#1
|
|||
|
|||
Bağışlanmaya Vesile Olan Salih Amel:Musafaha
Bağışlanmaya Vesile olan Salih Amel:Musafaha
ŞEYH AHMED ER-RUMİ TERCÜME : MEHMET TAŞKIN ALLAH Rasûlü (s.a.v.) buyurdular: "Birbirleriyle karşılaşıp da musafaha yapan iki Müslüman, daha bulundukları yerden ayrılmadan bağışlanırlar."'1' Bir rivayete göre: "İki Müslüman karşılaştıkları zaman musafaha eder, yüce Allah'a hamd ve istiğfar ederlerlerse (mutlaka yüce Allah tarafından) bağışlanırlar."(2) Bu hadis "Mesâbîh"in hasenlerinden olup, onu Berâ' ibn 'Âzib (r.a.) rivayet etmiştir. Metinde musafaha kelimesinin başında geçen "Fâ" harfi, takip (bir şeyin hemen peşinden olmayı) bildiren özel bir lafızdır. Buradaki gereği, karşılaşmanın peşi sıra hemen musâfahayı (tokalaşmayı) ifade içindir. Cevheri7 nin "Sıhâh"ında anlatıldığına göre, "tesâfuh" da, musafaha anlamındadır.*3'Böylece bir Müslüman kardeşiyle karşılaştığında el sıkışmanın (musafahanın) şer'î bir davranış ve hatta ikisi arasındaki tahiyyenin (selamlaşmamn) tamamlayıcısı olduğu sabit olmuş bulunmaktadır. Nitekim Ebû Ümâme'den gelen rivayette Aleyhissalâtü Vesselam Efendimiz şöyle buyururlar: "Aranızda tahiyyenizi tamamlayan şey musâfahadır!"<4) Karşılaşmalarda el sıkışmanın şer'îliğini bu hadis de ortaya koymaktadır. Çünkü Aleyhissalâtü Vesselam Efendimiz onu, selamlaşmanın tamamlayıcısı olarak adlandırmışür. Tahiyyât "tahiyye"nin çoğulu olup, selâm anlamındadır. Selâm ancak karşılaşma anında verildiği gibi, onun tamamlayıcısı olan şey de ancak o zaman eda edilir. Şu halde onu Şeri'atın koyduğu yerde tutmak ve bu husustaki sünnete riayet etmek gerekir. Musâfahadaki sünnet ise, el sıkışmanın iki el ile birlikte yapılmasıdır. Karşılaşmalar haricinde, örneğin zamanımızda da adet olduğu üzere Cum'a ve Bayram namazlarının peşi sıra tokalaşmaya gelince, hadîsin onlarla ilgili bir ifadesi olmayıp, yapılan iş delilsiz kalmaktadır. Daha önceden yerinde ifade edildiği üzere, delili olmayan şey merdûd olup, onu taklîd etmek caiz değildir. Hatta Hz. Aişe validemizden rivayet edilen hadis bunu reddeder. Bu rivayette Aleyhissalâtü Vesselam şöyle buyurur: "Bizim işimizde (dînimizde) sonradan çıkarılan her şey reddedilir."'5' Şüphesiz (dînî konularda) ancak Peygamber (a.s.)'a iktidâ edilir ve yalnız ona uyulur. Zira yüce Allah şöyle buyurur: "Rasûl size neyi verdi ise onu alın ve sizi neden men ettiyse ondan da kaçının!"(6) Başka bir âyette: "Onun emrine aykırı hareket edenler kendilerine bir fitne veyahut acıklı bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar! "( 7 ) Kaldı ki Hanefî, Şâfi'î ve Mâlikî fakîhleri bu işin mekruh ve bid'at olduğunu açıkça ifade etmişlerdir. "Mültekaf'ta şöyle denilmektedir: "Namazdan sonra musâfaha her halükârda mekruhtur, zira sahabe (hiçbir zaman) namazın ardından musâfaha yapmamışlardır ve yine bu, Râfizîlerin adetlerindendir."(8) Şâfi'îlerden İbn Hacer şöyle demektedir: "Beş vakit namazdan sonra insanların yapmakta oldukları musâfaha, bid'at ve mekruh olup, bunun Şeri'atta bir delili ve dayanağı yoktur. Bunu yapan ilk önce "bu bid'at ve mekruhtur" diye uyarılır. Sonra eğer vaz geçmezse ta'zîr edilir."(9) Mâlikîlerden İbnü'l-Hâc, "El-Medhal" adlı eserinde şunları söylüyor: "İmamın, sabah, Cum'a ve ikindi namazlarının ardından insanların icat etmiş oldukları tokalaşmaya manî olması gerekir. Hatta bazıları daha da ileri gidip bunu bütün beş vakit namazların ardından yapmaya başlamışlardır ki, bunların hepsi de bid'attır. Tokalaşmanın yeri, Şeri'atın belirlemiş olduğu yerdir ki, o da iki Müslüman kardeşin birbirleri ile karşılaşmaları anıdır, namazların ardı sıra yapılması değil... Şu halde bunu Şeri'atın uygun gördüğü yerde yapmalı, onun dışındaki yerlerden kaçınmalı ve sünnete muhalif olan yerlerde yapana da mani olmalıdır."10* Âlimlerin bu husustaki açık ifadeleri neredeyse icmâ' derecesine ulaşmış olup, artık bunlara aykırı hareket caiz olmaz. Aksine, yüce Allah'ın; "Kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra Rasûl'e muhalefet edip mü'minlerin yolundan başkasına uyan kimseyi biz girdiği yolda bırakır (ve kıyamet gününde) Cehennem'e sokarız. Ne kötü bir varış yeridir orası!"0 0 kavli sebebiyle bu sözlere ittibâ etmek gerekir. Nevevinin "Ezkâr"da anlattıkları her ne kadar sabah ve ikindi namazlarından sonra musâfahanın mubah olduğu izlenimini uyandırıyorsa da, bunun meşru olmadığım da net bir şekilde dile getirmektedir. Çünkü o da, iki müslümanın karşılaşmalarında musâfahanın sünnet ve müstehab olduğunu açıkladıktan sonra, şunları söylemeden geçememektedir: "Ancak insanların sabah ve ikindi namazlarından sonra adet haline getirdikleri tokalaşmanın bu şekliyle şeri'atta bir delili bulunmamaktadır. Fakat bununla birlikte bu davranışta bir beis (sakınca) da yoktur."12' Nevevfnin, nasıl bu fiilin şeriatta aslının olmadığım itiraf ettiğine dikkat et! Bu itiraftan sonra onun, "fakat yine de bunda bir beis yoktur" şeklindeki değerlendirmesi artık bir şey ifade etmez. Eğer fakîhler bu fiilin mekrûhluğunu tasrîh etmemiş olsalar, hatta bu fiil mübâh olarak kalsaydı bile, biz bu zamanda onun mekrûhluğuna hükmederdik. Çünkü artık insanlar onu terk edilmez bir adet gibi işlemeye, onun terk edilmesi caiz olmayacak, uyulması gerekli bir sünnet olduğuna inanmaya başlamışlardır. Öyle ki ilmi ile şöhret bulanlardan birisinin, bu fiili İslâm'ın şiarlarından saydığı bize kadar ulaşmış bulunmaktadır. O böyle derse, diğer mü'minler onu işlemeyi nasıl terk etsinler! Ey insaf sahipleri bu noktaya dikkat edin; seçkin insanların inana böyle olursa, alt tabaka olan avamın inancı nasıl olur!? Böyle bir noktaya gelen her türlü mubah, artık bu noktadan itibaren mekruh olur. Nitekim kendi zamanında kamerî ayların orta günlerinde03' oruç tutmak yaygınlaşınca fakîhlerden birisi, bu günlerde oruç tutmanın müstehab olduğuna dair bir çok haber vârid olmasına rağmen, vâcib olduğu inancına yol açmaması için bunun mekrûhluğuna dair fetva vermiştir.14' Şu halde mübâh bir iş hakkındaki kanaatin nedir? Hatta mekruh olan bir iş hakkındaki kanaatin nedir? Bu, Abdullah ibn Mes'ûd'un işaret ettiği fitneden başkası değildir... O şöyle der: "Giydiğiniz bir elbise gibi, öyle bir fitne sizi kuşattığı vakit haliniz nice olur? O zaman büyükleriniz iyice elden ayaktan kesilir ve küçükleriniz yetişkin hale gelir. İnsanlar arasında öyle yeni adetler yaygınlaşır ki, onlara bir sünnet gibi sarılırlar ve ona aykırı hareket edildiğinde 'sünnet bozuldu!' diye feryadı basarlar15 Fakat uzun zamandan beri ictihad kesintiye uğrayınca, müctehidin mezhebini bilmenin yolu, âlimler arasında dolaşan mu'teber bir kitaptan nakle yahut ilmine ve ameline güvenilir âdil kimselerin verdiği haberlere dayanır hale geldi. Onun için bu zamanda her kitapla amel caiz olmaz. Çünkü günümüzde ilmî yönden yetersiz kişilerin derlediği kitaplar ortaya çıkmıştır. Yine (zamanımızdaki) her âlimin sözü ile de amel edilmez. Zira ilk üç asırdan sonra insanlar arasında fâsıklık galip gelmiş bulunmaktadır. Fâsık olup olmadığı belli değilse dînî konularda sözünün kabul edilebilmesi için, doğruluk tarafı ağır basan bir adaletinin bulunması gerekir. Yüce Allah, lütfü ve keremi ile rızâsına uygun davranmayı bize müyesser eylesin. (1) Ebû Dâvûd, Sünen, c. 4, s. 354, Hd. 5212; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 74, Hd. 2727; lbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1220, Hd. 3703; Beyhakî, Sünenü'l-Kübrâ, c. 7s. 99, Hd. 13349; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, 289, Hd. 18570 ve c. 4, s. 303, Hd. 18721; Tebrizî, Mişkâtü'l-Mesâbîh, c. 3, s. 1326, Hd. 4679; Herevî (Aliyyü'l-Kârî), Mirkâtü'l-Mefâtth, c. 8, s. 497. (2) Ebû Dâvûd, Sünen, c. 4, s. 354, Hd. 5211; Beyhakî, Sünenü'l-Kübrâ, c. 7s. 99, Hd. 13347; Ebû Ya'lâ, Müsned, c. 3, 234, Hd. 1673; Tebrizî, Mişkâtü'l-Mesâbîh, c. 3, s. 1327, Hd. 4679. (3) Cevheri, Sıhâh, c. 1, s. 389. 4) Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 76, Hd. 2731; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, 259, Hd. 22290; Tebrizî, Mişkâtü'l- Mesâbîh, c. 3, s. 1327, Hd. 4681; Herevî (Aliyyü'l-Kârî), Mirkârü'l- Mefâtîh, c. 8, s. 498. (5) Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 959, Hd. 2550; Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1343, Hd. 1718; Ebû Dâvûd, Sünen, c. 4, s. 200, Hd. 4606; Dârekutnî, Sünen, c. 4, s. 224, Hd. 78; Tebrizî, Mişkâtü'l-Mesâbîh, c. 1, s. 51, Hd.140. (6) Kur'ân-ı Kerîm, Haşr Sûresi, Âyet:7. (7) Kur'ân-ı Kerîm, Nûr Sûresi, Âyet: 63. (8) Bkz. lbn 'Âbidîn, Haşiye 'Ale'd- Dürri'l-Muhtâr, c. 6, s. 381. (9) lbn Hacer El-Heytemî, Fetâvâ'l-Fıkhiyyeti'l-Kübrâ, Beyrutâru'l-Fikr, t.y., c. 4, s. 247. (10) tbnü'l-Hâc el-'Abderî, Medhal, c. 2, s. 219; Hattâb, Mevâhibü'l-Celîl, c. 2, s. 127. (11) Kur'ân-ı Kerîm, Nisa Sûresi, Âyet: 115. (12) Nevevî, Ezkâr, c. 1, s. 210. (Not:Nevevî'nin buradaki ifadesinin devamı şu şekildedir: "Yine de bunda bir beis yoktur. Çünkü musâfaharun aslı sünnettir. Onlar da bazı durumlarda bunu korumakla birlikte çoğunda aşırıya kaçmaktadırlar. Az da olsa bu durum, şeri'atta temeli olan şekilden çıkmasına sebep olmaz." Bu hususta Nevevî ile aynı kanaati taşıyanlar da bulunmaktadır. Örneğin bkz. Mevvâk, Sünenü'l- Mühtedîn, Rabat : Müessesetü'şŞeyh Mürbih Rabbih li-thyai't- Türas ve't-Tebadüli's-Sekafi, 2002, s. 379. (13) Bu günler; her kamerî ayın 13-14- 15 yahut 14-15-16. günleridir. Bu günlerin gecelerinde ay, dolunay şeklinde olup, akşamın evvelinden itibaren doğup sonuna kadar devam ettiği için gündüz gibi, ay ışığıyla gece aydmdandığından dolayı "beyaz geceler" anlamında "eyyâmü'l-bîz" adı verilmiştir. (14) Bkz. Serahsî, Mebsût, c. 11, s. 231. (15) Hâkim, El-Müstedrek, c. 4, s. 560, Hd. 8570; Dârimî, Sünen, c. 1, s. 75, Hd. 185-186; Abdürrezzâk, Musannef, c. 11, s. 359, Hd. 20742; Hüsâmeddîn el-Hindî, Kenzü'l- 'Ummâl, c. 11, s. 113, Hd. 31430; tbnü'l-Hac el-'Abderî, Medhal, c. 1, s. 66. (16) lbn Kayyim el-Cevziyye, Iğâsetü'l- Lehfân, c. 1, s. 206. (17) Enes b. Malik'den rivayet edilmiştir. Bkz. tbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1303, Hd. 3950; Deylemî, Firdevs, c. 1, s. 411, Hd. 1662; tmam Ahmed, Müsned, c. 4, s. 278, 375,382. (18) Bkz. lbn Ebi'l-Tzz el-Hanefî, Şerhu'l-'Akîdeti't-Tahâviyye, Beyrut: Mektebü'l-Islâmî, 1391 H., c. 1, s. 308. (19) tbn Asâkir ed-Dimaşkî, Tebyînü Kezibi'l-Müfterî, Beyrut: Dâru'l- Kitâbi'l-Arabî, 1404 H„ c. 1, s. 331; Ebû Abdillâh Makdisî, Âdâbü'şŞer'iyye, Beyrut: Müessesetü'r- Risâle, 19%, c. 1, s. 281. (20) tmam Gazzâlî, İhyâü 'Ulûmi'ddîn, c. 1, s. 80. (21) Hadisin birkaç şeklinden ibaresi en yakın olan iki rivayete rastlayabildik; 1.) Imrân ibn Husayn'dan rivayet edilen ve "ümmetimin en hayırlısı benim kendilerine gönderilmiş olduğum bu kuşaktır..." diye başlayan için bkz. Müslim, Sahîh, c. 4, s. 1963, Hd. 2534; Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 500, Hd. 2222; Ebû Dâvûd, Sünen, c. 4, s. 214, Hd. 4657. 2.) Hz. Ömer'den rivayetle "En hayırlı insanlar olarak birbirinize ashabımı tavsiye edin!" şeklinde başlayıp, "(Bu üç kuşaktan) sonra (aralarında) yalanı yayanlar gelir" ibaresini taşıyanlar için bkz. lbn Hibbân, Sahîh, c. 16, s. 239, Hd. 7254; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 18, Hd. 114. |