#1
|
|||
|
|||
Osmanlı ordusuyla kaz sürüsüne karşı konulamaz’
“Subaylar emir ne demektedir anlamıyorlar ve anlamadıklarını da anlamıyorlar. Bence, Osmanlı ordusu dünyanın en talihsiz ordusudur.” Mustafa Kemal, 1905 yılında Şam’da sürgündeydi. Kurmaylık stajını Makedonya’da yapmayı umarken buraya savrulmuştu. İmparatorluğun arka bahçesiyle ilk kez karşılaşıyordu. Selanik’te, İstanbul’da gördüğü şaşaadan, medeniyetten, zenginlikten eser yoktu. Gördüğü yoksulluk, cehalet, ordunun dağınıklığı, onu şaşırtmıştı. Bu mutaassıp kentte, 5. Ordu Karargâhı’nda görev yaparken gördüğü her ayrıntıyı, yorumlarını da katarak yanındaki not defterine özenle kaydetti. Bu notlardan hem Osmanlı coğrafyasının karanlık yüzünü öğreniyoruz, hem genç Mustafa Kemal’in ilk görev yerindeki hayalkırıklığını, öfkesini, çabasını... ATASE, “Şam Defterleri”ni, henüz yayımlamadı. Buradaki satırlar, ilk kez kamuoyuna ulaşıyor. 18 TEMMUZ 1905 Merkezde bir nefer bile kalmamış Saat 13:00’te İrbid’e varış. Berber dükkânında (Mehmet Ağa ile) Kaymakam Beyi ziyaret. (Şevki Bey) nazik. 54 nefer jandarma bölük mevcudu. Merkezde bir nefer bile kalmamış. Mevcudu yetersiz. Kaymakam Beyin ifadesine göre; halk yönetime sadık ancak, yapılan harekât onları şımartıyor. Halk çete halinde eşkıyalığa çıkıyor. Aralarında ufak tefek çarpışmalar oluyor. Bunun için halka yazılı bildiriler dağıtılarak, seyyar müfrezeler dolaştırılmalı. Bilgi ve eğitimin gelişmesi için gereken ortam hazırlanıyor. İki okul açtım Burada ilk ve orta olmak üzere iki okul açtım. Buralara öğretmen tayin edilmediği için, vekâletle bu iş idare ediliyor. Un fabrikası, kahve, bakkallar, eczane var. Hayvanlar hükümet ahırına bağlandı. Kazanın doktoru diğer bir siville beraber Mihran Efendi’dir. Belde ileri gelenlerinden iki şeyh ziyaretimize geldiler. Kaymakam Bey okulun dersliğini bize tahsis etti. Doktorla yaptığımız görüşmenin konusu Uzakdoğu idi. Doktor beş günden beri yeni bir çarpışmanın başladığını haber almıştı. Belediye başkanı da kendisiydi. İrbid’i istediği gibi düzenleyebilmek için, belediye gelirlerinin yetersiz olduğunu söylüyordu. Şeyhlerin durumlarına dikkat etmemiştik. Onlar diz çökmüşler, ellerini dizleri üzerine koymuşlardı. Doktor, ‘İzin verin de rahat otursunlar” dedi. Verilen izinden sonra rahat oturdular. İlk görev yeri Şam’da Osmanlı ordusunun hali Mustafa Kemal’de hayal kırıklığı yaratmıştı. 19 TEMMUZ 1905 ÇARŞAMBA İsmimizi yazıp asker yapacaksın, ilaç istemeyiz! Aclun kazası erkekleri çoğunlukla, birden fazla eşe ve çok çocuğa sahiptir. Ölüm oranı oldukça az. Normal ömür tamamlanılıyor. Ölüm olayları hemen daima yaşlılar arasında görülüyor. İrbid’de dört eşli birinin 16 erkek, 10 kız çocuğu var. Aclun kazası halkı askerlikten olağanüstü derecede korkuyorlar. Doktor Mihran Efendi, koleranın yaygın olduğu bir zamanda, halka yapılan tedavi uygulaması sırasında, isimlerini sorduğu zaman, “Sen bizim isimlerimizi yazıp asker yaptıracaksın. Biz ilaç istemeyiz” demişler ve beklemişler. Kaymakam Bey de isimleri sorulmadan, tedavi edilmelerini tavsiyeye mecbur olmuş. Saat 18:30’da Mal Müdürünün yanına gittik. Yemen’den haber olup olmadığını sordu. Sonra orada, Saltanat yönetiminin bulunduğundan bahisle buna açık bir delil olmak üzere, cebinden çıkardığı iki adet bakır parayı gösterdi. 1875’te basılmış. Şekilleri defterin kabındadır. Saat 10:00 Maan’a hareket. Saat 11:00 de Maan’a varış. “- Niçin Türkçe öğrenmiyorsunuz?” “- Nasıl öğrenelim! Öğretmenler gelmiyor. Türkçe gazeteler gönderilmiyor. Bizden eğitim parası alıyorlar.” 22 TEMMUZ CUMARTESİ Bu mavzerlerle ordu donatılır Gece müdür beylerde sohbet. Cebelidürus Rus, Beyrut ve sahiller Fransız, Cebeliaclun ve civarı İngiliz yanlısı. Bunların hepsi aynı fikirde. Şam ileri gelenleri bunlara kılavuzluk eder. Yemen ve Aden taraflarındaki meseleler bunların davranışlarını belirleyecek. Cebelidürus 10 bin silahlı çıkarabilir. Ancak üzerlerine asker gönderildiği zaman bu miktar daha da artar. Suriye bölgesinde hemen hiçbir Arap evi yoktur ki, bir iki martin bulunmasın. Bu civardakilerde mavzer vardır. Bu silahlarla bir ordu donatılır. Hayatta kalabilmek için silah zorunlu 23 TEMMUZ 1905 PAZAR Halk fakir, zenginlerin sayısı pek sınırlı. Bedevilerin sataşmaları fazla, hayatta kalabilmek için silahlı bulunmak zorunlu. Asker vermeyişlerinin sebebi de budur. Barutu kendileri yapıyor. 24 TEMMUZ 1905 PAZARTESİ Abdülaziz Efendi’nin küçük kardeşi Ahmet Efendi. 13-14 yaşında 2-3 defa okutturulduktan sonra : a b c d e f g i j k yazdı ve okudu. 25 TEMMUZ 1905 SALI Gazel “Ateşlik görürüm güzellik dolu dünyayı sensiz. Ey gonca! Cehennem sanırım cenneti ben. İsa gibi kudsiyetler ile göğe çekilsem, Bayağı görürüm yücelik alemini sensiz.” 26 TEMMUZ 1905 ÇARŞAMBA Saat 10.00’da Anmira’ya varış. Çadırda. (Tambura, davul, iki sakallı, bir genç kadın, bir kız) Bir eğlence. Yurma - Anmira yolu yalnız piyadenin hareketine elverişli. Süvari, piyadeden mahrum olarak buradan geçmeyi, daha doğrusu piyade vazifesini yapmayı beceremez. Şimdiye kadar seyahat ettiğimiz arazi dahilinde katiyen yol yoktur. Hareket patikalarından yapılıyor. Buralardan dağ topu hareket eder. 16 AĞUSTOS ÇARŞAMBA Sersem neferler, budala çavuşlar Neva’dan Kuneytira’ya hareket eden müfrezenin ağırlık komutanı, müfreze komutanının emriyle benden talimat alacaktı. Deve ve katırlardan oluşan kafileyi toplanma bölgesinde buldum. İki alaydan, kafile komutanı olmak üzere tayin edilen subaylar, binbaşının yazılı emrini birkaç defa okudukları ve hatta birer kopyası ceplerinde bulunduğu halde, emrin amacını ve içeriğini anlamamışlardı. Tam hız borusunda kendilerine, “Böyle mi toplanılacaktı?” diye sorduğum zaman, ‘- Evet efendim böyle! “- Binbaşı beyin emirleri böyle miydi?” “- Evet!” Üzüntümü dahi gizlemeye mecburiyet görerek, gerekli değişikliklerin yapılması ve hareket emri verildi. Kafileye ne benim ve ne de o iki subayın katılmasından fayda sağlanmıştı. İş yine sersem neferlerin, budala çavuşların fikriyle, onların istedikleri gibi oluyordu. Hareketten önce verdiğim emir ne subay, ne çavuşlar ve ne de erler tarafından anlaşılmıştı. Tabiatıyla böyle olacaktı. Çünkü subaylar emir ne demektedir anlamıyorlar ve anlamadıklarını da anlamıyorlardı. Bizzat kolun sonunda ve ortalarında birer müddet yürüyerek doğrudan doğruya neferlere uyarılarda bulunmaya mecbur oldum. İşin benim düşündüğüm gibi olması şöyle dursun, uyarılarım onları büsbütün şaşırttı. Çünkü herkes kendi düşündüğünü yapıyor, yapılan işte asla uyum, birlik bulunmuyordu. Kuneytira’ya varışımızda konaklama yeri tespiti için kola öncülük ettik. Her alayın subayı, “Ben daha iyi yeri kapayım!” diye atını ileri sürüyordu. Kendilerine yetiştiğim zaman, “İşte efendim, biz her vakit buraya konarız, bizim yerimiz burasıdır!” sözleriyle daha iyi bir yer var mı yok mu, bu yerin uzaklığı yeterli midir, değil midir diye asla düşünmedikleri, “Sen ne istersen düşün. Bize göre iş bitti” demek istedikleri anlaşılıyordu. Buna razı olduk. Kendileriyle beraber, konaklama yeri ayrıntılarının diziliş şeklini, işaretler koyarak gösterdim. Yazık ki maksadım anlaşılmamıştı. Ben “hayvan barınaklarının yönü kuzeye dönük olacak, alaylar arasında şu kadar mesafe bırakılacak, subay çadırları şu işaret ettiğim hizada kurulacak!” diyorum, onlar benim hiç önermediğim bir şekilde işe başlıyorlar. “- Yahu! Söylediğimi anlamadınız mı?” “- Anladık efendim, işte öyle yapıyoruz!” diyorlar. Bence, Osmanlı ordusu dünyanın en talihsiz ordusudur. Bu ordu ile kaz sürüsüne karşı konulamaz. |