#1
|
|||
|
|||
Îsâr
Îsâr Îsâr, insanlığın her dönemde, özellikle de günümüzde çok muhtaç olduğu bir vasıftır. Dilimizde digergâmlık da denilen îsâr, kişinin ihtiyacı olduğu halde başka birini kendi nefsine tercih etmesidir. Îsâr, yaşanmayan ve örneği bulunmayan bir özellik değil, bilakis İslam Tarihinde pek çok örneğini gördüğümüz bir hakikattir. Müslümanların birlik ve beraberliği, dirlik ve düzenliği için bu özelliğin tekrar ihyası gereklidir. Yüce Yaratıcı, Kur’ân-ı Kerîm’de müminlerin bu güzel vasıflarını şöyle övmektedir: “Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” Bu âyetin nüzul sebebi ile ilgili farklı rivâyetler bulunmaktadır. Bu rivâyetlerin hepsi de birbirinden güzeldir. Bu rivâyetlerin birine göre, Medineli Müslümanlar yani Ensar: “Ey Allah’ın Elçisi, arazilerimizi muhâcir kardeşlerimizle aramızda yarı yarıya taksim et.” diye bir teklifte bulunurlar. Rasûlullah (s.a.v.) da: “Hayır, öyle yapmayın; onların zaruri ihtiyaçlarını giderin, meyvelerinizi paylaşın fakat araziler sizin arazileriniz olarak kalsın.” buyurur. Onlar da: “Pekâlâ buna razıyız.” derler. Bunun üzerine Allah Tealâ yukarıda sözü edilen âyeti indirir. Günümüzde ana baba bir kardeşler bile kendi aralarında mal taksimi noktasında kavga gürültü ederlerken, biraz fazla mal edinmenin mücadelesini verirlerken, Medineli Müslümanların hiçbir nesebi bağlılığı olmayan ve farklı bir şehirden yanlarına gelmiş bulunan iman kardeşlerine mallarının yarısını hiç düşünmeden ve bir art niyet taşımadan teklif etmeleri takdire şayandır. Bundan dolayıdır ki Yüce Rabbimiz onları Kelâm-ı Kadîmi olan Kur’ân da övmektedir. Bir diğer rivâyet ise şöyledir: Bir adam Rasûlullah (s.a.v.)’e gelerek: “Ey Allah’ın elçisi, yoksulluğum son haddine geldi, yoksulluğumdan iyice bunaldım.” der. Hz. Peygamber onu, ona bir şeyler vermeleri veya yedirmeleri için kendi evine gönderir. Fakat onların yanında da ona yedirebilecekleri bir şeyleri yoktur. Hz. Peygamber, bunun üzerine ashabına döner ve onun ihtiyacını giderebilecek kimsenin olup olmadığını sorar. Ensardan Ebû Talha adında bir adam kalkar ve: “Ey Allah’ın Elçisi! Onu ben misafir ederim.” der. Onu alıp evine götürür. Hanımına: “Bu, Rasûlullah (s.a.v.)’in misafiridir; ondan bir şey esirgeme.” der. Kadın, yemin ederek çocukların yiyeceğinden başka hiçbir şeylerinin olmadığını söyler. Adam, eşine ışığı söndürerek çocukları uyutmasını ve kendilerinin de bir şey yemeyebileceklerini ifade eder. Böylece çocukların yiyeceğini misafire ikram ederler. Sabah olunca misafir kalkar ve Rasûlullah (s.a.v.)’in yanına varır. Hz. Peygamber (s.a.v.) yanında bulunanlara Allah’ın o aileden razı olduğunu duyurur. Bu olay sonrasında da: “Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler...” âyet-i kerimesi nazil olur. Ana baba kendisi aç kalabilir ancak çocuklarının aç kalmasına asla gönlü razı olamaz. Ancak Sahabedeki anlayışa bakın ki, onlar muhtaç durumdaki iman kardeşlerini kendilerine ve çocuklarına tercih ediyorlar. Kaldı ki, Rasulullah’ın talebi onlar açısında adeta bir emir gibi telakki ediliyor ve hiç tereddüt edilmeden yerine getiriliyor idi. Bu davranış, sahabeyi üstün kılan yönlerden sadece birisiydi. Öyle ki onlar bu halleri ile Rasulullah’ın “Ashabım yıldızlar gibidir” senasına hakkı ile mazhar oluyorlardı. İbn Abbas (r.a.)’tan gelen bir rivâyet de yukarıda zikredilen rivâyete benzemektedir. Burada da îsârın güzel bir örneği bulunmaktadır. Buna göre, Hz. Peygamber (s.a.v.) Ensâra: “Eğer isterseniz, evlerinizden ve mallarınızdan muhacirlere bir pay verebilirsiniz. Ben de size ganimette, onlara verdiğim gibi, bir pay veririm. Yok, eğer istemezseniz ganimet (fey) onların olur, evleriniz ve mallarınız size kalır” der. Onlar da: “Hayır, bilakis biz onlara, hem evlerimizden ve mallarımızdan vereceğiz, hem de feyde onlara ortak olmayacağız” derler. Bu olaydan sonra yukarıda sözü edilen îsârla ilgili olan âyet nâzil olur. Sahabe arasındaki din kardeşliğinin ne denli kuvvetli olduğu, onları bağlayan dünya metaı değil, tamamen inanç birlikteliği olduğu görülmektedir. Günümüzde zaman zaman basına yansıyan ve çok küçük miktardaki alacaklardan dolayı insanların birbirleri ile kavga ettikleri, birbirlerini yaraladıkları, hatta ölüm vakalarının olduğu bilinmektedir. Eğer îsâr ruhu taraflarda hâkim olsa, hiç kavga ve gürültü olur mu? Şüphesiz îsârın hâkim olduğu toplumlar daha dünyada iken cennet hayatını yaşarlar. Hz. Ali ve eşi Hz. Fatıma ile ilgili anlatılan bir olay da onların ne denli îsâr hasletini yaşadıklarını ve çok güzel örnek oluşturduklarını göstermektedir. Rivâyet edildiğine göre, bir gün Hz. Ali’nin evinde çok az yemekleri bulunmaktadır. Tam sofraya oturup yiyecekleri esnada kapılarına bir dilenci gelir. Onlar da yemeği dilenciye verirler. Ertesi gün gelen bir yetime, üçüncü gün gelen bir esire yemeklerini verirler. Bu olay üç gün sürer ve bunun üzerine şu âyet nâzil olur: “İyiler ise, kâfûr katılmış bir kadehten (cennet şarabı) içerler. (Bu,) Allah'ın has kullarının içtikleri ve akıttıkça akıttıkları bir pınardır. O kullar, şiddeti her yere yayılmış olan bir günden korkarak verdikleri sözü yerine getirirler. Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O'nun azabına uğramaktan) korkarız" (derler). İşte bu yüzden Allah onları o günün fenalığından esirger; (yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir.” Gerçekten üç gün boyunca kendi aç olduğu halde elindeki az miktardaki yiyeceğini başkalarıyla paylaşabilmek hatta tamamını verebilmek güçlü bir imanın göstergesinden başka bir şeyle izah edilemez. Bu örnek, Rasulullah (s.a.v.)’in terbiyesinin en güzel meyvelerinden biridir. Rasulullah’ın terbiyecisi ise, bizzat âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Bir hadisinde Efendimiz bu gerçeği şöyle dile getirmektedir: “Beni Rabbim terbiye etti, O, ne güzel terbiye etti.” İşte, Allah’ın insanlara örnek olarak sunduğu Hz. Muhammed (s.a.v.) ve işte onun terbiye ettiği sahabeler. Îsâr hasletinin en güzel örnekleri hiç şüphesiz yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, asr-ı saadette bulunmaktadır. O saadet asrı pek çok şeyde örnek olduğu gibi bu hususta da çok güzel örneklerle doludur. Onlardan biri var ki diğer misaller olmasa da o başlı başına îsârın çok iyi bir örneği olmasının yanında sahabenin gerçekten altın bir nesil olduğunun da iyi bir misalidir. Olay Yermuk savaşında vuku bulmuştur. Savaşın bitiminde Hz. Huzeyfe, yaralılar arasında amcasının oğlunu arar. Huzeyfe’nin yanında sadece az miktarda suyu bulunmaktadır. Sonunda yaralı olan ve “su” diye inleyen amcaoğlunu bulur. Suyu uzattığında ilerideki bir yaralıdan “âh su” sesi işitilir. Amcaoğlu suyu ona götürmesini ister. İnleyen o zat, Hişam b. As’tır. Hişam’a ulaşan Huzeyfe, suyu ona tam uzatırken bu sefer de “Su!.. Su!..” diye bir ses daha işitirler. Hişam da ona gitmesi için işaret eder. Huzeyfe, ona gittiğinde o ölmüştür. Geriye Hişam’a gelir. Ancak ona da ulaşamaz zira o da ölmüştür. En sonunda amcaoğluna döner, fakat onu da ölmüş halde bulur. Allah hepsine rahmet eylesin. Onlar Müslüman kardeşlerini kendi nefislerine tercih etmişlerdir. Sahabeyi üstün kılan da onların bu ulvî sıfatlarla mücehhez olmaları idi. Bu asrın insanlarının onlardan alacakları çok ders vardır. Gerçekten saadet ve mutluluğumuz, onların Kur’ân’dan ve Sahih Sünnet’ten kaynaklanan hayatlarını örnek almaktadır. Gerçekten îsâr hasletini yaşasak, pek çok olumsuzluklar kendiliğinden düzelecektir. Mesela, trafik dâhil gündelik hayatımızdaki gözlemlenen saygısızlıklardan, kutsi mekânlara kadar pek çok yerde görülen didişmeler sonlanacaktır. Kâbe’de Hacerü’l-Esved yanında birbirlerini iteleyen Müslümanların hali gerçekten içler acısıdır. En kutsi mekânda üstelik de dini hassasiyetlerinden dolayı Allah’ın emrini yerine getirmek amacıyla Hacca gidenlerin hali bu olursa diğerlerine ne demeli? Onun için Müslümanların ilk iş olarak Allah’ın ilk emri olan “oku” buyruğunu yerine getirmeleri icap eder. Böylece kimleri örnek alacağını ve ondan istenenin ne olduğunu daha iyi bilecek ve hayatını istikamet dairesinde sürdürecektir. |