#1
|
|||
|
|||
Sokrates
En bilge kişi bilmediğini bilen kişidir...
Gerçek bilgi içimizde mevcuttur. Doğru bilgi , doğru eylemi gerçekleştirir. Sokrates , bilgimizin temelini bulmanın önemli bir şey olduğunu söylüyordu.Ve o , bu temelin insanın mantığı olduğuna inanıyordu.İnsan mantığına bu denli güvenişi açısından kesin bir Akılcı idi. Sokrates’in uğraşındaki temel öge , onun kimseye birşey öğretmek peşinde olmayışıdır.O tersine konuştuğu insandan birşeyler öğrenmek istediğini dile getirmiştir.Sokrates , genellikle konuşmanın başında soru sorar , böylece hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapar ,cahili oynar ,insanları mantığını kullanmaya zorlar , konuşma sırasında karşısındaki kişinin kendi düşünce biçimindeki zayıflıkları görmesini sağlardı.Sonunda konuştuğu kişinin bir köşeye sıkıştığı ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu kendine itiraf etmek zorunda kaldığı olurdu.İşte bu türden soru sorma , sorgulama SOKRATESÇİ ALAY(İRONİ) olarak adlandırılır. Sokrates’in annesinin ebe olduğu ve Sokrates’in konuşma sanatını ebelerin “doğurma sanatına” benzettiği söylenir.Çocuğu doğuran kişi ebe değildir.Ebe yalnızca doğum sırasında hazır bulunup doğuma yardımcı olur.Sokrates de kendine düşen şeyin insanların “doğruyu” doğurmasına yardımcı olmak olduğuna inanıyordu.Çünkü gerçek kavrayış insanın içinden gelir.Başkaları tarafından öğretilmez.İnsanın içinde kavradığı şeydir gerçek “bilgi”.İnsan sadece mantığını kullanarak felsefi doğruları kavrayabilir , kendinden birşey öğrenebilir. Sokrates , tanrısal ses yada vicdan olarak adlandırdığımız şeyin insana neyin doğru neyin yanlış olduğunu gösterdiğine inanıyordu.O , doğruyu bilen , doğru davranır diyor , doğru bilginin , doğru eylemi gerçekleştirdiğine inanıyordu.Sokrates , kişiler bilmedikleri için kötüler , bilselerdi kötü olmazlardı , aklımızın iyiye ermesi bir bilgi işidir , bunun için bilgimizi artırmak çok önemlidir diyordu. Merhaba, Ben Platon. Beni Eflatun olarak da tanırsınız. Sokrates'in öğrencisi olan şanslı insanlardan biriyim. Sevgili Hocam Sokrates M.Ö. 4. yy'da 470 – 399 yılları arasında Antik Yunan'da Atina'da yaşadı. Annesi Phainarete ebe, babası Sophroniskos ise bir heykeltıraştı. Soylu değildi, varlıklı bir yaşamı da olmadı. Bir felsefeci ve ahlakçı olarak felsefi düşüncesini insan ve insan eylemleri üzerine geliştirmişti. Devrinin filozoflarına hiç benzemiyordu. Ne düşüncesiyle, ne davranışıyla, ne de yaşantısıyla. Çünkü bizim zamanımızın filozofları titiz giyinirler, temiz gezerler, düzgün ve uzun nutuklar atarlar, halkın arasına pek karışmazlardı. Fakat hocam Sokrates bambaşka biriydi. Onu sokaklarda insanlarla konuşurken, çarşıda esnafın dükkânında sohbet ederken, en yüksek soylu ailelerin evlerinde yaşamı tartışırken görebilirdiniz. Saçları, sakalları ağarmış, çıplak ayak gezen bu yetmişlik ihtiyar konuşmalarıyla birçok saygın kişinin de tepkisini çekmeye başlamıştı. Toplumun huzurunu bozduğu, şehrin tanrılarına ibadet etmediği, dine yenilikler getirmeye çalıştığı ve Atina'lı genç erkekleri babalarına karşı kışkırttığı dile getirilerek suçlandı. Bu öğretmenlerin öğretmeni bilge kişi hapse atılmıştı. Hapis hayatı boyunca da yine insanlarla bildiklerini paylaşmaya devam etti. Daha sonra Sokrates'in dediği gibi hayatlarının en büyük hatasını yapacaklardı ve yaptılar da. Onu zehirleyerek öldürdüler. Aslında tanrılarla ilgili her türlü düşünüşü ve kurguyu boş zamanı olan insanlara bırakmıştı Sokrates. Zamanını daha iyi değerlendirmeyi ve en iyi bildiği işi yapmayı istemişti. Başka bir deyişle bizzat kendi doğası üzerinde düşünmeyi, insan ve insan benliğiyle ilgili bilgilerini insanlarla paylaşmayı tercih etmişti. Sokrates'in düşüncesinin temelinde evrenin düzenli bir bütün olduğu ve onu kavrayabilmek ve anlayabilmek için özel bir çabanın gerekli olduğu yatmaktadır. Evreni oluşturan bütün içinde insan da önemli bir yer tutmaktadır. Ona göre hiç kimse bilerek kötü olamaz. İnsanların ahlâk ölçüleri dışına çıkmaları, temelde eğitimsizlikten ve yanlış bilgilendirilmekten kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, eğitim alarak doğruları öğrenen her insan ister istemez iyi olacaktır. Bu konuda çaba gösteren ve kendini iyi yaşamak için yetiştiren bir insan yalnız bir şeyin niçin doğru olduğunu bilmeyecek, aynı zamanda öteki seçeneklerin de niçin yanlış olduğunu bilecek duruma gelecektir. Sokrates, kişiyi inandığı şeye niçin inandığını düşünmeye davet ediyordu. O, kalıplaşmış bilgileri alıp hayata geçirmenin önemli olmadığını, önemli olanın soru sormak, araştırmak, düşünsel denemeler yaparak hayatı sorgulamak olduğunu söylerdi. Yaşadığı hayat için düşünmeye başlayan ve kendini sorgulayan insanın zamanla kendini tanıyacağı, kendini tanıyan bir insanın ise zorunlu olarak kendisi için iyi olanı yapacağını tekrar tekrar dile getirirdi. Hocam bir gün amfide ders yaparken şunları söylemişti; “Annem nasıl bir çocuğun dünyaya gelmesine bir ebe olarak yardımcı oluyorsa, öğretmen de öğrencisine yeni bir şey öğretmez, ancak onun aklında var olan bilgileri gün ışığına çıkarır, çünkü bilgiler aklımızda doğuştan vardır”. Sokrates, insanlara en iyi bilmeleri gereken bir konuda kendilerinin ne olduğu, kendileri için neyin gerçekten iyi olduğu, kendileri için iyi bir yaşamın ne olduğu konusunda tam bir cehalet içinde bulunduklarını gösteren ve bu uğurda bile bile ölüme giden biridir. “İnsanların kendileri hakkında en iyi bildikleri bir şey var o da hiçbir şey bilmedikleri” diyerek onların tam bir bilgisizlik içinde olduklarını söylerdi. "İnsan yaşamının amacı nedir?" diye sormuştu bir gün hocamız Sokrates. Hepimiz farklı farklı cevaplar vermiştik. Bunun cevabı mutluluktu ona göre. Mutluluğa ulaşmanın tek yolu da ruhsal olgunluktan geçmekteydi. Ruhsal olgunluğa erişebilmemiz için de bilgelik, cesaret, ölçülü davranış ve adalet gibi değerlere gereksinmemiz vardı. Ve bu değerlerle iyi bir şey yapmamız insana mutluluk getirecekti. Hocam Sokrates'in yaşam amaçlarından biri de insanları sürekli rahatsız etmek, onlara yaşam oyununda doğru yolu işaret etmek olmuştur. O böyle yaparak mutlu olacağına inanıyordu. Hatta bir konuşmasında Antik Atina'yı büyük ve ulu bir ata benzetmiş, kendisini de bu atı sürekli rahatsız eden bir at sineğine. Evet, sohbetimizin başında da dile getirdiğim gibi dinsizlikle ve toplumun huzurunu bozmakla suçlanmıştı yaşlı çınar Sokrates. Yargıç ve jürinin karşısında, mahkemede unutulmayan son savunmasında şunları söyleyecekti; “Ey jüri üyeleri, beni aklamanız amacıyla sizleri ikna edecek, kandıracak sözler söylemediğim, söylevler çekmediğim için mahkûm edilmiş olduğumu düşünür görünüyorsunuz. Ancak durum hiç de öyle değildir. Beni mahkûmiyete götüren söylev çekmemem değil, bende yüzsüzlükten ve utanmazlıktan iz bulunmaması ve kulaklarınızda çok hoş ve tatlı etkiler yapacak özür dileyici sözler söylemeye hiç istekli olmamamdır. Benim başka sanıklardan işitmeye alışık olduğunuz gibi ağlayıp, sızlandığımı işitmek, beni bana yakışmayan ve benim için değersiz olan şeyleri yaparken ve söylerken görmek hiç kuşkusuz çok hoşunuza gidecekti . Nasıl ki daha önce salt tehlikede olduğum için bir köle gibi davranmadıysam, şimdi de yapmış olduğum savunmadan yana en ufak bir pişmanlık duymuyorum. Başka biçimde yaşamaktansa, ilkelerimle belirlediklerimi yaparak ölmeyi her zaman tercih ederim ” Heyecanla ve af dilemeyeceğini haykırarak bitirmişti konuşmasını. Dün gibi hatırlıyorum yargıcın sözlerini; “Sokrates devletin tanrılarını tanımayıp, yeni tanrılar icat ederek yasayı çiğnemektedir. Dahası gençliği baştan çıkarmakla da yasayı ihlâl etmiştir. Kabul edilen ceza; ÖLÜM! ” Tanıdığım insanların en iyisi, en yüreklisi, en adaletlisi ve bilgesi olan Sokrates'in ölümü beni ve bütün tanıyanlarını çok üzmüştü. Arkadaşım, yine hocamın öğrencisi olan Aristo onun ölümünden sonra günlüğüne şunları yazacaktı; “ Sokrates; yargıçları, jüri üyelerini memnun edip, kandırarak yaşamını kurtarabilirdi. Fakat bunu hiçbir zaman kabul etmeyecekti. Çünkü bu şekilde kazanılmış bir yaşamın yaşanmaya değer bir yaşam olmadığını biliyordu. Başka bir yol tutsaydı, kaybı kazancıyla ölçülemeyecek denli büyük olacaktı. Çünkü bu durumda yaşamı değil de iyi yaşamı, gerçekte yaşanmaya değer tek yaşam olan yaşam biçimini yitirmiş olacaktı. Neyse o oldu. Sokrates olarak kalmak istediği için başka bir seçimi yoktu; kendisine sadık kalmak zorundaydı ve nitekim kaldı da. Nur içinde yatsın!...” |