#1
|
|||
|
|||
Kevser Havuzu
Kevser Havuzu Bil ki, Kevser havuzu, Allah Teâlâ’nın Peygamber Efendimiz’e tahsis ettiği büyük bir ikramı ve lütfudur. Onun vasıflarını anlatan birçok hadis ve haber rivayet edilmiştir. Allah Teâlâ’dan, dünyadayken onun ilmini, âhirette de zevkini tattırmasını umut ediyoruz. Zira o havuzun özelliklerinden biri de, ondan bir kere içenin bir daha susamamasıdır. Enes (r.a) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v) bir ara hafif bir uykuya daldı. Sonra uyandı ve tebessüm ederek başını kaldırdı. Sahabeler: —Ey Allah’ın Resûlü! Neden güldünüz? diye sordular. Resûlullah (s.a.v): —Az önce bir âyet indi, dedi, ardından besmele çekti ve, “(Resûlüm!) Kuşkusuz biz sana Kevser’i verdik”[1] diye başlayan âyetleri sonuna kadar okudu. Sonra bize, —Kevser’in ne olduğunu bilir misiniz? diye sordu. Bizler: —Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedik. Resûlullah (s.a.v): —Kevser, rabbimin bana cennette vaad ettiği bir nehirdir. Onun birçok hayırları vardır. Üzerinde bir havuz bulunmaktadır; ümmetim kıyamet günü gelip gidip ondan içerler. O havuzun kâseleri gökyüzünün yıldızları sayısıncadır.” [2] Enes’in (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “(Miraca çıktığımda Cebrâil’le (a.s) birlikte) cennette geziyordum. Bir ara gözüme bir nehir ilişti. Her iki tarafında kubbe şeklinde inciler bulunmaktaydı. “Ey Cibrîl! Bu nedir?” diye sordum. Cebrâil, “Bu, rabbinin sana verdiği Kevser’dir” dedi. Daha sonra Cebrâil elini nehrin dibine vurdu. Nehrin dibindeki çamur halis misk oluverdi.” [3] KEVSER HAVUZUNUN ŞEKLİ VE MAHİYETİ Enes (r.a), Resûlullah’ın (s.a.v) Kevser hakkında şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Havuzumun karşılıklı iki tarafının arası, Medine ile San’a (veya) Medine ile Umman arası kadardır.” [4] Abdullah İbn Ömer (r.a) rivayet ediyor: Kevser sûresi nazil olduğunda Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “O cennette bir nehirdir. Karşılıklı her iki tarafı da altındandır. Suyu sütten beyaz, baldan tatlı ve miskten daha hoş kokuludur. Mercan ve inci kayalarının üzerinden akar.” [5] Resûlullah’ın âzatlı hizmetçisi Sevbân (r.a)[6] anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurdu: “Havuzum, Aden ile Belkâ’[7] arasındaki mesafe kadardır. Onun suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Kâseleri gökyüzünün yıldızları adedincedir. Ondan bir içimlik içen kimse, bir daha ebedîyen susamaz. Oraya ilk varıp da suyunu içecek olanlar fakir muhacirlerdir.” Ömer b. Hattâb (r.a) Resûlullah’ın (s.a.v) bu sözlerini duyunca, “Ey Allah’ın Resûlü, fakir muhacirler kimlerdir?” diye sordu. Resûlullah (s.a.v), “(Yoklukla birlikte sürekli amel ve ibadetle meşgul olduklarından) saçı başı dağınık, elbiseleri eski ve toz toprak, varlıklı kadınlarla evlenemeyen ve zenginlerin kapıları kendilerine açılmayan kimselerdir” buyurdular. [8] Emevî halifelerinden Ömer b. Abdülaziz (rah), Resûlullah’ın (s.a.v) bu hadisini duyunca şöyle demiştir: “Vallahi ben varlıklı bir kadınla; Abdülmelik b. Mervân’ın kızı Fâtıma’yla evlendim. Zenginler de daima kapılarını bana açık tuttular. Allah’ın rahmetini ümit etmekten başka çarem yok! Bundan sonra, toz toprak içinde kalana kadar başımı yıkamayacağım, kirlenene kadar da sırtımdaki elbisemi yıkamayacağım.”[9] Ebû Zerr (r.a) anlatıyor: “Resûlullah’a (s.a.v) havuzun kâselerinden sordum; şöyle buyurdu: “Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki, onun kâseleri, karanlık ve bulutsuz bir gecede gökyüzünde gözüken yıldızların sayısından daha fazladır. Ondan bir defa içen artık bir daha susamaz. Bu havuza cennetten gelen iki oluktan su akar. Bu oluğun uzunluğu genişliği kadardır, yani Ammân ile Eyle[10] arası kadardır. Onun suyu sütten daha beyaz ve baldan daha tatlıdır.” [11] Semüre b. Cündüb’ün (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Her peygamberin bir havuzu vardır. Her birisi havuzuna geleceklerin çokluğuyla övünürler. Ben, benim havuzuma gelenlerin en fazla olacağını ümit ediyorum” [12] Bu Resûl-i Ekrem’in (s.a.v) ümidi ve ricasıdır. Öyleyse her kul onun havuzuna gelenlerden olmayı ümit etmelidir. Fakat amelsiz hali ile aldanmaktan ve boş ümitle yetinmekten sakınmalıdır. Zira ektiğini biçmek isteyen, hasadı uman kimse, tohumunu atan, toprağı işleyip sulayan, sonra da işini Allah’a havale edip büyümesini bekleyen ve bir yandan da ekininin başına felâketler gelmemesi için rabbine dua eden kimsedir. Tarlasını sürmeyi, tohumunu ekmeyi ve sulamayı terk eden sonra da Allah’tan tohumunu ve meyvesini büyütmesini bekleyen kimse gerçekten aldanmış ve boş hayal içinde oyalanmış birisidir. Böyle birisi gerçek ümit sahibi değildir. Ne yazık ki insanların çoğu böyle bir ümit içindedir. Bu ise ahmakların aldanış biçimidir. Her türlü aldanıştan ve gafletten Allah’a sığınırız. Gerçekten Allah’ın rahmetinin genişliğine güvenip aldanış içinde olmak ve bu yüzden amelde gevşek davranmak, dünyaya aldanmaktan çok daha büyük bir tehlikedir. Allah Teâlâ bu hususta şöyle buyurmuştur: “Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan da Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” [13] |