#1
|
|||
|
|||
Müslümanın Olaylar Karşısındaki Örnek Tutumu
Müslümanın hayatı boyunca karşılaşacağı her olay kaderindedir ve kaderini de Allah belirlemiştir. Bu yüzden de mümin için hiçbir zaman "kötü" bir olay olamaz. Bazı şeyler kötü gibi gözükse de, gerçekte mümin için hayırlı sonuçlar doğuracaktır. Madem Allah müminin karşısına bir olay çıkarmıştır, mutlaka onda bir hayır vardır. Allah mutlaka o kötü görünen olayı bir hayırla yaratır. Allah Kuran'da bunu şöyle bildirmiştir:
“...Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216) Müslüman için üzüntü verici bir olay gerçekleşmez. Örneğin bir yakını ya da mümin kardeşi vefat ettiğinde, bunu olgunlukla karşılar, onun için bağışlanma diler ve eğer samimi imanlı biri ise zaten ahirette en güzel karşılığı bulacağını ümit eder. Ya da karsız bir ticaret yaptığında, para kaybettiğinde bunda da bir hayır olduğunu, Allah'ın imtihan ettiğini bilir, bu kaybın fiilen ve sözle daha çok dua etmesi için bir vesile olduğunu düşünür. Aniden gelişen olaylarda ise paniğe, ümitsizliğe ve karamsarlığa kapılmaz gelişmeleri tevekküllü karşılar. Aciliyet gerektiren konularda akılcı çözümler üretir ve kalıcı tedbirler alır. Tevekküllü tutumundan ödün vermez, Allah'ın yarattığı kaderin kusursuz olduğunu aklından çıkarmaz. Yalnızca Allah'a tevekkül eder. Müslüman, Allah'ın müminleri yardımsız bırakmayacağını, müminlere kaldıramayacakları bir zorluk yüklemeyeceğini ve bir zorluk yaşıyorlarsa çektikleri sıkıntıların karşılığını da ahirette onlara vereceğini bilir. Bir ayette şöyle bildirilmektedir: “De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve müminler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51) Tevekkül etmek, "vekil edinmek" anlamına gelir. Ancak bu noktada bir yanlış anlamaya düşmemek gerekir: Olayı tamamen Allah'a bırakmak, kişinin kendisini olayın dışında tutması demek değildir. Aksine, mümin olayların içine girer, dini ilgilendiren her türlü sorumluluğu üzerine alır. Tevekkülün gerçek anlamı burada ortaya çıkmaktadır: Mümin, kendi yaptığı fiilleri de gerçekte Allah'ın yaptırdığını, kendi varlığının kontrolünün de Allah'ın elinde olduğunu bilmekte ve O'nu vekil edinerek bir işe girişmektedir. Müslüman, zenginlik, güzellik, bolluk karşısında daima Allah'a şükredici olur, asla sahip olduklarıyla şımarmaz, adaletten ayrılmaz, bunlara sahip olmasından dolayı kendi nefsine pay çıkarmaz. Bu imkanlarını Allah rızası için faydalı işlerde kullanır. Müslüman bir başka müminin başarısını, sahip olduğu imkanları, Allah'ın dinine hizmette öne geçmesini asla kıskanmaz. Daima kendisi için istediğini tüm dünya Müslümanları için de ister. Müminler diğer müminlerin rahatını, huzurunu gözetir, başarısından dolayı sevinç duyarlar. Güzel ahlaktan uzak yaşayan, gaflet içinde olan ya da Allah'a inanmayanların ise mallarına, sağlıklarına, çocuklarına ve sahip olduklarına hiçbir şekilde imrenmez, Allah'ın Kuran'da bildirdiği şu vaadi unutmazlar: “Şu halde onların malları ve çocukları seni imrendirmesin; Allah bunlarla ancak onları dünya hayatında azaplandırmak ve canlarının inkar içindeyken zorlukla çıkmasını ister.” (Tevbe Suresi, 55) Müslüman vakarlı tutumundan hiçbir zaman ödün vermez. Ancak din ve mukaddesatla ilgili konularda, saygıda kusur eden davranışlar karşısında, Allah'ın varlığı ve birliğine, İslam'a karşı tavır alındığı bir durumda susmaz, en güzel şekilde savunur ve elinden geldiğince tüm imkanlarını seferber ederek bu durumu ortadan kaldırmak için akılcı bir mücadele verir. Mümin, kendisi de dahil olmak üzere tüm varlıkların Allah'ın denetiminde olduğunu bilir ve hem dış dünyayı hem de kendi beden ve ruhunu Allah'a emanet eder, bunların kontrolü için Allah'ı vekil tutar. Bu durumda ortaya dünyanın en korkusuz, en güvenli, en rahat, en güçlü insanı çıkar |