#1
|
|||
|
|||
Kuran'a GÖre "gerÇek" Akil Nedİr?
KURAN'A GÖRE "GERÇEK" AKIL NEDİR?
Bu yazı dizisinde aklın gerçek tanımı yapılacaktır. "Aklı oluşturan şartlar nelerdir?", "Akıl artar ya da azalır mı?", "Aklı örten etkenler olabilir mi?", "Varsa bunlar ortadan kaldırılabilir mi?" gibi belki de pek çok insanın gerçek cevaplarını ilk kez öğreneceği sorulara yanıt verilecek ve tüm insanlara aklın ne kadar değerli bir nimet olduğu bir kez daha hatırlatılacaktır. Akıl, insan için hayati önem taşıyan ve bir anlamda insanı insan yapan en önemli özelliklerden biridir. Derin düşünebilmek, incelikleri kavrayabilmek, hikmetli konuşabilmek, doğruyu yanlışı birbirinden ayırt edebilmek ancak akıl sayesinde mümkün olabilir. Kuşkusuz bu özelliklerin önemini bugün dünya üzerinde bilmeyen yoktur. Ancak insanların birçoğunun bilmedikleri ya da gözden kaçırdıkları çok önemli bir gerçek vardır: Zannedildiği gibi her insan akıllı değildir. Elbette her insan doğuştan belirli bir zekaya sahiptir, fakat akıl belirli şartlara bağlı olarak oluşan özel bir yetenektir. Bu iki kavram toplumda genellikle aynı anlamda algılanır. Oysa Kuran'da bu konunun özü şöyle açıklanmıştır: İnsanların çoğu aklını kullanmamaktadır. Peki öyleyse "akıl" nedir? Aklın kaynağına nasıl ulaşılır? Kimler gerçekten akıl sahibidir? İşte bu soruların doğru cevabı da bize sadece Kuran'da verilir. Çünkü Kuran Allah katından indirilmiştir ve her konuda mutlak doğru bilgilere ulaşabileceğimiz kaynak da yine bu kitaptır. Kuran'a baktığımızda ise şu bilgiyi ediniriz; akıl ancak iman ile oluşabilmektedir. … onların çoğu akıl erdirmez. (Maide Suresi, 103) Vicdanının sesini dinleyerek Allah'a yönelen her insan hiçbir fiziksel çaba harcamadan bu büyük nimete sahip olabilir. Yapılması gereken, Allah'a samimiyetle iman etmek, O'ndan gereği gibi korkmak ve O'nun istediği gibi bir yaşam sürmektir. İşte bu samimi iman, insana aklı kazandırır. Hayatın her anını etkisi altına alan bu berrak akıl da insanı doğru yola iletir. Bu yazı dizisinde aklın gerçek tanımı yapılacaktır. "Aklı oluşturan şartlar nelerdir?", "Akıl artar ya da azalır mı?", "Aklı örten etkenler olabilir mi?", "Varsa bunlar ortadan kaldırılabilir mi?" gibi belki de pek çok insanın gerçek cevaplarını ilk kez öğreneceği sorulara yanıt verilecek ve tüm insanlara aklın ne kadar değerli bir nimet olduğu bir kez daha hatırlatılacaktır. Bununla birlikte Kuran'da verilen akıl ve akılsızlık örneklerine dikkat çekilerek aradaki keskin farklılık ortaya konacaktır. Kuran'a uyan akıl sahibi insanların dünyada ve ahirette alacakları güzel karşılık anlatılacaktır. Akıllarını kullanmayarak dinden uzaklaşan kişilerin ise içinde bulundukları büyük kayıp anlatılacak ve her insanın aklını kullanması için çağrıda bulunulacaktır. Bütün bunlarla, "… dileyen Rabbine bir yol bulabilir" (Müzzemmil Suresi, 19) ayetiyle de belirtildiği gibi Rabbimize yakınlaşma yolu arayanlara Allah'ın büyüklüğünü kavrama, Kuran ahlakını yaşama ve aklın nimetlerinden faydalanma konusunda bir yol açmak amaçlanmaktadır. AKIL HAKKINDA… Akıl hakkında bugüne kadar sayısız tanım yapılmıştır. Ancak bunların hiçbiri aklın gerçek anlamı hakkında insanlara tam bir fikir vermeye yeterli olamamıştır. Çünkü bu çıkarımları yapan kimseler aklı tanımlarken doğru bir kaynağa başvurmamış, aklı sadece kendi mantıklarıyla değerlendirmeye çalışmışlardır. Oysa daha önce de belirttiğimiz gibi, aklın ne olduğu konusunda bize bilgi verebilecek tek kaynak sonsuz akıl sahibi olan Allah'ın indirdiği Kuran'dır. Allah'tan korkan ve samimiyetle Kuran'a uyan her insan akıllıdır. Ancak insanların çoğu böylesine büyük bir nimeti kolaylıkla elde etme imkanına sahip olduklarından habersizdirler. Aklın, insanların doğuştan kazandıkları zihinsel bir yetenek olduğunu sandıkları için, sahip olduklarının ötesinde bir kavrayış kazanabileceklerine ihtimal vermezler. Akılsız bir insan herşeyin en doğrusunu kendisinin bildiğini, en akıllı kişinin kendisi olduğunu, en güzel hayatı kendisinin yaşadığını, dolayısıyla da en doğru yolda olanın kendisi olduğunu sanır. Daha mükemmel bir hayat şeklinin, zihin yapısının varlığına ihtimal vermediği için, kıyas yapması ve aradaki farkı tespit edebilmesi mümkün olmaz. Oysa Kuran'da insanlara, çok üstün bir hayat tarzı, çok ileri bir kavrayış ve düşünme yeteneği sunan "akıl" gibi büyük bir nimetin varlığından bahsedilmiştir. Akıl insana keskin bir şuur açıklığı ve kavrayış yeteneği kazandırır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır: İşte bu (Kur'an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. (İbrahim Suresi, 52) AKIL VE ZEKA ARASINDAKİ BARİZ FARKLILIK Zeka, en bilinen anlamıyla insanın düşünme, gerçekleri algılama, yargılama ve sonuç çıkarma yeteneklerinin tamamıdır. İlk kez karşılaşılan ya da ani olarak gelişen olaylara uyum sağlayabilme, anlama, öğrenme, analiz yeteneği, beş duyunun, dikkatin ve düşüncenin yoğunlaştırılması, ayrıntılara dikkat edilmesi hep zeka sayesinde gerçekleştirilir. Örneğin zeki bir profesör olayların fiziksel işleyişini çok seri olarak kavrayabilir, bunları formülleştirebilir. Ya da hafızası güçlü olan zeki bir insan olaylardaki girift noktaları ve detay sayılabilecek pek çok konuyu anımsayabilir. Pratik zeka sahibi biri ise, karşılaştığı olaylara pratik ve kolaylaştırıcı çözümler getirebilir. Akıl, zekanın çok üstünde ve çok daha derin bir kavrayış şeklidir. Akıllı bir insan, zekanın sağladığı tüm avantajları kullanmasının yanında, zeki bir insanın sahip olmadığı bir kavrayış ve yeteneğe de sahiptir. Zeki bir insan, ancak belirli bir konuda çalışarak ya da kendisini eğiterek, edindiği bilgi ve birikimlerle birşeyler başarabilir. Ancak tüm bunlar sadece öğrenmeye, ezbere ve tecrübelere dayalı becerilerdir. Dolayısıyla bu insan, belirli bir noktada tıkanıp kalma, çözüm bulamama, giriştiği bir işi sonuçlandıramama gibi durumlarla karşılaşabilir. Akıllı bir insan ise eğitim almadığı, tecrübeli olmadığı, hatta ilk kez karşılaştığı bir konuda dahi, yıllarca o konuda eğitim almış bir kimseden daha keskin ve daha isabetli sonuçlar elde edebilir. Çünkü akıllı kişi, bir konuda kendi teknik bilgisi olmasa da hemen en pratik çözümü bulur, gerekirse o konudaki en tecrübeli kişiyi tespit eder ve yapılması gereken işi ona yaptırarak sonuca ulaştırır. Kısacası akıl, insana zekanın çok üstünde bir anlayış kazandıran, derin düşünebilme, doğruyu bulabilme ve her konuda çözüm getirebilme yeteneğidir. Dahası akıl, hayatın her alanına hakim olan ve pek çok konuda başarı sağlayan bir yetenektir. AKLIN KAYNAĞI İMANDIR İnsana bu yeteneği kazandıran yegane özellik ise imandır. Allah, iman edip Kendisi'nden korkup sakınmalarına karşılık insanlara katından özel bir anlayış verir. Kuran'da Allah korkusunun insana kazandırdığı bu anlayış şöyle ifade edilmiştir: Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29) İmanın kazandırdığı bu özellik, kişinin doğruyu yanlıştan ayırabilmesini ve böylece yaşamın her safhasında en doğru şekilde düşünebilmesini, en sağlıklı değerlendirmeleri yapabilmesini ve en isabetli kararları alabilmesini sağlamaktadır. Akıl sahibi bir insan, karşılaştığı olaylarda pek çok insanın göremediği detayları görebilir, ince teşhisler yapabilir ve olaylardan en doğru ve en hikmetli sonuçları çıkarabilir. İleriye yönelik projelerde çok aşamalı düşünebilir, karşılaşılabilecek durumları önceden tespit edebilir ve kusursuz planlamalar yapabilir. Aynı şekilde geçmişteki tecrübelerini de en iyi şekilde değerlendirerek, bunları en gerekli yerlerde en akılcı şekilde kullanabilir. Olayları berrak bir akılla değerlendirebildiği için yaptığı her iş hayırlı, konuştuğu her söz hikmetli ve gösterdiği her tavır olabilecek en ideal niteliktedir. Tüm bunların yanında akıl aynı zamanda da kişinin ruhunda, güzelliklerden çok fazla zevk alabilmesini sağlayan bir derinlik oluşturur. Bu nedenle çoğu insanın sıradan karşıladığı ve büyük bir alışkanlıkla baktığı pek çok şeyin ardında gizlenen güzellikleri, akıl sahibi insanlar hemen görebilirler. Ancak aklın tanımını bu kadarla kısıtlamak elbette ki mümkün değildir. Zira akıl, insanın hayatının her alanında kendini belli eden bir ayrıcalık ve üstünlüktür. İnsan yaratılmış bir varlıktır. Dolayısıyla insanda görülen akıl müstakil bir güç ve müstakil bir yetenek değildir; ona verilmiştir. Aklın gerçek sahibi ise insanı yaratan Allah'tır. Allah, asla tükenmeyen, sonsuz ve sınırsız bir aklın sahibidir ve dilediği an dilediği kimseye, imanı ölçüsünde bu nimeti vermektedir. Kuran'da Akılsızlık Nasıl Tanımlanıyor? Cahiliye toplumunda akılsız lık deyince ilk akla gelen, zeka geriliği ya da anormallik gibi kavramlardır. Akılca zayıf olan insanların, zihin hastalıkları hastanelerinde bulunan, ağır, anlaşılmaz konuşmalar yapan, algı bozukluğu çeken ve hatta belki de ilk anda göze çarpan birtakım fiziksel kusurları olan kimseler oldukları düşünülür. Oysa bu sayılanların, Kuran'da anlatılan gerçek akılsızlıkla hiçbir bağlantısı yoktur. Akıl, bir insanın vicdanını sonuna kadar kullanarak hayatının her anında Allah'ın en razı olacağı ve Kuran'a en uygun olan tavrı seçmesi ve bunun sonucunda da tüm hayatını kapsayan bir düşünce ve tavır mükemmelliği kazanmasıdır. Ayrıca aklıyla yeryüzünde bulunuş amacını, kendisini yaratan Allah'ın sonsuz kudretini kavrayabilmesidir. Bu bilinçten yoksun olan insanlar ise akılsız kimselerdir. İnsanların çoğu, televizyonda seyrettikleri kişilerde, aynı apartmanda oturan komşularında, üniversite mezunu olan bir gençte ya da mevki sahibi bir işadamında böyle bir akıl zayıflığı olabileceğine hiçbir şekilde ihtimal vermezler. Oysa akılsızlık, insanların kendilerine, dünyada ve ahirette en güzel hayat şeklini bildiren Kuran'a uymak ve güzel bir hayat yaşamak varken, bunun yerine cahiliye sistemini benimsemeleri ve bundan dolayı da sıkıntılı ve zor bir hayat sürmeleridir. Bu nedenle de insanın çevresindeki pek çok kişide bu akıl zayıflığına rastlaması mümkündür. Allah, Kuran'da insanların dünya hayatından ve cahiliye sisteminden yana yaptıkları seçimin yanlışlığına dikkat çekmiş ve onları bu durumu düşünerek akletmeye çağırmıştır: Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? (En'am Suresi, 32) Andolsun, size (bütün durumlarınızı kapsayan) zikrinizin içinde bulunduğu bir Kitap indirdik. Yine de akıllanmayacak mısınız? (Enbiya Suresi, 10) İşte Kuran'daki tüm bu hatırlatmalara rağmen dünya ve ahiret hayatının gerçek yüzünü kavramaya yanaşmayan bu kimseler, Kuran'da bildirildiğine göre akıllarını kullanmayanlardır. Allah akıl erdirmeyen bu kimselerin Allah katındaki konumunu bir ayette şöyle bildirmiştir: Gerçek şu ki, Allah katında, yerde debelenenlerin en kötüsü, (bir türlü) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir. (Enfal Suresi, 22) Kuran'daki tüm bu açıklamalardan anlaşıldığı gibi akılsızlık, insanları insani fonksiyonlarından uzaklaştırarak onları akletmeyen, gerçekleri görmeyen ve işitmeyen varlıklar haline getirmektedir. Aklı örten konulardan başlıcalarına değinmemizdeki amaç da, insanları akılsızlık tehlikesine karşı uyarmaktır. Çünkü aklını örten bu yanlışlardan kurtulamayan bir insan dünyada ve ahirette büyük kayıplara uğrayacaktır. Allah, akıldan yoksun kalan bu kişilerin, ahirette iken dünya hayatlarını pişmanlıkla anarak şöyle diyeceklerinden bahsetmiştir: Ve derler ki: "Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık." (Mülk Suresi, 10) Akılsızlığın Getirdiği Kayıplar Akılsızlığın sebep olduğu en büyük kayıplardan biri, kuşkusuz insanları Allah'ın dininden uzaklaştırmasıdır. Dinden uzaklaşan insanlar ise cennetten de uzaklaşır ve sonsuz bir cehennem hayatına sürüklenirler. Akılsızlıkları bu insanlara doğru olanı yanlış, yanlış olanı da doğru gösterir; bu nedenle dünyadaki hayatı gerçek hayat zanneder ve asıl olan ahiret hayatını uzak görürler. Burada bulundukları süre boyunca Allah'ın rızasını ve cennetini kazanabilmek için çaba harcamaz ve cehennem azabının kendilerine de dokunabileceğini hiç hesaba katmazlar. Ahirette bu gerçeklerle karşılaştıklarında ise "keşke akıl etmiş olsaydık" diyerek pişmanlıklarını dile getirir ve akılsızlığın kendilerini nasıl büyük bir kayba soktuğunu itiraf ederler. Kuran'da onların bu pişmanlığına şöyle yer verilmiştir: O gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda? Der ki: "Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim." (Fecr Suresi, 23-24) Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: "Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve mü'minlerden olsaydık." (En'am Suresi, 27) Tüm bunlardan çıkarılması gereken sonuç ise şudur; akılsızlık insanı cehenneme sürükleyen büyük bir beladır. Cehennem ise ölüp kurtulmanın dahi mümkün olmadığı sonsuz bir azap ortamıdır. Bu gerçek, hiçbir insanın "bundan bana birşey olmaz" diyemeyeceği kadar kesin ve bir o kadar da dayanılmazdır. Kuran'da cehennemdeki insanların kemiklerini çatırdatan acı dolu çığlıklardan, yandıkça tekrar tekrar değiştirilen derilerden, susadıkça içmek için kan ve irin karışımından başka birşey bulamayan inkarcılardan çok detaylı olarak bahsedilmiştir. Bunun yanında aklını kullanmayan bir insanın mahrum kalacağı cennet nimetlerini de şimdiden düşünmesi gerekir. Akılsız insanlar cehennem ile karşılaşmadan önce cennetin güzelliğinin de şuuruna varmış ve akıllı insanların cennetle müjdelendiklerinde yaşadıkları sevinci görmüş olacaklardır. Altından ırmaklar akan yüksek köşklerde, mücevherler içinde, tahtlar üzerinde zevk süren müminlerin durumunu bilmek de ahirette akılsız insanların kalbinde derin bir acı ve pişmanlık oluşturacaktır. Bunlar, akılsızlığın ahirette getirdiği kayıplardır. Ancak akılsızlıkları sebebiyle dinden uzaklaşan insanlar, ahireti terk edip dünya nimetlerini yaşamaya çalışırken, burada da istedikleri gibi bir ortama sahip olamazlar. Yaşamları boyunca maddi manevi pek çok kayba uğrarlar. Öncelikle Allah'a ve kadere teslim olamamanın getirdiği tevekkülsüzlük ve bundan kaynaklanan huzursuzluk içinde yaşarlar. Sürekli geleceğe yönelik korkular, sahip olduklarını kaybetme, yoksul düşme endişesi, sevdikleri insanlardan uzak kalma, insanlar karşısında küçük düşme gibi tedirginlikler içinde hayatlarını sürdürürler. Kuran ahlakını yaşamadıkları için hiç kimseyle gerçek anlamda dost olamaz; gerçek sevginin, saygının, sadakatin ve diğer güzel ahlak özelliklerinin güzelliğini kavrayamazlar. Kuran'a göre bir yaşam sürmedikleri için dinden uzak cahiliye sisteminin zorlukları içinde yaşarlar. Hayatlarında sürekli pişmanlık hakimdir; bir gün ya da bir saat önce yaptıklarından dahi sürekli olarak yakınıp, pişmanlıklarını dile getirirler. Akıllarını kullanmadıkları için güzel ve hikmetli konuşamazlar. Saatlerce konuşup bir işin içinden çıkamaz, seri tedbirler alamaz ve akılcı çözümler getiremezler. İnsanlardaki güzellikleri ve incelikleri göremez ve bunları güzel bir üslupla dile getiremezler. Sanat ve estetikten ince bir zevk alamaz, akılcı yenilikler üretemezler. Yaşadıkları klasik kalıplardan, alışkanlıklardan vazgeçemez, kendilerini yenileyip geliştiremezler. Akılsız insanların durumunu Kuran'da verilen şu örnekle açıklayabiliriz: Allah şu örneği verdi: İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmez ve herşeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi? (Nahl Suresi, 76) Kuşkusuz bu örnek akılsız bir insanın içerisinde bulunduğu durumu ifade etmektedir. Zira akılsız kişi, ayette belirtildiği gibi, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve kendine bir faydası olmadığı gibi, çevresine de yük olan bir insandır. Bu nedenle söz konusu kişi, hayatı boyunca hep kayıp içerisinde yaşamak zorunda kalır. Allah akılsız insanların durumunu bir ayetinde şöyle haber vermiştir: Allah'ın izni olmaksızın, hiç kimse için iman etme (imkanı) yoktur. O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar. (Yunus Suresi, 100) Akılsız insanlar aynı zamanda akılsız toplumlar oluştururlar. Akılsız toplumlarda ise dinden uzak olmanın getirdiği kargaşa, zulüm, adaletsizlik, kin, şiddet, hoşgörüsüzlük, kısacası her türlü olumsuzluğun birarada bulunduğu bir ortam meydana gelir. İnsanlar akılsızlıkları nedeniyle Allah'ın kudretini takdir edemez ve bundan dolayı Allah'tan korkmazlar. Allah'tan kormayan insanların oluşturduğu toplumlarda da her türlü suç işlenebilir. İnsanlar rahatlıkla başka kişileri öldürebilir, haklarına tecavüz edebilir, hırsızlık, dolandırıcılık gibi suçlara yönelebilirler. İçlerinde merhamet ve şefkat hisleri köreldiği için her türlü caniliği yapabilirler. İşte bunlar da akılsızlığın insanlara dünyada getirdiği zararların kısa bir özetidir. Bu nedenle akılsızlık, bir insanın önemsemeyeceği ve razı olabileceği bir durum değildir. Her insan aklı örten engelleri düşünmeli, bunlardan sıyrılmak için elinden gelen tüm gayreti sarf etmeli ve aklın dünyada ve ahirette kazandıracağı nimetlerin güzelliğini yaşamalıdır. |