolların daha da zordur geçilmesi çünkü ellerin teri sayesinde sahip geniş bir soluk almalı yugoslavya makedonyasında radovişin kılavuzlusudur sesimiz daha nice kılavuzluların sahipsiz kalan köpekleri de uğursuz afrika olsun asya ya da amerika sadıklığı terkeden herkes düşmanımız aklı başında olan vaktinde aşyasak kelimeı bu yolu korkusuz bekliyoruz beklemelerin boşunalığı vız gelir gözümüze bekleye bekleye zayıflıya zayıflıya iskelete dönüşür vücudumuz bu böyle sürerse yarın kimse inanmaz olur sadıklığımıza bu yüzden öldükten sonra bile beklemekte olur ulumamız kurtlara karşı kurt oluruz ancak köyümüzü de vermeyiz kolayca sahipsiz kaldıksa biz hem sahip oluruz hem de bekçi evlere öldükten sonra dahi vücuda geliriz yeniden dağlarca kükreriz bu ders olsun diye köylerini tüm terkedenlere İlhami Emin (Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi 7, Suat Engüllü, Makedonya-Yugoslavya (Kosova) Türk Edebiyatı, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1997, s. 213-214) x 1956 yılına kadar Makedonca yazan İlhami Emin�in, bu tarihten itibaren Türkçe yazmayı da tercih etmesi, elbette ki Makedonya Türk şiiri için büyük bir kazanç olmuştur. Geçmiş ile şimdi arasındaki bütünselliği, insanın gelişiminin genelinde ele alan şair, eskinin eleştirisini yaparken, dünden bugüne uzanan, günümüz şartlarında önem kazanan meseleleri okuyucunun dikkatine sunar, onu düşünmeye sevk etmeyi amaçlar. 1971 yılında yayımlanan �Gülkılıç� şiir kitabıyla girdiği bu şiir lâbirentinde, hâlâ, kendini aşmasını sağlayacak yeni değerlerin izini sürmektedir. |