#1
|
|||
|
|||
DİL DEVRİMİ (Ulusallaşmanın Önemli Bir Aşaması)
DİL DEVRİMİ (Ulusallaşmanın Önemli Bir Aşaması)
Atatürk bizi, milliyetimize ve Türk ulusal bilincine sahip kılarken bir taraftan da "Türk Ulusal Dili" üzerinde çalışıyor ve dil devrimini gerçekleştiriyordu. Osmanlı devrinde cahil ile okumuş; devlet adamı ile halk, birbirleriyle konuşup anlaşma olanağını hemen hemen yitirmişlerdi. Arabî ve Farisî deyimler arasında Türkçe, neredeyse silinip gidiyordu. Bütün bu karmaşıklığa son veren Atatürk olmuştur. Dil devrimi, gerçekte milliyetçilik devriminin bir bakıma tamamlayıcısı olmuştur. Yeni harflerin kabulünden sonra ilk 10 yıl içinde dilimizdeki "özleşme" "arındırma" ve "gelişme" hızlanmıştır. Zira yeni yazı bizi Arapça ve Farsça sözlerden uzaklaştırıp, Türkçe konuşup yazmaya zorlamıştır. Bilindiği gibi her ulusun bir dili vardır ve bu dilin de bir fonetiği, yani gırtlaktan çıkan ses yapısı mevcuttur. Konuşulan dil; o dile uygun bir fonetikle yazılamadığı takdirde o dil, dil olmaktan çıkar. Nitekim Türkçe'de gırtlaktan çıkan sesli ve sessiz harfler bellidir. Eski yazı dediğimiz Arap Alfabesi ise Türk insanının gırtlağından çıkan ses yapısına kesinlikle uymamaktadır. Bu açıklamadan da kolayca anlaşıldığı gibi Arap Alfabesindeki harflerle Türkçe bir sözü yazmak dilcilik tekniği bakımından mümkün değildir. Bu böyle olduğu gibi, İngiliz, Fransız ya da Rus alfabesindeki harflerle Türkçenin veya bir başka dilin yazılması da mümkün değildir. Bu durumu herkesten önce gören Atatürk, Türk dilinin yazılışına uygun olan sesli ve sessiz harfleri bilimsel metodla bir araya getirerek konuşma fonetiğimize uygun bir yazı (alfabe) fonetiğini de bize kazandırmış oldu. Böylece, dilimiz bacımsızlığa erişmiş; Arapça, Farsça kelimeler kendiliğinden ayıklanmaya başlanmıştır. Dil devriminin içinde yalnızca harf sorununun çözümlenmesi ile yetinilmemiş, aynı zamanda terminoloji dediğimiz, bilim adamları tarafından konulmuş, insanlığın müşterek malı olan uygarlığın her bir uzmanlık ve bu uzmanlıkların belli bölümlerinin anlatımında kullanılan sözcükler ve deyimlerde de devrim yapılmıştır. Örneğin; diplomatların, tabiplerin, teknisyenlerin, kimyacıların, matematikçilerin uzmanlık dallan ile ilgili ayrı ayrı terminolojileri vardır. Türkçe karşılıkları bulunamayan bu gibi deyimlerin, uluslararasında kullanılanları kabul edilmiştir. Cumhuriyete kadar, Arap kültürü etkisiyle, Arap dili ve grameri ile türetilmiş uzmanlık terminolojileri (ıstılâhları)'nı kullanıyorduk. Büyük Atatürk, batılılaşma yolunda, batı terminolojilerini millileştirmeyi de dikkate alarak dilimize kazandırmış, böylece batı bilimine kolaylıkla ayak uydurmak ve batı uygarlığına yetişmek için, ulusumuza büyük bir atılım hızı kazandırmıştır. Terminoloji devrimi, dil devrimimizin bir bölümünü teşkil eder. Terminoloji denilen o uzmanlık deyimlerini bilenler, yabancı dille de konuştuklarında kendi meslektaşlarıyla kolayca anlaşırlar. Başka dillerle yazılmış mesleki eserleri kalayca anlarlar. Uluslararası terminolojilerin kullanılması ulusal dilimize zarar vermez. Ancak, bu konuda ölçülü davranmak da şarttır. Kendi dilimizde karşılığı bulunan ve kullanılan bir deyim varken, uluslararası bir terminolojidir diye gereksiz yere dilimize yabancı kelimeleri doldurmaktan da sakınmalıdır. Bu arada şunu da belirtmeliyim ki, Ruslar, kendi "kril" alfabelerini bütün azınlıklarına özellikle Türk asıllı olan uyruklarına zorla kabul ettirerek tam bir asimilasyon (benzeşme) politikasını bu yoldan uygulamışlardır. Rus harfleri ile Türkçe bir kelimeyi tam aksanı (söylenişi ile yazmaya, konuşmaya olanak yoktur. Ruslar bu yolla orta Asya Türk dillerini bozmuşlardır. Çin alfabesi ile Türk kelimesini yazmak nasıl mümkün değilse, bir İngiliz ya da Alman fonetiği ve alfabesi ile Türkçe'yi ifade etmek de mümkün değildir. Dil devrimi harf devrimi ile bir arada görülmeli ve biri, diğerinin tamamlayıcısı olduğu bilinmelidir. Ulusal dil bu şekilde yaratılır. Atatürk'ün, bu devrimi ile ne kadar büyük bir iş yapmış olduğunu giderek daha iyi anlayabiliyoruz. DİL DEVRİMİNİN GERÇEKLEŞTİRİLMESİ Dil devriminin Atatürk'ün görüşündeki yerini tespit edebilmek için, kendisinin bu konudaki düşüncelerini ele alacağız. Diyor ki: "...Millet dil, kültür ve ülke ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir toplumdur." Atatürk, dil bağını, ulus olabilmenin ilk şartları arasında görmüştür. Gerçekten de bu devrim, ulusal bir kültürün yaratılabilmesi için ulusal bir dilin yeniden canlandırılması amacına yöneliktir. Çünkü, ulusal birliğin ilk unsuru kültür birliğidir. Halkla aydını birbirine yaklaştıran en etkili araç hiç kuşkusuz, her iki zümrenin kolaylıkla anlaşabilecekleri sade bir dildir. Atatürk 1932 yılında: "Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için bütün devlet teşkilatımızın, dikkatli, ilgili olmasını isteriz" (Söylev ve Demeçler, C. I, 5. 311) demiş ve bu amaçla da 1932 yılında "Türk Dilini Tetkik Cemiyeti"ni kurmuştur. Bu cemiyet aynı yıl içinde "Türk Dil Kurumu" ismiyle çalışmalarını Atatürk'ün yakın gözetimi altında sürdürmüştür). Dil Kurumu, 1937 yılına kadar çok verimli bir çalışma göstermiş ve bilimsel terimlerin önemli kısmı özleştirme ve arındırma sonucu olarak temiz bir Türkçe'ye dönüştürülmüştür. Ancak, Atatürk'ün ölümünden sonra, Dil Kurumunun aynı doğrultuda çalıştığını kanıtlayacak tutamaklardan oldukça yoksun kalındığını söylemek, insafsızlık olmayacaktır. Atatürk, Dil ve Tarih Kurumlarının daha sonraki çalışma dönemleri için şu tarihi direktifi vermiş ve işi, bu iki kurumun inisiyatifine terk etmiştir: "Türk Dil Kurumu çalışmalarına sonuna dek katılacak değilim. Tarih Kurumunun kuruluşunu izleyen yıllarda, tarih üzerine arkadaşları teşvik için beraber çalıştım; sonucunda bu kurum teşkilâtlandıktan ve çalışmalarına hız verdikten sonra, Tarih Kurumunun çalışmalarına karışmıyorum. Kurum üyeleri bildikleri gibi akademik çalışmalarına devam ediyorlar. Dil Kurumu çalışmalarına da ilgim böyle olacaktır. Dil bilginlerinin uzmanların akademik çalışmalarına karışmayacağım. Sizin de -toplantıdaki Dil Kurumu Merkez Kurulu Üyelerine hitaben- çalışmalarınızı bilimin son verilerine uydurmanız gerekir." (1937) Atatürk tarafından başlatılan dilcilik çalışmaları, O'nun gösterdiği yönde geliştikçe hiç kuşkusuz hedefine ulaşacak, aksi halde, yazı dili ile konuşma dili ve halkla aydın dili arasında gene kopukluklar olacaktır. Tarihten ders almak bu konudaki sorunun çözümü için en geçerli bir metottur. Ana dilin, asıl kaynaklarına dönüş zorunluluğunu Batı'da ilk kez ortaya atan Roma filozofu Çiçeron'dur. Doğuda da dil ve kültür emperyalizmine ilk kez karşı koyanlar, Türk dilini taş anıtlar üzerine işleyerek, düşmana karşı koruyan ve sonsuzlaştıranlar, Göktürk Hakanları; Kül Tegin, Bilge Kağan ve Tonyukuk olmuştur. Anadolu'da Türk dilini Farsça'ya karşı savunan ve koruyan Karamanoğlu Mehmet Bey (1277) Selçuk Türk'ünün ilk dil devrimcisidir Dil devrimi bir ulusun kendi kaynaklarını canıma, kendi asıl ana varlığına ve özüne sahip çıkma davasıdır. Atatürk de bunu istemiştir. Türk dil devriminin, Atatürk'ün gösterdiği hedefe daha etken ve daha erken ulaşabilmesi için, Türk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ile yine Atatürk tarafından kurulan ve çalışma amacı ve dilcilik konusu yönünden aynı sorumluluğu taşıyan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinin çok sıkı bir işbirliği halinde çalışmasında zorunluluk vardır. Bu gün için böyle bir işbirliğinin etkili biçimde sürdürüldüğüne ait elimizde doyurucu ve yeterli belgeler mevcut değildir. Türk dilinin istenilen amaç doğrultusunda gelişmesi, oluşması, benliğini bulup daha da zenginleşmesi için; tarih bilincine dayalı, yaşayan Türkçe ve lehçelerine saygılı bir sözcük üretimine Türk Dil Kurumunun ve konuyla ilgili üniversitelerimizin hep birlikte başarılı çalışmalar yaparak, az zamanda dil sorunumuzun, Atatürkçü düşünce içerisinde çözüme bağlanmasını beklemekteyiz. Bu gün dünya üzerinde çeşitli Türk lehçeleriyle konuşan 200 milyon Türk vardır. Bunun yaklaşık 70 milyonu anavatanda yaşamaktadır. Dilcilikle uğraşan kurum ve kuruluşların üzerinde durmalarında fayda görülen çok önemli bir sorun da, Türk dilinin özleştirilmesi, geliştirilmesi ve arıtılması konusu üzerinde çalışmalarını sürdürürken, dünya Türklüğünün müşterek bir dil çizgisine yakınlaştırılmasını göz önünde tutmaları faydalıdır. Türkiye Radyolarının elektro manyetik dalgalarının uzandığı coğrafî alan içinde yaşayan milyonlarca Türk, Anadolu Türklüğü ile kültür birliğini ancak bu yolla devam ettirebilir, dış Türkler de ancak bu yol ile anavatan Türklüğünün düşünce potasında kalabilir. Atatürk Dil devrimini yaparken bu çalışmalarını Türk Tarih Devrimi diyebileceğimiz ve birbirinden ayrılması mümkün olmayan diğer önemli bir konuyla beraber yürütmüştür. Ayrıca, Türk dilini yabancı boyunduruğundan kurtarmak için, "Harf devrimini" dil devriminin ayrılmaz bir parçası olarak görmüştür. O halde, dil, tarih ve harf devrimleri, Türk ulusunun ulusal benliğe ve bilince ulaşmasının birer aracı olarak kültürel yaşantımızda; üzerindeki çalışmalarımızı ve bu konuda kazanılan değerlerimizi her gün daha da etkili bir biçimde devam ettirmek, Atatürkçü bir düşüncenin savunulması olacaktır. Eski yazının hasretini duyanlar, dil üzerindeki çalışmaları kasıtlı olarak baltalamaya çalışanların, aynı zamanda milliyetçi olmaları mümkün değildir. |