#1
|
|||
|
|||
Boynuzsuz Hayvanın Boynuzludan Hakkını Alması
BOYNUZSUZ HAYVANIN BOYNUZLUDAN HAKKINI ALMASI Geceleri namaz kılıp gündüzleri de oruç tutmana rağmen nefsini şöyle bir hesaba çeksen, anlarsın ki bütün iyiliklerinle dahi telâfi edemeyeceğin kadar gıybet etmişsin! Bundan ayrı olarak yenilen haramlar, ne olduğu belli olmayan şüpheli şeyler ve Allah’a itaat hususunda yapılan birçok hatalar da eklenirse, böyle bir durumda boynuzsuz hayvanın dahi boynuzludan hakkını isteyeceği bir günde kurtulmak nasıl ümit edilebilir! Bu hususta Ebû Zerr el-Gıfâri (r.a) şöyle anlatır: “Resûlullah (s.a.v) iki koyunun tokuştuklarını gördü ve, “Ey Ebû Zerr! Bunların neden tokuştuklarını biliyor musun?” dedi. “Hayır” dedim. Resûlullah (s.a.v): “Fakat Allah biliyor ve yarın kıyamet günü aralarında hakkıyla hüküm verecek” buyurdu.[1] Ebû Hüreyre (r.a), “Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır.” [2] âyetinin açıklamasında şöyle demiştir: “Kıyamet günü bütün mahlûkat, kuşlar, vahşî evcil bütün hayvanlar diriltilip hesap yerine getirilir. Sonra aralarında ilâhî takdir gereği adalet uygulanır ve boynuzsuz hayvan boynuzludan hakkını alır. Ardından Allah (c.c) hepsine, “Toprak olun!” emrini verir onlar da toprak oluverir. İşte bu an, kâfirlerin, “Keşke biz de toprak olsaydık” diye temennide bulunacakları andır.” Ey miskin! Dünyada uzun yıllar zorluklar çekerek kazandığın sevaplarını defterin açıldığında göremediğin zaman halin nice olur! Amel defterinde iyiliklerinin yazılı olmadığını görüp de, “Hani benim iyiliklerim?” dediğin zaman, “Onlar hak sahiplerine verildi” denildiğinde durumun nice olur? Yine dünyada uzun yıllar işlememek için büyük çaba ve sabırlar gösterdiğin günahlarını, o gün amel defterini doldurmuş olarak gördüğünde, “Ey rabbim! Bunlar benim işlemediğim günahlardır” diyerek itiraz ettiğinde, sana cevap olarak, “Bunlar, gıybetini ettiğin, sövdüğün, haklarında kötü zanda bulunduğun, alış veriş yaparken, komşulukta bulunurken, bir hususta çekişirken zulmettiğin, haklarını yediğin kimselerin günahıdır” dediğinde durumun ne olur? İbn Mes’ud (r.a) rivayet ediyor: Resûlullah (s.a.v) buyurdu ki: “Şeytan artık Arap topraklarında puta tapılmasından ümidini kesmiştir. Fakat bundan sonra sizlerden meydana gelecek küçük, ama helâk edici şeyleri yapmanızdan hoşnut olacaktır. Öyleyse var gücünüzle zulümden sakının. Zira kul, kendisini kurtaracağı umuduyla, dağlar misali sevaplarıyla (Allah’ın huzuruna) gelir, o sırada bir başka kul çıkıverir ve: —Ey rabbim, falanca kul bana zulmetti, hakkımı yedi, der. Bunun üzerine Allah (c.c) alacaklıya: —Onun iyiliklerinden ve sevaplarından sil (kendi kefene koy), der. Bu adam da hiçbir hakkını bırakmayana kadar onun sevaplarından alır. Bu adamın durumu şuna benzer: Sefere çıkan bir grup konaklamak üzere bir yerde konaklar. Yanlarında odun taşımadıklarından her biri (ısınmak ve yemeklerini pişirmek gibi ihtiyaçlarını karşılamak için) etrafa dağılır ve odun toplarlar. Fakat ateşlerini büyültemeden ve maksatlarına ulaşamadan kalkıp giderler. İşte günahlar da böyledir (insan, kul hakkını ödememesi ve günahlarının çokluğu sebebiyle, sevaplarının karşılığını göremeden ateşe gider). [3] Zübeyr b. Avvâm (r.a), “Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Sonra şüphesiz siz de kıyamet günü, rabbinizin huzurunda davalaşacaksınız.” [4] âyeti nazil olunca Resûlullah’a (s.a.v): “Yâ Resûlellah! Dünyada kendi kendimize (veya aramızda) işlemiş olduğumuz günahlar ve husumetler yarın kıyamet günü tekrar karşımıza çıkacak mı? (onlardan sorulacak mıyız?)” diye sordu. Resûlullah (s.a.v): “Evet, her hak sahibine hakkı ödenene dek karşınıza çıkacaktır” [5] buyurdu. Resûlullah’tan (s.a.v) bu cevabı alan Zübeyr, “Vallahi işimiz pek zor!” dedi. Haksızlık yolunda atılan bir adıma dahi müsamaha gösterilmediği, bir tokatın, bir kelimenin dahi hesabının yapıldığı, mazlumun zalimden intikamını aldığı o gün ne çetin bir gündür! Abdullah b. Üneys (r.a)[6] anlatıyor: Resûlullah’tan (s.a.v) işittim, şöyle buyurdu: “Kıyamet günü, Allah (c.c) kullarını çıplak, toz toprak içinde ve bühm halinde haşreder” Biz, “Ey Allah’ın Resûlü! Bühm nedir?” diye sorduk. Resûlullah (s.a.v): “Yanında hiçbir şeyi olmayan demektir” dedi ve ekledi, “Sonra Allah (c.c) mahşer halkına, uzaktakinin de yakındakinin de aynı şekilde işitebileceği bir şekilde şöyle seslenir: “Ben Melik (her şeyin sahibi) ve Deyyân (sizi hesaba çekecek olan) rabbinizim. Atılmış bir tokat olsa bile, cennetliklerden birinde eğer cehennemlik birinin alacağı bir hak varsa, bunu almadan o kimse cennete giremez. Yine, cehennemliklerden birinde cennetlik birinin alacağı bir hak varsa onu almadan cehenneme giremez.” Biz, “Yâ Resûlellah! Allah’ın (c.c) huzuruna çıplak, toztoprak içinde ve yanımızda bir şey olmadan nasıl varacağız?” diye sorduk. Resûlullah (s.a.v): “İyiliklerinizle ve kötülüklerinizle” buyurdu.[7] Ey Allah’ın kulları! O halde Allah’tan korkun ve O’na sığının. Kullara yapılan zulüm ve haklarına tecavüz etmek, mallarını izinsiz almak, namuslarına el uzatmak, canlarını sıkmak, âdâb-ı muaşerete riayet etmemek ve buna benzer birçok şekilde olabilir. |