#1
|
|||
|
|||
Yabancı Terimlerle İslam'a Bakmak
Yabancı Terimlerle İslam'a Bakmak İslami olguları doğru anlamak için İslam dışı kavramlarla o olgulara yaklaşılmaması gerektiğini örnekleriyle ortaya koyan önemli bir düşünce yazısı. İslâmî normlara göre düşünememe gerçeği sandığımızdan daha derin ve yaygındır. Bunun belirtilerini görebilmek için, çoğu zaman fazla uzaklara gitmeye, derin araştırmalara başvurmaya da lüzum yok. Ağızdan kaçırılmış bir söz, küçük bir sürç-ü lisan bile, dikkatli biri için, bu hususta bir belge sayılabilir. ' Dilimize git gide yerleşmekte olan "din adamı" sözü artık hemen herkes tarafından yadırganmadan kullanılabilmektedir. Müslümanlar tarafından böyle bir tamlamanın artık yadırganmadan kullanılabilmesi, göründüğünden ve sanıldığından çok daha önemli bir anlamın ifadesi olmalıdır. Bu sözler, Müslümanların farkında olmadan, bir başka kültürün diliyle konuşmaya başladıklarının, kendi terimleri yerine bir başka kültürün terimlerini ikame ettiklerinin göstergesidir. Artık yadırganmaz hale gelen böyle bir ifadeye basit bir hadise gibi bakabilir miyiz? Bu ibare, onu kullanan kimselerin belki kastetmeyi akıllarından geçirmedikleri bir zihniyetin yayılmasına yol açacak önemde olmasa, ona masum bir sürç-ü lisan deyip geçilebilirdi. Fakat yan yana getirilen bu iki kelime gerçekte o kadar masum değildir. İslâm'da "din adamları"ndan bahsedilmesi, din adamı diye bir sınıfın, bir mesleğin mevcut bulunduğu izlenimini uyandırmaktadır. Din kelimesi daha değişik sıfatlar alarak da kullanılmaktadır. "Din adamı" gibi, meselâ "dinî ibadetlerimiz" veya "dinî günler" vs. ifadelere de rastlanmaktadır. İlk bakışta yanlışlığı hissedilmeyecek kadar örtülü olan bu ifadelerin altında da, dini, dünya işlerinden veya dünyadan ayrı gören bir telâkkinin varlığı kabul edilmelidir. Bütün bu çeşit ifadeler, terkipler, tamlamalar, bize hıristiyan Batı kültüründen geçme terimlerdir. "Dinî ibadet" derken sanki dinî olmayan bir ibadet biçimi varmış gibi veya daha kötüsü davranışlarımızın bir kısmı ibadet hükmünde, diğer bir kısmı ibadetin dışında kalıyormuş gibi bir izlenim uyandırılmaktadır. İbadeti Hıristiyanlıkta olduğu gibi, bir seremoni, bir ayin olarak telakki edenler için mesele yok elbet. Fakat hakkını vererek yaşayan bir Müslüman için ibadet olmayan, ibadet hükmüne geçmeyen hangi davranış vardır? Günlük konuşmalarımızda "din" diye bir ayırıma yer vermemiz, biz farkında olmasak da, bizim hangi zihniyete göre düşündüğümüzü ele verecek bir kıstasdır. Samimiyetle Müslümanlığını ortaya koymak isteyen kimselerde bile, İslâm'ı kapitalizmle veya sosyalizmle bir arada düşünmek eğilimlerinin salgın halde bulunduğu günümüzde onu bu izm'lerden biriyle terkip ederek düşünmek nerdeyse moda haline gelmişken, İslâm'ı sadece ve sadece kendi bağlamı içinde düşünerek ona teslim olmak önemsenmeye değer bir olay sayılmalıdır. Kendisiyle yapılan bir mülakatta Garaudy şöyle söylüyordu: "Batı rönesansı, Müslümanlardan sadece tecrübe (deney) metodu ile tekniğini aldı. Onun, Allah'a götüren ve insanlığa hizmeti esas alan yönünü bir tarafa bıraktı." (1) Basit gibi görünen bu cümle, bu basitliği içinde Batı tefekkür tarzı ile İslâmi tefekkür tarzı arasındandaki önemli farklılığa işaret etmektedir. Bu fark, çoğu zaman gözlerden kaçtığı gibi, Batı ilmi ile İslâmi ilmi kolayca aynı kaba koyabiliyor ve onları aynı kab içinde mütalâa edebiliyoruz. Gene bu yüzden ve tabii Batı zihniyetinin telkinleriyle, bilimi objektif, tarafsız, her yerde aynı kalıplar içinde uygulanabilir bir vakıa olarak kabul edebiliyoruz. Bu görüş, bilimi, insanların dışında, amacı kendinden ibaret bir faaliyet alanı olarak görüyor. Bununla birlikte, pratikte hiç de böyle olmadığı, o ilmi ortaya koyan zihniyetin istekleri doğrultusunda bir pratiği gerçekleştirdiği görülmektedir. Gerçekleştirilen bu pratikse, gene kendi temel paradigması içinde, insanları Allah'tan uzaklaştırıcı bir fonksiyon icra etmektedir. Batı rönesansı, İslâmî tefekkür tarzından aldığı her türlü bilgi ve yöntemi profanlaştırmıştır. Yani onun kutsal içeriğini boşaltmış, bu bilgi ve yöntemleri boş kalıplar halinde benimseyerek içeriğini dünyevî ve cismanî bir anlayışla doldurmuştur. Bu bilgi ve tecrübe birikimini Allah'a götüren, insanoğluna bu yolda hizmet veren bir amaçla kullanmamıştır. Sözünü ettiğimiz niyet farklılığı, o kadar önemlidir ki, bu farklılığı kavramadıkça, İslâm'ın ve Batı'nın ve Doğu'nun ortaya koydukları kültürlerin farklılığının lâyıkıyla değerlendirilebileceğine ihtimal veremiyorum. İslâm'ın temel mesajlarından biri olan evrenin yaratılmış (mahlûk) olması keyfiyeti, Müslüman alimlerin ona mahluk olarak (bir başka yüzüyle emanet olarak) muamele etmesine yol açarken ve bu anlayış, kendi doğrultusunda bir ilim ve tefekkür tarzını hasıl ederken; evrenin (ve dolayısıyla tabiatın) mahlûk olduğu inancından yoksun bir yaklaşım, aynı tabiata, günümüz Müslüman düşünürlerinden S.H. Nasr'ın belirttiği gibi, ona sorumsuzca, bir fahişe gibi muamele edilmesine yol açmaktadır. Bu yüzden de Batı teknolojisi halen, elinde dünyayı birkaç defa imha edebilecek bir gücü bulundurabilmektedir. İslâm'ın ilim anlayışıyla Batı'nın ilim anlayışındaki farklılık böylece sırf soyut ve kuramsal, spekülatif bir değer ifade etmiyor, daha önemlisi pratikteki yansımaları oluyor. |