![]() |
![]() |
|
#1
|
|||
|
|||
![]()
Savunma ve Savaş Taktikleri
![]() Karıncaların küçük oluşları, ilk bakışta savunmasız oldukları izlenimini verir. Üzerine basarak rahatlıkla ezilebilecek bu canlıların, kendilerinden beklenmeyecek derecede büyük işler yapabilecekleri tahmin bile edilemez. Ama Allah yeryüzünde yarattığı eşsiz ekolojik düzen içerisinde, onların da yerini belirlemiş ve onları gerekli savunma mekanizmalarıyla donatmıştır. Karıncalar, Allah'ın ilhamıyla, akıllara durgunluk verecek taktik ve stratejilerini, kolonilerini korumak ve yiyecek ararken karşılarına çıkan düşmanlarına karşı kendilerini savunmak için kullanırlar. Av stratejileri geliştirirken, kendileri de başkalarına av olmamak için mücadele ederler. Bu mücadelenin bir türü, karınca kolonileri arasında yaşanandır. Koloniler Arası Savaş ![]() Yiyecek kaynağına ilk gelen işçilerin bir kısmı kuşatma faaliyetini sürdürürken bir kısmı da, savaşa hemen katılmayıp koku izi bırakarak yuvalarına dönmeyi tercih ederler. Yuvaya varınca vücutlarını ileri geri hareket ettirip, antenlerini diğer karıncaların antenlerine değdirerek, yuva arkadaşlarını uyarırlar. Bu zekice taktikle savaşan işçilere, takviye güç toplanmış olur. Günlük sıradan kuşatmalar dışında, besin kıtlığı zamanlarında karıncalar o kadar saldırgan olurlar ki, birbirlerini tamamen imha edebilirler. Bir koloni 10-14 gün içinde diğer bir koloniyi tamamen yokedebilir. ![]() Böyle bir durumda, örneğin dokumacı karıncalar bir salgı bırakarak en yakın yaprağa koşarlar. Yuva arkadaşlarını bulunca kavgayı anlatan hareketler yaparlar. Arkadaşları bu davetin karşısında hareketlenir ve işçileri takip ederek savaş alanına doğru yol alırlar. Yarım saat içinde yüzden fazla karınca savaş alanına ulaşmış olur. Kısacası karınca kolonileri, doğal sınırları, tehlikelere karşı güvenlik ve istihbarat sistemleri ve bunun yanısıra tüm koloniyi savunacak güçte orduları ile gelişmiş bir sisteme sahiptirler. Böyle bir sistemi oluşturabilmek içinse, bu sistemi planlayacak akıllı ve bilinçli bir irade ve sistemi koloni üyelerine benimsetecek bir eğitim gerekir. Oysa, ortada görünür bir planlayıcı ve görünür bir eğitim yoktur. Sistem gözle görünmeyen bir irade tarafından planlanmıştır ve tüm karıncalara da henüz dünyaya ilk geldikleri anda öğretilmiştir. Bir başka deyişle, karıncaları yaratan Allah, onlar için karmaşık bir savunma sistemi belirlemiş ve bu sistemin işlemesi için gereken programı karıncalara ilham etmiştir. Şimdi açık bir yaratılış örneği olan bu sistemin detaylarına bakalım. Savunma Taktikleri Farklı koloniler arasındaki savaşlarda, karıncaların uyguladıkları bir takım taktikler vardır. Bunlardan en yaygın olarak uygulananı karıncaların kendilerini daha uzun ve büyük göstermeye çalışmalarıdır. Yukarıdaki resimlerde de görüldüğü gibi karıncalar bacaklarını mümkün olduğu kadar düzleştirerek ve kafalarını kaldırarak daha uzun boylu ve daha "caydırıcı" görünmeye çalışırlar.72 ![]() ![]() Kullandıkları bir başka savunma taktiği ise, "düşmanı sakinleştirme"dir. Bir karınca türü (S.Invoila), kavgaya girdiğinde karnını titreterek bir zehir çıkarır ve yavaşça çene kemiğini açar. Bu sırada zehirden zarar görmemeye çalışan düşmanları, çene kemiklerini açıp ağızlarından bir damla şekerli suyu zehir çıkaran karıncanın açık çenesine aktarırlar. Bunu yapmalarının nedeni, zehir çıkaran karıncaların besine ulaştıklarında saldırganlıklarının azalmasıdır. Kısacası karşı tarafın dikkatini başka bir yöne çekerek, onu sakinleştirmektir. Taktikler elbette bunlarla sınırlı değildir. Karıncalar sahip oldukları hayret verici fiziksel özellikleri ve kendilerine ilham edilen "zekaları" ile, "savaş meydanlarında" çok daha karmaşık taktikler kullanmaktadırlar. Asit Üreten Karıncalar Karıncaların çok önemli bir savunma tekniği, vücutlarındaki zehir keselerinde gerektiğinde zehir, gerektiğinde de formik asit üretmeleridir. Ürettikleri zehiri düşmanlarına karşı çok başarılı bir biçimde kullanırlar. Hatta zehirleriyle, insanlar üzerinde dahi bir etkiye sahip olabilirler. Soktukları zaman bazı insanlarda alerji şokları meydana getirirler. Formik asit de yine düşmanların uzaklaştırılmasında etkili bir şekilde kullanılır. Evrimi kabul ettiğimizde, ilkel karıncaların kendi bedenleri içinde bir zehirleme sistemine sahip olmadıklarını, ancak bu sistemin Evrim süreci içinde sonradan bir şekilde oluştuğunu da kabul etmemiz gerekir. Ancak bu, mantığa aykırı bir kabuldür. Çünkü zehirleme sisteminin çalışması için, hem zehirin kendisinin, hem de zehiri muhafaza edecek organın oluşması gerekir. Bu organın izole bir yapıya sahip olması ve böylece zehirin vücudun diğer bölgelerine yayılmasını da engellemesi şarttır. Dahası, bu organdan karıncanın ağız kısmına doğru uzanan izole bir borunun da var olması gerekir. Bu da yetmez, hayvanın düşmanına bu zehirini fışkırtmasını sağlayacak bir kas sistemi ya da mekanik bir düzen vs. olması gerekir. (Hatta, hayvanın içinden zehiri fışkırttığı karın bölgesinin dönmesini kolaylaştırmak için o bölgeyi "yağlayan" ayrı bir bez bile gerekmektedir.) Bu organeller, Evrim süreci içinde yavaş yavaş gelişmiş olamazlar. Çünkü tek bir parçanın eksik olması bile sistemi işlemez hale getirecek ve dahası karıncanın ölümüne neden olacaktır. Dolayısıyla tek bir açıklama vardır: Sözkonusu "kimyasal silah sistemi", ilk kez hangi karınca türünde var olmuşsa, bir anda var olmuştur. Bu ise, ortada bilinçli bir "dizayn"ın var olduğunu ispatlar ki, bunun bir diğer adı "yaratılış"tır. Bahsedilen zehiri kendilerine hiçbir zarar vermeden kullanmaları yanında, vücutları içinde (zehir keselerinde) böyle bir zehiri üretmeyi nasıl öğrendikleri, evrimcilerin cevabını arayıp bulamadıkları bir diğer sorudur. Oysa ki bunun yanıtı çok açık ve nettir: Evrendeki her varlık gibi bu karıncalar da kusursuz sistemleriyle bir anda yaratılmışlardır. Vücutları içindeki zehir üretim merkezini kuran da, bunu en akılcı şekilde kullanmayı onlara ilham eden de, "Alemlerin Rabbi" olan Allah'tır. Sayı Saymayı Bilen Karıncalar Küçük bir karınca düşmanının gücünü nasıl anlayıp değerlendirebilir? İlginçtir ki bu, karıncanın matematik bilgisinin devreye girmesiyle gerçekleşir. Karıncalar, bilimadamlarının henüz anlamadığı bir metodla, "kafa sayımı" yaparlar. Eğer yuva arkadaşları düşmanlarından daha fazlaysa-mesela 3'e 1 gibi- daha şiddetle saldırıya geçerler. Eğer tersi söz konusuysa, hemen geri çekilirler. Ayrıca karşılarındaki düşman kuvvetlerini, büyüklük ve küçüklüklerine göre de inceleyerek farklı taktikler uygularlar.73 Yürüyen Bombalar Karıncaların zaman zaman uyguladıkları bir savunma metodu da, gerektiğinde kolonilerini korumak uğruna intihar ederek, düşmanlarına zarar vermeye çalışmaktır. Birçok karınca türü, bu intihar hücumunu çeşitli şekillerde gerçekleştirir. Fakat bunlardan hiçbirinin intihar saldırısı, Malezya'nın yağmur ormanlarında yaşayan bir karınca türününki (Saundersi camponotus) kadar ilginç değildir. 1970'li yıllarda araştırma yapan iki entomolog bu karıncaların, anatomileri ve davranışları açısından birer "yürüyen bomba" olduklarını ortaya çıkardılar. Zehirle dolu iki büyük salgı bezi, karıncanın çenesinden vücudunun arkasına kadar uzanmaktaydı. Mücadele sırasında karınca, başka bir düşman karınca ya da saldırgan hayvan tarafından sert bir şekilde sıkıştırılırsa, karın kaslarını şiddetli bir şekilde kasarak salgı bezlerini yırtıyor ve zehiri düşmanının üstüne püskürtüyordu.74 Karıncaların böylesine ciddi bir fedakarlığı uygulamaları elbette ki ne doğal seleksiyonla, ne de "evrimsel sosyalleşme süreci" ile açıklanabilecek şeyler değildir. Birçok kez vurgulandığı gibi, bu son derece mühim fedakarlığı yerine getiren, belirli bir zeka, eğitim, duygu ve vicdan sahibi olan bir insan değil, bir karıncadır. Karıncaların fiziksel açıdan değişiklik geçirdiği düşünülse bile -ki 80 milyon yıldır hiçbir değişikliğe uğramamış karınca fosili de mevcuttur- fiziksel değişimlerin, ona buradaki gibi bir özellik yükleyemeyeceği çok açıktır. Bir canlının geçirdiği hiçbir mutasyon onun aniden, düşünebilen, karar verebilen, hissedebilen, duyguları olan bir varlığa dönüşmesini sağlayamaz. Kaldı ki bir zamanlar kendini feda edip böyle bir savunma yapmaya karar veren bir karınca olduğunu varsaysak bile, bu karıncanın dahiyane düşüncesini (!) genlerine yükleyip başka bir karıncaya aktarması, elbette imkansızdır. Köleci Karıncalar Asalak karınca (Formica subintegra) ve kölesi (Formica subserica) arasındaki ilişki, kimyasal sinyallerin karıncaların toplu yaşamlarına etkisini göstermesi açısından dikkat çekicidir. Daha da önemlisi "kölecilik", karıncaların kullandığı zekice savaş taktiklerinden biri ve belki de en ilgincidir.75 Bazen, bir koloninin askerleri başka bir koloniyi rahatça ezebileceklerini farkederlerse, "köle" avına girişirler. Karşı koloninin yuvasını işgal eder, kraliçeyi öldürür ve nektar dolu "bal fıçılarını"-yani bedenlerini nektarla şişirip dolduran karıncaları-ganimet olarak alırlar. En önemlisi, kraliçenin kuluçkadaki larvalarını çalmalarıdır. Bu larvalar daha sonra genç karıncalara dönüşerek, egemen koloni için yiyecek arayan veya depolayan, koloni kraliçesinin çocuklarının yetişmesine yardımcı olan ve böylece genin devam etmesini sağlayan "köle" karıncalar haline geleceklerdir. Asalak karıncalar başka bir karınca kolonisine hücum ettiklerinde, saldırdıkları koloni askerlerinin yumurta ve kozalarının çalınmasına engel olamamalarının nedeni, asalak karıncaların yaydığı bir tür feromendir. Bu feromen o kolonide bulunan bir alarm maddesine benzemekte ve asalak karıncalar tarafından fazla miktarda salgılandığında, karıncaların toplanıp kolonilerini korumak yerine paniğe kapılıp kaçmalarına neden olmaktadır. Bilindiği gibi her karınca türünün salgıladığı farklı bir feromen bulunmaktadır. Bu feromenlerin karıncalar için sınır belirleme, düşmanın yerini ve sayısını haber verme, savaş için saldırıya geçme, alarm durumu gibi çeşitli anlamlar ifade ettiği bilim adamlarınca belirlenmiştir. ![]() Köleci karıncaların en önemli özelliği, savaştıkları koloninin larvalarını çalmak ve bu larvaları kendi kolonileri için bir 'köle' durumuna getirmektir. Yanda rakip koloninin larvasını kaçıran bir karınca görülmektedir. Burada çok ilginç bir nokta vardır. Asalak karıncalar düşman karınca kolonisinin panik alarmını bilmekte, bu alarmı taklit etmekte ve bu alarmı belirli bir amaç için kullanmaktadırlar. Sonuç olarak da düşman koloni asalak karıncanın salgıladığı taklit feromen yüzünden mevcut disiplinini bozmakta, savunma sistemlerini terk edip panik içinde kaçmaktadır. Yani asalak karıncalar çok akıllıca bir taktik kullanarak düşmanın savunma sistemini içten çökertmektedirler. Ortada son derece ustaca hazırlanmış bir savaş stratejisi vardır. Dahası bu stratejinin uygulanabilmesi için gerekli olan bütün kimyasal üretim ve kimyasal bilgi alt yapısına asalak karıncalar doğuştan -yaratılıştan- sahiptirler. Bazı karınca cinsleri, işlerini tamamen kölelerine yaptırarak yaşarlar. Kırmızı Amazon karıncası (Polyergus) buna bir örnektir. Amazon karıncalarının tümü askerdir. Savaş için yaratılmış büyük, keskin çene kemikleri vardır. Besin toplayamaz ve yavrulara bakamazlar. Bu karıncalar, bazı küçük yapılı kara karınca türlerinin yuvalarına saldırır, koza ve larvalarını çalarlar. Yuvalarına taşıdıkları kozalardan çıkan karıncalar, Amazon karıncalarının işlerini üstlenir, kendi yuvaları çok yakında olsa bile Amazon kolonisinde kalırlar. Hatta Amazon karıncaları göç etmeleri gerektiğinde, tüm taşıma işlemlerini bu kölelerine yaptırır; bu şekilde çok hızlı bir taşınma gerçekleştirirler.76 ![]() ![]() Karıncalar iz bırakma özellikleri sayesinde, çok büyük canlılara karşı bile kendilerini savunabilirler. Buna güzel bir örnek, karıncaların yusufçuk böceğine karşı olan mücadelesidir. Yusufçuğu gören karıncalar, iz bırakma metodları sayesinde biraraya toplanarak, yusufçuğa hep beraber saldırırlar ve onu öldürürler. Yine bir diğer örnekte de, koloninin diğer bir üyesine saldıran bir tırtılı - kendilerinden çok daha büyük de olsa - aynı metodla yenilgiye uğratmaktadırlar. Bir canlının hayatını korumak veya beslenmek amacıyla başka bir canlıya saldırması veya kavga etmesi normal karşılanabilir. Ancak bir canlı, düşmanına karşı savaşırken, kendi benzerleriyle birlikte hareket ediyorsa ve bu savaş sırasında izledikleri taktikleri bir iletişim yoluyla belirliyorlarsa, kaçınılmaz olarak bu konunun üzerinde yoğunlaşmak gerekir. Bir taktik belirlemek, bu taktik doğrultusunda belirli bir düzen ve disiplin içinde savaşmak, düzen ve disiplini korumak için bir iletişim sistemi kullanmak. Bütün bunlar ancak akıl, planlama ve muhakeme sonucunda gerçekleşecek işlerdir. Örneğin bugünkü savaş stratejileri, insanoğlunun yıllar süren deneyimleri sonucunda belirlenmiştir. Askerler bu taktikleri öğrenmek için akademilerde eğitimden geçerler. Stratejilerin savaş sırasında uygulanması için yine özel olarak geliştirilmiş iletişim sistemlerine ihtiyaç vardır. Ancak bir iki paragraf yukarıda bahsettiğimiz, kimyasal iletişim sistemleriyle disiplini ve saldırı taktiğini belirleyen, düşmana toplu olarak saldıran, gerektiğinde ordunun diğer bireyleri için kendini feda etmekten kaçınmayan askerler, ne bir eğitimden geçmişlerdir, ne de herhangi bir bilgi birikimine sahiptirler. Sözünü ettiğimiz canlılar bir kaç milimetre boyunda, düşünme yeteneği olmayan, karıncalardır. KAMUFLAJIN USTALARI ![]() ![]() 'Basiceros' cinsi karıncaların yakın zamana kadar sırrı çözülememişti. Araştırmacılar bu türe sadece bir kez rastlamış bir daha da onlara benzer başka bir karınca cinsi bulamamışlardı. Hatta bu yüzden dünyada çok ender rastlanan bir tür olduğunu düşünmeye başlamışlardı. Ancak 1985'te bir araştırmacı bu karıncalar hakkındaki sırrı çözdü ve hiç de ender rastlanan bir tür olmadıklarını ortaya çıkardı. Bu sırrı çözen La Selva isimli araştırmacı Basiceros cinsi karıncaları 'usta illüzyonistler' olarak isimlendirmişti. Çünkü istedikleri zaman 'görünmez' olabiliyorlardı. Peki bu karıncaları 'görünmez' kılan neydi? 'Basiceros' türünün diğer karınca cinslerinden farklı olarak vücutlarının üzeri iki kat şeklinde ucu çatallanmış tüylerle kaplıdır. Toprak üzerinde ilerlerken yerdeki her türlü toz-toprak, çer-çöp bu tüylere yapışır. Bu cinsin diğer karıncalardan bir farkı da üzerlerindeki toprak, toz, çöp parçalarını sık sık temizlememeleridir. Bu sayede de resimlerde görüldüğü gibi bulundukları ortamla tam bir uyum sağlarlar. Dışarıdan bakıldığında varlıklarını farketmek adeta imkansızdır. Ancak yürümeye başladıkları zaman biraz farkedilir hale gelirler. Ama bu konuda da kendilerini kuş, kertenkele hatta insan gözünden saklayabilmek için bir tedbir uygularlar. Dünyanın en tembel karıncalarıdır ve ürkütüldükleri zaman dakikalarca hareketsiz olarak yerlerinde durdukları görülebilir.77 Bu karınca türünün uyguladığı kamuflaj tekniği gerçekten de oldukça etkileyicidir. Zira bir karıncanın tüm fizyolojik özelliklerini belirleyerek kendine bir savunma yöntemi geliştirmiş olması mümkün değildir. Tüm bu özellikler (vücudunun tüylerle kaplı yapısı, diğer karıncalardan farklı olarak sık sık temizlenmemesi ve çok yavaş hareket etmesi) önceden belirlenmiş ve karınca bahsedilen özellikleriyle birlikte dünyaya gelmiştir. Sonuç olarak bu noktada yine karşımıza büyük bir gerçek çıkmaktadır. Tüm canlılar gibi bu karınca türü de tüm özellikleri belirlenmiş olarak Allah tarafından yaratılmıştır ve O'nun örneksiz yaratan sıfatını bir kez daha gözlerimizin önüne sermektedir. |
#2
|
|||
|
|||
![]()
Soyun Devamı
Karınca kolonilerinin büyük bir kısmı dişi karıncalardan oluşur. Erkek karıncaların nispeten daha kısa bir yaşamları vardır. Tek görevleri olgunlaştıklarında genç bir kraliçe ile çiftleşmektir. Erkek karıncalar çiftleştikten kısa bir süre sonra ölürler. Bütün işçi karıncalar dişidir. Kısacası, tüm karınca toplulukları aslında bir anne-kız dünyası gibidir. Kur'an'da da, karıncaların genel olarak dişi olmalarına ve bir toplum halinde yaşamalarına, insanların bu gerçeği keşfetmesinden binlerce yıl önce dikkat çekilmiştir. Bir ayette, Hz. Süleyman'ın orduları tarafından ezilmemek için birbirlerine çağrıda bulunan karıncalardan şöyle söz edilir: Nihayet karınca vadisine geldiklerinde, bir dişi karınca dedi ki: "Ey karınca topluluğu, kendi yuvalarınıza girin, Süleyman ve orduları farkında olmaksızın sizi kırıp geçmesin." (Neml Suresi, 18) Karıncalar sayıları ne kadar çok olursa olsun uyumlu bir toplumdurlar. Karınca kolonilerinde bir toplum yaşantısının gerektirebileceği her aşamayı görebilmek mümkündür. Son derece büyük özveriyle kolonilerine bağlı olan karıncaların yaşama amaçları bireysel değildir. Hepsi tek bir vücut gibidirler ve amaç bu vücudu yaşatmaktır. Koloninin sürekliliği için gerektiğinde ölümü seçmekten de çekinmezler. Bu konuda en güzel örnek, çiftleşme uçuşunun ardından erkek karıncaların başlarına gelenlerdir. Soyun Devamı Uğruna Ölmek!... Karıncaların çiftleşmeleri adeta bir seramoni özelliği taşır. Çoğu karınca havada çiftleşir. Erkekler önceden gelerek, genç kraliçeyi beklerler. Bir dişi yere konar konmaz (çiftleşmeden önce dişi de kanatlıdır), 5-6 erkek karınca kraliçe etrafında yarışa başlar. Dişi yeteri kadar sperm aldığında, özel bir titreşimli sinyal gönderir. Bu sinyal sayesinde erkek, dişinin ayrılmaya hazır olduğunu anlar. Çiftleştikten bir süre sonra erkek karınca ölür.78 Böylesine bir fedakarlık gerçekten de, açıklanması çok zor bir davranıştır. Erkek karıncanın ölümü göze alarak, soyunun devamı için sonu kendi ölümüyle bitecek olan çiftleşme uçuşuna çıkması, evrim teorisi tarafından açıklanamayan bir davranış türüdür. Çünkü Evrim'in temel mantığına göre her canlı sadece kendi yaşamının devamını gözetir. Oysa milyonlarca yıldır erkek karıncalar, sonucunda ölüm kaçınılmaz olduğu halde, yine de dişi karıncaları döllemektedirler. Bu fedakarlığı açıklayabilecek tek gerçek, erkek karıncanın kendini yaratanın ilhamı ile hareket ettiğidir. Aksi takdirde iddia edildiği gibi doğal ayıklanma süreci geçirdiği söylenen bir canlının, böyle bir fedakarlığı milyonlarca yıl boyunca sürdürmesi imkansızdır. Evrim teorisinin temel prensiplerine göre, erkek karıncaların ne yapıp edip bu "ölüm" uçuşundan kaçmaları gerekirdi. Bu da karıncaların soyunun tükenmesi demek olacaktı. Oysa günümüzde hala binlerce çeşit karınca, yüzbinlerce üyeli kolonileriyle dünya üzerinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Tek bir erkek karınca bile kendisi için "son" demek olan bu uçuştan kaçmamıştır ve halen de kaçmamaktadır. ![]() Kraliçe karınca çiftleşme uçuşunun ardından kendi kolonisini kurmak üzere uygun bir yer arar. İstediği yeri bulduğunda ilk is olarak kanatlarini koparir ve burada üreyerek kendi kolonisini olusturmaya baslar. Çiftleşme Uçuşunun Ardından Dişi karınca çiftleşmeden sonra uygun bir yuva arar ve bulduğunda buraya girerek ilk iş olarak kanatlarını koparır. Daha sonra girişi kapatarak haftalarca, bazen aylarca yiyeceksiz ve yalnız başına kalıp, ilk yumurtalarını bırakır. (Bu süre zarfında kanatlarını yiyerek yaşar.) İlk yumurtalardan çıkan larvaları kendi salyasıyla besler. Bu uzun süreli ve zorlu uğraş da tam bir fedakarlık örneğidir. Ama karşılığında kraliçe yaşamının geri kalan kısmında, kolonisi tarafından beslenecektir. Sınırlı yiyecekten dolayı ilk sürü küçüktür. Bunlar koloninin ilk işçileri olurlar ve sonra gelen sürülere aynı fedakarlık örneklerini sürdürerek bakarlar. Onların olağanüstü ihtimamlı bakımlarıyla yetişen yeni nesil karıncalar da daha iyi beslendikleri için daha büyük olurlar. Sperm Bankasının İlk Kurucuları Biraz önce de bahsedildiği gibi erkek karıncaların ömürleri fazla uzun değildir. Çiftleşme uçuşundan birkaç saat sonra veya bir iki gün içerisinde ölürler. Ancak ne ilginçtir ki, ölümü göze alarak çiftleşme uçuşuna çıkan her erkek, kendi öldükten yıllar sonra doğacak olan yavruları için sperm bırakmıştır. Peki bu spermler nasıl canlı olarak saklanmakta ve uzun yıllar boyunca, yumurtaları dölleyerek yeni karıncalar meydana getirmektedirler? Karıncalar üstün bir teknoloji geliştirerek bir sperm bankası kurmuş olabilirler mi? Evet, her kraliçe karınca kendi vücudu içerisinde bir sperm bankasına sahiptir. Kraliçe, erkeğin spermlerini kendisine enjekte etmesinden sonra bunu vücudunun orta bölmesinin kenarındaki bir çantacıkta saklar. "Spermatheca" denen bu organda spermler hareketsiz hale gelir ve yıllarca bu bekleme durumunda kalabilirler. Sonunda kraliçe, spermin üreme bölgesine geçişine izin verdiğinde, spermler birer birer ya da gruplar halinde tekrar hareketlenirler ve kraliçenin yumurtalıklarından aşağıya doğru gitmekte olan yumurtayı döllemeye hazır hale gelirler.79 Bu durum, insanlar tarafından henüz son çeyrek asırda düşünülüp, yüksek teknoloji sayesinde uygulamaya konulabilmiş olan sperm bankasının insanlardan çok daha önce karıncalar tarafından kullanıldığı anlamına gelir. Bundan 50 yıl önce insanların belki de hayalini bile kuramadıkları bu mekanizmayı, karıncalar milyonlarca yıldan beri uygulamaktadırlar. Karıncalar da laboratuarlar kurup insanların geçirdiği evreleri geçirip, sonra da buldukları mekanizmayı kendi vücutlarına yerleştirmediklerine göre, ilk var oldukları andan beri bu mekanizmaya sahip olmaları gerekir. Eğer aksi iddia edilecek olursa aşağıdakilere benzer daha pek çok cevaplanması gereken soru ortaya çıkacaktır: 1. Karıncalar ilk varolduğunda, erkekler çiftleşme uçuşundan sonra ölmüyorlar mıydı? Eğer o zaman ölmüyorlarsa bugün neden ölmektedirler? Doğal ayıklanma süreci içerisinde, ölüm uçuşundan sonra yokolmanın daha "uygun" olacağını mı düşünmüşlerdir? 2. Erkek karıncalar çiftleşme uçuşundan sonra hemen öldüklerine göre, soylarının devamı için gerekli olan sperm deposunun oluşmasına fırsat kalmadan, karıncaların soyunun milyonlarca sene önce tükenmiş olması gerekmez miydi? 3. "Sperm bankası", karıncalar ilk var olduklarından beri mevcutsa, bu mekanizmayı karıncaların vücutlarına kim koymuştu? Bunlar, tek bir Yaratıcı'nın üstün yaratışını kabul etmek istemeyenlerin cevaplandırması gereken sorulardan sadece birkaçıdır. Yalnız karıncaların soylarının devamı konusunda dahi, daha binlerce soru çıkarılabilir. Ve bu soruların hepsi evrimci iddiaları imkansız kılarak bilinçli bir yaratışın varlığına işaret etmektedirler. İşçilerin Fedakarlığı Kraliçe karıncanın yumurtladığı yumurtalar ve olgunlaşmamış genç karıncalar yuvanın bakım odalarında yaşarlar. Eğer sıcaklık ve nem oranı yeni yetişenlere zarar verecek duruma gelirse, işçi karıncalar, yumurtaları ve genç karıncaları daha uygun bir ortama taşırlar. Sıcaktan faydalanabilmek için yumurtaları gündüz yüzeye yakın tutar, gece ya da yağışlı havalarda daha derindeki odalara götürürler. ![]() Karınca kolonilerinde bir grup işçi karıncanın tek görevi yumurtalarla ve larvalarla ilgilenmektir. Bu işçiler, hayatlarının her anını soyun devamı uğruna fedakarlık yapmakla geçirirler Görüldüğü gibi işçiler yumurtaları ve genç karıncaları büyük bir itina ile soğuktan korumaya, onları rahat ettirmeye çabalarlar. Bazıları sıcak bir günde, larvaları serinletebilmek için yuvanın etrafında gezdirir, bazıları rutubeti önlemek için yuvanın duvarlarını atılmış kozalarla kaplar, bazıları da yiyecek ararlar. Bu hareketlerden her biri karıncaların ne kadar ince bir düşünce sonucu hareket ettiklerini gösterir. Larvayı serinletebilmek için yuvanın içinde gezdiren bir karınca, ya da yuvanın duvarını kozalarla izole ederek ısı ayarı yapan -ki bu son derece modern bir izolasyon taktiğidir- başka bir karınca. Ancak unutulmamalıdır ki ince düşünceli bir hareket yaptığından bahsettiğimiz bu bir kaç milimetrelik böceklerin düşünme yetenekleri aslında yoktur. Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, bilim ne kadar detaya inebilirse insin, küçücük bir böceğin gösterdiği özverinin nedeni bulunamayacaktır. Dahası bu özveri, evrim teorisinin en temel prensiplerine bütünüyle ters düşmektedir. Karıncaların Hazinesi Karınca kolonilerinin tüm faaliyetleri, kraliçeyi ve kraliçenin yumurtalarını merkez alır. Karıncalar, kolonilerinin çoğalmasını sağlayan kraliçelerini el üstünde tutarlar. Onların her türlü ihtiyacı işçi karıncalar tarafından sağlanır. Hayatları boyunca yaptıkları en önemli iş kraliçelere hizmet etmek, onların ve yavrularının yaşamasını sağlamaktır. Karınca yumurtaları, koloninin en değerli hazinesidir. Karıncaların, larvalarına yönelik bir tehlike hissettiklerinde yaptıkları ilk şey, yavruları alıp güvenli bir yere taşımalarıdır. Ayrıca yavru karıncalar dışarıdaki kuru havaya maruz kaldıklarında bir iki saat içerisinde öldükleri için, işçi karıncalar larvaların bulunduğu bölümlerde havayı nemli tutmaya çalışırlar. Bunun için geliştirdikleri çok çeşitli yöntemler vardır. Öncelikle yuvalarını, havanın ve toprağın nemini uygun oranlarda tutacak şekilde inşa ederler. Buna ek olarak, yavruların bakıcısı olma görevini üstlenen karıncalar, olgunlaşmamış karıncaları yapının içerisinde durmadan bir aşağı bir yukarı taşırlar. Onlar için en uygun ortamı bulmaya çalışırlar. Üstelik yaşlarına göre yavru karıncaların ihtiyaçları da farklıdır. Örneğin, yumurta ve larvalar nemli bir ortama ihtiyaç duyarlarken, pupa dönemindeki karıncaların kesinlikle kuru bir ortamda bulunmaları gerekir. İşçiler bu zorlu görevleri yerine getirebilmek için 24 saat boyunca hiç durmadan ve dinlenmeden çalışırlar.80 Görüldüğü gibi kolonideki işçi karıncalar, kendilerini, yumurtlamak yerine sürekli yumurtlayan kraliçelerinin yumurtalarını yetiştirmeye adamışlardır. Bu uğurda pek çok tehlikeyi de göze almaktadırlar. Zira yumurtalar ve larvalar için gerekli olan nemli ortam bakteri ve mantarların yetişmesi için de çok elverişlidir. Dolayısıyla bu ortamda bulunan işçi karıncaların hastalanarak ölme ihtimali çok fazladır. Peki işçiler, bu son derece sağlıksız ortamda nasıl korunmaktadırlar? Karıncaları muhteşem sistemleriyle yaratan Allah, bu konuda da onlara bir korunma yöntemi vermiştir. Yetişkin karıncaların boğazlarındaki metapleural salgı bezlerinde üretilip etrafa püskürtülen maddeler, bakteri ve mantarları yokeden ve gelişmelerini engelleyen bir etki yaratarak onları korumaktadır.81 Darwinizm Fedakarlığı Açıklayabilir mi? Evrim teorisinin kurucusu olan Charles Darwin, evrim sürecinin temel motivasyonunun hayatta kalma içgüdüsü olduğunu öne sürmüştü. Darwin'e göre belli bir türe ait bireyler, hayatta kalma şanslarını artıran bir özellik kazandıklarında bu türün avantajı artıyordu. Bu avantajı kullanarak hayatta kalmayı başarıyor, nispeten daha çok üreyebiliyor ve sonuçta bu özelliklerini diğer türlere geçirebiliyorlardı. Bu yüzden Evrim'in kendini feda etmeyi değil, kendini korumayı öngörmesi gerekiyordu.82 Ancak Darwin'in sözkonusu doğal seleksiyon teorisi, karıncaların gösterdiği inanılmaz fedakarlık örneklerinin keşfedilmesiyle birlikte büyük bir darbe yedi. Bazıları Darwin henüz hayatta iken bulunan bu özellikler karşısında, evrim teorisinin bir açıklama getirmesi çok zordu. Nitekim Darwin, Origin of Species (Türlerin Kökeni) isimli kitabında bu konunun yarattığı güçlüğü şöyle ifade etmişti: "İçgüdülerin birçoğu öylesine şaşırtıcıdır ki, onların gelişimi okura belki teorimi tümüyle yıkmaya yeter güçte görünecektir. Burada, zihinsel yetiler konusunda elimden gelenin, yaşamın kendisinin kökeni konusundakinden çok olmadığını önceden söylemek isterim."83 Bu kadar açık bir itiraftan sonra teorisini kurtarmak için ortaya attığı tez ise daha da içinden çıkılmaz bir durumdaydı. Darwin'in bu çelişkili duruma getirdiği açıklamaya göre, belli gruplar içerisinde doğal seleksiyon birey seviyesinde değil, grup seviyesinde gerçekleşiyordu. Oysa bu da ispatlanması imkansız bir iddiadan öteye gidemedi. Çünkü hiç bir somut bulguya ya da gözleme dayanmayan, sadece teoriyi kurtarmak için ortaya atılmış bir tahminden ibaretti. Hayvanlardaki fedakarlık örneklerini açıklayabilmek, Darwin'den sonra gelen evrimciler tarafından da hiç bir zaman başarılamadı. Dolayısıyla Evrim teorisinin herhangi bir metodu ile, karıncalar, termitler, arılar gibi sosyal böcekler arasında yaşanan üst seviyedeki fedakarlık örneklerini açıklamak mümkün değildir. Bir canlının kendi güvenliğini, rahatını bir kenara bırakıp, içinde yaşadığı grup üyelerinin güvenliğini ve rahatını sağlamaya çalışmasının tek bir açıklaması vardır: Grubun sahip olduğu sosyal düzen, bilinçli bir tasarımcı tarafından belirlenmiş ve bu tasarımcı grubun her üyesine farklı görevler biçmiştir. Grubun üyeleri de kendilerine verilen bu görevlere uygun davranır ve gerekirse bu uğurda kendilerini feda ederler. Önemli olan grubun düzenininin devamıdır; bunun için gereken fedakarlık da, bilinç ve muhakemeden yoksun böceklerin iradesiyle değil, onları yöneten iradenin isteğiyle gerçekleşebilir. |
#3
|
|||
|
|||
![]()
Beslenme ve Avlanma
Her canlı, beslenme ihtiyacını gidermek için değişik metodlar kullanır. Bu bölümde, karıncaların yiyecek ararken uyguladıkları taktikleri, birbirleriyle haberleşmelerini, besini ele geçirmek için aralarında oluşan rekabeti okuyacaksınız. Bu denli küçük yaratılmış bir canlının, yiyeceğini elde etmek için denediği taktiklerin hepsi, yazının şimdiye kadarki bölümlerinde olduğu gibi bize onları yaratan "Üstün Akıl Sahibi"nin büyüklüğünü, azametini, gücünü göstermektedir. Yüzbinlerce Nüfuslu Bir "Aile" Nasıl Beslenir? Karınca kolonilerinde, her karıncanın yerine getirmesi gereken bir takım sorumlulukları vardır. Ama koloninin yaşaması için en önemli işlerden biri, elbetteki beslenme sorununun çözümlenmesidir. Karıncalar beslenme sorununun çözümünde, yaşantılarının tüm diğer konularında olduğu gibi çok sistemli bir çalışma yürütmektedirler. Yüzbinlerce nüfusa sahip (kimi zaman milyonları bulabilen) koloniye beslenme kaynakları bulabilmek için yaşlı işçi karıncalar, birer kaşif olarak yuvanın etrafındaki araziyi incelemek üzere gönderilirler. Kaşif karıncalar bir besin kaynağı ile karşılaştıklarında, bu kaynağın büyüklüğüne ve zenginliğine göre yuva arkadaşlarını besinin çevresine toplarlar. Kısacası beslenme konusunu da, çok iyi bir iletişim ağı ve asla "yalnızca ben" demeyen fedakarlıkları sayesinde hallederler. Birbirlerini Besleyen Karıncalar Değişik türlerdeki karıncalar besin ararken birbirlerinin yoluna çıkmamayı tercih ederler. Her biri besin kaynağına ulaşabilmek için kendine bir yol belirler. Eğer yiyecek ararken yanlışlıkla başka bir koloninin bölgesine girerlerse, bu bir tür savaş ilanı olur. Böyle bir durumda kaşif karıncalar hemen yuvaya dönerek yuvanın girişini kaparlar ve tehlikeye karşı kolonilerini savunmak için bütün koloni üyeleri biraraya gelirler. ![]() İşte bu noktada, karıncaları pek çok açıdan diğer canlılardan ayıran bir özellikleri ortaya çıkar. Besin arama imkanı bulamadıkları bu süre boyunca tüm koloni üyeleri, genç işçilerin kursaklarında depo edilmiş olan besinleri kullanarak beslenme ihtiyaçlarını giderirler. Aslında bu paylaşma metodu sadece özel zamanlarda değil, hayatlarının tüm dönemlerinde uyguladıkları bir metoddur. Karıncalar vücutlarında depo ettikleri besin damlalarını yalnızca taşımakla kalmaz, ağızdan ağıza geçirerek birbirlerini beslerler. Bir avcı sıvı besinle yüklü olarak yuvaya geldikten sonra, kısa bir süre yuva arkadaşlarının ilgisini çekmek için başını sağa sola sallayarak sabit durur ya da doğrudan arkadaşlarına giderek sonuna kadar açık çene kemiğindeki besin damlasını onlara sunar.84 Çok hızlı bir şekilde besinin koloniye dağıtılmasını sağlayan ve kursaktan geri çıkarmak suretiyle yapılan bu sıvı besin değişimi, gerçekten çok etkileyici bir paylaşma örneğidir. Ayrıca yuvaya getirilen avlar ve tohumlar da ortak olarak tüketilir. Böylece tüm koloninin beslenme ihtiyacı hiç problem çıkmadan giderilmiş olur. Anlatılan bu sistem, insanları, doğanın oluşumunda akıl sahibi bir tasarımcının varlığını kabule mecbur bırakan olaylardandır. Bir tesadüfler zincirinin, böylesine kompleks ve fedakarane bir depolama sistemi oluşturamayacağı bir gerçektir. Üstelik her karınca dünyaya bu sistemi bilerek gelmektedir. Yani yiyeceğini paylaşması gerektiği kendisine doğduktan sonra değil, dünyaya gelişinden önce öğretilmiştir. Ayrıca sadece bu fedakarlık ilham edilmekle kalmamış, vücut yapısı da bu paylaşmaya olanak sağlayacak şekilde dizayn edilmiştir. Çünkü kursağında biriktirdiği bir besini sonradan geri çıkarıp başka karıncalara sunabilmesi için özel bir mekanizma gereklidir. Karınca kolonileri içinde gerçekleşen bu paylaşma olayı, hem meydana getiriliş tarzı, hem de burada ortaya çıkan fedakarlık hissi açısından şüphesiz "tesadüf" kelimesini bir kez daha yetersiz hatta yersiz hale getirmektedir. Daha önce de bir çok kez vurguladığımız gibi, evrim teorisi, tüm canlılar arasında kıyasıya bir rekabet ve yaşam mücadelesinin var olduğunu öngörür. Bu yüzden de türler arasındaki fedakarlık örnekleri, açıklamakta en çok zorlanılan davranışlardır. Karıncaların besinlerini paylaşmaya dayalı bir beslenme sistemi yaşıyor olmaları ise, evrim teorisinin öngördüğü biçimde hareket etmediklerinin kanıtıdır. Kesinlikle başıboş bir "yaşam mücadelesi" sürmemekte, aksine, her biri kendine verilen görevi yerine getirmekte ve bu sayede de yüzbinlerce hatta milyonlarca üyeli kolonilerini gerçek birer uygarlığa dönüştürebilmektedirler. Kuran elbette Allah'ın ilhamıyla özel görevler yüklenen hayvanları tek tek saymamaktadır; balarısı sadece bir örnektir. Karıncaya baktığımızda ise, en az balarısı kadar mükemmel işler yapan, en az onun kadar "fedakar", "sosyal" ve görevine sadık olan bu küçük hayvanın da benzeri bir ilhamla hareket ettiğini görebiliriz. Besin Taşımada Akılcı Teknikler ![]() Buldukları besin şayet kendi ölçülerine uygunsa, karıncalar genellikle bunu tek başlarına taşırlar. Eğer yiyecek, bir tek karıncanın taşıyamayacağı kadar iri veya küçük küçük kümeler halinde ve belirli bölgede ise, başkalarının yemeklerini almasını engellemek için bu bölgenin çevresine zehirli bir salgı yayarlar. Sonra gidip büyük ve küçük diğer işçileri besini taşımak için yardıma çağırırlar. Karıncaların tüm yaşamına hakim olan kusursuz işbölümü burada da kendini gösterir. Büyük karıncalar besini parçalar ve yabancılara karşı savunurlar, küçük olanları ise parçaları yuvaya taşımakla ilgilenirler. Bir işçi besini taşımak için çene kemiği ile kaldırır ve yuvasına dönerken onu önünde tutar. Grup olduklarında, taşıyabilecekleri madde daha büyük ölçülerde olur. Bir veya iki ayaklarını kullanarak besini kaldırırlar. Aynı zamanda çene kemiklerini açıp besini ısırırlar. İşçiler konumlarına ve gidiş yönlerine göre değişik yöntemler izlerler. Ön kısımdakiler besini çekerek geri geri yürürler. Arkadakiler ileri doğru yürüyerek besini iterlerken, yan taraflardaki karıncalar destek verirler. Bu yöntemle tek bir karıncanın taşıyacağı ağırlıktan kat kat fazlasını taşımak mümkündür. Hatta tek bir işçinin taşıyacağı ağırlığın 5000 katını taşıdıkları gözlenmiştir. 100 karınca, büyük bir solucanı yer seviyesinde saniyede 0.4 cm ilerleyerek taşıyabilmektedir. Karıncalar Ve Koku İzleri ![]() Besin kaynağı bulan bir karınca vücudunun arka kısmında bulunan iğnesi ile zeminde kimyasal bir iz bırakır. Bu iz sayesinde yuva arkadaşları besin kaynağına ulaşabilirler. İz iletişimi (koku izlerinin takibi), karıncalarda çok kullanılan bir metodtur. Konuyla ilgili pek çok ilginç örnek vardır: Amerika çöllerinde yaşayan bir tür karınca, ölü bir böcek bulduğunda onu taşımak ya da sürüklemek isterken çok geniş ve ağır olduğunu fark ederse, havaya zehir kesesinde üretilmiş bir koku salgılar. Uzaktaki yuva arkadaşları kokuyu algılar ve kokunun kaynağına doğru gelmeye başlarlar. Kurbanın etrafında onu taşıyabilecek yeterli sayıda karınca birikince, onu hep beraber yuvaya doğru taşırlar. Ateş karıncaları ise besin aramak amacıyla yuvalarını terk ettiklerinde, kısa bir süre koku izini takip ederler, sonra birbirlerinden ayrılır ve tek başlarına araştırma yaparlar. Besin kaynağını buldukları, karıncaların davranışlarından belli olur. Ateş karıncası besin keşfettiğinde yuvasına daha yavaş döner. Vücudu zemine iyice yakındır. Belirli aralıklarla iğnesini çıkarır ve iğnenin ucu, kalemin ince bir çizgi çizmesi gibi zemine değer. Böylece ardında besine doğru ilerleyen bir iz bırakmış olur.85 Pusula Görevi Gören Karıncalar Yiyecek arayan karıncalar, açıklanması çok zor bir faaliyeti gerçekleştirirler. Yiyecek kaynağına kıvrımlı, büklümlü bir yoldan giderler, ancak yuvalarına kestirme ve düz bir yoldan geri dönerler. Peki sadece bir kaç santimetre ötelerini görebilecek durumda olan karıncalar, nasıl olup da böylesine düz bir yol oluşturabilmektedirler? Richard Feynman adlı bir araştırmacı bu soruya yanıt bulabilmek için bir banyo tüpünün dibine şeker yerleştirdi ve bir karıncanın gelip bunu bulması için bekledi. Bir kaşif karınca bu şekeri bulup yuvasına ziyafet haberini vermek için döndüğünde, Feynman renkli bir kalemle karıncanın izlediği zigzaglı yolu takip etti. Daha sonra bu izleri takip eden her karıncanın geçtiği yeri de işaretledi. İlginç bir sonuca vardı: Karıncalar izleri takip ederek ilerlememişlerdi. Bundan daha iyisini yaparak izleri düz bir çizgi haline getirmişler ve bu düz çizginin üzerinde yürümüşlerdi. Daha sonra bir bilgisayar bilimcisi Alfred Bruckstein, Feynman'dan esinlenerek, karıncaların zigzaglı bir yolu düz bir yola matematiksel olarak nasıl dönüştürdüklerini inceledi. Vardığı sonuç aynıydı: Belli sayıdaki karıncadan sonra, yolun uzunluğu en minimum değerine ulaşmakta, iki nokta arasında olabilecek en kısa mesafeye yani düz bir çizgiye dönüşmekteydi. Karınca biyologların kısa bir süredir gözlemledikleri bu durum, matematiksel olarak da ispatlandı.86 Yukarıda anlatılan, elbette büyük ustalık isteyen bir iştir. Çünkü bir insan, kendi boyutuna uyarlanmış böyle bir uzaklık için mutlaka pusula, saat ve hatta kimi zaman çok daha karmaşık aletler kullanmalı ve mükemmel bir matematik bilgisine sahip olmalıdır. Tek başına keşfe çıkan bir karıncanın ise rehberi güneş, pusulası da dalların ve diğer işaretlerin konumudur. Daha sonra bunların şekillerini karıncalar hatırlarlar ve bu sayede de yuvalarına giden en kısa yolu hiç tanımadıkları halde bulabilirler. Bunu söylemesi kolaydır belki, ama açıklaması çok zordur! Bir beyne sahip olmayan, düşünme ve muhakeme yeteneğinden yoksun bu küçücük canlılar nasıl olup da böyle bir hesap yapabilmektedirler?... Bir insanın tanımadığı bir ormana bırakıldığını düşünün. Gitmesi gereken yönü biliyor dahi olsa, yolunu bulmakta epey zorlanacaktır ve hatta büyük ihtimalle de kaybolacaktır. Bu arada etrafını dikkatle izleyerek hangi yöne gitmesinin daha uygun olacağını uzun uzun düşünmesi gerekecektir. Karıncalar ise, yol bulma konusunda adeta kodlanmış gibidirler. Sabah besin bulmak için izledikleri yolu, akşam her türlü şart değişmiş olsa bile rahatlıkla bulup izleyerek evlerine dönebilmektedirler. Mükemmel Av Taktiği ![]() Sözkonusu karıncalar avlarını hemen hiç kaçırmazlar, çünkü dünyada refleksi en hızlı olan çeneye sahiptirler. Gözümüzü kırpma hızımız, tuzakçı karıncanın ısırma süratinin yanında oldukça yavaş kalır. Gözkapağının, kapanması ve açılması saniyenin 1/3'i kadar bir süre alırken, bu karıncaların (Odontomachus bawi) çenesi bunun neredeyse 100 katı hızda çalışır. Gözlenen en hızlı vuruşları 0,33 milisaniyede gerçekleşir.88 ![]() Evrim yoluyla, yani bilinçli bir tasarım olmadan ve tesadüfler sonucunda, böyle kusursuz bir avlanma mekanizmasının gelişebilmesi ihtimal dışıdır. Kabul edilmesi gereken yegane gerçek, karıncaları tüm mucizevi özellikleri ve kusursuz yaşam biçimleriyle yaratan gücün,. tüm doğaya ve tüm evrene hakim olan Allah olduğudur. |
![]() |
|
|