Ceza yargılamasında en çok tartışılan ve karışıklığa sebep olan delillerden birisi

 görüntü ya da ses kayıtlarını içeren kasetlerdir. Çok kere

 bu kasetlerin

 kim tarafından

 nerede ve nasıl elde edildiğine bakılmaksızın

 hukuka aykırı olduğu kabul edilmekte ve ikamesine izin verilmemektedir. Oysa ses ve görüntü kayıtlarının

 kayıtsız koşulsuz

 hukuka aykırı delil olarak kabulü mümkün değildir. Öncelikle belirtmek gerekir ki

 bu kayıtlar

 belge delili niteliğindedi ve olayı

 çok kere

 dolaylı olarak temsil ederler. Bununla birlikte

 eylem anını kayda alan kasetlerde olduğu üzere

 doğrudan temsil etme imkânı bulunduğu gibi

 dolaylı temsil niteliği taşıyanlar dahi

 değerli bir kanıt oluşturabilmektedir.
Görüntü ve ses kayıtlarını içeren kasetlerin

 hukuka uygun delil olup olmadığı incelenirken

 birçok yönden ayrı ayrı ele alınması zorunludur. Bunlar

 kaydın gizli olup olmadığı

 kamu görevlilerince elde edilip edilmediği

 mekânın kamusal alan olup olmadığı

 kaydedilen faaliyetin kamuya açık olup olmadığı gibi

 farklılık taşıyan hususlardır.
İncelemeye

 kaydı gerçekleştirenin özel kişi olması ihtimali ile başlamak yararlı olacaktır: Kayıt yapan özel kişi ve muhatap kayıttan habersiz ise önem taşıyan husus

 kaydı gerçekleştiren şahsın

 kaydedilen faaliyetin içinde bulunup bulunmadığıdır. Eğer özel kişi

 kendisinin de içinde bulunduğu bir ânı ve faaliyeti kayda alıyorsa

 muhatap kayıttan habersiz olsa dahi

 bu delilin hukuka aykırı olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Örneğin

 özel kişi

 muhatapla yüz yüze ya da telefonla konuşmaktadır ve bu konuşmayı habersizce kayda almaktadır. Burada delilin hukuka uygunluğu

 iki ayrı açıdan incelenmelidir:
Bunlardan birincisi

 bu kayıt eyleminin bizatihi suç teşkil edip etmediğidir. Eğer kayıt

 başka şahısların özel alanlarındaki her hangi bir faaliyete ya da yine üçüncü şahısların

 kamusal alanda olsa dahi

 özel2 (ve gizli) nitelik taşıyan faaliyetlerine ilişkinse

 bizatihi kayıt eylemi hukuka aykırıdır3. Çünkü özel hayatın ve iletişimin gizliliği

 sadece kamu görevlilerine karşı değil

 herkese karşı korunmuştur. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 12. maddesi uyarınca; “Hiç kimsenin özel yaşamına

 ailesine konut dokunulmazlığına ya da yazışma özgürlüğüne aaafi olarak karışılamaz; kimsenin onur ve ününe karşı kötü davranışlarda bulunulamaz. Herkesin bu karışma ve kötü davranışlara karşı yasalarla korunma hakkı vardır”. Keza Anayasa’nın 20. maddesi uyarınca; “Herkes

 özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz”. Bu maddede yer alan

 “adli soruşturma ve kovuşturmanın gerektirdiği istisnalar saklıdır” hükmü

 4709 sayılı Yasayla yürürlükten kaldırılmıştır. Keza Anayasa’nın 21. maddesi konut dokunulmazlığını korumaya almış

 22. maddesinde ise “Herkes

 haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır” hükmü yer almıştır. 
Görüldüğü gibi

 insanlığın ulaştığı evrensel gelişmişlik seviyesi ve bu seviyede beliren ortak akıl

 bireyin özel hayatını ve iletişimini

 mutlak bir koruma altına almıştır. Bu koruma

 sadece

 kuvvetli bir suç şüphesinin varlığı halinde

 suçla bozulan toplumsal barış ve huzurun yeniden tesisi amacıyla

 başka yoldan delil elde imkanı da yoksa ve hâkim tarafından karar verilmiş olması şartıyla askıya alınabilmektedir. Ortak akıl

 “toplumsal gelişme imkanının açık tutulması” amacı ile “bireysel özgürlüklerin azami seviyede gerçekleştirilip

 korunması” gayesi arasındaki dengeyi

 işte bu suretle tesis etmiştir. O halde

 herhangi bir şahsın özel hayatına gizlice giren

 özel iletişimini dinleyen ya da kaydeden kişi

 kim olursa olsun

 hukuka uygun olarak verilmiş bir hâkim kararına dayanmıyorsa

 suç işlemektedir. Bu kişinin yaptığı kayıt delil olamayacağı gibi

 bu suretle elde ettiği bilgiyi

 tanık olarak da beyan edemez; bu hususta verdiği beyan da mutlak olarak hukuka aykırıdır. Önemle belirtelim ki

 buradaki hukuka aykırılık mutlaktır.