#1
|
|||
|
|||
Ölümü Hatırlamak ve Onu Sıkça Anmaya Teşvik
Ölümü Hatırlamak ve Onu Sıkça Anmaya Teşvik Bil ki, şu dünyaya dalan, onun süsüne aldanan ve şehvetlerine aşırı derecede muhabbet eden kimsenin kalbi, hiç şüphesiz ölümü zikretmekten gafil kalır. Hatırlatıldığı zaman da hoşlanmayıp ondan tiksinir. Onlar, Allah’ın (c.c) haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir: “De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır. Sonra siz görüleni ve görülmeyen her şeyi bilen Allah’a döndürüleceksiniz; O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.” [1] İnsanlar üç kısımdır: · Dünyaya ve şehvetlerine dalanlar. · Pişman olup yeni tövbe edenler. · Mânevî kemâlâtını tamamlamış ârif kimseler. Dünyaya ve şehvetlerine dalanlar, ölümü hiç akıllarına getirmezler. Bir gün hatırladıklarında da dünyada yapamadıkları şeyler için vahlanır, ardından da onu kötülemeye başlarlar. Bu haldeki bir kimsenin ölümü anması, hatırlaması onu Allah’a yaklaştırmaktan daha çok uzaklaştırır. Pişman olup tövbe eden kimse ise, kalbinden korku fışkırsın, tövbe etmesinin mânası tam yerine gelsin diye ölümü sıkça anar. Bazen o, daha azığını hazırlamadan ve tövbesi tamam olmadan ölümün yakasına yapışıvereceği korkusundan dolayı ölümü hoş görmeyebilir. Fakat o, bu yönüyle ölümden hoşlanmaması bakımından mazur görülür. Bu kişi Resûlullah (s.a.v) Efendimiz’in, “Kim Allah’a kavuşmayı (ölümü) istemezse, Allah da ona kavuşmayı istemez.”[2] hadisinin tehdidi altına girmez. Çünkü bu kişi, ölümü ve Allah’a (c.c) kavuşmayı kötü görüyor değil; kusurlarından dolayı Allah’a kavuşabilme fırsatını elden kaçıracağı korkusundan dolayı bunları söylemektedir. Bu kişinin durumu, sevgilisinin râzı ve hoşnut olacağı bir şekilde ona kavuşmak için hazırlıklar yapan ve bu nedenle kavuşmayı erteleyen sevdalının durumuna benzer. İşte o, bu mâna ile Allah’a (c.c) kavuşmayı kötü gören birisi sayılmaz. Kişinin ölümden bu maksatla hoşlanmadığının alâmeti, onun ölüm için daima bir hazırlık içinde bulunması, ondan başka şeylerle meşgul olmamasıdır. Yoksa dünya sevgisine dalan kimselerin bulunduğu gruba dâhil olur. Mânevî kemâlâtını tamamlamış ârif kimseye gelince o dâima ölümü hatırlar. Çünkü ölüm, sevgiliye kavuşma zamanıdır. Seven hiçbir zaman sevdiğine kavuşacağı zamanı unutmaz. Hatta bu ârifler çoğu zaman ölümün gelişini yavaş bulurlar; bir an önce günahkâr kimselerin doldurduğu bu dünyadan kurtulup âlemlerin rabbine kavuşmak için ölümün gelmesini isterler. Nitekim sahabelerden Huzeyfe (r.a) vefatının son anlarında şöyle demiştir: “Dost (ölüm), bana fakirlik hâlimde geldi. (Bu saatten sonra) pişmanlık duyan iflâh olmaz. Allah’ım! Muhakkak sen biliyorsun ki fakirlik zenginlikten, hastalık sıhhatten, ölümüm de yaşamımdan bana daha sevimli idi. Öyleyse bana ölümü kolaylaştır da sana kavuşayım.”[3] Günahlarından tövbe edip Allah’a güzel amellerle kavuşmak arzusunda bulunan bir kimse, ölümü hoş görmemesinde mazur olduğu gibi, ârif kimse de ölümü istemesi ve onu temenni etmesinde mazur sayılır. Bu ikisinden daha yüksek bir mertebe ise, işini Allah’a havale eden, nefsi için ölümü veya yaşamı tercih etmeyen kimsenin mertebesidir. O kimse için her şeyin en iyisi ve en sevimlisi Mevlâ’sı için en sevimli olanıdır. Böyle bir kimse ileri seviyedeki sevgi ve muhabbetinin çokluğundan dolayı rıza ve teslimiyet makamına ulaşmıştır; işte asıl gaye ve hedef budur. Her hâlükârda ölümü anmakta bir sevap ve fazilet vardır. Çünkü dünya sevgisine dalan dahi ölümü anmakla yavaş yavaş dünyadan uzaklaşmaya başlar. Çünkü artık onun için dünyanın nimetleri sıkıntı vermeye başlar, dünyanın lezzeti gider. İnsana dünyanın lezzet ve şehvetlerini acılaştıran her şey aslında onun için bir kurtuluş sebebidir. SÜREKLİ ÖLÜMÜ ANMANIN FAZİLETİ Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “Lezzetleri kesip atan ölümü çokça zikrediniz.”[4] Yani, ölümü zikrederek dünya zevklerini kendinize acılaştırın ki, ona olan bağlılığınız kopsun ve bu vesile ile de Allah’a yönelebilesiniz. Resûlü Ekrem (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde: “Eğer insanların ölüm hakkındaki bildiklerini hayvanlar bilselerdi, (korkudan erirlerdi de) onlardan besili bir et yiyemezdiniz.” [5] buyurmuşlardır. Hz. Âişe (r.anh) Hz. Resûlullah’a, “Ey Allah’ın Resûlü, şehitlerle beraber haşredilecek birisi var mıdır?” diye sorduğunda Resûlullah (s.a.v): “Evet, bir gün ve gecede yirmi defa ölümü anan kimse şehitlerle beraber haşredilecektir.” [6] buyurmuşlardır. Ölümü anmanın bu denli faziletli olmasının nedeni, insanı bu aldatıcı dünyadan uzaklaştırması ve âhiret için hazırlık yapmaya teşvik etmesidir. Ölümden gafil kalmak ise insanın dünyanın şehvetlerine dalmasına sebep olur. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyururlar ki: “Ölüm müminin hediyesidir” [7] Hz. Peygamber’in (s.a.v) böyle söylemesinin sebebi şudur: Bu dünya müminin zindanıdır; çünkü orada daima bir sıkıntı içerisinde olur. O, nefsine karşı mücahede, dünyanın zevklerine karşı bir riyazet ve şeytanın hilelerine karşı daima bir savunmanın içerisindedir. Ölüm, onun bu işkenceden kurtuluşudur. Dolayısıyla bu kurtuluş da kendisi için bir hediye olmuş olur. Yine Resûl-i Ekrem bir hadis-i şeriflerinde: “Ölüm, her mümin için bir kefarettir.” [8] buyurmuşlardır. Efendimiz (s.a.v) bu sözleriyle şunu kastetmiştir: Gerçek Müslüman, samimî mümin; Müslümanların, onun elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir. Onda müminlerin güzel ahlâkları yerleşmiştir; o ufak tefek küçük günahların dışında büyük günahlarla kirlenmemiştir. İşte ölüm, kendisini o küçük günahlardan arındırır; farzları edâ etmiş ve büyük günahlardan sakınmış ise, ona kefaret olur (kötülüklerini temizler). Atâ Horasânî anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) içinden kahkahaların yükseldiği bir meclise uğradı ve: —Meclisinizi zevkleri bulandıran şeyle karıştırınız, buyurdu. Oradakiler: —Ey Allah’ın Resûlü, nedir o zevkleri bulandıran şey? diye sordular. Resûlullah (s.a.v): —Ölümdür, cevabını verdi.[9] Enes b. Malik’ten (r.a) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Ölümü çokça anın; zira o, günahları temizler ve gönlü dünyadan uzaklaştırır.” [10] Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde de: “Ayırıcı (dünyadan koparıcı) olarak ölüm yeter”[11] buyururlar. Bir başka hadislerinde ise buyurmuştur ki: “Bir nasihatçi olarak ölüm yeter” [12] Bir gün Allah Resûlü (s.a.v) mescide vardığında birtakım insanların konuşup gülüştüklerini duydu; onlara: “Ölümü anın! Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki, şayet benim bildiklerimi sizler bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.”[13] Bir defasında, Allah Resûlü’nün yanında bir adamın ismi anılınca oradakiler onu övmeye başladılar. Bunu üzerine Hz. Peygamber (s.a.v): —O arkadaşınız ölümü nasıl anardı? diye sordu; oradakiler: —Biz onun ölümü andığını hiç işitmedik, dediler. Hz. Peygamber (s.a.v): —O hâlde arkadaşınız sizin övdüğünüz gibi değilmiş, buyurdular.[14] Abdullah İbn Ömer (r.a) anlatıyor: Resûlullah’ın yanında on kişi bulunuyordu en son ben gelmiştim. Ensar'dan bir zat: —Ey Allah’ın Resûlü! İnsanların en akıllısı ve en şereflisi kimdir? diye sordu. Resûlullah (s.a.v) şu cevabı verdi: —İnsanların en akıllıları ölümü çokça anan, ona en fazla hazırlananlardır. İşte en akıllı olanlar onlardır. Onlar dünyada şeref kazanıp âhirete Allah’ın ikramları ile giderler. [15] İSLÂM BÜYÜKLERİNİN KONUYLA İLGİLİ SÖZLERİ Hasan-Basrî der ki: “Ölüm dünyanın bütün rezilliklerini ortaya çıkardı da akıl sahipleri için onda zevk alınacak bir şey bırakmadı.” Rebi’ b. Haysem, “Kişinin beklediklerinin içerisinde ölümden daha hayırlısı yoktur.” demiştir. Yine Rebi’ şöyle diyordu: “Beni kimseye anlatmayınız; yalnızca Rabbime havale ediniz.” Hikmet ehlinden bir zat dostlarından birine gönderdiği mektubunda şöyle diyordu: “Ey kardeşim! Ölümü arayıp da bulamayacağın diyara (âhirete) göç etmeden önce bu dünyada iken ondan sakın, hazırlıklı ol.” İbn Şîrîn’in yanında ölüm anıldığı zaman bütün azaları sanki hayatiyetini kaybetmişçesine dona kalırdı. Ömer b. Abdülaziz her gece âlimleri bir araya toplar; beraberce, ölümden, kıyametten ve âhiretten bahseder, sonra da sanki önlerinde cenaze varmışçasına ağlarlardı. İbrahim et-Teymî şöyle der: “İki şey benden dünya zevkini kesip attı; ölümü hatırlamak ve Allah Teâlâ’nın huzurunda nasıl hesap vereceğimi düşünmek.” Ka’bu’l-Ahbâr, “Ölümü bilen kimseye dünyanın bütün musibetlerini ve kederlerini çözmek kolay gelir” demiştir. Ebû Bekir Mutarrıf şöyle anlatır: “Bir gün Basra mescidinde idim. Uykudaki birisinin gördüğü gibi ben de birisinin şöyle seslendiğini gördüm: “Ölümü anmak, Allah’tan korkanların kalplerini paramparça etti. Allah’a (c.c) yemin olsun onları şaşkın bir hâlde görürsün” Ebû Hânî Eş’as anlatıyor: “Hasan-ı Basrî’nin sohbetlerine devam ederdik. Onun sohbetlerinin konusu daima cehennem, âhiret olayları ve ölümü anmak oluyordu.” Tâbiinden Safiye (rah) anlatıyor: “Kadının biri, Hz. Âişe’ye (r.anh) kalbinin katılığından yakındı. Hz. Âişe (r.anh) ona, “Öyleyse ölümü çokça an; kalbin yumuşar” dedi. Kadın Hz. Âişe’nin dediğini yaptı; kalbi yumuşadı. Sonra ona gelip teşekkür etti.” Hz. İsâ’nın (a.s) yanında ölümden bahsedilince vücudundan ter yerine kan damlardı. Hz. Dâvûd’un (a.s) yanında ölüm ve kıyametten söz edildiğinde, mafsalları birbirinden ayrılma dercesine gelene dek ağlar; Allah’ın rahmetinden bahsedilince de kendisine gelirdi. Hasan-ı Basrî der ki: “Ne kadar akıllı insan gördüysem, muhakkak onun üzerinde ölüm korkusunu ve üzüntüsünü hissetmişimdir.” Ömer b. Abdülaziz âlimlerden birisine: —Bana öğütte bulun, dedi. Âlim: —Sen ölecek ilk halife değilsin, dedi. Ömer b. Abdülaziz: —Biraz daha nasihat et, deyince âlim şöyle devam etti: —Hz. Âdem’e (a.s) varıncaya kadar bütün ataların ölümü tattı; nöbet sırası sana gelmiştir. Bunları duyan Halife Ömer, ağlamaya başladı. Rebi’ b. Haysem evinde bir kabir kazmıştı. Her gün birkaç kez buraya girer, içinde ölümü zikreder ve, “Bir an olsun kalbimden ölümü hatırlamak çıksa kalbim bozulur” derdi. Mutarrıf b. Abdullah b. Şıhhîr şöyle diyordu: “Şu ölüm var ya; servet sahiplerine hayatı zehir etti. Öyleyse ölüm olmayan yer için servetler hazırlayınız.” Ömer b. Abdülaziz, Anbese’ye şunları söylemiştir: “Ölümü çokça an, eğer rahat içinde yaşıyorsan onu sana daraltır; darlıkta isen onu sana genişletir, teselli eder.” Ebû Süleyman Dârânî (rah) anlatıyor: Ümmü Hârun’a (rah): —Ölümden hoşlanır mısın? diye sordum. O: —Hayır, hoşlanmam, dedi. Ben ona: —Niçin? diye sordum, o: —Çünkü bir adama karşı koysam, bir daha onunla karşılaşmak istemem. Allah’a isyan eden birisi olarak, beni ona ulaştıracak olan ölümü nasıl isteyebilirim ki! diye cevap verdi. |