![]() |
![]() |
|
#1
|
|||
|
|||
![]() Sonuç olarak 1950-1960 döneminde büyük miktarda alt yapı tesisleri kurul muş ve böylece kırsal kesim ekonomiye entegre edilmiş ve toplum sosyal bir dinamizm kazanmıştır. Özel kesim önemli ölçüde sermayıse birikimi sağlayarak yeni teknolojilerle büyük ölçekli sanayi tesisleri kurmuştur. 1950-1959 yıllarını kapsayan on yıllık dönemde Gayri Safi Milli Hasıla ortalama % 7,2 oranında artmıştır. 1961-1980 Dönemi Bu dönemde Türk ekonomisinde esas alınan hususları kısaca belirtmemiz faydalı olacaktır. 1. Türkiye’de karma ekonomi sisteminin uygulanması esas alınmıştır. Buna göre gerek özel sektör ve gerekse kamu kesimi sanayi ve hizmetler sektöründe yatırım yaparak ve iktisadi büyümenin sağlanmasında gerek özel sektör ve gerekse kamu sektörü birlikte rol alacaktır. 2. Planların ekonomiye geçilmesi kararlaştırılmıştır. Türkiye’nin iktisadi büyümesi için temel alınan hedefler 15 yıllık bir süre için (1963-1977) belirlenmiştir. Bu çerçevede makroekonomik açıdan Harrod-Domar büyüme modelini esas alan beş yıllık kalkınma planları yıllık ortalama % 7 büyüme hızının gerçekleşmesini hedeflemiştir. Bu büyüme hızının sağlanması için gerekli finansmanın,reel kaynaklarından sağlanması ve enflasyonist finansmandan kaçınılması amaçlanmıştır. Ekonomik büyümenin finansman ihtiyacını karşılamak için kapsamlı bir mali reformun yapılması kararlaştırılmıştır. 3. Öngörülen iktisadi büyümeyi sağlamak için sürükleyici sektör olarak sanayi sektörü belirlenmiştir. Sanayi sektöründe yıllık ortalama büyüme hızının % 12 olması öngörülmüştür. İthal ikamesine dayalı bir sanayileşme politikasının uygulanması kararlaştırılmıştır. İthal ikamesine dayanan sanayileşme politikasının esasını iç tüketimi belli bir büyüklüğe ulaşan sanayi mallarını içerde üretecek sanayi tesislerinin kurulması ve bu sanayilerin yüksek gümrük vergileri, kotalara ve miktar kısıtlamaları ile korunması teşkil eder. İthal ikame dayalı sanayilerin kurulmasını sağlamak için aşağıdaki politikalar uygulanır. a.Öncelikle koruyucu dış ticaret politikası uygulanır. Böylece yeni kurulan sanayiler dış rekabete karşı korunurlar. b. Dövizin yerli para cinsinden değerini düşük tutan bir döviz kuru politikası uygulanır. Bu kur politikası ile sanayi sektörüne kaynak aktarılır. Böylece sanayi yatırımlar için gerekli yatırım mallarını ve üretim için gerekli ara mallarını ucuz olarak ithal etmesi sağlanır. Ancak, bu uygulama sermayıse yoğun teknolojilere ağırlık verilmesi ve sanayi mallarının ihracatına önem verilmemesi sonucunu doğurur. Bu nedenle dış ticaret açığı büyür. Ekonomi zaman zaman döviz darboğazına düşer. c.Düşük reel faiz politikası uygulanarak sanayi sektörüne kaynak aktarılır. Böylece sanayi yatırımları teşvik edilir. Uygulanan bu politikada sermayıse-yoğun teknolojilerin seçilmesine yol açar. d. Sert bir kambiyo kontrolü rejimi uygulanarak ülkenin elde ettiği dövizlerin sanayi kesimine tahsis edilmesi sağlanır. e. Genişletici para ve maliye politikaları uygulanarak üretilen sanayi ürünlerine pazar ve talep yaratılır. Böylece dünya fiyatlarına göre daha yüksek fiyatlara ve dünya standartlarına göre daha düşük kaliteye sahip içerde üretilen sanayi mallarının satılması sağlanır. Türkiye’de 1960-1080 döneminde uygulanan ithal ikamesi sanayileşme modelinin bir özelliğini de özel sektörün tüketim malları sanayilerine ve kamu sektörünün ara malları sanayilerine yatırım yapması esası teşkil etmiştir. Türkiye 1963-1977 döneminde büyüme ve sanayileşme politikalarında başarılı olmuş ve istikrar içinde hızlı bir iktisadi büyüme sağlanmıştır. 1963-1977 arasındaki on beş yıllık döneminde yıllık ortalama büyüme hızı % 6,5 olmuştur. Sanayi sektörünün yıllık ortalama büyüme hızı ise % 9,5 olarak gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde özel sektör özellikle tüketim malları sayesinde büyük miktarda yatırım yaparak, yeni sanayi tesisleri kurmuştur. İplik sanayi, dokuma ve giyim sanayi, gıda sanayi, dayanıklı tüketim malları sanayi dallarında özel sektörün önemli atılım yaptığı görülmektedir. Kamu kesiminin ise ara malları sanayi sektörlerinde büyük miktarda yatırım yaptığı görülmektedir. Kamu sektörü demir-çelik sanayi, çimento sanayi ve petrokimya sanayi dallarında yeni sanayi tesisleri kurmuştur. 1978-1983 yıllarını kapsayan Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı uygulamada başarılı olamamıştır. Türk ekonomisi 1978 yılından itibaren gerileme sürecine girmiştir. Birinci olarak siyasi istikrarsızlık nedeni ile devlet yönetiminin etkinliğini kaybetmesi sonucunda kamu kesimi finansman açıkları giderek büyümüştür. Bu açıklamaların T.C. Merkez Bankası kaynaklarından finanse edilmesi Türk ekonomisinde ciddi enflasyonist baskılar yaratmıştır. 1976 yılında % 15olan enflasyon oranı 1978 yılında % 53’e, 1979 yılında % 81’e ve 1980 yılında% 107’e yükselmiştir. Diğer taraftan ithal ikamesine dayalı olarak gelişen sanayi malları ihracatında bir gelişme olmadığından Türk ekonomisinde giderek döviz darboğazı ortaya çıkmıştır. Bunun yanında 1979 yılında yaşanan petrol şoku, yani petrol fiyatlarının hızla artması Türk ekonomisini tam bir darboğazına sokmuştur. İmalat sanayinin gereksinme duyduğu ara malların ve yatırım mallarının ithal edilememesi sanayi üretiminde önemli düşüşlere yol açmıştır. Bunun sonucunda büyüme hızı 1978 yılında % 3’e düşmüştür. 1979 ve 1980 yıllarında Gayri Safi Milli Hasıla azalmıştır. Nitekim büyüme hızı 1979 yılında % -0,3 ve 1980 yılında %-1,1 olarak gerçekleşmiştir. Sanayi sektörünün büyüme hızları ise 1979 yılında % -5,3 ve 1980 yılında % -5,4 olmuştur. Türk ekonomisinde 1979 ve 1980 yıllarında ciddi bir stagflasyon yaşanmıştır. 1980-2000 Dönemi Karma ekonomiyi ve planlamayısı esas alan ve ithal ikamesine dayanan büyüme ve sanayileşme politikaları Türk ekonomisinin büyük bir krize girmesi nedeniyle 1980 yılından itibaren terk edilmeye başlamıştır. 24 Ocak 1980 tarihinde uygulamayısa konan ekonomik tedbirlerle başlayan süreç içinde serbest piyasa ekonomisini esas alan ve dışa açık ve ihracata dönük bir büyüme ve sanayileşme politikası uygulanmayısa başlanmıştır. Dışa açık ve ihracata dönük büyüme ve sanayileşme stratejisini gerçekleştirmek için aşağıdaki tedbirler uygulanmayısa konmuştur. 1.Kaynak dağılımında planlama yerine fiyat mekanizmasına ağırlık verilmiştir. Piyasa ve fiyat mekanizmasına işlerlik kazandırmak için fiyat kontrolleri kaldırılmış ve fiyatların arz ve talep şartlarına göre piyasada belirlenmesi esas alınmıştır. 2.Türk ekonomisinde tasarrufların teşviki ve kaynakların daha etkin kullanılmasını sağlamak için reel faiz politikasının uygulanmasına geçilmiştir. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası faaliyete geçmiştir. Para ve sermayıse piyasaları giderek serbestleştirilmiştir. 3.İhracatın teşviki, kaynakların ihracata dönük sanayilere aktarılması ve yatırımlarda ülkenin faktör donanımına uygun teknolojilerin seçilmesi için esnek ve gerçekçi kambiyo kuru politikasının uygulanmasına geçilmiştir. 4.Sanayinin dış rekabete açılmasını sağlamak için serbest dış ticaret politikası uygulanmayısa başlanmıştır. Kotalar, miktar kısıtlamaları kaldırmış ve gümrük vergileri düşürülmüştür. Böylece, iç sanayi dış rekabete açılarak üretimde verimliliğin ve kalitenin firmalarca esas alınmasına önem verilmiştir. Türkiye 1Ocak 1996 tarihinde Gümrük Birliği’ni uygulamayısa başlamış ve Türk sanayi bütünü ile dış rekabete açılmıştır. Gümrük vergileri ve fonlar Avrupa Birliği’ne üye ülkelere sıfırlanmıştır. Üçüncü ülkelere çok düşük oranlara sahip Avrupa Ortak Gümrük Tarifesi uygulanmayısa başlanmıştır. Ayrıca Avrupa Birliği’ne üye olmayısan Romanya, Macaristan, Polonya, Litvanya, İsrail, Çek Cumhuriyeti gibi çeşitli ülkelerle serbest ticaret anlaşması imzalanarak dış rekabetin kapsamı genişletilmiştir. 5.Giderek serbest kambiyo rejimine geçilmiştir. 1989 yılında kambiyo rejimi bütünü ile serbest hale getirilmiş ve sermayıse hareketleri bütünü ile serbest bırakılmıştır. Böylece Türk para ve sermayıse piyasalarının dünya para ve sermayıse piyasaları bütünleşmesi sağlamıştır. Türk parası cari işlemlerde ve sermayıse işlemlerinde konvertibl hale getirilmiştir. 6.Yatırım politikası değiştirilmiş ve devletin alt-yapı yatırımları yapması ve sanayi yatırımlarından çekilmesi uygulaması başlatılmıştır. 1983-1990 yılları arasında enerji, haberleşme ve ulaştırma alt-yapı yatırımlarında büyük artış olmuştur. 7.Ekonomide verimliliğin artırılması, devletin sanayiden çekilerek piyasa ekonomisine işlerlik kazandırılması için özelleştirme başlatılmıştır. Ancak, Türkiye özelleştirme konusunda başarılı olamamıştır. Yasal düzenlemelerin yapılması gecikmiş ve çeşitli kesimler özelleştirmeye direnmişlerdir. 8.Yeni teknolojilerin getirilmesi ve yeni ihracat pazarlarının kazanılması için doğrudan yabancı sermayıse yatırımları teşvik edilmiştir. Ancak, bu konuda gerekli gelişme sağlanamamıştır. Türkiye’de ekonomik istikrarın sağlanamaması, bürokrasi ve giderek artan yolsuzluk ve suistimaller yabancı sermayıseyi olumsuz yönde etkilemiştir. Uygulanan bu politikalar sonucunda Türk ekonomisi 1981-1990 yılları asında ortalama yılda % 5,3 oranında büyümüştür.Aynı yıllarda sanayi sektörünün yıllık ortalama büyüme hızı % 7,1 almıştır. 1990’lı yıllarda Türkiye’de ortaya çıkan siyasi istikrarsızlık Türk ekonomisi üzerinde olumsuz etkiler yapmıştır. Ekonomi yönetimi Türk ekonomisinde fiyat istikrarını sağlayacak ve Türk ekonomisinin sağlıklı büyümesine imkan verecek ekonomik tedbirleri uygulamayısa koyamamıştır. Gerekli yapısal düzenlemeler yapılamamış ve enflasyonu kontrol altına alacak para ve maliye politikaları uygulanamamıştır. Kamu kesimleri açıkları 1990’lı yıllarda giderek büyümüştür. Gayri Safi Milli Hasıla’nın % 15’ine varan büyük kamu açıkları iki şekilde finanse edilmiştir. a. Kamu açıklarının bir kısmı borçlanma ve finanse edilmiştir. Devletin para ve sermayıse piyasalarından büyük miktarda finansman fonu talep etmesi reel faiz hadlerini yükseltmiştir. Bunun sonucunda özel yatırımlar olumsuz yönde etkilenmiştir. b. Kamu açıklamalarının bir kısmı Merkez Bankası kaynaklarından finanse edilmiştir. Bunun sonucunda parasal genişleme ortaya çıkmış ve buna bağlı olarak enflasyon giderek yükselmiştir. Enflasyon gelir dağılımını bozmuş ve kaynakların etkin kullanımını olumsuz yönde etkilemiştir. Bütün bu olumsuz gelişmeler sonucunda 1990’lı yıllarda ekonomik büyüme hızı azalmış ve sanayileşme yavaşlamıştır. 1991-2000 yılları arasında ortalama büyüme hızı % 3,6 olarak gerçekleşmiştir. Sanayinin büyüme hızı % 4,5 olmuştur. Türk ekonomisi 1994 yılında önemli bir ekonomik kriz yaşamış ve Türk ekonomisinde ilk olarak konjonktürel işsizlik ortaya çıkmış ve takriben 500 000 kişi işini kaybetmiştir. 1994 yılında ekonomi % 6 oranında küçülmüştür. 1980-2000 döneminde ekonominin dışa açılması yönünde önemli bir başarı elde edilmiştir. 1979 yılında 1,4 milyar dolar olan ihracatımız 2000 yılında 28 milyar dolara ulaşarak 20 kat artmıştır. Sanayi ürünlerinin ihracat içindeki payı 1979’da % 45 iken bu oran 2000 yılında % 90’a yükseltilmiştir. Bu veriler dışa açık ve ihracata dönük sanayileşme politikasının başarılı olduğunu göstermektedir. Son olarak 1923-2000 yılları arasında Türk ekonomisinin yapısında meydana gelen değişimi belirtmek faydalı olacaktır. 1923 yılında Gayri Safi Milli Hasıla içinde Tarım sektörünün payı % 70, hizmet sektörünün payı % 24 ve sanayi sektörünün payı % 58’dir. 1923 yılında toplam istihdam içinde tarımın payı % 80, hizmet sektörünün payı % 16 ve sanayi sektörünün payı % 4 dolayında bulunuyordu. Bugün toplam istihdam içinde tarım sektörünün payı % 35, hizmet sektörünün payı % 45 ve sanayi sektörünün payı % 20’dir. Satın alma gücü paritesine göre 2000 yılında Türkiye’nin Gayri Safi Milli Hasılası 400 milyar dolar ve kişi başına düşen gelir 6200 dolardır. Bütün bu gelişmeler Cumhuriyet döneminde çeşitli çalkantı ve yetersizliklere rağmen genel olarak iktisadi büyüme ve sanayileşmede önemli başarılar elde edildiğini göstermektedir. |
#2
|
|||
|
|||
![]() Gümrük Vergileri Lozan Konferansında ayrı bir müzakerede ele alınan gümrük vergileri konusu birçok yönden önem taşımaktaydı: a. Gümrük vergileri gelirlerinin Devlet maliyesi açısından önemi, b. ödemeler dengesini sağlama hedefi, c. yurt içi ekonomik faaliyetlerin, özellikle sanayinin korunmasına olanak verecek şekilde ithalatı ve ihracatı kontrol altına alacak bir dış ticaret politikasının belirlenmesi. Osmanlı imparatorluğu döneminde yapılan anlaşmalarla ekonomi bir serbest pazar halinde tutulmayısa zorlanmış, bu uygulama ile sanayileşme bir yana, ekonomideki mevcut sanayi işletmelerinin yok olmasına yol açılmıştı.18. ve 19.sanayi devrimini gerçekleştiren Batı’nın modern üretim teknikleri karşısında el emeğine dayanan Anadolu sanayinin rekabet etmesi mümkün değildi. Doğan Avcıoğlu’nun çeşitli kaynaklardan aktardığına göre 19. yüzyılın ikinci yarısında Şam, Diyarbakır, Halep, Bursa gibi geleneksel dokumacılık merkezlerinde dokuma tezgahları kapanmayısa başlamıştı. 1847’den önce İmparatorluğun en önemli ipekçilik merkezi olan Bursa’da yüzlerce tezgahta 25 bin okka ipek işleniyordu. Serbest ticaretin başlamasından kısa bir süre sonra tezgah sayısı 75’e, işlenen ipek miktarı 4 bin okkaya düşmüştü. Yine önemli ipekçilik merkezi olan Bilecik’te dut ağaçları sökülmüştü. Ankara tiftik dokuma ihracatçısı iken kısa sürede ham tiftik ithal eder duruma düşmüştür. Batının rekabeti karşısında Anadolu’da ki mevcut sanayinin çöküşü sadece dokuma sanayi ile sınırlı kalmamış, dış ticarete konu olan malların ürettiği diğer faaliyetlerde de aynı durum yaşanmıştır. 19. yüzyılda Osmanlı idaresi modern bir sanayi kurmak için ciddi çabalar göstermiştir. Fakat kurulan sanayiler (örneğin Basmahane ve Hereke kumaş fabrikaları, Tophane fabrikası, Beykoz İnceköy porselen ve cam fabrikaları ve Beykoz kundura, çizme, palaska, ve diğerleri) batının rekabeti karşısında varlık gösterememiş, ancak devlet yardımıyla ayakta kalabilmişlerdir. ( Avcıoğlu,1968, s.54-55). Batı’nın rekabeti karşısında sanayi çöken Osmanlı Devleti daha önce ürettiği malları ithal eder duruma düşmüştür. Bunun sonucunda giderek büyüyen dış ticaret açıkları önceleri altın ve gümüş ihracı ile finanse edilmeye çalışılmış, bu rezervler tükenince dışardan borçlanma yoluna gidilmiştir. Bu şekilde yapılan ilk borçlanma 1854 yılındadır. İnönü’nün anılarında çok güzel anlattığı gibi bir süre sonra borcun anapara ve faizi için tekrar borçlanma yoluna gidilmiş, ilk borçlanmadan 30 yıl geçmeden Osmanlı maliyesi iflasını ilan etmiş ve 1881 yılında Duyunu Umumiye İdaresi kurulmuştur. Bu gelişmeler emperyalist ülkelerin neden kontrolü altındaki ülkelere düşük gümrük tarifeleri uygulanmasını empoze ettiklerini açık bir şekilde göstermektedir: Serbest ticarete zorlanan ülkelerdeki mevcut sanayi yok olduktan sonra bu ülkeleri hammaddenin ucuz temin edileceği, mamul malların serbestçe satılacağı bir pazar haline getirmek uygulamanın birinci kısmını oluşturmuştur. Bu şekilde ulusal sanayileri yok olan ve giderek ithalata bağımlı hale gelen ülkelerinin artan dış ticaret açıklarının finansmanı yoluyla da bu ülkeleri mali bakımından bağımlı hale getirmişlerdir. 19. yüzyıl başlarında İngiltere ve Hollanda gibi emperyalist ülkeler kontrolleri altında bulundurdukları geniş sömürgelerin yanı sıra Çin, Mısır, İran, Tayland ve Osmanlı Devleti gibi nominal olarak bağımsız ülkelere de serbest ticareti empoze etmişlerdi. Japonya da 1911 yılına kadar maksimum tarifenin yüzde 5 olduğu serbest ticaret kulübünün zorunlu üyesiydi. Bu dönemde A.B.D, Rusya ve Latin Amerika ülkeleri, dönemin en korumacı ülkeleriydi (A. Madison, 1989, s.45, 46). İşin ilginç yönü ve İnönü’nün anlamakta zorluk çektiği nokta, aynı sıkıntıları yaşamış olan Japonya’nın on sene sonra Lozan Konferansı’nda aynı emperyalist ülkelerin yanında yer alıp Türkiye Devleti’nin gümrükler üzerindeki egemenliğini kullanmasını kısıtlama yönünde baskıda bulunmasıdır. Tablo 1, Türkiye Devleti’nin gümrükler üzerindeki egemenliğini elde ettiği 1929 yılı öncesi ve sonrasındaki gelişmeleri göstermektedir. Görüleceği üzere 1929 yılına kadar Türkiye’nin dış ticaret dengesi sürekli açık verirken, bu tarihten sonra açık fazlaya dönmüş ve 1947 yılına kadar bu fazlalık devam etmiştir. Yine Tablo 1’den görüleceği gibi ticaret dengesindeki bu fazlalık değer olarak ihracattaki artıştan değil ithalatın kontrol altına alınmasından sağlanmıştır. Hatırlanacağı gibi 1929 yılı A.B.D.’de başlayan ve bütün dünyayı etkisi altına alan Büyük Bunalım’ın başladığı yıldır. Bu bunalımın en şiddetle hissedildiği 1929-1932 yılları arasında (şimdiki) OECD ülkelerinde ithalat hacim olarak yüzde 25 düşmüş, uluslar arası sermayıse piyasası çökmüş, dünya ihracat fiyatları yarı yarıya düşmüştür (bkz. Madison, 1989, s.53). Böylece bir dünya konjonktüründe ekonomisi bir yıkıntı içinde bulunan yeni Türkiye Devleti’nin ihracatında düşüşün olması bir tarafa, miktar olarak ciddi bir artışın sağlanabilmesi dikkat çekicidir (Tablo 2). Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Ekonomik Gelişme Atatürk’ün ekonomi politikası bağımsızlık temelleri üzerine oturtulmuş ulusal bir politikadır. Politik bağımsızlığın ana koşulunun ekonomik bağımsızlık olduğunu çok iyi kavrayan Atatürk bu amacını çok büyük olanaksızlıklar içinde gerçekleştirmiştir. Ekonominin içinde bulunduğu çok zor koşullar altında, bağımsızlık ilkesinden ödün vermeden ülkenin imarı ve ulusun kalkınması ancak yine ülkenin sınırlı kaynakları ile gerçekleştirilecek demekti. Devletin bu dönemde ekonomideki varlığı Osmanlı İmparatorluğu’ndan devralınan devlet tekelleri (tuz, petrol, benzin, barut ve patlayıcı maddeler tekelleri) ve fabrikalardan ibaret kalmıştır. 1915 yılında sayıları 22’yi bulan ve Osmanlı döneminde devlete ait olan bu fabrikalar, 1925 yılında kurulan Sanayi ve Maadin Bankası tarafından devralınmıştır. Devletin bu dönemde en önemli ekonomik faaliyeti demiryolları yapımıdır. 1930 yılında demiryolları Ankara’dan Sivas’a ulaştı. 1928 ve 1929 yıllarında Ankara-Ulukışla ve Mersin-Adana hatları yabancı şirketlerden satın alındı. Atatürk’ün ortaya koyduğu ekonomi politikasının başarısı ortadadır. 1929 Bunalımı sonucu bütün dünya ekonomisi büyük bir ekonomik çöküntü içindeyken Türkiye 1930’lu yıllarda ulusal bir sanayileşme hamlesini başlatmış, 1930-1932 döneminde yıllık ortalama yüzde 3.5, 1933-39 döneminde ise yüzde 8.1’lik bir büyüme sağlamıştır. Aldığı önlemlerle ticaret dengesi açığını (1938 yılı dışında) fazlaya çevirmiştir. 1932-1939 yılları imtiyazlı yabancı şirketlerin tasfiye edildiği, demiryollarının millileştirildiği yıllardır. Türk ekonomisinde büyük yeri olan iktisadi devlet teşekküllerinin en önemlilerinden olan Sümerbank, Eti-bank, Denizcilik Bankası v.s. bu dönemlerde kurulmuşlardır. Türkiye sanayinin temelini oluşturan demir-çelik, dokuma, kağıt, kimya, şeker, cam gibi sanayi dalları bu dönemde geliştirilmiştir. Kısacası bu dönemin ekonomi politikasını başarılı bir milli bir sanayileşme çabası olarak yorumlamak yanlış olmaz. Bütün bu çabalar, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin çok dar olanaklarıyla gerçekleştirilmiştir. Dışardan sağlanan tek kaynak mayısıs 1932 tarihinde Sovyetler Birliği ile imzalanan $8 milyon tutarında faizsiz, 20 yıllık bir borçlanma anlaşmasıdır. Bu, gelişmekte olan bir ülkeye verilen ilk borç örneğidir ve bunu izleyen 25 yıl içinde başka borçlanmayısa gidilmemiştir. Bu borç şeker fabrikaları ve Kayseri’de kurulacak olan dokuma fabrikaları için Sovyet malzemesi alımında kullanılacaktı. Planın proje yapımı ve finansmanını Sümerbank üstlenmişti. Türkiye’nin Bugün Geldiği Nokta Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu şöyle özetleyebiliriz: 2001 yılı itibari ile dış borç stoku 112 milyar $ (G.S.M.H.’nın %75’i), iç borç stoku 117 katrilyon TL (G.S.M.H.’nın %64’ü), iç ve dış borç faiz ödemeleri, konsolide bütçe vergi gelirlerinden daha fazla (%103), 1950’li yılların sonunda başlayarak gittikçe artan sıklıkla yaşanan krizler ve bu krizlerden çıkmak için IMF ile yapılan 16 stand-by anlaşması. Türkiye nasıl bu duruma düştü? Bu sorunu cevabını bulabilmek için 1950 den bu yana yaşanan ve krizlere yol açan gelişmeleri özet olarak aşağıda, Tablo 3 yardımıyla ele alacağız. 1929 Bunalımı’nın etkilerinin yaşandığı 1930’lu yıllar ve II. Dünya Savaşı yılları sıkıntılarına karşı Türkiye’de bir kriz yaşanmamıştır. 1950-1958 Dönemi Savaş sonrası Batı Avrupa’daki toparlanma ve Marshall Planı yardımıyla başlatılan altyapı yatırımlarının etkisiyle 1950’lilerin ilk yarısında hızlı bir büyüme yaşandı, fakat yatırımların bütçe açıklarıyla finanse edilmesiyle enflasyon yükselmeye başladı (resmi yayınlarda %10, gerçekte %20’lerde seyreden bir enflasyon). Hükümetin bu gelişmelere tepkisi, giderek artan döviz ve fiyat kontrolleri ve gümrük vergilerinin yükseltilmesi oldu. Uygulanan sabit kur rejimi nedeniyle Türk lirası değer kazanması sonucu cari işlemler dengesi açıkları giderek büyüdü ve ithalatın kısıtlanması üretimin düşmesine yol açtı. Dört yıl boyunca büyüme hızı düştü, dışardan giderek daha elverişsiz koşullarla borçlanmayısa gidildi… Sonunda dış kaynaklar borç vermeyi durdurdu. 1958’de koşullar kötüleşti, ithalat durdu ve üretim düştü. Petrol ithalatının yapılamaması sonucunda hasatın yapılması tehlikeye girdi. En sonunda Hükümet direnmekten vazgeçip 1958 yılında IMF desteği ile stabilizasyon programını uygulamayısa koydu. TL devalüe edildi (Dolar kuru 2-80 TL’den 9.00 TL’ye yükseldi). 1953-54’den itibaren ithal edilen malların bedellerinin ödenmemesi sonucunda biriken borçlar 584 milyon dolara ulaşmıştı. 1960-1970 Dönemi Yeni oluşturulan Devlet Planlama Teşkilatı’nın hazırladığı 5 yıllık kalkınma planlarıyla ithal ikamesine dayanan sanayileşme politikası uygulamayısa konuldu. Enflasyonun düşmesiyle 1960’lı yıllarda iyi bir büyüme hızı sağlandı, fakat 1960’ların sonunda ticaret ve cari işlemler dengelerindeki açıkların devam etmesiyle döviz sıkıntısı tekrar yoğunlaşmayısa başladı. 1970 yılında tekrar IMF’ye başvurulmak zorunda kalındı.Uygulamayısa konulan stabilizasyon programı ile Türk lirası devalüe edildi (Dolar kuru 9.00TL’den 14.00TL’ye yükseltildi). 1970-1980 Dönemi 1970 devalüasyonu ile artan cari işlemler gelirleri, özellikle işçi dövizleri girişleri stabilize edilemedi ve ekonomide parasal genişleme süreci başladı. Döviz sıkıntısının olmadığı bu dönemde geleneksel olmayısan ihraç ürünlerine verilen teşviklerle ihracatta bir artış başladı. 1973 yılında OPEC’in petrol fiyatlarını üç kat artırmasına karşı gerekli uyum önlemleri alınmadı. Ödemeler bilançosu açıkları giderek büyümeye başladı. Döviz kurunda gerekli ayarlama yapılmaması sonunda azalan işçi dövizlerini çekebilmek ve kamu açıklarının finansmanına özel sektörün rakip olmaması, onların dışardan borçlanabilmeleri için uygulamayısa konulan Dövize Çevrilebilir Mevduat (DÇM) hesaplarına Devlet garantisi getirildi. 1977’ye gelindiğinde ithalat aksamayısa başlamıştı ve ihracat gelirlerinde de düşüş başlamıştı. Bu yılda büyüme hızı, önceki üç yılın yarısı kadar gerçekleşti. 1978-79 yıllarında kriz dönemine girildi. Dış borçların ertelenmesi çabaları sonuçsuz kaldı, mali reform gerçekleştirilemedi. Enflasyon yüzde 100 sınırına yaklaşırken üretim düştü. 1975-1980 dönemi 1950’den sonraki en düşük büyüme hızının yaşandığı dönem olmuştur. 1979 yılında rezervler tükendi. İthalat yapılamadığı için üretim hızla düşmeye başladı. 1958 devalüasyonu öncesi kriz dönemi tekrar yaşanmayısa başladı. DÇM’lerin ekonomiye maliyeti giderek büyümeye başladı ve krizi hızlandıran bir etki yarattı. (1975 yılında $1.2 milyar olan DÇM hesapları 1977’de $6.1 milyara yükselmişti). Bu dönemde ortaya çıkan krizin nedeninin petrol fiyatlarının artışı ve buna uyum sağlanmaması, DÇM’ler ve yatırımların dış borçlanmayısla finanse edilmesinin olduğu görülmektedir. 1975’de $5 milyarın altında olan dış borçlar iki yıl içinde $15 milyara, 1980’de $20 milyara yükseldi. Bu arada dış borç yapısı da bozuldu, 1977 ve 1978 yıllarında kısa vadeli borçların toplam borçların yarına ulaşması, dışardan borçlanmanın giderek güçlendiğinin bir göstergesidir. (Tablo 5) Bu gelişmeler karşısında 1978 ve 979 yılında IMF güdümünde hazırlanan istikrar tedbirleri zayıf koalisyon hükümetlerince uygulanamadı ve bu programlar uluslararası mali çevrelerden yeterli desteği göremedi. Kriz sürecinin büyümesi 1979’un sonlarında askeri müdahale ile sonuçlandı. Ertesi yılın başında 24 Ocak Kararları olarak anılan istikrar tedbirleri yürürlüğe konuldu. 1980-1990 Dönemi – 24 Ocak Kararları 24 Ocak Kararları ile mal ve faktör piyasalarında fiyatların, faiz ve döviz kurunun piyasada belirlenmesi ilkesi belirlendi. İthalat rejimi serbestleştirildi, ihracatı yoğun bir şekilde teşvik eden ve yabancı sermayıseyi teşvik edici politikalar uygulamayısa konuldu. KİT’lerin ve Devlet’in ekonomideki ağırlığının azaltılması hedeflendi. Bu kararlar, ekonomide bir kabuk değişimine işaret etmekteydi. Planlı, ithal ikamesine dayalı büyüme yerine liberal ekonomi politikalarının uygulandığı, devletin ekonomideki ağırlığının azaltılamayısa çalışıldığı bir dönem. 1983 seçimlerinden sonra genişletici para ve maliye politikaları ile hızlı bir büyüme sağlandı, fakat enflasyon hızının yükseldiği bir sürece girildi. İç ve dış borçların ivme kazanması ile dış borçlar 1981’de $14.5 milyardan 1991’de $50.5 milyara, iç borçlar ise 1080’de TL 721 milyardan 1983’te 3.2 trilyon TL’ye, 1991’de 98 trilyon TL’ye yükseldi. İç ve dış borç faiz ödemeleri 1981 yılında vergi gelirlerinin yüzde 6’sını oluştururken 1991 yılında bu oran yüzde 30’ugeçti.(Tablo 4) Artan enflasyon ve borçlanma sonucunda reel faizler yükseldi, döviz açığı nedeniyle devalüasyon beklentisi yaygınlaştı ve 1988-89 yıllarında ekonomik durgunluk sürecine girildi. Durgunluğu aşmak için yürürlüğe konulan 4 Şubat 1989 Kararları ile döviz girişini artırıcı önlemler alındı. Yabancı sermayıse girişi yüksek faizlerle teşvik edildi. 32 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Türk lirasının konvertibilitesi sağlandı. Konvertibilitenin amacı, kaynağı araştırılmaksızın yabancı fonları Türkiye’ye çekebilmekti. Böylece kontrolsüz sermayıse giriş ve çıkışları bir taraftan Türkiye’yi kara paranın aklandığı bir cennete dönüştürürken, diğer taraftan bu istikrarı bozucu spekülatif sermayıse hareketleri, ileriki yıllarda, ekonomi yönetiminin para politikası araçlarını kullanma etkinliğinin giderek azaltmasına yol açmıştır. 1989-1997 Dönemi – 5 Nisan 1994 Kararları Artan harcamaları karşılamak için içerden ve dışardan yapılan borçlanma ve Merkez Bankası avanslarının kullanılması sonucu ortaya çıkan piyasadan emilememesi sonucu 1993 yılında bir talep patlaması ve enflasyonist süreç başladı. TL’den kaçış başladı ve ticaret dengesinde rekor düzeyde $14 milyar, cari işlemler dengesinde 6.4 milyar TL açık ortaya çıktı. Derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’nin kredi notunu düşürmesi üzerine piyasalarda başlayan karmaşayı, M B’nın $3.5 milyar döviz satması yatıştırmayısa yetmedi. Döviz kuru ve faizler yükselmeye devam etti. Faizleri düşürme çabası mali fonların dövize kaymasına yol açtı. Bu karmaşayı durdurmak amacıyla 5 Nisan 1994 İstikrar Programı açıklandı. Mali piyasalarda tam bir kaos yaşanırken Devlet’te israf ve savurganlık artmaktaydı. Kayıt dışı ekonominin boyutu devletin etkinliğinin ne derece zaafa uğradığı ve yozlaşmanın düzeyini göstermektedir. Kamu borçlanma gereğinin artışı bir taraftan Merkez Bankası kaynakları kullanımını artırmış, borçları borçlanarak ödeme kısır döngüsü sonucu dış borçlarda 1988-93 arasında %65’lik, iç borçlarda 12 kat daha artış ortaya çıkmıştır. 1987-1995 döneminde ise iç borçlardaki artış 80 kattır. 5 Nisan Kararları ile Türk lirasını değeri dolar karşısında 15 bin liradan 32 Bin liraya düşürüldü ve kurun belirlenmesi piyasaya bırakıldı, daha sıkı para ve maliye politikaları uygulamayısa konuldu. Mevduat faizleri yükseltildi, maaş ve ücretlerde ve kamu harcamalarında yüzde 30 kısıntıya gidildi ve KİT’lerin özelleştirilmesi çabalarına hız verildi. Programın öngördüğü hedefleri gerçekleştirmek mümkün olmadı. Özelleştirme hedefleri tutturulamadı, vergi reformu gerçekleştirilemedi, yapısal önlemler alınmadı. Sonuçta mali piyasalarda istikrar sağlandı, fakat bu istikrarın bedeli talebin düşüşü, milli gelirde % 6’lık daralma ve işsizliğin büyümesi olmuştur. Enflasyon yüzde 120’lerden iki yıl için yüzde 70’lere geriledi, 27 Aralık 1995’te alınan erken seçim kararı politik belirsizliği artırdı. 1997 yılı her an bunalım çıkacağı endişesiyle geçti. 1995-97 arası yine de ekonominin canlandığı, büyümenin yüzde 7-8’lerde gerçekleştiği yıllar oldu. Bu büyümenin etkisiyle TL’nin değerinin sürekli düşürülmesine rağmen ticaret dengesi 1996 ve 1997 yıllarında 20 milyar TL’nin üzerine açık verdi. Bu arada iç ve dış borç stokları büyümeye devam etti. Dış borçlar 1998 yılında 100 milyar dolar düzeyine yaklaştı. 1998-2000 Dönemi Türk ekonomisi 1998’in ikinci yarısından itibaren biriken sorunları taşıyamaz hale geldi ve Haziran 1998 tarihinde IMF ile Yakın İzleme Anlaşmasını imzaladı. 1997 yılındaki Asya, 1998’de Rusya krizlerinin etkisiyle ihracat düşmekteydi. 1997’de ihracat artışı yüzde 13’ten 1998’de yüzde 2.7’ye düştü, 1999’da ise yüzde 1.4’e geriledi.(Tablo la). İthalattaki daralmayısa karşın ticaret dengesindeki açık çok yüksek seviyesini devam ettiriyordu. Sürekli kur ayarlamaları liranın değerlenmesini önleyemedi. 1993 yılından itibaren düşüş eğilimine giren kamu borçlanma gereği 1996’dan itibaren tekrar yükselişe geçti.(KBG /GSMH oranı 1999 yılında yüzde 16’ya çıktı). |
![]() |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|