#1
|
|||
|
|||
Göç Üzerine Psikolojik Sorunlar
Göç Üzerine Psikolojik Sorunlar ve Çözüm Önerileri Göç tarihi insanlık tarihi kadar eskidir ve dünyada göç her zaman gündemde olmuştur. Tarih boyunca meydana gelen göçler dünyanın bugünkü nüfus dağılımını sosyo- ekonomik yapısını ekonomik ve kültürel gelişimini şekillendirmiştir (Gün 2000). Eski dönemlerden beri var olan göç olgusu günümüzde mesafesini olağan üstü arttırmış hızlanmış ve eskiye oranla daha da kitleselleşmiştir. Çobanoğlu (1996; sf: 667) yakın tarihteki göçün artış trendini sayılarla ortaya koymuştur: “1750-1880 döneminde dünyada yılda ortalama 230 bin insan –yani her yıl dünya üzerindeki yaklaşık 4400 kişiden biri –göç etmiş. 1880-1940 döneminde yılda ortalama 1 milyon 600 bin insan –yani her yıl dünya üzerindeki 1300 kişiden biri göç etmiş. 1945-1970 döneminde göç eden insan sayısı yılda ortalama 4 milyon –yani her yıl Dünya üzerindeki yaklaşık 725 kişiden biri- kişi göç etmiştir. 1970-1990 döneminde yıllık ortalaması 6 milyon kişi -dünya nüfusunun yılda ortalama 780 kişide biri- göç etmiştir.” 1970’li yıllardan itibaren uluslar arası mülteci hareketlerinde büyük artışlar meydana gelmiş ve bu artışa bağlı olarak mülteciler dünya gündemine oturmuştur. Günümüzde dünyaya yayılmış 16 milyona yakın sığınmacının olduğu ve tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar göçmen ve sığınmacının dünyanın her yanına yayıldığı bildirilmektedir. 20.yüzyılın ilk yarısında 100 milyon insan istemli ya da zorunlu olarak bir ülkeden diğerine yada bir bölgeden diğerine göç etmiştir. Son 14 yıl boyunca göçmen ve mültecilerin sayısındaki dramatik artış Doğu Avrupa’daki Asya’daki Güney Amerika’daki ve Afrika’daki ekonomik ve politik değişkenliğe işaret etmektedir (Carter French ve Salt 1993). 1990’dan günümüze Batıdaki gelişmiş ülkelerde ekonomik nedenlerle artan göçmen sayısına ek olarak 2.5 milyon politik sığınmacı kabul etmişlerdir (Widgen 1993). Tüm bunlardan dolayı hemen hemen tüm Batılı ülkelerde önemli sayıda etnik göçmen azınlıklar bulunmaktadır. Günümüzde dünyanın belli noktalarındaki (Balkanlar Kafkaslar Ortadoğu Orta Afrika Uzakdoğu) bölgesel çatışmalar zorunlu göçe neden olmaktadır. dünyanın belli bölgelerinin gelişmiş/zenginleşmiş olması (Batı Avrupa Kuzey Amerika-ABD Kanada-) diğer bölgelerin gelişmemiş kalması yani bölgeler arası gelir uçurumunun çok büyümüş olması Batıyı ve Kuzey yarım küreyi diğer alanlar için çekim merkezi haline getirmektedir. Günümüzde dünyadaki göç hareketlerinin yönü doğudan batıya ve güneyden kuzeyedir. Dünyadaki karışık sürece benzer bir süreç Anadolu toprakları için de geçerlidir. Anadolu toprakları tarih boyunca büyük göçlere tanıklık etmiştir. Bu durum Osmanlı tarihi için geçerli olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti için de geçerlidir. Anadolu topraklarında göçün her türlüsüne rastlamak mümkündür. Türkiye tarih boyunca iç göçler yaşamış dışa göç vermiş dıştan göç almıştır. İşçi göçlerine tanıklık etmiş mülteci akınına uğramış mevsimlik göç ve militarist zora dayalı göçler yaşamıştır. Türkiye’deki toplumsal dinamiği son 20 yıl içinde en fazla etkileyen en önemli sosyal olgu 1985 yılından sonra meydana gelen zorunlu göçtür. Yaklaşık 4.5 milyon insan istemsiz bir şekilde göç etmek zorunda kalmışlardır. Ülkelerini ya da bölgelerini terk etme nedenleri ne olursa olsun ya da vardıkları yerde nasıl karşılanırlarsa karşılansınlar göç edenler özelliklerine bağlı olarak (göçün şekli zamanı nedeni zorunlu ya da istemli olması göç edenlerin cinsiyetleri yaşları göç edilen yerin özellikleri v.b.) farklı derecelerde de olsa uyum güçlükleri yaşamaktadırlar. Öyle ki göç edenlerin fiziksel ve ruh sağlıkları kültürel ve psikolojik faktörlerden etkilenebildiği gibi çevrelerini meydana getiren coğrafik ve iklimsel değişikliklerden bile etkilenebilmektedir (Sequin 1956). Göç edenler yeni bir dil öğrenmede yabancı bir kültüre uyumda ve bir bütün olarak değişik bir yaşama alışmada farklı da olsa güçlüklerle karşılaşabilmektedirler. Bir çok göçmen ve mültecinin göç etmede yüksek motivasyonlu olmaları esnek olmaları ve karşılaşılan ilk güçlüklerin üstesinden gelmede ilerleme kaydetmelerine rağmen; yine de bazılarında göç öncesi süreçteki işkence düzeyindeki çeşitli travmatik deneyimlerden kaynaklı psikolojik hastalıklar ve stres gözlenmektedir (Chung ve Kagava-Singer 1983). Mülteci ve göçmenlerin göç alan ülkeye yerleşebilmelerindeki ve uyumundaki başarı ya da başarısızlıkları o ülkedeki hükümetlerin ve toplumun tutumlarına o ülkedeki göç politikalarına göçmenlere yönelik yerleşme ve destek programlarına ve son olarak göçmenlerin fiziksel ve ruh sağlıklarına yönelik kolaylaştırıcılara da bağlıdır (Sue 1977). Tüm bu zorluklardan dolayı yapılacak araştırmalar yukarıda bahsi geçen gruplara uygun politikalar oluşturulmasında ve göçmenlere etkili ulaşılabilir uygulanabilir ve uygun destek sağlanmasında kullanılabilecek veriler toplamayısa hizmet etmelidirler. Araştırmayısı yapanlar da bu yönde ellerinden gelenin en iyisini ortaya koymalıdırlar. Dünyada (hem batıdaki gelişmiş toplumlarda hem de gelişmekte olan ülkelerde) geçen 20 yıldan fazla bir zamandır göçmen ve mültecilerle profesyonel bir şekilde araştırmacı olarak çalışan psikologların sayısında önemli bir artış gözlenmektedir. Göç ile ilgili çok önemli ve sarsıcı deneyimler yaşanmasına rağmen benzer bir süreç Türkiye’de yaşanmamıştır. Bunun sosyal kültürel ve siyasal nedenleri olduğu söylenebilir. Fakat son 4-5 yıl içinde ufak kıpırdanmaların ipuçları görülmekle beraber bu hareketlenme istenilen düzeyin çok gerisinde ve doğru kavrayışın çok uzağındadır. Araştırma yapma gerekliliği bir çok profesyonel tarafından benimsenmekle beraber bu benimseme süreci çok tartışmalı ve sancılı olmaktadır. Bu tartışmalar çerçevesinde bazı araştırmacılar batı bağlamında geliştirilen niteliksel ve niceliksel araştırma metotlarının uygunluğunu sorgulamaktadırlar (Couchman 1973). Başka bir grup araştırmacı ise kültürler arası araştırma sonuçlarını; veri toplama süreci ve sonuçların genellenebilirlik ve diğer çalışmalarla karşılaştırılamama güçlükleri nedeni ile tartışmayısa açmışlardır (Flaskerad ve Liu 1991). Küçük bir grup ise başka önemli noktaları; sıklıkla karşılaşılan ve hipoteze yanıt olamayısacak kadar düşük düzeydeki ortalamalar arası farklılaşmaları toplumun önyargı ve şüphelerini göç eden gruplarda gözlemlenen yüksek düzeydeki hareketliliği dil engellerini ve tüm bunlara ek olarak araştırmacı ile araştırılan arasındaki statü farklılığından kaynaklı yaşanan güçlükleri hesaba katmaktadırlar (Yu 1985). Psikolojideki hakim paradigmalar özel gruplarla ilgili özelliklede göçmen ve mültecilerle ilgili araştırmalar yapılırken yaşanan problemlerden büyük ölçüde bihaberdirler. Psikoloji genel ortalama ile uğraştığı gibi orta sınıfa yönelik bir bilimdir. Geliştirilen kuramlar teoremler kavramlar patoloji kriterleri ve bunları tedavi etme yöntemleri batının beyaz orta sınıfına dayanmaktadır. Batıda geliştirilen kuramlar teoremler ve kavramlar aynı toplumların diğer katman ve sınıflarına ve batı dışında kalan diğer ülke halklarına genellenmektedir. Psikolojiye yapılan en önemli eleştirilerden biri de budur. Üniversitelerde yetiştirilen psikologların eğitiminde kullanılan ders kitaplarının büyük çoğunluğu A.B.D. ve Batı Avrupa’da geliştirilen araştırma tekniklerinin gelişen ülkelerdeki insanlara mülteci ve göçmen gruplara ABD ve Batı Avrupa’yla aynı başarı düzeyinde uygulanabileceği fikrindedirler. Bu makalede psikologlar tarafından kullanılan geleneksel araştırma metotlarının evrensel uygunluk ve uygulanabilirliğini eleştirel bir şekilde incelenmesi amaçlanmaktadır. Amaçlanan yapılan göç araştırmalarından da örnekler vererek göç eden gruplarla araştırmalar yapılırken en sık karşılaşılan metodolojik problemleri ortaya koymaktır. Bunlara ek olarak yaşanılan problemlerin üstesinden gelmek için bazı önerilerde bulunulacaktır. METODOLOJİK SORUNLARIN TANIMLANMASI Mülteci ve göçmenlerle araştırma yapılırken seçilecek metodoloji; araştırmanın hangi koşul ve durumlarda yapılacağı ve katılımcıların desteklerinin hangi bağlamlarda ve nasıl sağlanacağı gibi oldukça geniş şartlara bağlıdır. Göçmenlerle ve mültecilerle araştırma yapılırken göz önünde bulundurulması gerekilen şartlar; 1- Kuramsal problemler ve bunların ideolojik temelleri 2- Göç edenler ile göç alan toplum arasındaki bağlamsal farklılıklar 3- Göç araştırmalarında kullanılacak ölçme araçlarının tercümesinden kaynaklı kavramsal problemler 4- Örneklem güçlükleri 5- Dil problemleri 6- Göç edenlerin etik değerlerine dikkat edilip edilmemesi 7- Araştırmacıların kişisel özellikleri. 1-KURAMSAL PROBLEMLER VE BUNLARIN İDEOLOJİK TEMELLERİ Göç oranları ile ilgili tartışmalarda iki farklı görüş öne çıkmaktadır. Birincisi göç oranlarının devasa arttığını kontrolden çıktığını göç alan ülkelerde önemli problemlere neden olduğunu savunmakta ve çeşitli göç politikalarıyla kontrol altına alınması gerekliliğini vurgulamaktadır. Gelişen teknoloji artan iletişim ve ulaşım imkanları ile göçün arttığı ve mesafesini de uzattığı söylenebilir. Kimi sosyal bilimciler ise göç konusunun – özellikle Batılı gelişmiş ülkelerde- ideolojik bir tercih çerçevesinde planlı bir şekilde öne çıkarıldığını ve önemli bir sorunmuş gibi yansıtıldığını belirtmektedirler. Günümüzde teknolojinin ulaşım ve iletişim imkanlarının çok gelişmiş olmasına rağmen dünyada sadece 130 milyon insanın hareket halinde olduğunu ve bununda dünya nüfusunun sadece %2’sine denk düştüğünü nüfusun geri kalan %98’inin durağan olduğu gerçeğinin unutulduğunu belirtmektedirler. |